Prof. Dr. Sinsi
|
İmâm-İ Rabbânî
Bütün İslâm âlimleri, bu zâtın İmâm-ı Rabbânî hazretleri olduğunda ittifâk etmişlerdir Peygamberimizden tam bin sene sonra ilim ve irşâd kürsüsüne mutlak olarak oturup, cihânı Resûlullah'ın nûrları ile aydınlattı Bid'atleri temizleyip İslâm dînini ihyâ etti Onun zamânında Hindistan'da ve hattâ bütün İslâm âleminde baş gösteren sapık fikirler, bozuk inanışlar yayılmaya başlayıp, büyük fitneler çıkmıştı Ayrıca tasavvufta vahdet-i vücûdu anlatan sözler, müslümanlar arasında çeşit çeşit şekillere sokuldu Bu yüksek ve kıymetli bilgi anlaşılamadı Birçok câhil, büyüklerin sözlerinin mânâlarını anlamayarak zamanla dinden çıktı İslâmiyete karşı olanlar da bunu fırsat bilip, müslümanları doğru yoldan ayırmak için çalıştılar Böylece tasavvuf bilgileri ile İslâmiyetin hükümleri arasında ayrılık ve çatışma varmış gibi, ikisi birbirinden ayrıymış gibi gösterilerek, müslümanlar çeşitli isimler altında birbirlerinden ayrılmaya ve birbirlerine düşman edilmeye çalışıldı İmâm-ı Rabbânî hazretleri başta vahdet-i vücûd bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi gâyet açık bir şekilde îzâh ederek, insanların zihinlerini ve kalblerini, yanlış ve bozuk inanışlardan, bid'atlerden temizledi Hakkı batıldan ayırıp, Peygamberimizin hak ve doğru yol olduğunu haber verdiği Ehl-i sünnet îtikâdını her yere yaydı Genç-ihtiyâr herkes ve birçok âlim onun etrâfında toplandı Kendisine ilk defâ (Müceddîd-i elf-i sânî) ismini veren, zamânının en büyük âlimlerinden Abdülhakîm-i Siyalkûtî'dir O zamânın diğer büyük âlimleri de onu medhedip övmüşlerdir
Hâce Muhammed Bâkî-billah'ın talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek âlimlerden olan Seyyid Mîr Muhammed Numân diyor ki: "İmâm-ı Rabbânî'ye tâbi olmağı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için; "Kalbimin aynası ancak sizin parlak kalbinizin nûruna karşı duruyor " dedim Hocam sert bir sesle; "Sen, Ahmed'i ne sanıyorsun? Onun, güneş olan nûru, bizler gibi binlerce yıldızı örtmektedir " buyurdu
Belh şehrinde bulunan Mîr Muhammed Mü'min Kübrevî, talebesinden birini, İmâm-ı Rabbânî'nin huzûruna gönderdi İmâm-ı Rabbânî'nin huzûruna varınca; üstâdından, Seyyid Mîrekşâh' dan, Hasan-ı Kubâdânî veKâdı'l-kudât Tulek'den selâm getirdi ve; "Üstâdım Mîr Muhammed Mü' min buyurdu ki: "İhtiyârlığım mâni olmasaydı ve yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifâde eder, ölünceye kadar hizmetçilik ederdim Kimseye nasîb olmıyan nûrları ile kalbimi aydınlatmağa çalışırdım Bedenim uzakta, gönlüm ise, onunla oradadır Bu fakîri, huzûrunda bulunan temiz talebesi gibi kabûl buyurmasını ve mukaddes nûrlarından rûhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için de mübârek elini öp!" dedi " deyip, İmâmın bir daha elini öptü Vedâ edip ayrılırken de; "Belh şehrindeki azîzler, kendilerine, yüksek hakîkatleri bildiren mektuplarınızdan göndermenizi istirhâm ettiler " dedi Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî bir mektup yazıp, diğer birkaç mektupla berâber verdi
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinin meşhûrlarından olan Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hazret-i İmâm'ın huzûrunda oturuyordum Onlar mârifetleri yazıyordu Âniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helâya gitti Fakat hemen süratle dışarı çıktı Böyle süratle helâya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim "Bunun sebebi nedir?" dedim Helâdan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve oğaladı Sonra tekrar helâya girdi Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: "Bevl sıkıştırdı, acele ile helâya girdim ve oturdum Gözüm tırnağımın üzerine gitti Üzerinde siyah bir nokta vardı Kalem yazıyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmıştım Hâlbuki, o nokta Kur'ân-ı kerîmin harflerini yazarken kullanılırdı Orada oturmağı doğru görmedim ve edeb dışı buldum Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terketmenin vereceği sıkıntının yanında çok az geldi Dışarı çıktım O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim "
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin fıkıh meselelerinde ilmi çoktu ve her meseleye ânında cevap verebilecek bir derecedeydi Usûl-i fıkıhta da tam bir mahâret sâhibiydi Fakat ihtiyâtının çokluğundan, çoğu zaman kıymetli fıkıh kitaplarına başvururdu Seferde ve hazarda bâzı kıymetli fıkıh kitaplarını yanında bulundururdu Onların bütün gayreti, müftâbih yâni fıkıh âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri fetvâlara, dâimâ uymaktı Bâzı fıkıh âlimlerinin câiz dediği, bâzılarının mekrûh dediği bir işte, o kerâhet tarafını tercih eder ve o işi yapmazdı "Bir meselenin yapılmasında ve yapılmamasında, helâl ve haram olmasında ihtilâf olursa, yapılmaması ve haram tarafını tercih etmeği mümkün olduğu kadar elden kaçırmamalıdır " buyururdu
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin eski talebelerinden seyyid bir zât şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin birâderi, Sürûnç beldesindeydi Ona bir mektup yazıp huzûruna gelmesini istemişti Mektubu götürmek için beni vazifelendirdi Yola çıkarken selâmetle gitmem için duâ edip Fâtiha okudu ve bana buyurdu ki: "Yolda "Kureyş sûresini" çok oku ki tehlikelerden korunasın Şâyet yolda müşkil bir iş ile karşılaşırsan bizi hatırla!" Gitmek üzere yola çıktım Yanımda iki kişi daha vardı Sürûnç'a iki menzillik yol kalmıştı Fakat önümüzde dehşetli bir çöl vardı Bu çölde iken bir ara, yanımdakilerden ayrılıp biraz uzağa gittim Abdest tâzeledim ve iki rekat namaz kılmak üzere namaza duracaktım Bu sırada karşıma birden bire korkunç bir arslan çıkıverdi Bana doğru yaklaşıyordu Hemen hocam İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin; "Bir müşkil ile karşılaşırsan beni hatırla!" emri hatırıma geldi Kendi kendime; "Ey hocam! Allahü teâlânın izniyle imdâdıma yetiş, beni bu yırtıcı arslanın pençesinden kurtar!" dedim Daha ben sözümü bitirmeden İmâm-ı Rabbânî hazretleri gözüküverdi ve arslana, benden uzaklaşması için, eliyle işâret etti Arslan kaçarak uzaklaşıp gitti Bu hâdiseyi yanımdaki arkadaşlar da gördü Bana; "Böyle bir anda imdâdına yetişen bu büyük zât kimdir?" dediklerinde; "İmâm-ı Rabbânî hazretleridir " dedim Onlar da bu hâdise üzerine, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini çok sevenlerden oldular "
Şeyh Muhammed'in İsfehan'dan gelirken yolculukta atından heybesi düşmüştü Farkına varınca, atını kâfiledekilere bırakıp heybeyi aramak için kâfileden ayrıldı Şuraya da, buraya da bakayım diyerek ararken aradan çok zaman geçti Kâfile gözden kayboldu Kâfileden uzak kaldı Çöl ve dağdan başka hiçbir şey göremiyordu Yolu kaybedip şaşkın, perişân bir hâlde, çâresizlik içinde ağlayarak etrafta koşuyordu Fakat kâfileden bir eser göremiyordu "Buralarda ölüp gideceğim, yolumu şaşırdım " diye düşünüyordu Sonra bir suyun başına oturup abdest aldı Tam bir yalvarışla duâ edip, hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin imdâdına yetişmesini istedi O anda İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir at üzerinde karşısına çıkıverdi Yanına yaklaşıp durdu ve; "Elini ver!" buyurarak elinden tutup onu atın terkisine bindirdi Sonra atı süratle sürüp, aradığı kâfileye yaklaştı O, kâfileyi uzaktan görünce attan indirip; "Hadi git!" buyurdu Kâfileye ulaştı İmâm-ı Rabbânî hazretleri gözden kayboldu, bir daha göremedi
Serhend kâdılarından birinin oğlu, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetinde bulunanlardan ve sevenlerindendi Bu genç bir defâsında çok ağır bir hastalığa yakalandı Tabibler hastalığına devâ bulamadılar Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bir mektup yazıp, yalvararak, içinde bulunduğu şiddetli hastalıktan kurtulması için duâ istedi İmâm-ı Rabbânî hazretleri mektubuna cevap yazıp; "Biz seni himâyemize aldık, bu hastalıktan kurtulacaksın Hatırını hoş tut " buyurdu O genç İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin teveccühü ve duâsı bereketiyle, hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu Sonra tekrar sohbetine devâm etmeye başladı Bu hastalıktan kurtulduktan sonra hâlini zevk ve şevkle anlatıp, bağlılığını dile getirdi
İmâm-ıRabbânî hazretlerinin eski talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: "Küçüklüğümde Kur'ân-ı kerîmi ezberleyip hâfız olmuştum Sonra Serhend'den İlâhâbâd'a gittim Zamanla işe dalıp ezberimi unuttum Bende hâfızlık kalmadı ve bu hal üzere aradan birkaç yıl geçti Sonra memleketim Serhend'e döndüm Bu sırada Ramazân-ı şerîf ayı idi Serhend'e geldiğimde İmâm-ı Rabbânî hazretleriyle görüşünce bana; "Hâfız! Terâvih namazını, hatim ile kıldır!" buyurdu Kur'ân-ı kerîmin ezberimde kalmadığını, hâfızlığımı kaybettiğimi söyledim Fakat; "Okuyacaksın!" buyurdu Üç defâ hâlimi arzedip; "Bende hâfızlık kalmadı " dedimse de kabûl etmediler Çâresiz emre uydum Terâvih namazını kıldırmak üzere imâm oldum İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin himmeti ve emirlerinin bereketi ile, unuttuğum hâlde ilk gün yirmi bir cüz'ü ezberden okumak sûretiyle terâvih kıldırdım İmâm-ı Rabbânî hazretleri kıyamda dinledi Diğer cemâat uzun müddet kıyamda durmaya güç yetiremedi İkinci gün terâvihde hatmi tamamladım Bende hâfızlık kalmadığı hâlde böyle okuyabilmem, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bereketi ile idi "
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yakın talebelerinden, Şehzâde Veliahd'ın hocası Mîrek Şeyh şöyle anlatmıştır: "Ben önceleri İmâm-ı Rabbânî hazretlerini sevenlerden değildim Çünkü, "Kendini hazret-i Ebû Bekr'den üstün görüyor " diye bir iftirâ yayılmıştı Bu sıralarda Hindistan'a gitmiştim Serhend şehrine varınca eski dostlarımdan biriyle karşılaştım Bu arkadaşım önceden çok kötü bir insandı Fakat bu defâ onu çok iyi ve üstün bir hâlde, takvâ sâhibi gördüm Yüzünde bir nûr vardı "Sen böyle değildin bu hâl nedir?" dedim Cevap olarak; "Ben İmâm-ıRabbânî hazretlerinin hizmetine ve sohbetine girdim, devamlı huzûrundayım Onun sohbetinin bereketi ile bu nîmete kavuştum " dedi Bunun üzerine ben ona; "Senin bahsettiğin zât kendinin hazret-i Ebû Bekr'den üstün olduğunu yazmış Onun sohbetinin tesir ve faydası olur mu?" dedim Arkadaşım ben böyle deyince; "Aslâ! Binlerce aslâ! Bilmeden, anlamadan inkâr etme! O yeryüzünün kutbudur Eğer sen onu görüp sohbetine kavuşsaydın, hakkında söylenilen bu iftirânın asılsız olduğunu anlardın " dedi Fakat bendeki şüphenin çokluğu sebebiyle; "Görmek istemiyorum " dedim Arkadaşım bana İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gidip onu görmem için çok ısrar etti Mutlakâ görmemi ve bu yanlış düşünceden kurtulmamı istiyordu Bu ısrar üzerine İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gitmeye karar verip kendi kendime; "Eğer şu üç şeyden bahsedip beni iknâ ederse onu sevenlerden olurum " dedim Kendi kendime cevâbını almak üzere hazırladığım üç suâlden birincisi, hakkında kendini hazret-i Ebû Bekr'den üstün görüyor diye söylenilen iftirâya cevap vermesi, hemen bu mevzûyu açıp bu hususta benim şüphelerimi giderip tam iknâ etmesi idi İkincisi; benim babam ve dedelerimden bahsetmesi, üçüncüsü de HâceHâvend Mahmûd'dan anlatması idi Bu karardan sonra arkadaşımla berâber, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gittik Onu uzaktan görür görmez bütün âzâlarım heybet ve dehşete kapıldı Kalbim ona tutuluverdi Korkarak ve titreyerek huzûruna yaklaştım Oturmamıza izin verdi Oturduktan sonra yastığının altından bir mektup çıkarıp benim elime verdi Sonra verdiği bu mektubu okuyup öyle bir îzâh yaptı ki, hakkında yapılan ve kendini hazret-i Ebû Bekr'den üstün görüyor diyenlerin iftirâlarına cevap verip açıkladı Benim bu hususta artık hiç şüphem kalmadı Bundan sonra zihnimde tuttuğum ikinci meseleye geçip; "Mevlânâ Mîrek! Senin baban şöyle şöyle bir zât, deden de şöyle şöyle bir zât ve senin ecdâdının şerefi şöyledir " diyerek medhetti Ayrılmak üzere kalktığımızda vedâ ederken, üçüncü olarak tuttuğum Hâce Hâvend Mahmûd'dan bahsetmedi diye geçti Tam bu sırada yüzünü bana dönüp; "Hâce Hâvend bizim Pîrzâdemizdir ve cezbe sâhibidir " buyurdu Bir sohbetinde bu üç kerâmetini gördüm "
Yine Cân Muhammed Celenderî, Acîn'de görüştüğü o seyyid zâta şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yanında talebe iken, bir gün akşama doğru İmâm-ı Rabbânî hazretleri bana; "Sana bir iş söylesem yapar mısın?" buyurdu "Canım fedâ olsun yapmaz olur muyum!" dedim Bunun üzerine benim elime yazılı bir kâğıt verdi ve buyurdu ki: "HafızRahne'nin bahçesine git, orada bir grup derviş oturuyor Onların yanına var Aralarından güzel yüzlü bir dervişin onlardan geride bulunduğunu göreceksin Bu dervişin yanına git, ona bizim duâ ettiğimizi söyle Bu kâğıdı ona ver ve buraya gelmesini bildir " Emri üzerine derhâl söylediği yere gittim Târif ettiği şekilde dervişlerden bir cemâat ve bu cemâatten biraz geride oturan güzel yüzlü bir derviş gördüm O da beni gördü ve görür görmez bana; "Seni İmâm-ı Rabbânî hazretleri mi gönderdi?" dedi Evet deyip elimdeki kâğıdı verdim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin duâ ettiğini ve çağırdığını söyledim Ben böyle deyince kalkıp, benimle yola koyuldu
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna girdiğimizde bir köşede oturuyordu Çağırıp geldiğim zât da başka yere oturdu Bu sırada İmâm-ı Rabbânî hazretleri kahve getirmemi söyledi Hemen koşarak dergâhtaki kahve pişirilen yere gittim Kahveyi alıp getirdim Önce İmâm-ı Rabbânî hazretlerine sundum "Ona götür " buyurarak misâfire vermemi istedi Ona götürmek üzere yüzümü o tarafa döndüm Onu da İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sûretinde gördüm Bu sefer o, önce İmâm-ı Rabbânî hazretlerine götürmemi söyledi Dönüp baktım, İmâm-ı Rabbânî hazretleri yerinde oturuyordu Huzûruna çağırıp geldiğim derviş, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden beni sordu O da; "Bu Celender'dendir İsmi, Cân Muhammed'dir" dedi Bunun üzerine o derviş; "Babası bizim tanıdıklarımızdandır Bunu hangi tarîkatta yetiştiriyorsunuz?" deyince; "Kâdiriyye silsilesinden" buyurdu Bunun üzerine o zât; "Allahü teâlâya hamd olsun Onu Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî'ye kavuştururuz " dedi Bu sırada İmâm-ı Rabbânî hazretleri dışarı çıkmak üzere kalktı ve benden bir ibrik su istedi Hemen hazırladım Dışarı çıktığında bana kutup yıldızını göstererek; "Cân Muhammed! Kutup yıldızını biliyor musun?Bu mudur değil midir? Dikkatli bak!" buyurdu Dikkatli baktım kutup yıldızından, üzerinde siyah hırka bulunan bir zât çıktı ve ok gibi bir anda yanımıza geldi İmâm-ı Rabbânî hazretleri bana, "Huzûruna yaklaş! O, Abdülkâdir-i Geylânî'dir! Ona intisâb et, bağlan " dedi Bu emre uyarak hemen huzûruna yaklaştım, benim kendisine intisâbımı (talebeliğimi) kabûl etti Sonra tekrar kutup yıldızına doğru gidip kayboldu Bu sırada İmâm-ı Rabbânî hazretleri, abdest aldıktan sonra mescide girdi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin beni göndererek çağırdığı derviş de yanımdaydı Bana; "Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini gördün mü?" dedi Ben de "Evet" dedim "
Bu hâdiseyi Cân Muhammed Celenderî'den naklen anlatan seyyid zât şöyle anlatır: "Ben bunları Cân Muhammed Celenderî'den dinledikten sonra ona dedim ki: "Bu kadar kıymetli şeylere kavuştuktan sonra neden ticârete dalıp da dergâhtan uzak kaldın?" O da bana; "Acâib bir hikâyedir Ben, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûrunda talebe iken akrabâlarım gelip, beni götürmek istediler "Buna müsâade et, biz bunu kethudâ (ticâret reisi) yapacağız" diye ısrar ettiler İmâm-ı Rabbânî hazretleri bana; "Git kethudâ ol" buyurdu Ben ayrılıp gidemedim Yakınlarım tekrar gelip, ısrarla beni istediler "Git" buyurdu Ben yine gidemedim Akrabâlarım kalabalık bir hâlde tekrar geldiler, beni götürmek için ısrar ettiler İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu hâlden rahatsız oldu Bir gün bir şey yiyordu Kendi ağzından yediği şeyin bir parçasını koparıp benim ağzıma verdi Onu ağzıma alır almaz hâlim değişdi Dünyâ işlerini düşünür hâle dönmüştüm Bu sefer çâresiz beni götürmek için gelip ısrar eden akrabâlarımla gittim Ticârete başlayıp, kethudâ oldum Bundan sonra ticâretle uğraştım Fakat hocam İmâm-ı Rabbânî hazretlerini unutmadım Ona bağlılığımı kesmedim Her ne zaman buraya gelsem, ziyâret edip görüşürüm, sohbetinde bulunurum" dedi "
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerindenMevlânâ Muhammed Emîn, bir gün, hocasına şöyle arzetti: "Nevâbşîr Hâce, asîl ve şerefli bir âileye mensubtur Babası ve dedeleri evliyâdandı Fakat Nevâbşîr Hâce çok içki içiyor ve haram işlerle meşgûl oluyor Islâhı için bir teveccüh buyurunuz Bu bir komutandır Eğer tövbe etmek nasîb olursa onun sebebiyle askerlerden pekçok kimse de kurtulur, sâlih kimselerden olurlar " Bunu arzedince İmâm-ı Rabbânî hazretleri sükût etti Yine bir defâ aynı şey arzedilince İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: "Ey Mevlânâ Muhammed! Nevâbşîr Hâce'nin hâline teveccüh ettim Onu haramlar ve günahlar içinde gördüm Onu bu kötü hâlden kurtarmak için çok teveccüh ettim, uğraştım Elim ona ulaşmadı Fakat sonunda onu kendimize çekeceğiz " buyurdu Aradan uzun zaman geçti Hakkında böyle buyurduğu o kimse, içki içmeyi ve haramları terkedip tövbe etti Sonra ibâdet ve tâatla meşgûl oldu
Bu zât bir defâsında Serhend şehrinden başka bir şehre gitmişti Serhend'e dönüşünde hastalanıp vefât etti Oğulları onu İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin türbesi yanında bir yere defnettiler Böylece İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin; "Sonunda biz onu yanımıza çekeceğiz " buyurmasının hikmeti anlaşıldı "
|