Yalnız Mesajı Göster

Behâeddîn Buhârî (Şâh-İ Nakşibend)

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Behâeddîn Buhârî (Şâh-İ Nakşibend)




Mevlânâ Necmeddîn anlattı: "Birgün Hâce hazretleriyle Buhârâ'nın etrâfında bir sahrâda giderken, iki ceylânın gezdiğini gördük Hâce hazretleri bana hitâben; "Hak teâlânın kulları yanına, bu ceylânlar gibi vahşî hayvanlar gelir Sen de bunların yanına gelmesini dile" buyurdu Ben; "Benim ne haddime, sizin huzûrunuzda kerâmet dileyeyim" dedim Hâce hazretleri buyurdu ki: "Sen onlara teveccüh eyle Onlar senin yanına gelirler" Ben de onlara doğru iki adım gittim O ceylanlar, koşarak yanıma gelip durdular Hâce hazretleri buyurdu ki: "Hangisini tutarsan tut!" Ben hangisini tutmak istedimse, diğeri beni tut diye geldi ve onu tutayım dedim Diğeri geldi Ben hayretler içerisinde kalıp, birini tutamadım O esnâda Hâce hazretleri bir ceylanın sırtına mübârek elini koyup; "Sana lüzum kalmadı, ben tuttum" buyurdular Sonra o ceylanları orada bırakıp gittik Onlar ise arkamızdan bakıp durdular"

Talebesinden biri şöyle anlatmıştır: Kasr-ı Ârifân'da bir bostan ektim Sulama vakti geldi Fakat sular kesildiğinden, bostanı sulayamadım Hâce hazretleri o günlerde bostanıma geldi ve buyurdu ki: "Bostanın sulama zamânı geldi" Ben de; "Sulama vakti geldi ama, sular kesildi" dedim Hâce hazretleri buyurdu ki: "Yer ve gökleri yaratan, sana su vermeğe kâdirdir Sen su yollarını aç" Acele ile su yollarını açtım O gece sabah oluncaya kadar suyu bekledim Sabah vaktinde su geldi Bostanı suladım Hattâ bir mikdâr soğan ve sarımsak var idi Onları da suladım Sonra su kesildi Dağlara yağmur mu yağdı diye düşündüm Gittim, ırmak tarafına su akıyor mu diye baktım Aslâ sudan bir iz göremedim Acabâ bu su nereden geldi, diye şaştım kaldım Sonra Hâce hazretlerinin ziyâretine gittim "Bostanı suladın mı?" buyurunca; "Evet, suladım" dedim "Su kesildikten sonra ne yaptın?" buyurdu "Irmağa gittim ve hiç su görmedim Şaştım kaldım Suyun nereden geldiğini anlayamadım" dedim Hâce hazretleri; "Bunu sen gördün, kimseye söyleme" buyurdu

Talebesinden biri şöyle anlatmıştır: "Hâce hazretleri bir gün bu fakirin hânesini şereflendirdi Çok sevindim Pazardan bir çuval un aldım, geldim Behâeddîn Buhârî hazretleri unu görünce; "Bu unu, çoluk çocuğun ile pişirip yiyin ve bunun sırrını kimseye söylemeyin" buyurdu Hâce hazretleri o zaman evimde iki ay misâfir oldu Talebelerinden bir kısmı da onun yanında idi Çoluk çocuk ve diğer ahbâblarım, hepimiz, hattâ Hâce hazretleri gittikten sonra, o undan çok zaman yedik Un hâlâ ilk aldığımız gibi duruyordu Aslâ eksilmedi

Sonra Hâce hazretlerinin mübârek sözünü unutup, o sırrı çoluk çocuğuma anlattım Bunun üzerine o undan bereket kesilip, un tükendi"

Behâeddîn Buhârî hazretleri, birgün İshâk isminde bir talebesinin evine teşrif etmişlerdi Orada bulunan talebeler, yemek pişirmek için tandıra çok odun koyup, ateş yakmışlardı Her biri bir işle meşgûl oldukları sırada, tandırın ateşi alevlenip, tandırdan dışarı çıktı Bunun üzerine hazret-i Hâce mübârek ellerini tandıra sokunca, Allahü teâlânın inâyeti ve yardımı ile tandırın ateşi sâkin oldu Mübârek ellerini tandırdan çıkardığı zaman, ne elbisesine bir şey olmuş, ne de ellerinden bir tüy yanmış idi

Derviş Muhammed Zâhid şöyle anlatmıştır: "İlk zamanlarımda, Hâce hazretleri ile bir gün sahrâda gidiyorduk Bahar günlerinden bir gün idi Canım karpuz yemek istedi Hâce hazretlerinden bir karpuz istedim Bunun üzerine bana; "Muhammed, çay kenarına git!" buyurdu Ben de, o sahrâda akan bir çayın kenarına gittim Suyun üzerinde, Baba Şeyh karpuzu denilen sulu karpuzları gördüm Su üzerinde yüzen karpuzlardan biri, kenara yanaşıp durdu Aldım, henüz bostandan kopmuş gibi olduğunu gördüm Hâce hazretlerinin huzûruna bıraktım "Bu karpuzu kes de yiyelim" buyurunca kestim Hâce hazretleri ile yedik Bu büyük kerâmeti hazret-i Hâce'den gördüğümde, onun, vilâyet ve tasarrufun en yüksek derecesinde olduğuna îtikâdım arttı Bu yüzden de çok şeylere kavuştum"

Hâce hazretlerinin talebelerinden birisi şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hâce hazretlerinin sohbetlerine kavuşma arzusu içime doğdu O arzu ile Taşkend vilâyetinden Buhârâ'ya hareket ettim Hanımım bir mikdâr altın getirip bana verdi ve; "Bu altınları Hâce hazretlerine ver!" dedi Niçin gönderiyor diye merak edip sordum, fakat söylemedi Hazret-i Hâce'nin sohbeti ile şereflendiğim zaman, o altınları önüne koydum Görünce, tebessüm ederek buyurdu ki: "Bu altınlardan çocuk kokusu geliyor Ümid ederim ki, cenâb-ı Hak sana bir çocuk verecektir" Hâce hazretlerinin bereket ve himmetlerinden Hak sübhânehu ve teâlâ hazretleri bana bir sâlih oğul ihsân etti"

Talebelerinden biri anlatır: "Merv'de, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin huzûrunda idim Buhârâ'daki ehlimi, akrâbamı görmeyi çok arzûladım Kardeşim Şemsüddîn'in vefât haberi geldi Hazret-i Hâce'den izin istemeğe cesâret edemedim Yakınlarından olan Emîr Hüseyin'e, bana izin almasını ricâ ettim Cumâ namazını kılıp mescidden çıkınca, Emîr Hüseyin, kardeşimin ölüm haberini hazret-i Hâce'ye arz etti "Bu nasıl haberdir! Onun kardeşi sağdır Onun kokusunu alıyorum, hem de pek yakından" buyurdu Sözleri biter bitmez, kardeşim Buhârâ'dan çıkageldi Behâeddîn Buhârî'ye selâm verdi Bunun üzerine hocam; "Ey Emîr Hüseyin! İşte Şemsüddîn" buyurdu

Dâmâdı ve yüksek talebelerinden Alaeddîn-i Attâr hazretleri anlattı Hazret-i Hâce Buhârâ'da idi Eshâbının ileri gelenlerinden Mevlânâ Ârif, Harezm'de idi Bir gün eshâbı ile, görme sıfatı üzerinde konuşuyordu Söz arasında; "Mevlânâ Ârif, şu anda Harezm'den Serâ'ya doğru yola çıktı ve filân yere ulaştı" buyurdu Bir müddet sonra; "Kalbime geldi ki, Mevlânâ Ârif, Serâ'ya gitmekten vaz geçti Şu anda Harezm istikâmetine doğru geri döndü" buyurdu Talebeleri, bu konuşmanın olduğu gün, saat ve târihi bir yere yazdılar

Bir zaman sonra, Mevlânâ Ârif, Harezm'den Buhârâ'ya geldi Behâeddîn Buhârî'nin buyurduklarını ona anlattılar "Tam buyurduğu gibi olmuştur" dedi Talebeleri hayretler içinde kaldı

Talebelerinden biri anlatır: "Hazret-i Hâce'nin sohbeti ile şereflendiğimde, talebelerinin büyüklerinden olan Şeyh Şâdî, bana çok nasîhat etti ve edebden bahsetti Bana emrettiklerinden biri; hazret-i Hâce'nin bulunduğu yere doğru hiçbirimiz ayağımızı uzatmayız nasîhati idi Bir gün hava çok sıcaktı Gazyût'tan Kasr-ı Ârifân'a Hâce hazretlerini ziyârete geliyordum Bir ağacın gölgesinde dinlenmek için yattım Bir hayvan gelip, ayağımı iki kere kuvvetlice tekmeledi Fırladım kalktım Ayağım çok fazla ağrıyordu Tekrar yattım Yine o hayvan gelip beni tekmeledi Kalkıp oturdum ve sebebini düşünmeğe başladım Nihâyet Şeyh Şâdî'nin nasîhatını hatırladım ve ayaklarımı, hocamızın o anda bulunduğu Kasr-ı Ârifân'a doğru uzatarak yattığımı anladım"

Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hocamız, Emîr Hüseyin'e, kış mevsiminde çok odun toplamasını emr etti Odun toplama işi bittiğinin ertesi günü, kırk gün devâm eden kar yağmağa başladı Sonra Hâce hazretleri, Hârezm'e gitmek için yola çıktı Şeyh Şâdî de hizmetinde idi Hırâm Nehrine geldiklerinde, suyun üzerinden yürümesini ona emretti Şeyh Şâdî korktu, çekindi Bir defâ daha emretti Yine yapamadı O zaman büyük bir teveccühle ona baktı Bununla kendinden geçti Kendine gelince, ayağını suyun üzerine koyup yürüdü Suya batmadı Hocamız da arkasından yürüdü Suyun üzerinden karşıya geçince, Hocam; "Bak bakalım, pabucun hiç ıslandı mı?" buyurdu Baktığında, Allahü teâlânın kudreti ile, en küçük bir ıslaklık yoktu"

Talebelerinden biri anlatır: "Hâce hazretlerini sevmem ve sohbetinde bulunmamın sebebi şudur: Bir gün Buhârâ'da dükkânımda idim Gelip dükkânıma oturdu ve Bâyezîd-i Bistâmî'nin bâzı menkıbelerini anlatmağa başladı Anlattığı menkıbelerden biri şu idi: "Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki: "Elbisemin eteğine bir kimse dokunsa, bana âşık olur ve ardımdan yürür" Ve sonra buyurdu ki: "Eğer kaftanımın kolunu hareket ettirsem, Buhârâ'nın büyükleri, küçükleri bana âşık ve hayran olup, ev ve dükkânlarını bırakarak bana tâbi olurlar"O sırada elini yeni üzerine koydu O anda gözüm yenine daldı Beni bir hâl kapladı Kendimi kaybettim Uzun zaman öyle kalmışım Kendime gelince, muhabbeti beni kapladı Ev ve dükkânı terk edip, hizmetini canıma minnet bildim"

Şeyh Ârif-i Dikgerânî, Seyyid Emîr Külâl'in halîfelerinin büyüklerindendi O anlatır: "Bir gün, Behâeddîn Buhârî hazretlerini, Kasr-ı Ârifân'da ziyârete gittik Buhârâ'ya döndüğümüzde, oranın fakirlerinden bir grup da bizimle berâberdi Onlardan biri, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin aleyhinde konuştu Sen onu tanımıyorsun, Allah'ın evliyâsına karşı sû-i zan ve sû-i edepte, kötü zan ve edepsizlikte bulunman uygun değildir dedik Susmadı Bir eşek arısı gelip, ağzına girdi ve dilini soktu Dayanamayacak kadar canı yandı Bu, o büyük zâta edepsizliğinin cezâsıdır dedik Çok ağladı, pişmân oldu, tövbe etti Ona karşı îtikâdını düzeltti ve hemen ağrısı geçti

Bir defâsında Kıpçak çölü askerleri, Buhârâ'yı bir müddet kuşattılar Buhârâlılar çok zor günler yaşadı Birçok insan öldü Buhârâ vâlisi, husûsî adamlarından birini hazret-i Hâce'ye gönderip; "Düşmana karşı koyacak gücümüz yok Her çâremiz tükendi, plânlarımız bozuldu Sizin yüksek kapınıza sığınmaktan başka çâremiz kalmadı Bizi bu zâlimlerden siz kurtarırsınız Müslümanların onların elinden kurtulması için Allahü teâlâya yalvarınız, duâ ediniz Şimdi yardım zamânıdır" deyip, ricâda bulundu Hazret-i Hâce; "Bu gece Allahü teâlâya yalvarırız Bakalım Allahü teâlâ ne yapar" buyurdu Sabah olunca, onlara; altı gün sonra bu belânın kalkacağı müjdesini verdi ve; "Vâlinize böyle müjde verin!" buyurdu Buhârâlılar bu müjdeye son derece sevindiler Buyurduğu gibi oldu Altı gün sonra, şehri kuşatan düşman askerleri çekilip gitti

Hazret-i Hâce, Herat melîkinin arzusuyla Tûs'dan Herat'a geldiklerinde, Pâdişâhın sarayına girdi Her uğradığına dikkatle baktı Kapıcıdan vezîrlere kadar, herkeste bir hal ve değişiklik oldu Hâlden hâle girdiler Kendilerinde olmayan mertebelere kavuştular

Yâkûb-i Çerhî hazretleri anlatır: Buhârâ'nın âlimlerinden ilim öğrenip fetvâ vermeye izin aldıktan sonra, memleketime dönmeyi düşündüm Hazret-i Hâce'ye uğrayıp; "Beni hâtırınızdan çıkarmayın" dedim ve çok yalvardım "Gideceğin zaman mı, yanımıza geldiniz?" buyurdu "Hizmetinize müştâkım, arzu ve istekliyim" dedim "Hangi bakımdan?" buyurdu "Siz büyüklerdensiniz ve herkesin makbûlüsünüz" dedim "Bu kabûl şeytânî olabilir, daha sağlam delîlin var mı?" buyurdu Sahîh hadîsde; "Allahü teâlâ bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalbine düşürür" buyuruluyor dedim Tebessüm edip; "Biz azîzânız" buyurdu Bunu duyunca birden hâlim değişti

Bir ay önce rüyâda birisi bana: "Git, Azîzân'ın talebesi ol!" demişti Onu unutmuştum Onlardan duyunca, bu rüyâyı hâtırladım Yine devâm ederek anlatır: "Hazret-i Hâce'ye, beni şerefli hâtırınızdan çıkarmayın!" dedim Bunun üzerine; "Bir kimse Azîzân hazretlerinden, beni unutmayın diye ricâda bulundu, o da Allah'tan başka hâtırımda bir şey kalmaz Yanımda bir şey bırak ki, görünce hâtırıma gelsin buyurdu" diye anlattıktan sonra, mübârek takyelerini bana verip: "Senin bana bırakacak bir şeyin yoktur Bâri bu takyeyi sakla! Bunu gördüğün zaman beni hatırlarsın, beni hâtırladığın zaman yanında bulursun" buyurdu Ayrılırken; "Bu yolculukta muhakkak Mevlânâ Tâcüddîn Deşt-i Gülekî'yi gör!O evliyâullahdandır" buyurdu Hâtırıma; "Ben Belh'e gidip, oradan vatanıma varırım; Belh nerede, Deşt-i Gülek nerede?" diye geldi Sonra Belh yolunu tuttum Ama öyle bir zarûret hâsıl oldu ki, yolum Deşt-i Gülek'e düştü Hazret-i Hâce'nin işâreti aklıma gelip, şaştım kaldım

Seyyid Burhâneddîn, Hâce hazretlerine bir mikdâr balık getirdi Hâce hazretleri bağda idi Balıkları da bağda pişirmek istediler İlkbahar mevsimiydi Hâce hazretleri balıkları pişirirken, gök yüzünü büyük bir bulut kapladı Yağmur yağmaya başladı Hâce hazretleri, Seyyid Emîr Burhâneddîn'e; "Duâ et, benim olduğum yere yağmur yağmasın!" buyurdu Burhâneddîn; "Efendim, benim ne haddime?" dedi Hâce hazretleri; "Benim dediğimi yap" buyurdu Seyyid Burhâneddîn emre uyarak duâ etti Kudret-i ilâhî ile Hâce hazretlerinin olduğu yere yağmur yağmadı Diğer yerlere o kadar yağdı ki, suları, sel gibi yanımızdan akıyordu Bu hâli görenler hayretler içinde kaldı Bu kerâmetten çokları istifâde ettiler

Hâce hazretleri, talebeleri ile bir kimsenin evinin terasında otururlarken, gönülleri yakan, kalblere tesir eden bir sohbet ettiler Sohbet esnâsında talebelerine; "Siz mi beni buldunuz, ben mi sizi buldum?" dediler Talebeleri; "Biz sizi bulduk" dediler "Mâdem ki, siz beni buldunuz, bu terasta beni bulun" buyurup, talebelerinin gözünden kayboldular Talebeleri her tarafı arayıp, bulamadılar Söyledikleri söze pişmân olup; "Sizin câzibeniz olmasa, siz lutf etmeseniz, kim sizin sohbetinize kavuşabilir?" deyip özür dilediler Bunun üzerine Hâce hazretleri kendisini gösterdi Biraz önce oturdukları yerde, aynı şekilde oturuyordu

Bir defâ buyurdu ki: "Bizim yolumuz Resûlullah efendimizin sünnetine uymak ve Eshâb-ı kirâmın hâllerine bakmaktır Bunun için bu yolda az bir amel, büyük kazançlara, netîcelere sebeb olur Sünnete uymak çok büyük bir iştir Bu yoldan yüz çeviren, dînini tehlikeye atmış olur"

Behâeddîn Buhârî hazretleri Buhârâ'da, yaz mevsiminde bir akşam, talebeleriyle birlikte Atâullah adında bir zâtın evinin damında oturmuş sohbet ediyordu Mübârek ağzından inci gibi güzel sözler dökülüyor, dinleyenlere feyz saçıyordu Evin yakınında, Buhârâ vâlisinin sarayı vardı O akşam vâli de, sarayının damında adamlarıyla birlikte def ve çalgı çalıp, eğleniyordu Ses her tarafa yayılıyordu Behâeddîn Buhârî; "Bizim bu sesleri işitmemiz câiz değildir, kulağımıza pamuk tıkamak lâzımdır" dedi

Böyle söyledikten sonra, sohbet meclisinde bulunan talebeleri ve kendisi, çalgı sesini işitmez oldular Hâlbuki vâli ve adamları sabaha kadar çalgı çalmışlardı Sabahleyin komşular, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin talebelerine; "Biz çalgı sesinden sabaha kadar uyuyamadık, siz nasıl durabildiniz?" dediler Talebeler; "Hocamız bu sesi dinlememiz uygun olmaz, kulağımıza pamuk tıkamamız lâzımdır" buyurdu O andan îtibâren sabaha kadar hiç çalgı sesi işitmedik" dediler Bu durum, o vâliye anlatıldı Vâli durumu öğrenince, yaptığı işe pişmân olup, tövbe etti Bu hâdise Buhârâ'da günlerce anlatıldı Herkes Behâeddîn Buhârî'nin büyüklüğünü gördü Ona muhabbetleri daha çok arttı

Behâeddîn Buhârî hazretleri Kâbe'yi ziyârete giderken, Horasan'a uğramıştı Orada Hâce Müeyyiddîn adında bir zâtın evinde misâfir olup, birkaç gün kaldı Bu sırada bir gün, Kârubanî saray mesîresine gitmişlerdi Orada huzûruna bir derviş geldi Dervişe iltifât edip; "Bunlar bizim sevdiklerimizdendir, fakat bizi tanımazlar" dedi Sonra o dervişi yanına alıp, misâfir kalmakta olduğu eve götürdü Ev sâhibi yemek koyunca, ev sâhibine; "Bugün şehrimizdeki Allah dostlarından birini bulup getirdim Müsâade ederseniz bizimle birlikte yemek yesin" dedi Ev sâhibi; "Hay hay efendim, emrediniz, sofraya gelsin" dedi Bunun üzerine o derviş de sofraya oturdu Yemekten sonra sohbete başladılar O derviş ile tarîkat hâllerinden ve hakîkat sırlarından bahsettiler

Bir müddet sohbetten sonra, o derviş müsâade isteyip, gitmek üzere kalktı Oradan, havada uçarak ayrılıp gitti Behâeddîn Buhârî, dervişin bu hâline tebessüm edip; "Bu kolay iştir" buyurdu Yatsı namazı vaktinde, o derviş tekrar geldi Behâeddîn Buhârî ona uçarak ayrılıp gitmesini sorarak; "Allah dostlarının yanında böyle işler mûteber değildir Allahü teâlâ bâzı kullarına öyle sırlar ihsân etti ki, bu sırlardan birini insanlara gösterse, halk perişân ve mahvolur" buyurdu Derviş zât; "Ben, kırk beş seneden beri denizlerde ve karada dolaşırım, söylediğiniz gibi tasarruf sâhibi bir zât bulamadım On defâ Kâbe'yi, on defâ da Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret ettim Bahsettiğiniz sırlardan hiç birinin kokusunu duymadım" dedi Behâeddîn Buhârî hazretleri o dervişe; "Bir an bana teslîm olursan, sana nice sırları koklamak nasîb olur ve âlemde öyle kimse olup olmadığını anlarsın" buyurdu Derviş; "Peki" deyip teslîm oldu Yanına oturdu Behâeddîn Buhârî, şehâdet parmağı ile dervişe dokundu Derviş kendinden geçip yere yıkılıverdi Nefesi dahi kesildi Bir müddet öylece kaldı Sonra şehâdet parmağını dervişin alnına dokundurdu Derviş kendine gelip kelime-i şehâdet getirerek kalktı, özür ve af dileyerek; "Câhillik ettim Sizin gibi Allah'ın sevgili bir kulunun huzûrunda edepsizlik ettim Uygunsuz sözler söyledim Kerem ve ihsân ediniz, küstahlığıma bakmayıp, beni bağışlayınız ve terbiye ediniz Bunca zamandır gezip dolaştım ve hep sizin gibi kemâl ehli bir büyük âlim aradım Şimdi himmetiniz bereketiyle aradığımı buldum" dedi Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî; "Bu mertebeye erişmek için, Allahü teâlânın rızâsına uygun amel işlemek ve O'nun sevgili bir kuluna teslîm olmak lâzımdır" buyurdu Derviş dedi ki: "Emriniz başım üstüne, emir buyurun, hizmetinizde Kâbe'ye gideyim" "Sen on defâ Kâbe'ye gitmişsin" buyurunca; "Sizinle gitmeyi arzu ediyorum" dedi Dervişe dedi ki: "Senin için hayırlı olan şudur: Sen Herat'a git ve bize bağlılığını sürdür Derviş söz dinleyip, Herat'a gitti Behâeddîn Buhârî hazretleri de, talebeleriyle birlikte Kâbe'ye gitmek üzere misâfir olduğu evden ayrılıp, Horasan'dan yola çıktılar

Behâeddîn Buhârî hazretleri hacda iken hacılar Mina'da kurban kesiyorlardı "Bizim de kurban kesmemiz lâzım, fakat biz oğlumuzu kurban edeceğiz" buyurdu Talebeleri bu sözde bir hikmet vardır diyerek, o günün târihini kaydettiler Hacdan sonra Buhârâ'ya döndüklerinde, Behâeddîn Buhârî'nin o sözü söylediği gün, oğlunun vefât ettiğini öğrendiler Oğlunun vefâtı üzerine buyurdu ki: "Allahü teâlânın ihsânı ile oğlumun vefât etmesi husûsunda da Resûlullah efendimize uymuş oldum Çünkü Peygamberimizin de oğlu vefât etti Resûlullah'ın başından geçen işlerin hepsi benim başımdan da geçti Yapmış olduğu her işle amel ettim Hiçbir sünneti terketmedim Hepsini yerine getirdim ve netîcesini buldum

Behâeddîn Buhârî hacda iken, Kâbe'yi tavaf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâbe'nin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûl Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûl bir hâlde gördü

Behâeddîn Buhârî hazretleri, asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi Tasavvufta en yüksek dereceye ulaşmıştır Yıllarca insanları hidâyete, kurtuluşa, doğru yola kavuşturmuş, nice gönüller onun feyzleriyle nurlanmıştır Vefâtına yakın halleri ve talebelerinin bu hususta nakilleri ise şu şekildedir Büyük âlimlerden Mevlânâ Muhammed Miskin şöyle anlattı:

"Buhârâ'da Şeyh Nûreddîn Halvetî adında, sâlih ve meşhûr bir zât vefât etmişti Behâeddîn Buhârî hazretleri talebeleriyle birlikte vefât eden o zâtın yakınlarına tâziyeye gitmişlerdi Tâziyeye gelenlerden bir kısmı ve o evin halkı, yüksek sesle ağlayıp feryâd ediyorlardı Behâeddîn Buhârî hazretleri bu hâli görüp, onları yüksek sesle ağlamaktan men etti Orada bulunanlardan her biri bu hususta bir şeyler söyledi Bu arada Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Benim ömrüm sona erince, ölmek nasıl olurmuş dervişlere öğreteyim!" Bu sözü dâimâ benim hatırımda kaldı Behâeddîn Buhârî hazretleri hastalandılar Bu hastalığı ölüm hastalığı olup, ömrünün son günleri idi Husûsî odasına çekildi Vefâtına kadar orada kaldılar Her gün talebeleri oraya giderler huzûrunda bulunurlardı Talebelerinin herbirine şefkat gösterip, iltifatta bulunurdu Vefât etmek üzere iken, ellerini kaldırıp duâ etmeye başladı Ellerini uzatıp uzun müddet duâ etti Sonra ellerini yüzüne sürüp vefât etti"

Alâeddîn-i Attâr hazretleri de şöyle anlatmıştır: Behâeddîn Buhârî hazretleri ömrünün son günlerinde bana kabrini kazmamı emretti Gidip emredildiği gibi kabri kazdıktan sonra huzûruna geldim Bu sırada, acaba kendilerinden sonra irşâd emrini kime verecekler diye hatırımdan geçmişti O anda mübârek başını kaldırıp; "Söyleyeceğimi, Hicaz yolunda söylemiştim Her kim bizi arzu ederse, Hâce Muhammed Pârisâ'ya nazar etsin" buyurdu Bu sözü söyledikleri günden sonraki gün vefât etti

Yine Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hâce Behâeddîn Buhârî hazretlerinin vefâtı sırasında Yâsîn-i şerîfi okuyorduk O da bizimle okuyordu Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler" Kasr-ı Ârifân'da toprağa verildi Talebeleri, üzerine güzel bir türbe yaptırdılar Daha sonra türbenin yanına genişce bir mescid inşâ edildi Gelen pâdişâhlar o mescid için vakıflar kurdular Oranın bakımını yapmak, şanını, şerefini duyurmak için çok îtinâ gösterdiler Bu muhabbet günümüze kadar devâm edegelmiştir Temiz rûhu vesîle edilerek cenâb-ı Hak'tan yardım istenmektedir Eşiğinin toprağı gözlere sürme gibidir Dar zamanlarda onun kapısına sığınılır

Zamânın büyüklerinden Abdülkuddüs şöyle anlatmıştır: Behâeddîn Buhârî hazretlerini kabrine koyduk Gördüm ki, mübârek yüzleri tarafından "Mü'minin kabri Cennet bahçelerinden bir bahçedir" hadîs-i şerîfinde buyurulduğu gibi, Cennet'ten bir kapı, kabr-i şerîflerine açıldı O kapıdan iki hûri gelip, ona selâm verdi ve; "Allahü teâlâ bizi, sizin için yarattığı vakitten beri sizi bekliyoruz" dediler Hâce hazretlerinin onlara; "Ben Hak teâlâ hazretleri ile ahdettim ki, O'nun hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlatılamayan dîdârını görmedikçe, benim yolumda bulunanlara ve benden hakkı işitip amel edenlere şefâat etmedikçe, hiçbir şey ve hiçbir kimse ile meşgûl olmam" dedi Vefâtından sonra sevenlerinden biri onu rüyâda görmüş ve; "Ne amel işleyelim ki kurtuluşa erelim?" diye sormuştur "Son nefeste ne ile meşgûl olmak gerekirse, onunla meşgûl olunuz" buyurmuştur

Behâeddîn Buhârî hazretleri orta boylu, mübârek yüzü değirmi olup, yanakları kırmızıya yakın idi İki kaşı arası açık, gözleri sarı ile elâ renk karışımı olan kestane renginde idi Sakalının beyazı siyahından çok idi Ne hızlı, ne de yavaş yürürdü Konuşmaları Peygamber efendimizin konuşması gibi tâne tâne idi Konuştuğu kimseye yönünü dönmüş olarak konuşurdu Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi Her gün kendini yirmi kere ölmüş ve mezara konmuş olarak düşünürdü Kimseyi küçük ve hakîr görmez, dâimâ güler yüzle karşılardı Ancak celâllendiği zaman kaşlarını çatardı Bu zamanda heybetinden karşısında durulmaz olurdu Şemâili, görünüşü birçok bakımdan Resûlullah efendimize benzediği gibi, sözleri, işleri ve bütün hareketleri sünneti seniyyeye uygun idi

En başta gelen talebelerinden Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hâce Behâeddîn Nakşibend hazretleri o derece fakir idi ki, evlerinde kış günleri namaz kılmak için yere serecek bir şey bulunmadığından, eski bir kilim serip, onun üzerinde namaz kılarlardı Maîşet ve geçimlerine bir çekirdek bile haram karıştırmazlardı Kendilerinin ve âile efrâdının helâl yemesine çok dikkat ederdi Şüphelendiği herhangi bir şeyden uzak dururlardı "İbâdet on kısımdır Dokuzu helâl rızık aramaktır Diğer kısmı sâlih ameller ve ibâdetlerdir" buyurulan hadîs-i şerîfi bildirirlerdi



Alıntı Yaparak Cevapla