Yalnız Mesajı Göster

Dâvûd-İ Tâî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dâvûd-İ Tâî




DÂVÛD-İ TÂÎ

Sekizinci yüzyılda Horasan ve Irak taraflarında yetişen evliyânın büyüklerinden İsmi Dâvûd olup, babasının ismi Nasîr'dir Künyesi Ebû Süleymân, lakabı Sirâcüddîn'dir Tayy kabîlesine mensûb olduğu için Tâî ve Kûfe'de doğduğu için Kûfî nisbeleriyle meşhurdur Aslen Horasanlıdır Doğum târihi bilinmemektedir 781 (H165) senesinde Bağdat'ta vefât etti Kabri oradadır

Çocukluğundan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Dâvûd-i Tâî, zamânının âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsîl etti Tâbiînden; Nûman bin Sâbit, Abdülmelik bin Umeyr, Habîb bin Ebî Amre, Hamîd et-Tavîl, İsmâil bin Ebî Hâlid, Süleymân el-A'meş, Muhammed bin Abdurrahmân bin Ebû Leylâ gibi büyüklerden hadîs-i şerîf dinledi

Gençliğinde ilim tahsîliyle meşgûl olan Dâvûd-i Tâî'nin kalbinde dünyâya karşı sevgi de vardı Bir gün ölen bir kimsenin arkasından mersiye, ağıt söyleyen bir şarkıcının söylediği;

Hangi güzel yüz ki toprak olmadı,
Hangi tatlı göz ki yere akmadı

beytini işitince, dünyâya karşı sevgisi azaldı Gençliğinde yaptığı bâzı hareketlere pişman oldu Kalbine bir ateş düştü Şaşkına döndü Derdine çâre bulmak için de dolaştı Bağdat'ta bulunan zamânının en büyük âlimi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûruna geldi İmâm-ı A'zam bunun yüzünün renginin değiştiğini görünce sebebini sordu Dâvûd-i Tâî; "Dünyâdan soğudum Bende meydana gelen bu hâli, anlatamayacak hâldeyim Bu hâlin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum Ne yapmamı tavsiye edersiniz?" dedi İmâm-ı A'zam hazretleri ona, ilme ve az konuşmaya devâm etmesini tavsiye etti Dâvûd-i Tâî, İmâm'ın gösterdiği yolda, dünyâya düşkünlüğü tamâmen terk edip, dînin emir ve yasaklarına uymada, haram ve şüphelilerden kaçmada örnek olacak şekilde ilerledi Evine çekildi İnsanların arasına karışmadı İbâdetlerini hep evinde yaptı Aradan bir müddet geçtikten sonra, İmâm-ı A'zam hazretleri evine gelip; "Evde oturup, insanlar arasına karışmamak uygun değildir Talebe arkadaşlarının arasına gir Onları iyi dinle, fakat hiç konuşma, meseleleri çok iyi öğren" buyurdu Dâvûd-i Tâî; "Peki efendim" diyerek İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Züfer gibi arkadaşlarının arasında bir sene daha derslerine devâm etti

Dâvûd-i Tâî hazretleri hem İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti, hem de zamânındaki tasavvuf ehli velî zâtların sohbetlerinde bulundu Ayrıca, "Silsile-i aliyye" adı verilen ve insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermelerine vesîle olan büyük velîler zincirinin dördüncüsü olan Câfer-i Sâdık hazretlerinin sohbetinde de bulundu Bir gün Câfer-i Sâdık hazretlerine; "Ey Peygamber efendimizin torunu! Kalbim çok karardı Bana nasîhat eder misiniz?" dedi Hazret-i Câfer-i Sâdık; "Ey Dâvûd! Sen, zamânımızın zâhidisin, benim nasîhatıma ne ihtiyâcın var?" dedi Dâvûd-i Tâî; "Ey Resûlullah'ın torunu! Peygamber efendimizin mübârek kanını taşıman hasebiyle, senin bütün insanlardan üstünlüğün vardır Onun için hepimize nasîhat etmen lâzım değil midir?" deyince, Câfer-i Sâdık hazretleri de; "Ey Dâvûd! Kıyâmet günü dedem Resûlullah'ın yakama yapışıp, dîn-i İslâma niçin lâyıkıyla hizmet etmedin? İslâma hizmet, iyi, asîl bir soya ve nesebe sâhib olmakla olmaz Bu iş, Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçmakla olur" buyurmasından korkuyorum" dedi Dâvûd-i Tâî, bu sözleri işitince ağladı ve; "Yâ Rabbî! Peygamberimizin mübârek kanını taşımak şerefine kavuşan bir zât, böyle hayret içinde olursa, Dâvûd da kim oluyor ki, ibâdetlerini ve yaptığı işleri beğensin" dedi Dâvûd-i Tâî hazretleri, İbrâhim Edhem hazretleriyle de görüşüp sohbetinde bulundu

Yirmi sene müddetle İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm edip başta fıkıh olmak üzere bütün aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Dâvûd-i Tâî, yüksek bir âlim oldu Fıkıhta ictihâd derecesine ulaştı Ondan İsmâil bin Aliyye, İshak es-Selûlî, Ebû Nuaym el-Fazl bin Dükeyn, Mis'ar bin Kedâm ve pekçok kimse ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti

İlimde yüksek dereceye ulaşmış olan Dâvûd-i Tâî, bir gün İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûrunda bulunuyordu İmâm-ı A'zam ona; "Yâ Dâvûd! Bir âleti, yâni ilmi sağlamlaştırdık Geriye onunla amel etmek kaldı" buyurdu Bu söz üzerine kendi nefsiyle mücâdele etmeye başlayan Dâvûd-ı Tâî nefsine; "Hiç bir meselede konuşmamak şartıyla Ebû Hanîfe'nin meclislerine devâm etmedikçe seni uzlete çekmem" dedi Kimseyle konuşmamak şartıyla bu meclislere devâm etti

Dâvûd-i Tâî tasavvufta Habîb-i Acemî hazretlerinin sohbetlerine devâm edip, ondan feyz aldı Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlıkta yüksek derecelere ulaştı Bir taraftan Habîb-i Acemî'nin sohbetlerine devâm etti Diğer yandan da İmâm-ı A'zam'ın derslerine devâm etti Birara uzlete çekildi Dünyâyı tamâmen terk edip, insanlardan uzaklaştı Uzlete çekildiğinde kalbi nûrlarla doldu Kalbinde mârifetullah hâsıl olunca, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri Dâvûd-i Tâî'nin ziyâretlerine gelmeye başladı Zaman zaman ziyâret ederek ona iltifâtta bulundu Dâvûd-i Tâî'nin feyz aldığı zâtın Habîb-i Râî olduğunu bildiren kaynaklar da vardır

Dâvûd-i Tâî halktan tamamiyle ümidini, alâkasını kesti Kendisinin küçük bir arâzisi vardı Hazret-i Ömer, İranlılarla yapılan savaşlarda alınan arâzilerden bir kısmını da onun dedesine vermişti Bu arâzinin üçte ikisini dört yüz dirheme satarak, ömrünün sonuna kadar bu parayla yaşadı Hattâ kefenini de bu para ile aldı Arâziyi sattığı sıralarda; "Bizim yolumuz parayı saklama yolu değildir, ihtiyaç sâhiplerine dağıtma yoludur" diyen arkadaşlarına; "Ben bu parayı, dünyâlık kazanma sıkıntılarına karşı, başkalarına yük olmadan, ölünceye kadar âhiret için hazırlık yapayım diye saklıyorum" dedi Evinde hiç durmadan, biraz sonra ölecekmiş gibi ibâdet ederdi Boş şeylerle meşgûl olmazdı Lüzumsuz bir tek kelime konuşmaz, ibretsiz bir yere bakmazdı

Yemek yerken vakitten tasarruf olsun diye ekmeği suyun içine doğrar, çorba gibi yapıp öyle yerdi "Çiğnemek, zamânı uzatıyor, bir lokmayı çiğnemek, elli âyet-i kerîmeyi, okumama engel oluyor, niçin zamânı zâyi edeyim" derdi

Dâvûd-i Tâî hazretleri o derece riyâzet ve takvâ üzere idi ki, zarûrî ihtiyaçları dışında evinden çıkmamış, ağzına lezzet veren bir nîmet koymamıştır Güzel ve yeni elbiseler giymedi Halkın getirdiği yemekleri fakirlere bağışlayıp, oruçlu olduğunu kimseye bildirmedi Annesi bile onun oruçlu olduğunu bilmez, gelen yemekleri yediğini zannederdi Kimseden bir şey kabûl etmez, kâr ve kazanç peşinde koşmazdı Babası vefât ettiğinde kalan mîrâsı bir vekilharç tutarak ona teslim etti Bu para çoğalarak yirmi miskâl altına ulaştı Dâvûd-i Tâî ihtiyaçlarını bu paradan karşıladığı hattâ isteyenlere ödünç para verdiği gibi fakirlere sadaka da dağıtmıştı Parası bittiğinde ömrünün de tamam olması için duâ ve niyazda bulunmuştu; "Ey Rabbim! Bu mîrâs malını bize kâfi ve vefâlı kılıp, başkasının malına muhtâc etme Malımız sona erince, senin huzûruna yüz akıyla gelenlerden olayım" diye ettiği duâ, Allahü teâlâ tarafından kabûl buyrulmuş, hakîkaten malı bittiğinde vefât etmişti

Bir defâsında hacamat yaptırarak kan aldırmıştı Hacamat yapana bir altın verdi Ona dediler ki: "Bir altın vermeniz çok değil mi? İsrâf etmiş olmuyor musunuz?" O da: "Hacamatçıya yardım olsun diye verdim Mürüvveti olmayanın ibâdeti ve dîni olmaz" dedi

Dâvûd-i Tâî, evinden sâdece namaz vakitlerinde çıkar, câmide namazını kılar kılmaz hemen kalkar, aceleyle evine dönerdi Bir gün, onu cemâata hızla giderken görüp; "Niçin acele ediyorsun?" diye sordular O da; "Askerler beni bekliyorlar" dedi "Hani askerler?" diye sordular O da "Mezarlıkda bulunan ölüler" dedi Câmiden çıkınca, eve birinden kaçıyormuş gibi aceleyle gelirdi "İnsanlar dünyâya çok bağlanıyor, onlarla görüşünce kalbime dünyâ sevgisi geliyor" der İnsanlarla bir araya gelmemeye çalışırdı

Dâvûd-i Tâî'ye; "İnsanların arasına, niçin karışmıyorsun?" dediler "Kiminle konuşayım? Akıllı kimseler, benimle dînî bir mevzûda konuşmuyorlar, emir ve yasaklardan anlatmıyorlar; yaptığım hatâ ve kusurlarımı yüzüme karşı söylemiyorlar, aksine hatâlarımı fazîletmiş gibi anlatıyorlar Böyle insanların bana fayda yerine zararı oluyor, onlarla niçin oturayım" dedi

Fudayl bin Iyâd hazretleri, Dâvûd-i Tâî ile ömründe iki defâ görüşmüş karşılıklı sohbette bulunmuştu Bu görüşmeleriyle övünürdü Bir defâsında evin tavanındaki çatlağı gördü ve Dâvûd-i Tâî'ye; "Buradan kalk, zîrâ tavan çatlamış, üstüne yıkılacak" dedi Dâvûd-i Tâî; "Ben çok zamandır buradayım Bırak çatlağı, tavanın bile farkında değilim" diye cevap verdi

İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâî'ye gelip; "Bana nasîhat et" dedi O da; "Öyle gayret et ki, Allahü teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın Allahü teâlâdan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemâatla namazı terk etme ve sünnetten ayrılma" buyurdu

Birisi kendisinden nasîhat isteyince; "Dünyâ için, dünyâda ne kadar kalacaksan, o kadar; âhiret için, âhirette ne kadar kalacaksan o kadar çalış" dedi

Akrabâlarından birisi: "Akrabâyız Bana nasîhat verip vasiyet ediniz" dedi Dâvûd-i Tâî hazretleri ağlamaya başladı Bir müddet sonra kendisinde konuşacak hâl buldu ve; "Gece ve gündüz, yolculukta bir konak yeri gibidir Dünyâ ile âhiretin arası bu kadardır Dünyâdan, âhirete mutlaka gideceğimize göre oraya hazırlanmak lâzım Çünkü yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de ondan daha aceledir Ben bunları sana söylüyorum, fakat bu nasîhata, senden çok, benim ihtiyâcım vardır" dedi Nasîhat isteyen birisine; "Ölmüş olanlar seni bekliyor" dedi

Kûfe'de bir cenâze vardı Dâvûd-i Tâî hazretleri de oradaydı Kabristana mevtâyı defnettikten sonra, oradaki insanlar Dâvûd-i Tâî'nin etrâfına toplandılar "Bize biraz nasîhat eder misiniz?" dediler O da "Kim ki, Allahü teâlânın vâd ettiğinden korkarsa arzularına çabuk kavuşur Kimin arzuları çoksa, ona bütün azaplar yakındır Ey kardeşlerim, en büyük sermâye, Allahü teâlânın râzı olduğu bir iş ile meşgûl olmaktır Kabirdekiler, kıyâmet kopunca kabir azâbı kalkacağı için, kıyâmetin çabuk gelmesini beklerler Dünyâdakiler ise; kabirdekilerin pişmanlıklarını bilmedikleri için hep günah işlerler Halbuki onlar da ölünce, dünyâda iken neden çok ibâdet yapmadık, diyerek pişman olacaklar" dedi

Bir gün Dâvûd-i Tâî pazara çıktı Tâze hurmaları gördü Almak istedi, fakat parası yoktu Hurma satıcısına; "Bana, parasını yarın vermek üzere bir dirhemlik hurma ver" dedi Hurmacı da "Veresiye hurma satmıyorum" cevâbını verdi Biraz sonra satıcı, bu kimsenin, Dâvûd-i Tâî hazretleri olduğunu öğrendi Çok üzüldü Hemen Dâvûd-i Tâî'nin bulunduğu yeri öğrenip, yanına geldi İçinde yüz dirhem olan bir kese uzatarak; "Kusurumu bağışlayınız Biraz önce ben sizi tanıyamadım Bir dirhemlik hurma istediniz, vermemiştim Şimdi ise size, yüz dirhem hediye ediyorum, ihtiyâcınıza harcarsınız, lütfen kabûl buyurunuz" deyince, Dâvûd-i Tâî hazretleri; "Benim bunlara ihtiyâcım yoktur Nefsimin istekleri yerine gelecek mi diye tecrübe için yapmıştım Elhamdülillah, nefsimin isteği yerine gelmedi ve bu dünyâda bir dirhemlik bile îtibârının olmadığını gördü" buyurdu Dâvûd-i Tâî hazretleri bir kabrin yanından geçiyordu Bir ses işitti: "Ben zekât vermedim mi? Namaz kılmadım mı? Oruç tutmadım mı? Falan falan hayırlı işleri yapmadım mı?" diyordu Bir ses ona cevap verip; "Evet yaptın ey Allahü teâlânın düşmanı! Fakat yalnız kalınca, Allahü teâlâya karşı geldin Allahü teâlânın seni gördüğünü düşünüp O'ndan korkmadın" diyordu

Dâvûd-i Tâî hazretleri dünyâya önem vermediği gibi elinde olanları da yetim veya fakirlere tasadduk ederdi Kendisi muhtaç hâle gelinceye kadar verirdi Kırk sene müddetle bayram günleri hâriç oruç tuttu Yakınlarından hiç kimsenin haberi bile olmadı



Alıntı Yaparak Cevapla