Yalnız Mesajı Göster

İmâm-İ Rabbânî

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İmâm-İ Rabbânî




Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur Cennet'e girmek için îmân ve dînin emirlerine uymak lâzımdır

Dünyâyı maksad edinmemeli Dünyâ, nefsin arzularına yardımcıdır Dünyâ ve âhiret bir arada olmaz Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür Dünyâya düşkün olmamanın ilâcı, İslâmiyete uymaktır

Bu zamanda dünyâyı terk etmek çok zordur Dünyâyı terk lâzımdır Hakîkaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, âhirette kurtulabilsin Hükmen terk etmek de büyük nîmettir Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dînin hudûdundan dışarıya taşmamakla olur

Dünyâyı terk etmek iki türlüdür; birincisi, mübahların, zarûret mikdârından fazlasını terktir Bu çok iyidir İkincisi, haramları ve şüphelileri terkedip yalnız mübahları kullanmaktır Bu zamanda bu da iyidir

Tesbih okumak (sübhânellah demek), tövbenin anahtarı ve hattâ özüdür

Vakit çok kıymetlidir Kıymetli şeyler için kullanmak lâzımdır İşlerin en kıymetlisi sâhibine hizmet etmektir Yâni Allahü teâlâya ibâdet ve tâat etmektir

Gençlik zamânında dînin emirlerine uymak, dünyâ ve âhiret nîmetlerinin en üstünüdür

Annenin yavrusuna faydası olmadığı (annenin yavrusundan kaçacağı) kıyâmet günü için, hazırlık yapmayana yazıklar olsun!

Âyet-i kerîmede meâlen; "Vallâhu basîrun= Allah onların ne yaptıklarını görmektedir" buyruldu Allahü teâlâ her şeyi gördüğü hâlde, (insanlar) çirkin işleri yaparlar Aşağı bir kimsenin bile bu işleri gördüğünü bilseler, vaz geçerler yapmazlar Bunlar ya Hak teâlânın görmesine inanmıyorlar, yâhud onun görmesine kıymet vermiyorlar Îmânı olana her ikisi de yakışmaz

Velîlerin hiçbiri, peygamber mertebesine varamaz
Velîlerin hiçbiri, Sahâbî mertebesine çıkamaz

İhlâs ile yapılan küçük bir iş, senelerce yapılan ibâdetler gibi kazanç (sevap) hâsıl eder

Her ibâdeti seve seve yapmalı Kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır

Dünyânın vefâsızlıkta eşi yoktur, dünyâyı isteyenler de alçaklıkta ve bahillikte (cimrilikte) meşhûrdur Azîz ömrünü, bu vefâsızın ve değersizin peşinde harcayanlara yazıklar ve korkular olsun

Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmiyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz

İnsanlar riyâzet deyince, açlık çekmeği ve oruç tutmağı anladılar Hâlbuki, dînimizin emrettiği kadar yimek için dikkat etmek, binlerce sene nâfile oruç tutmaktan daha faydalıdır

Bir kimsenin önüne lezzetli, tatlı yemekler konsa, iştihâsı olduğu hâlde ve hepsini yemek istediği hâlde, dînimizin emrettiği kadar yiyip, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyâzettir ve diğer riyâzetlerden çok üstündür

Bir farzı vaktinde yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır

Ölmek, felâket değildir Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir

Sonsuz kurtuluşa kavuşmak için, üç şey muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlâs

Ölülere duâ ve istigfâr etmekle ve onlar için sadaka vermekle, imdâtlarına yetişmek lâzımdır

Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır

Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi saâdet zan etmemeli, nefse güç ve acı gelenleri de şekâvet ve felâket sanmamalıdır

Birkaç günlük zamânı büyük nîmet bilerek, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır

İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır

Câhillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâmiyete uygun olması için, Allahü teâlâya yalvarınız

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır

İhsân sâhibinin kapısı çalınınca açılır

Gönül dalgınlığının ilâcı; gönlünü Allahü teâlâya vermiş olanların sohbetidir

Dünyâ hayâtı pek kısadır Bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir Bu en lüzûmlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmaktır Hiçbir şey sohbet gibi faydalı olmaz

EDEBE RİÂYET

Bir gün, hâfızlardan biri, kendi minderlerinden aşağı bir minder koyup üzerine oturarak, Kur'ân-ı kerîm okumağa başladı İmâm-ıRabbânî hazretleri bu durumun farkına varıp, hemen üzerinde oturduğu yüksek minderi bir kenara çekip yere oturdu Hiçbir zaman Kur'ân-ı kerîm okumakta olan hâfızdan yüksekte oturmazdı"

GECE OLANI GÜNDÜZ ANLATMA!

Çok uzak memlekette bulunan bir azîz, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin medhini duyup, Serhend şehrine geldi ve birinin evinde misâfir kaldı İmâm-ı Rabbânî'den istifâde etmek için geldiğini, ona talebe olmak şerefine kavuşmak istediğini, bunun için çok neşeli olduğunu söyleyince, ev sâhibi İmâm-ı Rabbânî'yi kötülemeye başladı Misâfir çok üzüldüMahcûb oldu İmâm-ı Rabbânî'ye sığınıp kalbinden; "Ben yalnızAllah rızâsı için, size hizmet niyeti ile gelmiştim Şu şahıs, beni bu saâdetten mahrum etmek istiyor" dedi Bu sırada İmâm-ı Rabbânî birdenbire yalın kılıç gözüküverdi Hâllerini inkâr eden, o şahsa gereken cezayı verdi ve evden çıktı O azîz sabahleyin mübârek huzûruna kavuşunca, geceki hâdiseyi arz etmek istedi Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Gece olanı, gündüz anlatma!" buyurup, kerâmetini gizledi

İŞİN SIRRI BUDUR

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden seyyid bir zât şöyle nakletmiştir: "Bir grup tücarla Acîn'de idim Bu tüccarlar arasında Cân Muhammed adında Celender'den bir zât da vardı Onunla aramızda bir dostluk kurmuştuk Bir gün biri bana sultânın, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini hapsettiğini söylediğinden çok üzüntülüydüm Cân Muhammed beni böyle kederli görünce, üzüntümün sebebini sordu Ben de, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hapsedildiğini duyduğum için, böyle olduğumu söyledim Cân Muhammed bana; "Ben de onun talebesiyim Bugün işin aslını ondan öğreneceğim" dedi Sonra gidip kaylûle yaptı yâni öğle vaktine yakın biraz uyudu Sonra bu uykusunda, rüyâsında İmâm-ı Rabbânî hazretlerini gördüğünü ve kendisine; "İşittiğiniz haber doğrudur Fakat bâzı makamları geçmek, Allahü teâlânın celâl sıfatı ile terbiye edilmeye bağlıdır Eğer öyle olmasaydı o makamları geçmek mümkün olmazdı Dostlarımıza söyle, gönüllerini hoş tutsunlar, işin sırrı budur" buyurduğunu söyledi

ÇABUK GEL, GEÇ KALDIN!

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin akrabâlarından biri şöyle anlatmıştır: "Ben, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden olmayı arzu ediyordum Fakat çeşitli mâniler sebebiyle, bir türlü hizmetine girmek nasîb olmamıştı Bir gece karar verip; "Yarın gidip hâlimi arzedip, beni de talebeleri arasına kabûl etmesini isteyeyim" diye düşündüm O gece rüyâmda kendimi derin bir deniz kenarında gördüm İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise karşı sâhildeydi Huzûruna kavuşmak istiyordum Bana; "Çabuk gel, çabuk gel! Geç kaldın" buyurdu Bu sözlerini işitince kalbim zikretmeye başladı Uykudan uyandım, kalbim artık zikrediyordu "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yolu böyledir Daha ben sohbette bulunmadan kalbim zikre başladı Ya bir de sohbetinde bulunsam nasıl olur?" dedim Sabahleyin İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gidip, gördüğüm rüyâyı bana olan teveccüh ve tasarruflarını anlatarak hâlimi arzettim Kalbimin zikretmeye başladığını söyledim Bana; "Yolumuz tam budur Buna devâm et" buyurdular"

YIKILAN PUTHÂNE

Seyyid Rahmetullah şöyle anlattı: "Dekken melikinin emri üzerine, iki üç arkadaşla bir sahrâya gittik Orada bir puthâne gördüm Bir gün İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden; "Bir müslümanın elinden bunu yıkma işi gelirse, bunu muhakkak yıksın veya zarar versin Bu işi yapmaktan kaçınmasın Çünkü bunu yapan Allah yolunda, din için cihâd eden gâziler sevâbına kavuşur" diye duymuştum Onların bu sözlerine güvenerek, arkadaşlarıma; "Bu sahrâda, bu puthâneyi koruyan kimse görünmüyor, burayı yıkalım" dedim Duvarlardan biraz yıkınca, civarda tarlalarda çalışan Hindulardan biri, puthâneyi yıktığımızı görmüş Koşup, o puthânede tapınan köylülere haber vermiş O sıra bin kişiye yakın bir kalabalığın taşlarla, sopalarla, mızraklarla tam bir kızgınlıkla üzerimize geldiklerini gördük Ben ve arkadaşlarım hayret ve korkudan ne yapacağımızı şaşırıp, olduğumuz yerde kaldık Kaçmağa bile cesâret edemedik Kalbimden Kelime-i şehâdet getirmeye başladım Bu hâlde iken, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kalbine müteveccih oldum ve; "Ey din büyüğü! Sizin nasîhatinize güvenip bu işi yapmağa koyulduk Allahü teâlânın izniyle bizi bu alçak kâfirlerin elinden kurtar" dedim Bu yalvarma ve ilticâ esnâsında İmâm-ı Rabbânî'nin sesi kulağıma geldi "Hiç korkma! Şimdi senin için İslâm askeri gönderiyorum" diyordu Arkadaşlarıma; "Bana bir hâl oldu Hazret-i İmâm'ın sesini duydum İmâm'ın söz verdiği askerler ne zaman gelecek, bunlar yaklaştı" dedim Hindular çok yaklaşmışlardı O anda birden bire otuz kırk kadar süvâri göründü Son sürat geldiler, bir kısmını kamçılayıp bizi kurtardılar Sonra hepsini sürüp götürdüler Bu iş, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin tasarrufu ve kerâmeti ile oldu

YANAN MALLAR

İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebeleriyle berâber bir yolculuğa çıkmıştı Bir kervansarayda konakladıkları sırada, talebelerine âniden şöyle buyurdu: "Bu gün buraya bir belâ geleceğini ve herkese sirâyet edeceğini görüyorum Arkadaşlarımız birbirlerine söylesinler herkes; Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihî şey'ün fil-ardı velâ fissemâi ve hüvessemî'ul-alîm, ve Eûzü bi-kelimâtillâhittâm-mâti min şerri mâ halak duâlarını tekrar tekrar okusunlar Çünkü, bu duâyı kim okursa, Allahü teâlânın inâyeti ile kendisi ve malı korunur" Bunu söyledikten iki saat geçmeden kervansarayın bâzı kısımlarında yangın çıktı Bir türlü söndüremediler ve malların çoğu yanıp telef oldu Bu arada İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden Mevlânâ Abdülmümin Lâhorî'nin de malları yandı Ona; "Sana hiç kimse okunması îcâbeden duâları söylemedi mi?" buyurdu Arkadaşları ona bu duâların okunması gerektiğini söylemeyi unutmuşlardı

EDEPSİZ NÖBETÇİ

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin güvenilir bir talebesi ve oğulları şöyle anlatmışlardır: Bir tüccar, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin komşularından birinin malını çaldı Mal sâhibi ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin akrabâsından bir genci hırsızlıkla ithâm etti O genç, hakâret ve dayak korkusundan kaçıp gitti Serhend'de bu işlerle görevli olan nöbetçi bunu duyunca hazret-i İmâm'ı çağırdı İşinde gevşeklik gösterenin yanına gitmek îcâbetmediğini bildikleri hâlde, İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebelerinden birisi ile, yaya olarak oraya gitti O edepsiz nöbetçi onların şânına yakışmayan sözler söyledi Hazret-i İmâm ise gâyet yumuşak cevaplar verdi Bu esnâda Mevlânâ Tâhir Bedahşî geldi O kızgın nöbetçiye; "Kimi ayağına çağırdığını biliyor musun? Allahü teâlânın dostlarına kötü davrananlar elbette kısa zamanda cezâsını görür" dedi Nöbetçi onları bıraktı Aradan bir gün geçmeden bu edepsiz nöbetçi, semtinde bulunan büyük bir kalabalıkla münâkaşa etti İş kavgaya döküldü O nöbetçi, oğullarından ve akrabâsından yirmi kadar insanla kalabalığa karşı koymak istedi ve evin damına çıktı O evde harb için saklanan patlayıcı maddeler vardı Oraya âniden bir ateş düştü ve büyük bir patlama oldu O nöbetçi, bütün oğlu ve akrabâsı ile havaya uçtu Cesedleri bile görülmedi Böylece Allah dostlarına kötü söz söylemenin cezâsını canıyla ödedi

NİÇİN YIKILMADI

Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "Ecmir'de iken, Terâvih namazı kıldığımız mescidin bir duvarı sağlam yapılmamıştı ve bir tarafa doğru eğilmişti O kadar ki, mescide gelenlerin çoğu ve etrafında bulunanlar oradan geçerken, bugün yarın bu duvar yıkılacak derlerdi İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir gün bu düşüncelerine temasla buyurdu ki: "Bu duvar, bu fakîrler burada kaldığı müddetçe, bize riâyet edip her hâlde yıkılmayacak Nitekim büyükler; "Bizim şakamız ciddîdir" buyurmuşlardır Buyurdukları gibi duvar, İmâm-ı Rabbânî hazretleri oradan ayrılıncaya kadar yıkılmadı Oradan ayrıldığımız gün, ben, herkes gittikten sonra bir bahâne ile bir saat kadar o mescidin yanında kaldım Duvarın yıkılıp yıkılmayacağına bakıyordum İmâm-ı Rabbânî hazretleri mescid görünmez oluncaya kadar uzaklaşınca duvar birdenbire yıkılıverdi"

KİM ÖLECEK, KİM KALACAK?

İmâm-ı Rabbânî hazretleri vefât etmeden altı ay önce, Şâban ayının on beşinci gecesi olan "Berât kandili" gecesini, kendi husûsî odasında ihyâ eyledi O gece yarısı, kıymetli hanımının bulunduğu odaya geldi Hanımı dedi ki: "Bu gece ecellerin ve amellerin takdir edildiği gecedir Kimbilir Allahü teâlâ kimin defterine ölecek ve kimin defterine yaşayacak! diye kaydetti" İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu sözü duyunca; "Niçin tereddüt ve şüphe ile söylüyorsun? Ya isminin, dünyâda yaşayacaklar sahifesinden silindiğini görenin hâli nice olur?" buyurdu Bunu söyleyince, esrâr yatağı olan kalbinden bir âh çekti Böylece İmâm-ı Rabbânî hazretleri, o sene vefât edeceğine kerâmetiyle işâret buyurmuşlardı

DİN NASÎHATTIR

Buyurdu ki: "Sünnete çok sıkı sarılmak lâzımdır" Bu sözleriyle de Peygamber efendimize uymak istemişlerdi Çünkü, Peygamber efendimiz vefât edecekleri zaman böyle nasîhat eylemişlerdi Abbâd bin Sâriye'den, Tirmizî ve Ebû Dâvûd şöyle rivâyet eder: "Resûlullah efendimiz bize vâz ediyordu Bu vâzdan kalbler ürperiyor Gözler yaşarıyordu Dedik ki: "Yâ Resûlallah! Bu sözleriniz vedâ vâzına benziyor, bize vasiyet ediniz" Resûlullah aleyhisselâm buyurdular ki: "Size vasiyetim olsun: Allah'tan korkunuz, bir köle bile emr-i ilâhîyi bildirse dinleyiniz ve yapınız Yaşayanlarınız çok şeyler görecek O zaman benim ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine gâyet sıkı sarılınız, onu elden kaçırmayınız Dinde bid'atten çok sakınınız Çünkü bütün bid'atler dalâlettir, sapıklıktır"

İmâm-ı Rabbânî hazretleri vasiyetine devamla şöyle buyurdu: "Dînimizin sâhibi Resûlullah efendimiz, nasîhatlerin en incelerini bile; "Din nasîhattır" hadîs-i şerîfi gereğince ihmâl etmediler Dînimizin kıymetli kitaplarından, tam tâbi olmak yolunu öğreniniz ve bununla amel ediniz Benim techiz ve tekfîn işlerimde sünnete uyunuz" Bundan evvel daha önce mübârek hanımına buyurmuştu ki: "Eğer ben senden evvel, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan âhirete gidersem, benim kefenimi, senin mehr parandan aldırırsın"

1) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1096
3) Zübdet-ül-Makâmât; s126 vd
4) Hadarât-ül-Kuds; s30 vd
5) Umdet-ül-Makâmât; s98 vd
6) Makâmât-ı Ahmediyye (Ahmed Saîd Fârûkî)
7) Hak Sözün Vesikaları (2Baskı); s306
8) Eshâb-ı Kirâm (6Baskı); s147
9) Kıyâmet ve Âhiret (5Baskı); s168,186
10) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c1, s334
11) Reşehât Zeyli; s19
12) Dürer-ül-Meknûnât (kenarı); s52
13) Ahbâr-ül-Ahyâr; s330
14) Makâmât-ı Ahyar; s26
15) Hadâik-ül-Verdiyye; s178
16) Rehber Ansiklopedisi; c8, s138
17) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c15, s318

Alıntı Yaparak Cevapla