Prof. Dr. Sinsi
|
Şeyh Şamil
İmâm'ın korktuğu tek şey, müslümanların kalblerindeki düşmanla mücâdele azminin kaybedilmesi, îmânlarının sarsılması idi Halkın Ruslarla anlaşmaya meyletmesi demek, esâreti kabûl edip, İslâmın emirlerini yapamamak, yasaklarından kaçınamamak, en mühimi îtikâdlarının bozulması demekti Üstelik bu korkunç isteğe şefâatçı olan anasıydı Din ve vatan için, bir değil binlerce ana, oğul fedâ olmalıydı Şeyh Şâmil, günlerce mescidde Allahü teâlâya yalvarıp, nefs muhâsebesi yaptıktan sonra karârını verdi Sabırla kendisini kapıda bekleyen halkın huzûruna çıktı Onlara; "Muhterem anam cezâsını çekecektir!  " emrini bildirdi Emir büyüktü Şimdiye kadar İmâm'larının bir istediğini iki etmeyen nâibler, ananın huzûruna çıktılar ve durumu bildirdiler Yaralı ana, adâlet dîvânının önüne geldi Halk toplanmış, nefes almadan bekliyordu Mahkûm mevkiinde, şimdiye kadar Kafkasya'da yetişen âlimlerin, velîlerin en büyüklerinden olan Şeyh Şâmil'in anası vardı Omuzları çökmüş, yaptığı hatânın üzüntüsü ile rengi solmuş bir hâlde oğluna baktı Sonra yürekleri parçalayan bir sesle; "Oğlum! Allahü teâlânın emrinden kıl ucu kadar ayrılırsan, emzirdiğim sütü helâl etmem! Verilecek cezâyı şimdiden kabûl ediyor, adâletten zerre kadar şaşmamanı istiyorum " dedi Dargolular, Şeyh Şâmil gibi mübârek bir zâtın anasından böyle bir cevâbı bekledikleri için hiç şaşırmadılar
Herkes pür dikkat, İmâm'ın vereceği karârı heyecanla bekliyordu Ana ise; "Yâ Rabbî! Oğlum, merhamet duygusu sebebiyle doğru yoldan ayrılmasın" diye duâ ediyordu Şeyh Şâmil nâibleriyle istişâre ederek netîceyi bildirdi: "Yüz sopa! " Metânetle ortaya yürüyen ana, acabâ bu cezâya dayanabilecek miydi? Herkes bunu düşünürken, senelerce ünlü Rus generallerine diz çöktürmüş kahraman İmâm'ın, anasının yanına varıp diz çöktüğünü sonra da ellerine sarılıp öptüğünü gördüler Anasıyla helâllaşan Şeyh Şâmil, Dargolular'a dönerek; "Anamın bu meselede, merhametinin çokluğu sebebiyle başkalarına şefâat etmesinden başka hiçbir hatâsı yoktur Bu yaptığı hatânın cezâsını da mânevî olarak şu âna kadar çektiği ızdıraplarla ödemiştir Maddî cezâyı da onun her şeyine vâris olan oğlu çekecektir " buyurduğunda, herkes yerinde dona kaldı Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu Çünkü, İmâm'ın verdiği karardan döndüğü görülmemişti Şeyh Şâmil, sopayı vuracak kimselerin yanlarına varıp, belden üst tarafını soyunduktan sonra; "Emri yerine getirmekte bir an bile tereddüd edip elleri titreyenlere yazıklar olsun! Bütün gücünüzle vurmanızı emrediyorum!" diyerek sırtını döndü Vazifeliler ilk sopaları vurdukları zaman herkesin gözleri yuvalarından fırlamış, bağırmamak için kendilerini güç zaptetmişlerdi Her sopa indikçe İmâm'ın mübârek vücûdunda derin izler meydana geliyor, sopa yerlerine kan oturuyordu Aynı yere ikinci üçüncü sopalar isâbet ettiğinde de, oralardan kan fışkırıyordu Şeyh Şâmil ise vazifelilerin önünde dimdik duruyor, en küçük bir inleme ve sopadan sakınmaya teşebbüs etmiyordu Nefsin istemediği bu hareket ile pek güzel bir mücâhede hâsıl olup nefsi inliyor, bu sebeple rûhu yükselip, vilâyet makâmlarında üstün derecelere kavuşuyordu Bu görülmemiş manzara karşısında, bâzı nâibler ileri atılarak sopanın kendilerine vurulmasını istemişlerse de, Şeyh Şâmil'in kararlı bakışlarından korkup geri çekilmişlerdi Nihâyet yüz sopa vuruldu Şeyh Şâmil vücûdundan sızan kanlara bakarak, Allahü teâlânın, kendisine verdiği metânet ve sabır için şükür secdesine kapandı Sonra ayağa kalkıp ellerini açtı ve Rus zulmünden müslümanların muhâfazası için cenâb-ı Hakk'a duâ etti Hâdiseyi ibretle seyreden halk, bir taraftan ağlayıp gözyaşları döküyor, bir taraftan da Allahü teâlânın, böyle adâletli mübârek bir zâtı başlarına imâm yaptığına şükrediyordu Artık halk iyice şahlanmış, Ruslarla anlaşma yapmanın ne büyük bir tehlike olduğunu iyi anlamıştı Onlarla mücâdele etmenin din ve vatan borcu olduğuna yakînen inanmışlardı Şeyh Şâmil, anasının cezâlanmasına sebeb olanların kim olduğunu sordu Herkes; "Kim?" diye birbirine bakarken, iki elçi huzûra geldi Halk, onların üzerine yürümek istiyor, fakat edebe aykırı bir hareketten de çekiniyorlardı İmâm onlara; "Köylerinize dönünüz Sizi gönderenlere gördüklerinizi anlatınız Dînimizi yıkmak isteyen İslâm düşmanlarına verilecek cevâbımız budur " buyurdu
Bundan sonraki günlerde Şeyh Şâmil, Kafkasya'ya musallat olan Rus ordularına sık sık baskınlar yaptı, akınlar düzenledi Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli gündüzlü çalıştı Fırsat buldukça,Çar Birinci Nikola'yı can evinden vuruyor, hiç beklemediği yerlere saldırıyordu Hiçbir devletten yardım görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla mücâdele ederek vatanını savundu
Yeni Rus çarıİkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip Kafkasya'yı baştanbaşa fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında beş ordu hazırlattı Bunlardan biri Şeyh Şâmil'in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar Denizi civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Çerkezistan'ı hedef aldı Fakat asıl hedef Şeyh Şâmil idi Îcâb ederse beş ordu birleşip hep birden hücum edebilecekti Bu sebeple, birinci orduyu bizzat Başkumandan Prens Baryatinski idâre ediyordu Onun ordusunda elli bine yakın seçme asker ve elli civârında ağır top mevcuttu Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla çarpışmaya başladı Uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil, Gunip Dağına çekildi Bu dağda beş yüz kadar fedâisi ile bir buçuk ay süreyle koskoca ordu ile savaştı Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şey kalmadı Etrâfındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da şehîd olmuştu Yiyecek yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla mücâdeleye devâm ediyorlardı Başkomutan Baryatinski, Şeyh Şâmil'i canlı ele geçirmek istiyordu Bu sebeple Şeyh Şâmil'e beyaz bayraklı elçiler göndererek teslim olmasını teklif etti Şeyh Şâmil'in çocukları ve askerleri bu ümitsiz mücâdelede İmâm Şâmil'in de şehîd olacağını, sonunda Kafkas Türklerinin başsız kalacağını düşündüler Şimdi bir anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde, Allahü teâlânın yaratacağı yeni imkânlara göre hareket edebileceklerini Şeyh Şâmil'e bildirdiler Şeyh Şâmil, dîni, vatanı için canını seve seve vermeye hazırdı Fakat, müslümanlara yardım etmek zâhiren sağ kalmakla mümkündü Bu sebeple gelen elçilerle anlaşma yapıldı Bu anlaşmaya göre; "Türklerin dinlerine karışılmayacak, onlardan asker alınmayacak, vergi toplanmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup, idârecilerini kendileri seçecekler Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut kırk kadar askeri ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye'ye gidebilecekti " 1859 senesinde yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar sustu Başta Başkomutan Baryatinski, diğer generaller ve bütün Rus askerleri, yirmi beş senedir bir avuç fedâisi ile koskoca Rus ordularını perişân eden, akla havsalaya sığmayan menkıbeler sâhibi kahraman Şeyh Şâmil'i bir an önce yakından görmek istiyordu Şeyh Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus askerlerinin aralarından geçerek, Başkomutan Baryatinski'nin çadırına gitti Baryatinski, anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çar İkinci Aleksandr'ın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını bildirdi Artık iş işten geçmişti Sözünden dönen bu alçak Ruslara karşı yapılacak bir şey yoktu
Çar kendisine bir konak ve hizmetçiler verdi Şeyh Şâmil, Kaluga'da kaldığı on sene zarfında kendini kitaplara verdi Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu Artık oldukça yaşlanmış, esâret hayâtı onu iyice çökertmişti Bir defâsında, ziyârete gelen Rus Çar'ına Hacca gitmek istediğini bildirdi Rus Çar'ı bunu kabûl etti Fakat oğullarının rehin olarak kalması gerektiğini söyledi Bunu kabûl eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul'a hareket etti Bu haberi işiten İstanbullular heyecanla İmâm'ın gelmesini beklediler SultanAbdülazîz Hân, sarayında hazırlıklar yaparak, senelerdir Ruslara kan kusturan İmâm Şâmil hazretlerini beklemeye başladı Kafkasya'da, İslâmiyeti yok etmeğe uğraşan Ruslara karşı verdiği amansız mücâdeleyi iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden müslüman Türk milleti, Şeyh Şâmil'e hayran idi Onun esâretten kurtulup İstanbul'a geldiği gün, yer yerinden oynamış, halk sâhile dökülmüştü Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı önüne demirlediğinde, Sultan Abdülazîz'in saltanat kayıkları, İmâm Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler Abdülazîz Hân, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; "Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim" diyerek, çok iltifâtlarda bulundu Sarayda hâl hatır sohbetleri arasında SultanAbdülazîz, her türlü emrine hazır olduğunu bildirdi Bunun üzerine Şeyh Şâmil; "Pâdişâhım! Hayâtımın şu son günlerini aşkıyla yandığım sevgili Peygamberimin huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum Bunun teminini zât-ı âlinizden istirham ediyorum" dedi Bu arzuyu büyük bir îtinâ ile yerine getirmek için Rus sefirini saraya çağırttı Durumu anlatıp, Çar'a bildirmesini emretti Rus Çarı İkinci Aleksandr kabûl edip, Şeyh Şâmil'in Rusya'ya geri dönmemesini bildirdi Buna ziyâde memnun olan Şeyh Şâmil, İstanbul'da kısa bir müddet kaldı Başta Sultan Abdülazîz'in ve İstanbulluların gösterdiği yakın alâkaya, misâfirperverliğe hayran oldu Bu kadar ilgiye rağmen bir an önce Hicaz'a gitmek istediğini pâdişâha bildirdi Abdülazîz Hân onun için en mükemmel vapurunu hazırlatıp teşyî eyledi
Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil'i karşılıyor, onun duâsını almak yarışına giriyorlardı Mısır'a geldiklerinde, Hidiv İsmâil Paşa, onu şânına lâyık karşıladı O sırada İsmâil Paşa'nın yanında,Cezâyir'i Fransız istilâsından kurtarmak için çok gayret gösteren büyük âlim, mücâhid, gâzî, Abdülkâdir Efendi de misâfir bulunuyordu İki kahraman âlimin sohbetleriyle şereflenen İsmâil Paşa, onlarıKâhire'de bir ay kadar misâfir etmek bahtiyarlığına kavuştu Sonra İskenderiyye'ye kadar giderek Cidde'ye uğurladı Peygamberimizin ve Kâbe'nin hasretiyle yananŞeyh Şâmil'in heyecânı, oralara yaklaştıkça artıyordu O sırada Mekke emîri olan Şerîf Abdullah da, Şeyh Şâmil'i çok seviyordu Onu büyük bir îtibarla karşıladı Hicaz'da, onun büyük bir âlim ve kahraman olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet gösteriyordu
Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen sâniye daha da şiddetleniyordu Medîne-i münevvere görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şâmil, toprağa kapanarak, hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin şu şiirini terennüm etmeye başladı
"Server-i âlem sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam o güzel cemâlin ararım
Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben hiçim
Misâfirinim dememi saygısızlık sayarım
Her şey cihânda senin şerefine yaratıldı,
Rahmetin bana da yağsa, o ân olur bahârım
Acıyıp bir bakınca, ölü kalbler dirilttin,
Sonsuz merhametine, sığınıp, kapın çaldım
İyilik kaynağısın dermanlar deryâsısın!
Bir damla lütfet bana, derde devâsız kaldım
Herkes gelir Mekke'ye, Kâbe, Safâ, Merve'ye,
Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım
Saâdet tâcı giydirildi, rüyâda başıma,
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım
Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:
"Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân deryâna vardım "
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların cânı!
Uygun olur mu söylemek, cânımı fedâya geldim
Derdlilere tabîbsin, ben ise gönül hastası,
Kalb yarama devâ için, kapını çalmağa geldim
Cömerdlerin kapısına, bir şey götürmek hatâdır
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeğe geldim
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükden ve siyâhlıkdan, tamâm kurtulmağa geldim
Temizler elbet hepsini, ihsân deryândan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim
Kapına yüz sürebilsem, ey cânımdan azîz cânân
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan "
Peygamber efendimize olan aşkının çokluğundan ve O'na kavuşmanın heyecânından dolayı gözünden sel gibi gözyaşı akıtan Şeyh Şâmil, sürünerek Resûlullah'ın huzûr-ı şerîflerine geldi Başta Medîne muhâfızı Hâfız Paşa, seyyidler, dünyânın dört bucağından gelmiş hacılar, onu heyecanla tâkib ediyordu Kabr-i saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayak uçlarından Resûlullah'a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
"Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah!
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!"
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Seyyidel evvelîne vel-âhirîn!" diyerek selâm verince, Resûlullah'ın, selâmına mukâbelesi ile şereflendi Orada bulunanların şâhid olduğu bu hâdiseden sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini giderdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvereye geldiğinde hastalandı Kısa süren bu hastalığında âile efrâdı, berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle vedâlaştı Sultan Abdülazîz'e, Rus Çarı'nda rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını, Devlet-i aliyye-i Osmâniye'de vazife verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı Sonra başında okunan Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında, 1870 (H 1287) senesi Zilka'de ayının yirmi beşinci gününde Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât edip, sevdiklerine kavuştu Cennet-ül-Bakî' Kabristanlığına defnedildi
1) Şems-üş-Şümûs; s 137
2) Gazevât-ı Şeyh Şâmil
3) Âsâr-ı Dağıstân; s 194
4) Rehber Ansiklopedisi; c 16, s 73
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 18, s 225
|