Prof. Dr. Sinsi
|
İmâm-İ Rabbânî
Birgün İmâm-ı Rabbânî hazretleri hastalanmıştı Hastalığı sırasında yemek için on bir tâne üzüm istedi Hizmetçi üzümleri getirince, İmâm-ı Rabbânî hazretleri murâkabeye daldı Bir müddet sonra başını kaldırıp; "Çok garib bir hâl gördüm Bu üzümleri önüme koydukları zaman, hepsinin, Allahü teâlâya münâcaat ettiklerini, yalvardıklarını işittim Allahü teâlâ üzümlerin münâcaatını kabûl etti ve hastalıktan kurtulmağı bunları yemeğe bağlı kıldı " buyurdu Bu üzümlerden birkaç tâne yeyince hastalıktan eser kalmadı Geri kalan üzümleri de sakladı Bir müddet sonra küçük oğlu hastalandı Bu hastalığa dayanamayacak bir hâl alınca o üzümleri yedirdiler Onun da hastalığı geçti "
Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "Seyyidlerden bir genç, medresede talebe idi Onunla arkadaşlık ederdik Bir gün ağlayarak yanıma geldi ve başından geçen bir hâdiseyi anlattı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyük bir kerâmetini görmüştü Dedi ki: "Hazret-i Ali'ye karşı savaşanları, hele hazret-i Muâviye'yi sevmezdim Bir gece senin üstâdın İmâm-ı Rabbânî'nin Mektûbât'ını okuyordum Okuduğum yerde; "İmâm-ı Enes bin Mâlik buyurdu ki: "Hazret-i Muâviye'yi, sevmemek onu kötülemek, hazret-i Ebû Bekr'i ve hazret-i Ömer'i sevmemek bunları kötülemek gibidir Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâzımdır " yazılı idi Bunu okuyunca, canım sıkıldı ve yerinde olmayan bir yazıyı buraya yazmış dedim Mektûbât'ı yere attım Yatağıma uzandım Uyudum Rüyâmda, senin o büyük üstâdın öfkeli ve kızgın bir hâlde yanıma geldi İki mübârek elleri ile kulaklarımı çekti ve; "Ey câhil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve kitabımızı fırlatıp, yere atıyorsun Benim yazımı okuyunca şaşaladın ve inanmadın Ama gel, seni bir zâta götüreyim de gör! Resûlullah efendimizin eshâbını sevmediğin için, aldandığını ondan işit " buyurdu Beni çekerek, bir bahçeye götürdü ve kapısında bırakıp kendisi yalnızca ilerledi Uzak'ta görünen büyük bir odaya doğru yürüdü Orada nûr yüzlü, büyük bir zât oturuyordu Çekinerek ve saygı ile o zâta selâm verdi Önünde diz çöküp oturdu Ona bir şeyler söylüyor, beni gösteriyordu " Uzaktan bana bakışlarından benden bahsettiği anlaşılıyordu Biraz sonra senin o yüksek üstâdın İmâm-ı Rabbânî, kalktı Beni çağırdı "Bu oturan zât, hazret-i Ali'dir İyi dinle! Bak ne buyuruyor " dedi Yanlarına gidip, selâm verdim "Sakın, sakın! Resûlullah efendimizin eshâbına karşı, kalbinde bir dargınlık bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, aslâ kötüleme Aramızda muhârebe şeklinde görünen işlerimizin, hangi iyi niyetlerle yapıldığını, biz ve o kardeşlerimiz biliriz!" dedi Senin yüksek hocanın adını söyleyerek; "Bu zâtın yazılarına da sakın karşı gelme!" buyurdu Bu nasîhatı dinledikten sonra, kalbimi yokladım Bu hususdaki tereddüdün ve soğukluğun, kalbimden çıkmadığını gördüm Bu hâlimi hemen anladı Öfkelendi Senin yüksek hocana bakarak; "Bunun gönlü daha temizlenmedi Suratına bir tokat indir!" dedi Şeyh hazretleri, yüzüme kuvvetli bir tokat indirdi Tokadı yiyince, kendi kendime; "Bunu sevdiğim için onlara düşmanlık etmiştim Hâlbuki kendisi onlara düşmanlığımdan bu kadar çok incinmektedir Bu hâlden vazgeçmeliyim!" dedim Kalbimi yokladım Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz buldum O anda uyandım Şimdi de kalbim o kinden temizlenmiştir O rüyânın, o sözlerin tadı, beni başka hâle soktu Kalbimde Allah'tan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmadı Senin yüksek hocan İmâm-ı Rabbânî'ye ve onun yazdıklarındaki mârifete inancım iyice arttı "
Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin makbûl talebelerinden olan, yüksek yaradılışlı bir azîzden işittim, şöyle buyurdu: "Mühim bir iş için Lâhor şehrinden, Burhânpûr'a gitmiştim Serhend'e gelip, hazret-i İmâm'ın ellerini öpmekle şereflendiğim zaman hastalandım Gideyim mi, kalayım mı diye tereddüd ediyorum İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Çok mühim bir işin var, muhakkak gitmelisin, inşâallah hayırlısı olur " buyurdu Emirlerine uyarak yola çıktım İki üç konak gidince hastalığım arttı Bir gece böyle devâm etti Bu hastalığın şiddetli zamânında kendi kendime; "Onlar bana; "Gidin bunda hayır vardır" buyurdu dedim "Hâlbuki hastalığım çok arttı Bu düşünceden sonra bu hastalığın ateşi ve sıkıntısı esnâsında, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini rüyâda gördüm "Hiç üzülme, şifâ bulacaksın yola devâm et " buyurdu Sabah olunca, hastalık tamâmen geçti Delhi'ye gelince, orada bir dostum bana Hâre (bir şehir) helvası ikrâm etti Bunu yiyince, yeniden hastalandım Yatağa düştüm ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kerem ve teveccühüne kavuşmak için yalvarmağa başladım İki gün geçmeden, hazret-i İmâm'ın huzûrunda bulunan, eski ve samîmi dostlarımdan biri, âniden kapıdan içeri girdi "Hayırdır inşâallah " dedim Dedi ki: "Beni İmâm-ı Rabbânî hazretleri gönderdi "Git, filân dostunun yanında bulun, şimdi ağır hastadır, senin gibi işten, hâlden anlayana çok ihtiyâcı olup, berâber bulunursunuz " buyurdu "Senin yanına gelmek üzere yola çıkacağım sırada bir torba şifâlı ot isteyip sana getirmem için bana verdi İşte getirdim " Ben dedim ki: "Bu otları İmâm-ı Rabbânî hazretleri benim hastalığımın iyileşmesi için ilâc olarak göndermiştir Bu otları ezip, suyunu içmeliyim " Doktorlar; "Sıtmanın şiddetli zamânında, tatlı ve soğuk yenmez, içilmez " deyip, beni bu işten men etmek istediler Ben onlara; "İmâm-ı Rabbânî hazretleri bunları benim için gönderdi içeceğim " dedim İster istemez o otları ezip şerbet yaptılar İçer içmez, hastalığımın hafiflediğini anladım Ertesi gün kalan otların da suyunu çıkarıp içince büsbütün kurtuldum Orada bulunanlar, bu hâdise üzerine hayretler içerisinde kaldılar ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyüklüğünü anladılar "
O zamânın sultânının üçüncü oğlu, diğer kardeşlerinden çok daha olgun ve aralarında seçkin bir durumdaydı Babasına isyân etmişti Bir taraftan babası, bir taraftan da bu oğlu, kuvvetli ordularla birbirlerine hücûm ettiler Şiddetli bir harb başladı Babasının tarafında bulunup, en mühim işleri yürüten büyük bir kumandan, bu harb sırasında sultânın oğlunun tarafına geçti Diğer kumandanlar da bu düşüncede idiler Bu şehzâde, velîlerin ve âlimlerin sevgisini kazanmıştı İslâmiyetin yayılmasına gayret ve müslümanları himâye ediyordu Zamânın evliyâsının büyüklerinden bir kısmı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine mektup yazıp; "Delhi'de bulunan velîler ile büyükler keşf ve vâkıalarla gâlibiyetin ve nusretin şehzâde tarafında olduğunu görüyorlar Hazretiniz bu hususda ne buyururlar" dediler: İmâm-ı Rabbânî hazretleri cevâbında; "Harb meydanındaki vaziyetin bunun aksi olduğunu anlıyorum, fakat sonunda şehzâdenin kazanacağını tamâmen görüyorum " buyurdu Buyurdukları gibi oldu Bir müddet kadar diğerleri devleti idâre edip, sonra Allahü teâlâ kardeşler arasında sultanlığı ona (Şâh Cihân bin Cihângir'e) nasîb etti Babasının vekîli olarak onun makâmına geçti Allahü teâlâ, bu sultâna Hindistan'ı adâlet ve ihsânla dolduran bir pâdişâhlık nasîb eyledi Bu pâdişâh sâyesinde memleket başka nizâma girdi Ârifler ve âlimler bambaşka hürmet gördüler Dîne üstün hizmetler yapıldı
İmâm-ı Rabbânî hazretleri 1615 (H 1024) senesinde, elli üç yaşlarında iken, talebelerinden çok sevdiklerine; "Benim ömrüm ve hayatım hakkındaki kazâ-yı mübremin altmış üç sene olduğunu ilhâm ile bana bildirdiler " buyurdu Ve buna çok sevindi Çünkü Peygamber efendimize tâbi olmasının çokluğu, yaş bakımından da uymakla belli oluyordu Aynı zamanda bu hususta hazret-i Ebû Bekr'e, hazret-i Ömer'e ve hazret-i Ali'ye de uymuş oluyordu
1623 (H 1032) senesinde Ecmîr'de iken; "Vefât etmemin yakın olduğuna dâir işâretler, alâmetler görülmeğe başladı " buyurdu Serhend'de bulunan kıymetli oğullarına mektup yazıp; "Ömrümüzün sona ermesi yakındır " buyurdu Babalarının hasreti ve ayrılığı ile yanan, evliyânın gözlerinin nûru kıymetli oğulları, bu mektubu alınca, babalarının bulunduğu yere hareket ettiler Huzûruna kavuşunca, bir gün, bu yüksek oğullarını husûsî odaya çağırdı Buyurdu ki: "Kıymetli oğullarım, bu dünyâya hiçbir şekilde nazarım ve bağlılığım kalmadı Öbür dünyâya gitmek îcâb ediyor, gitme ve yolculuk alâmetleri görünmeğe başladı "
Muhammed Hâşim-i Keşmî demiştir ki: "Oğulları odadan çıkınca, kalblerindeki sıkıntıyı ve ölçülemeyen üzüntüyü, bu fakîr gördüm Her birinin ağlamaktan boğazı tıkanıyordu Böyle olduklarını görünce, kendilerine ne için bu kadar ağladıklarını sordum Babaları İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtının yakın olduğunu açıklaması üzerine sebebini öğrendim Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu haberden oğullarının çok üzgün olduğunu, kalblerindeki sıkıntı ve darlığı görünce, aynı zamanda kendisine daha bir yıldan çok yaşayacakları bildirilince, tekrar oğullarını çağırdılar ve; "Bir takım işleri tamamlamak için daha bir müddet yaşayacağımızı bildirdiler " buyurdu Bunun üzerine iki kardeş çok sevindi Sonra bu hâdiseyi bana anlattılar Bununla berâber, bu fakîrin gözyaşlarının aktığı rahneleri (çukurları) açmış oldular Fakat, bu müjdelerinden, kıymetli oğulları ve bu kalbi yaralı âşık, uzun yıllar yaşayacaklarını ümid ettik "
İmâm-ı Rabbânî hazretleri o günlerde, Hâce Muînüddîn Çeştî hazretlerinin mezârını ziyârete gitti Bir müddet kalblerine murâkabe ederek oturdu Kalkınca, buyurdu ki: "Hazret-i Hâce çok iltifât edip, çok şefkat gösterdiler Kendi husûsî bereketlerinden ziyâfetler verdiler Konuştuk ve çok sırlar açıklandı Konuşulanlardan biri şudur: Buyurdu ki: "Bu asker arasında bulunmaktan kurtulmağa çalışmayınız Kendinizi Allahü teâlânın rızâsına bırakınız " Bu arada o mezarda hizmet gören türbedârlar gelip, İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin elini öpmekle şereflendiler
Muînüddîn Çeştî hazretlerinin kabrinin örtüsünü her sene değiştirip, eskisini evliyânın büyüklerinden birine gönderirlerdi Yâhud da zamânın pâdişâhına verirler, o da kıymetli inci ve mücevherât gibi, bir sandıkta, teberrüken saklardı O gün, o mezarın örtüsünü değiştirdiler ve eskisini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna getirip, buna en çok lâyık olan sizsiniz diyerek takdîm ettiler İmâm-ı Rabbânî hazretleri tam bir edeble kabûl etti Örtüyü hizmetçilerine verip, kalbden soğuk bir ah çekdi ve; "Hazret-i Hâce'ye bundan daha yakın bir libâs, bir örtü yoktur Bunu saklayın, bana kefen olsun" buyurdu
İmâm-ı Rabbânî hazretleriEcmîr seferinden Serhend'e dönünce, artık evinde inzivâya çekildi Bir müddet, beş vakit namaz ve Cumâ namazı hâriç, evden dışarı çıkmadı Nûr ve esrâr menbaı olan husûsî odasına; Muhammed Hâşim-i Keşmî'den, yüksek oğullarından, talebelerinden ve hizmetçilerinden iki üç kişi hâriç, başkalarının girmesi çok nâdir oluyordu Halveti seçtiği günlerden bir gün, soğuk bir nefes çekip; "Şeyhülislâm'ın (Ebû Ali Dekkâk'ın) meşrebi çok yükselince, meclisinde insan kalmadı " sözünü söyledi Burada olduğu gibi, ömrünün sonuna doğru, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin meşrebi de o kadar yüksek oldu ki, talebelerinin en yüksekleri bile onun yanında mektebe yeni başlayan küçük çocuklar gibi kalıyorlardı
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ömrünün son günlerinde, hasta olduğu sırada huzûruna çıkıp, birkaç günlüğüne memleketime gidip gelmek için izin istedim "Birkaç gün dur!" buyurdu Sonra tekrar arzedip; "Hemen gidip, döneceğim " dedim "Birkaç gün sabret!" buyurdu Fakat; "Gidip en kısa zamanda huzûrunuza döneceğim " deyince, izin verdi ve: "Sen nerede, biz nerede, ilkbahar nerede?" mısra'ını okudu Bu sözünden birkaç gün sonra vefât etti
Bunun gibi, husûsî mahremleri ve onlara çok yakın olanlar; bu günlerde İmâm-ı Rabbânî hazretlerine inzivâ ve insanlardan uzak kalmalarına temasla; "Çoluk-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan ayrılmanızın, uzlete çekilmenizin sebebi nedir?" diye sorunca, cevâbında; "Bu dünyâdan göçmemi çok yakın görüyorum İş böyle olunca, tamâmen inzivâ ve ayrılığı tercih edip, dâimâ istigfâr ediyorum, af diliyorum Bunları zarûrî görüyorum Bütün vakitlerimi ve nefeslerimi, zâhirî ve bâtınî ibâdetlerle geçirmeyi elzem buluyorum Bu da ancak, insanlardan ayrılmak ve yalnız kalmakla ele geçer Bunun için beni bırakınız, benden ayrılınız ve beni Allahü teâlâya ısmarlayınız " buyurdu
Yine bugünlerde, kendi evinin aralığında (holünde) istirahat ederken, âniden; "İki üç ay sonra biz bu evde olmayız" buyurdu Orada bulunanlar; "Husûsî odanızda mı bulunacaksınız?" diye arzettiler Buyurdu ki: "Orada da olmayacağım " "Ya nerede olacaksınız?" diye sordular "Bu yerlerden hiçbirinde olmam Bakalım ne olur?" buyurup, yollarının îcâbı açık söylemedi
Bu arada çok sadaka verdi ve büyük hayırlar yaptı Esrar mahremlerinden, yakınlarından biri, bu sadaka ve hayratlarının çokluğunu görünce; "Bütün bu hayratlar, belâların giderilmesi için midir?" diye sordu Buyurdu ki: "Hayır, belki de kavuşmak şevki ile bunları yapıyorum Ve şu beyti okuyup gözlerinden sevinç gözyaşları döküldü:
"Vuslat günüdür sırdaşım âleme kucak açayım,
Bu devletin, bu nîmetin sevinçlerini saçayım "
Muharrem ayının on ikinci günü buyurdu ki: "Bana bu dünyâdan öbür dünyâya gitmeme kırk veya elli gün kaldığını bildirdiler Mezârımı da gösterdiler " Bu sözleri dinleyenler üzüldüler ve şaşa kaldılar Ciğerlerindeki yara yeniden tâzelendi O günlerde, oğlu Muhammed Saîd birgün, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini ağlarken gördü Sebebini sordu Cevâbında; "Allahü teâlâya kavuşmanın sevinci ile ağlıyorum " buyurdu Yine oğlu; "Allahü teâlâ, bu işi, bu dünyâda çok sevdiklerinin isteğine bırakır Mâdem ki, siz bu kadar çok istiyorsunuz, elbette gidersiniz " diye arz etti Bu sözü söyleyen oğullarında bir değişme gördü ve buyurdu ki: "Muhammed Sa'îd! Allahü teâlânın gayretine dokunuyorsun " Oğlu; "Kendi hâlime üzülüyorum " dedi ve gâyet samîmî bir beyânla, derd ve elem dolu kalbini dışarı vururcasına; "Ey gönlümün sürûru babacığım! Bize yaptığınız bu şefkatsızlık ve acımasızlık nedendir?" diye arz etti Bunun üzerine; "Allahü teâlâ sizden sevgilidir Ayrıca bizim size şefkat ve yardımlarımız, vefât ettikten sonra, bu dünyâdakinden daha çok olacaktır Çünkü bu dünyâda, insanlık îcâbı bâzan ister istemez yardım ve teveccüh tam olmuyor Hâlbuki öldükten sonra, beşerî sıfatlardan tamâmen ayrılma vardır " buyurdu Bunu söylediği günden îtibâren, o günleri saymağa başladılar Şöyle ki, Safer ayının yirmi ikinci gecesi kalbleri hasta eshâbına; "Bugün söylediğim günlerin kırkıncı günü geçmiş oluyor Bakalım bu yedi-sekiz günde ne zuhûr eder" buyurdu Yine oğullarına buyurdu ki: "Şu arada hâsıl olan birkaç günlük sıhhatte, Allahü teâlâ, Habîbine tâbi olan bir insanda bulunabilecek bütün kemâlâtı bana ihsân eyledi " Oğullarının bu sözlerden kalbleri parçalandı Çünkü, bu sözlerde hazret-i Ebû Bekr Sıddîk-i Ekber'in; "Bu gün dîninizi tamam eyledim " âyet-i kerîmesi gelince kalblerine gelen, yâni Peygamber efendimiz vefât edecektir, ilhâmından bir işâret bulunduğunu anladılar
Mısra:
"Senin misk zülfünden, ayrılık gecesinin kokusu geliyor "
|