Prof. Dr. Sinsi
|
Behâeddîn Buhârî (Şâh-İ Nakşibend)
Fakir olmalarına rağmen, lütuf ve keremleri bol olup, cömert idiler Bir kimse bir hediye getirse, mümkünse getirilen hediyenin iki misli kıymetinde bir hediye verirlerdi Tanıdığı veya tanımadığı bir kimse evlerine ziyârete gelse, güleryüzle karşılar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi Eğer ev soğuk olursa, kendi giyeceğini ve yatağını misâfire verirdi Misâfirin hayvanı varsa, hayvanın yemini ve suyunu verirdi Nafakasını çalışarak temin ederdi Bunun için eker, biçerdi Bir mikdar arpa, biraz da hayvan yemi eker kaldırır, bununla geçinirdi İşinde bizzat kendisi çalışır, bütün işlerini görürdü
Zamânında âlim ve sâlih kimseler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun yemeklerini yerlerdi Her zaman ve her işte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa yemek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi Çoğu zaman ekmeği kendi pişirir ve sofra hizmetini kendi yapardı Yemek yerken; "Sofra başında kendinizi Allahü teâlânın huzûrunda biliniz O'nun verdiği nîmeti yediğimizi unutmayınız " buyururdu Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri gaflet ile ağzına bir lokma alsa; "Önündeki yemeği, Allahü teâlânın huzûrunda olduğunu unutmadan ye! Allahü teâlâyı hatırla, başka şeyler düşünme Allahü teâlâ, sana senden yakındır O'nu düşün " buyururdu Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi
Rivâyet edilir ki, bir zaman Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut denilen bir yere gitti Orada talebelerinden birisi onlara yemek getirdi Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru yoğuran ve yemekleri pişiren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kızmış hâlde idi Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz Zîrâ böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur Belki de şeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuştur Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"
Buyurdu ki: "Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadabla veya kerâhatle hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur Zîrâ ona nefs ve şeytan karışmışdır Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice meydana gelir Gaflete dalmadan yapılan ve Allahü teâlâyı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû' ve hudû' hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, Allahü teâlâyı hâtırlıyarak yemeği pişirmek ve yemeği Allahü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz "
Tasavvufdaki hâllerinin kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; "Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır " buyurmuştur Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yakmış olduğunu tesbit ederek tövbe etmiştir
Namazda hûdû' ve huşû' nasıl elde edilir? diye sorulunca, buyurdu ki: "Huzurlu bir hâlde helâl lokma yiyeceksiniz Huzûr ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitâh tekbirini, kimin huzûruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz "
Buyurdu ki: "Nefsinizi dâimâ töhmet altında tutunuz ve ona uymayınız Her kim bunda muvaffak olursa, Allahü teâlâ ona bu işinin mükâfâtını, karşılığını verir, sâlih amel işlemeye muvaffak olur, buna tahammül ve güç bulur Yaptığı her işi Allahü teâlânın rızâsı için yapmaya başlar Bütün işlerde niyeti düzeltmek çok mühimdir
Buyurdu ki: "Namaz müminin mîrâcıdır " buyurulan hadîs-i şerîfte, hakîkî namazın derecelerine işâret vardır Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, Allahü teâlânın azametini, yüceliğini düşünerek, hudû' ve huşû' hâlinde olması gerekir Öyle ki, bu hâlini istigrâk, kendinden geçme hâline eriştirmelidir Bu sıfatın kemâl derecesi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemde vardı Rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah efendimiz namazda iken, mübârek göğsünden öyle bir ses gelirdi ki, bu ses, Medîne-i münevverenin dışından işitilirdi Namazda kalp huzûru nasıl elde edilir? diye sorulunca da; "Helâl lokma yemek ve yerken gaflet içinde olmamak, abdest alırken, iftitâh tekbirini söylerken, tam bir âgâhlık, gafletten uzak olma, uyanıklık içinde bulunmakla " buyurdu
Buyurdu ki: "Oruç bana mahsustur Onun karşılığını ben veririm " buyrulan kudsî hadîste, hakîkî oruca işâret vardır Bu ise, mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi terketmektir " Yine buyurdu ki: "Allahü teâlânın doksan dokuz ismi vardır Kim onları sayarsa, Cennet'e girer " buyurulan bu hadîs-i şerîfteki "Ahsa" kelimesinin bir mânâsı, saymaktır Diğer bir mânâsı ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir Bir mânâsı da, bu esmâ-i şerîfenin mûcibince amel etmektir Meselâ "Rezzâk" ismini söylediği zaman, rızkı için aslâ endişe etmemeli "Mütekebbîr" ismini söyleyince, Allahü teâlânın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir "
Behâeddîn Buhârî hazretlerine bu dereceye nasıl ulaştınız? diye suâl olununca; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmakla " buyurdu Yine buyurdu ki: "Bizim yolumuz sohbettir Halvette, yalnızlıkta şöhret vardır Şöhret ise âfettir Hayır ve bereket cemiyyette, bir araya gelmektedir Bu da sohbet ile olur Sohbet, bir kimsenin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur Bizim sohbetimizde bulunan kimseler arasında, bâzılarının kalblerindeki muhabbet tohumu başka şeylere bağlılığı sebebiyle gelişmez, büyümez Biz böyle kimselerin kalblerini başka şeylere olan bağlılıktan temizleriz Bizim sohbetimizde bulunanlardan bâzılarının da kalblerinde muhabbet tohumu yoktur Biz böyle olanların kalblerinde muhabbet hâsıl etmek için çok himmet ederiz, yardımcı oluruz "
"İnsanlara rehber olan, onları irşâd eden doğru yolu gösteren âlimler, usta avcıya benzerler Usta avcılar, ince mahâretlerle vahşî bir canavarı tuzağa düşürüp yakalarlar, sonra avladıkları o vahşî hayvanı terbiye edip, ehlileştirirler Bunun gibi, Allahü teâlânın velîleri de hikmet ehli olup, güzel tedbirler ile, huylarına göre tâliblere gereği gibi muâmele ederek, teslimiyyet makâmına ulaştırırlar Sonra sünnet-i seniyyeye tâbi olmalarını sağlayarak, maksada ulaştırırlar " Yine buyurdu ki: "İnsanlara rehber olan zâtlar, herkesin kâbiliyetine ve istidâdına göre muâmele ederler Eğer tâlib yeni ise, onun yükünü çekip, ona hizmet ederler Dâvûd aleyhisselâma; "Ey Dâvûd! Beni taleb eden birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol!" buyrulduğu gibi, çok hizmet ve himmet göstermek gerekir ki, tâlibde bu yola girme kâbiliyeti peydâ olsun Bizim yolumuzda olan kimse, bu yola tam uyup, bunun aksine bir iş yapmamalıdır ki, işin netîcesi meydana çıksın Sünnet-i seniyyeye uymaktan ibâret olan yolumuza uyarak, işlerde ve amellerde dikkatli davranmalıdır ki, yolumuzda olanlarda ehlullahın tam bir mârifetine kavuşma saâdeti hâsıl olsun "
Yine buyurdu ki: "Resûlullah efendimizin, benim ümmetim buyurduğu ümmet, İbrâhim aleyhisselâmın Nemrud'un ateşinden kurtulduğu gibi Cehennem ateşinden kurtulurlar Çünkü Resûlullah efendimiz; "Benim ümmetim, dalâlet (sapıklık) üzerinde birleşmez " buyurdu Buradaki ümmetten maksad, hakîkî ümmettir Yâni Resûlullah'a tâbi olan ümmettir Bunun için Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Benim ümmetim üç kısımdır Birincisi dâvet ümmeti (müslüman olmayanlar), ikincisi icâbet ümmeti (müslüman olanlar), üçüncüsü de müteâbât (tam uyanlar) ümmetidir "
Buyurdu ki: "Bir kimse nefsine muhâlefet etmeye muvaffak olursa, ameli az da olsa, nefsinin isteklerine boyun eğmemeye muvaffak olduğu için şükretmesi lâzımdır Ebdâllerin makâmını isteyen kimsenin, hâlini değiştirmesi, yâni nefsine muhâlefet etmesi lâzımdır "
Buyurdu ki: "Bizim yolumuz, Allahü teâlânın gösterdiği kurtuluş yoludur Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâma tâbi olmaktır İşte bu sebeple, bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir Fakat sünnete uymak ve riâyet etmek, sabır ve tahammül ister Biz, bizim yolumuza girenleri, istersek kolayca çekme ile, dilersek bir başka usûlle terbiye ederiz Çünkü rehber olan âlim, bir tabîbe benzer Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır Sohbetin de şartları vardır İki kişi sohbet etmek isterse, birbirinden emin olmaları gerekir Böyle olmazsa, sohbetten fayda hâsıl olmaz Bizim sohbetimize girenlerin kalblerinde, muhabbet tohumu vardır Kısaca bu yola, Ehl-i sünnet ve cemâat yolu denir Bizim sohbetimize dâhil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır Fakat Allahü teâlâdan başka her şeyden alâkasını kesmemiş olabilir Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, Allahü teâlânın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz bizim vazîfemizdir Muhabbet için uzakta olmak farketmez "
Behâeddîn Buhârî hazretlerine siz nasıl bir yolda bulunuyorsunuz? diye suâl sorulunca, buyurdu ki:
"Ancak ârif olanların istifâde edebileceği bir yolda bulunuyoruz Bu yol da üç şeyden ibârettir Bunlar; murâkabe, müşâhede ve muhâsebedir Murâkabe: Bu yola giren kimsenin, her şeyi bırakıp Allahü teâlâya dönmesidir Murâkabe ehli pek azdır Olanlar da gizlidir Biz şu netîceye vardık ki, murâkabeyi elde etmenin yolu, nefse muhâlefet etmektir Müşâhede: Gayb âleminden gelir ve kalb üzerine işlenen bir tecellîdir Celâlî veya cemâlî olmak üzere ikiye ayrılmışdır Muhâsebe: Bizim yolumuzda olan kimse, düşünüp araştırır Kendini hesâba çekip bakar Geçmiş zamânı gaflet ile mi, huzûr ile mi geçti? Eğer huzûr ile geçmişse, o kimsenin vakti değerlendirilmiştir Allahü teâlâya hamd etsin Eğer geçen zaman gaflet ile geçmişse, o kimse vaktini zâyi etmiştir Yapacağı iş, geleceği için tedbirli olup, tövbe etmektir Ârif olanlar, bu üç husûsa riâyet ettikleri için pekçok fayda elde ederler Ârif olmadan istifâde edemezler Bizler, maksada ulaşmakta vâsıtayız Allahü teâlânın inâyeti olmadan ve rehber olmadan maksada erişmek mümkün olmaz Şu hâlde bu yolda ilerleyen kimse, kıyâmete kadar yaşasa, kendisine rehber olan zâtın terbiye nîmetinin, lütuf ve himmetinin şükrünü yerine getiremez "
Behâeddîn Buhârî, Allahü teâlânın kullarına şefkat ve acımalarının çokluğundan, on iki gün başını secdeye koyup, Allahü teâlâdan, tasavvufta kolay ilerlenen, kolay ele geçen ve elbette kavuşturucu olan bir yol istedi Duâsı kabûl edildi Bu yol; yeme, içme, giyimde, oturmada ve âdetlerde orta derecede olmaktır Kalbi çeşitli düşüncelerden korumaktır Her ân güzel ahlâkla ahlâklanmaktır
Kendisinden kerâmet isteyenlere buyurdu ki: "Bizim kerâmetimiz açıktır Bu kadar çok günâh ile yeryüzünde yürümemizden büyük kerâmet olur mu?" Bir defâsında ise; "Biz Allahü teâlânın fadlına, ihsânına kavuştuk Bizi murâdlardan, çekip götürülenlerden eyledi " buyurdular
Behâeddîn Buhârî hazretlerinin yolunun esaslarından olan; "Biz sonda ele geçecek şeyleri başa yerleştirdik " buyurması, Resûlullah efendimizin daha ilk sohbetinde bulunan bir kimsenin kalbine hikmet ve feyz akmasına ve bir sohbetle nihâyete kavuşmasına benzetilmiştir
Buyurdu ki:
"Yolun esâsı, kalbe teveccühdür Kalp ile de, Allahü teâlâya teveccühtür Kalp ile çok zikretmektir Farz ve sünnetleri edâ etmektir Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır Kalbi kötü düşüncelerden, vesveseden korumaktır Kendisine rehber olan âlimin sohbetini ganîmet bilmektir Hocasının huzûrunda iken ve yanında yok iken edebe uymaktır Bu yoldan maksad ve ele geçen şey; Allahü teâlânın devamlı huzûrunda olmaktır Eshâb-ı kirâm zamânında buna "ihsân" denilmişti Bu yolda ilerleme esnâsında; nefsin arzularını yok etmek, nûrlara ve hâllere gömülmek, fenâ ve bekâ makamlarına ulaşmak, üstün ahlâk ile ahlâklanmak gibi on makam ele geçer "
Buyurdu ki: "Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemenin hakîkati, Allahü teâlâdan başka ne varsa hepsini yok bilmektir "
Yine buyurdu ki: "İslâm dîninin hükümlerini yapmak, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak, haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mübahların fazlasını terketmek, ruhsatlardan uzak durmak, mübahları zarûret mikdârınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır Aynı zamanda evliyâlık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır Vilâyet derecelerine bunlarla ulaşılır Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar Yoksa cenâb-ı Hakk'ın feyzi her ân gelmektedir "
Bir kimse sizin yolunuzun esâsı ne üzere kurulmuştur? deyince; "Zâhirde halk ile, bâtında Hak ile olmak üzere kurulmuştur " buyurdu ve şu beyti okudu:
"İçerden âşinâ ol, dışdan yabancı,
Az bulunur cihânda böyle yürüyüş "
KOKUSUNU DUYUYORUM
Evliyâ-i kirâmın, en büyüklerindendir,
İnsanların kalbine, nûr salıp etti tenvîr
"Seyyid Emîr Külâl'in, talebesidir bu zât,
Kararmış olan kalpler, onunla buldu hayat
Seyyid olup, Resûl'ün, kerîm evlâdındandır,
Dînin yayılmasında, pekçok hizmeti vardır
Bin üç yüz on sekizde, teşrîf etti dünyâya,
Yetmiş üç yaşındayken, göçtü dâr-ı bekâya
Buhâra'da bir belde, var ki Kasr-ı Ârifân,
Kabri bu yerde olup, nûr saçılır oradan
Bu büyük zât, dünyâya, gelmişti bu beldede,
Hem vefâtları dahi, oldu yine bu yerde
O, dünyâya gelmeden, duyulmadan hiç adı,
Onun geleceğini, müjdeledi üstâdı
Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'ydi ki o zât,
Ondan saçılıyordu, dünyâya her füyûzât
Ne zaman geçse idi, o, Kasr-ı Ârifân'dan,
Derdi: "Bana bir koku, geliyor ki buradan,
Zuhûr eder bu yerde, çok büyük bir evliyâ
Kararmış gönülleri, nûruyla eder ihyâ "
Gelince başka bir gün, bu bereketli yere,
Buyurdu ki: "O koku, fazlalaşmış bu kere
Öyle zannederim ki, o, dünyâya gelmiştir,
Büyüyüp yetişince, İslâma kuvvet verir "
Böyle söylediğinde, hakîkaten o velî,
Henüz üç gün olmuştu, o dünyâya geleli
Babası, kucağına, alarak bu oğlunu,
Bu büyük evliyâya, götürdü o gün onu
O zât onu görünce, sevinip buldu huzur,
Buyurdu: "O dediğim, evliyâ işte budur
Zaten ben, her ne zaman, geçseydim bu beldeden,
Alırdım kokusunu, bu büyük zâtın hemen
Bu defâ gelirken de, bu koku geliyordu,
Hattâ biz yaklaştıkça, ziyâdeleşiyordu
Düşündüm ki "Doğmuştur, dediğim o büyük zât,"
O koku, bu yavrudan, geliyor işte bizzât
Size müjde olsun ki, işte o, bu bebektir,
Bu, ilerde çok büyük, bir zât olsa gerektir "
Daha sonra şefkatle, bağrına bastı onu,
Buyurdu: "Evlatlığa, kabûl ettik biz bunu "
Sonra Emîr Külâl'e, dedi: "Bu, benim oğlum,
Bunun yetişmesini, sana ısmarlıyorum "
Büyüyüp tâbi oldu, o da Emîr Külâl'e,
Ondan feyiz alarak, erişti tam kemâle
O, henüz çocuk iken, evliyâlığa âit,
Alnında işâretler, görünürdü her vakit
Annesi anlatır ki: "Bu oğlum Behâeddîn,
"Kerâmet" sâhibiydi, dört yaşındayken hemin
Evimizde bir inek, vardı yavrulayacak,
Doğurmasına daha, bir müddet vardı ancak
Bir gün bana dedi ki, ineği göstererek;
"Beyaz başlı bir yavru, doğuracak bu inek "
Birkaç ay geçmişti ki, o günden îtibâren,
Beyaz başlı buzağı, doğurdu inek aynen "
BU KİMDİR?
Behâeddîn-i Buhârî hazretleri şöyle anlatır: "Bir kış günüydü Beni bir cezbe hâli kapladı Kendimden geçip, kırlarda, sahrâ ve dağlarda, yalın ayak, başı açık gezip, dolaşmaya başladım Ayaklarım yarılıp, parçalandı Bu hâlde iken bir gece hocam Emîr Külâl ile sohbet etmek arzusu uyandı Bu arzu ile huzûruna gittim Talebeler etrâfında toplanmış, hocam da baş tarafta oturuyordu İçeri girdim, aralarına katıldım Emîr Külâl; "Bu kimdir?" dedi "Behâeddîn'dir " dediler Talebelerine beni meclisten dışarı çıkarmalarını söyledi Onlar da beni dışarı çıkardılar O zaman nefsim son derece azdı ve taşkınlık yapmak istedi Az kalsın nefsim, irâdeme gâlip geliyordu Fakat Allahü teâlânın ihsânıyla, nefsimi serkeşlikten ve îtirazdan menederek; "Ey nefs!Ben bu horlanmayı Allah için kabûl ettim Beni, Allahü teâlâ elbette bundan dolayı mükâfatlandırır " dedim Sonra başımı Emîr Külâl hazretlerinin kapısının eşiğine koydum Sabaha kadar öyle kaldım Üzerime kar yağdığı hâlde kalkmadım Sabah namazı vakti Emîr Külâl, ayağını kapının eşiğine atınca, karlar arasında kalan başıma bastı Beni o hâlde görünce teveccühte bulunup müjde verdi İçeri alıp teselli ederek ayaklarımdaki dikenleri mübârek elleriyle çıkardı Yaralarıma ilâç sürdü "Oğlum! Bu saâdet libâsı (elbisesi) ancak sana lâyıktır " buyurdu Rûhânî feyz, işte bende o zaman hâsıl oldu Şimdi, her sabah evimden mescide çıkarken, bir talebemi o hâlde görmek isterim; fakat şimdi talebe kalmadı Hepsi şeyh oldu "
ÖYLE ZÂTLAR VARDIR Kİ!
Behâeddîn Buhârî hazretleri, bir defâsında Şeyh Seyfeddîn adlı bir zâtın ırmak kenarında bulunan kabri karşısında kalabalık bir cemâatle sohbet ediyordu O cemâatte bulunanlardan bir kısmı, Behâeddîn Buhârî hazretlerinin tasavvufdaki yüksek derecesini bilmiyorlardı Söz, velîlerin hâllerinden açılmıştı Bir hayli süren bu konuşmada, evliyânın meşhûrlarından olan Şeyh Seyfeddîn ile Şeyh Hasan-ı Bulgârî arasında geçen kerâmetler anlatıldı İçlerinden biri dedi ki: "Eskiden velîlerin tasarrufu, kerâmeti çok olurdu Acabâ bu zamanda da onlar gibi tasarruf ehli var mıdır? "Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Bu zamanda öyle zâtlar vardır ki, şu ırmağa yukarı ak dese ırmak tersine akmaya başlar " Bu sözler Behâeddîn Buhârî hazretlerinin mübârek ağzından çıkar çıkmaz, önlerindeki ırmak ters akmaya başladı Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri; "Ey su! Ben sana yukarı ak demedim " buyurdu Irmak tekrar eski yöne akmaya başladı Bu kerâmetini o kadar çok kimse gördü ki, bu sebeple çokları Behâeddîn Buhârî hazretlerinin büyüklüğünü anlayıp, tam bir teslimiyetle ona bağlandılar ve saâdete kavuştular
MUHABBET DAĞI
Talebesinden Emîr Hüseyin anlatır: "Hâce hazretleri bir gece; "Yarın filân dostumu ziyârete gideceğim, inşâallah on beş güne kadar gelirim " dedi Sabahleyin talebesi ile yola koyulup gittiler O gün Hâce hazretlerinin ayrılığına dayanamayıp, onu görmek isteği beni kapladı Hânekâhda benimle bir kişi daha kalmış idi Akşam olunca ona; "Korkarım Hâce hazretleri kendilerine olan bu aşırı sevgimi keşf eder ve şefkat edip, bana acıyıp döner " dedim Ertesi sabah gördüm ki, hazret-i Hâce dönüp geldi ve bana heybetle bakıp; "Ben sana demedim mi ki, on beş gün sonra geleceğim Sen ise önüme muhabbet dağını sed çektin Ben o dağı nasıl aşıp gideyim?" buyurdu Sonra mübârek yüzünü yanımızdaki talebesine çevirip, buyurdu ki: "Emîr Hüseyin sana; "Korkarım Hâce hazretleri yoldan döner gelir " demedi mi?" O da; "Evet " dedi Hâce hazretleri; "İşte o muhabbet ve arzulardır ki, önümüze sed çekti " buyurdular Bunun üzerine Hâce hazretlerinin celâlini müşâhede ettiğimde, kalbimde büyük bir ürperme zâhir olup, ayaklarına düşüp af diledim Onlar da bu âciz hizmetçilerine, merhamet edip affetti ve; "Eğer maksadın benden ayrılmamak ise, beni seninle düşün Çünkü ben, senden ayrı değilim Bundan sonra, sakın beni senden ayrı sanma!" buyurdular
Beyt:
"Nerede olursan seninleyim ben,
Kendini sakın, yalnız sanma sen "
ONLAR KİMSEYE KILIÇ VURMAZ
Behâeddîn Buhârî hazretleri, kendisine karşı edebsizlik yapan birine kızmayıp, tebessümle karşıladı Fakat edebsizlik yapan kimse büyük bir derde düşüp, helâk olacak hâle geldi Hatâsını anlayıp tövbe etti Behâeddîn Buhârî hazretleri bir ara o adamın evinin önünden geçerken, içeri girip hâlini sordu "Allahü teâlâ şifâ vericidir, korkma iyileşirsin " dedi O kimse bu söz üzerine kalkıp; "Efendim, size karşı edebsizlik ettim, hatırınızı incittim, beni affediniz " dedi Bunun üzerine Behâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Kalbimiz o zaman incindi Fakat şu anda gönül aynası tertemiz İyi bil ki, mürşidlerin, yol göstericilerin kılıcı, kınından çıkmış yalın bir kılıçtır Ama mürşid merhamet sâhibidir Kimseye kılıç vurmaz İnsanlardan belâsını arayanlar gelip kendilerini o kılıca vururlar
EDEB
Behâeddîn Buhârî hazretleri bir sohbetlerinde buyurdu ki: "Bizim yolumuzdaki kimselerin şu edebi gözetmesi gerekir: Birincisi; Allahü teâlâya karşı edeptir Yâni zâhiri ve bâtını ile tamâmen kulluk içinde olmalı Allahü teâlânın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınması ve Allahü teâlâdan başka her şeyi, mâsivâyı terketmesidir İkincisi; Resûlullah efendimize karşı edeb: Bu da iş ve hâllerde O'na uymaktır Üçüncüsü; hocasına karşı edeb: Çünkü kendisinin Peygamberimize uymasına, hocası vâsıta olmuştur Bu bakımdan, hocasını hiçbir zaman unutmamalıdır "
NEYLEYELİM Kİ NASÎBİN YOKMUŞ
Behâeddîn Buhârî hazretleri, bir defâsında Buhârâ'da Gülâbâd mahallesinde bir dostunun evinde, talebeleri ile sohbet ediyordu Talebelerinden Molla Necmeddîn'e dönüp; "Sana ne söylersem, sözümü tutup söylediğimi yapar mısın?" dedi Molla Necmeddîn, "Elbette yaparım efendim " dedi "Eğer bir günah işlemeni söylesem yapar mısın? Meselâ hırsızlık yap desem yapar mısın?" dedi Bunun üzerine MollaNecmeddîn; "Mâzur görünüz efendim, hırsızlık yapamam " dedi "Mâdem ki bu hususdaki isteğimizi kabûl etmiyorsun, meclisimizi terket!" buyurdu Molla Necmeddîn bunu duyunca, dehşet içinde kalıp, olduğu yere düştü ve bayıldı Orada bulunanlar Behâeddîn Buhârî hazretlerine yalvarıp, onun affedilmesini istediler Kabûl edip affetti Molla Necmeddîn de kendine gelip kalktı Bundan sonra hep berâber o evden dışarı çıktılar, Dervâze-yi Semerkand (Semerkand Vâdisi) denilen tarafa doğru gittiler Behâeddîn Buhârî hazretleri yolda giderlerken, bir ev duvarı gösterip talebelerine dedi ki:
"Bu duvarı delin, evin içinde falan yerde bir çuval kumaş vardır Onu alıp getirin " Talebeleri bu emre uyup, duvarı yardılar Kumaş dolu çuvalı buldular ve çıkarıp getirdiler Sonra bir köşeye çekilip bir müddet oturdular Bu sırada bir köpek sesi işitildi Behâeddîn Buhârî hazretleri, talebesi Molla Necmeddîn'e; "Bir arkadaşınla gidip evin etrâfına bakın ne vardır?" dedi Gidip baktılar ki, eve hırsızlar gelmiş, başka bir duvarı yarıp evde ne varsa almışlar Gidip bu durumu Behâeddîn Buhârî hazretlerine haber verdiler Talebeler bu hâle şaştılar Sonra tekrar talebeleri ile birlikte önceki misâfir oldukları eve döndüler Sabahleyin, gece o evden aldırdığı kumaş dolu çuvalı sâhibine gönderdi Talebelerine; "Gece buradan geçerken, bu malınızı alarak hırsızların çalmasına mâni olduk, bu malınızı hırsızlardan kurtardık " demelerini tenbih etti Onlar da götürüp sâhibine teslim ederek durumu anlattılar Behâeddîn Buhârî, bundan sonra talebesi Molla Necmeddîn'e dönüp;
"Eğer sen emrimize uyup da bu hizmeti yapsaydın, sana çok sırlar açılacak ve çok şey kazanacaktın Neyleyelim ki, nasîbin yokmuş " dedi Molla Necmeddîn ise, yaptığına çok pişmân olup, yanıp yakındı
BEHÂEDDÎN'E UY!
Âlimlerden biri, Behâeddîn Buhârî'nin talebelerinden bir grupla Irak'a gitti O anlatır: "Yolda Semnân şehrine varınca, burada ismi Seyyid Mahmûd olan, mübârek bir kimsenin bulunduğunu ve hocamızı çok sevenlerden olduğunu duyduk Topluca onun ziyâretine gidip, hocamıza bağlılığının sebebini sorduk Dedi ki:
"Resûlullah efendimizi rüyâda gördüm Çok güzel bir yerdeydi Yanında heybetli bir zât vardı Ben, Resûlullah'a tevâzu ve edeb ile yaklaşıp; "Sohbetinizle şereflenemedim, bereketli zamânınızda ve huzûrunuzda bulunamadım, bu büyük ve eşsiz saâdeti kaçırdım, şimdi ne yapayım?" diye arz ettim Bana; "Bereketime ve beni görmek fazîletine kavuşmak istersen, Behâeddîn'e uy!" buyurdu Sonra yanında duran mübârek zâtı işâret etti Bundan önce Behâeddîn Buhârî'yi görmemiş idim Uyanınca, ismini ve şeklini, şemâilini bir kitabın üstüne yazdım Uzun zaman sonra, bir manifaturacı dükkânında oturuyordum Nûrlu ve heybetli bir zât gördüm Geldi ve dükkânda oturdu Yüzünü görünce, o simâyı hatırladım Birden bende büyük bir hâl ve değişme oldu Kendimi toparlayınca, evime gelip şereflendirmesini ricâ ettim Kabûl buyurdu Kalktık, o önde ben arkalarında yürüdük Bizim eve gelinceye kadar, hiç dönüp bana bakmadı Ondan gördüğüm ilk kerâmet buydu Çünkü o, bizim evin nerede olduğunu, daha önceden bilmiyordu Doğruca bizim eve gitti Sonra kütüphânemin bulunduğu odaya girdi Çok kitabım vardı Elini uzatıp bir kitap çıkardı Bana uzattı ve;
"Bu kitâbın üzerine ne yazdın?" buyurdu Bir de ne göreyim Yedi sene önce gördüğüm ve târihini yazdığım rüyâ orada yazılı idi Bu kerâmetlerinden, daha ilk anda bende büyük bir hâl hâsıl oldu Kendime gelince, bana lutf ile mukâbele edip, beni talebeliğe kabûl buyurdu ve kapısında hizmet edenlerin saâdeti ile şereflendirdi "
1) Makâmât-ı Muhammed Behâeddîn Nakşibend (Selâhüddîn ibni Mübârek el-Buhârî)
2) Reşahât; s 78
3) Hadîkat-ül-Evliyâ; s 44
4) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c 1, s 144
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s 990
6) Mu'cem-ül-Müellifîn
7) Kâmûs-ul-A'lâm; c 2, s 1412
8) Hadâik-ul-Verdiyye; s 125
9) Mektûbât (İmâm-ı Rabbânî); c 3, 123 Mektub
10) Nefehât-ül-Üns; s 418
11) Rehber Ansiklopedisi; c 16, s 33
12) El-Hadâikü'l-Verdiyye
13) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; c 1, s 439-459
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 10, s 16-55
|