Prof. Dr. Sinsi
|
Mevlâna’Nın Tebrizli Güneşi Şems
Zorla elde edilen bir iknadan sonra Sultan Veled kendiliğinden, aşk ve istekle Şems’in üzengisi yanında yaya olarak hareket etti Konya’nın girişinde, Mevlâna, umera ve ulemayla beraber onları karşılamaya çıktı O ana kadar, ayrılık ateşiyle körüklenen Mevlâna, şimdi ise mecazda maşukla buluşma atmosferini teneffüs etmeye başladı ve artık bambaşka bir iştiyak hali yaşıyordu İki gerçek güneş (Mevlâna ve Şems) bu hal üzerine birbiriyle ilk karşılaşmayla Şems, Sultan Veled’den memnuniyetini ifade etti
Bir müddet sonra Şems-i Tebrizî, Mevlâna’nın yetiştirmesi olan Kimya adında bir kız ile evlenmek isteğini, Mevlâna memnuniyetle kabul etti Kış olduğu için holun sofasında bir yer hazırlattı O kış orasını kendisine oda edindi Mevlâna’nın oğlu Alâeddin Çelebi (ö 661/1262), her zaman baba ve annesinin elini öpmeye geliyor ve sofadan geçip hole gidiyordu Şems’in velilik kıskançlığı harekete geçiyordu Nihayet bir gün Alâeddin’e: “Ey gözümün nuru! Her ne kadar dış ve iç edeple süslenmiş isen de, bundan böyle bu evde hesaplı gidip gelmen gerekir” dedi Bu söz üzerine, gücenen Alâeddin, duygularını kontrol edemeyip dışarı çıkınca bir topluluğa bunu anlattı ve bunlar fırsatı kullanarak aralarında gizli tuttukları planlarını harekete geçirdi ve “Garip bir iştir, bilgi peşinde çok gezen bu kişi gelmiş, Hüdavendigâr’ın evine girip onun oğlu ve göz bebeğini kendi evine sokmuyor” dediler Bunun genel sonucunda gerek ortaya atılan gerekse yüzüne karşı yapılan söylenti ve hareketlerden bunalan Şems, bir gün Sultan Veled’e bahsedip: “Bu sefer, izimi hiçbir yaratığın bulamayacağı şekilde kaybolacağım bilinsin” dedi ve hemen o süre içinde kayboldu Mevlâna, sabahleyin medreseye girip de evi boş bulup “kadim” dostu Şems’i göremeyince Sultan Veled’in evine koştu ve: “Bahaeddin! Ne uyumuşsun, kalk şeyhini ara; zira yine burnumun onun güzel kokularından mahrum kaldığını görüyorum” dedi
Kayboluş/Son Gidiş veya Ruhun Bedenden Uçuşu
Artık suyunu gereği kadar tutan barajın bendi yıkılmış ve Aşk pınarının suyuyla arzın sulanma vakti geldiği için, Şems aradan çekilmiştir
Şems’in aniden ortadan kaybolması veya öldürülmesi günümüze kadar Mevlâna ile ilgili her araştırmanın muhtevasında önemli bir yer tutar Şems’le ilgili incelemelerin sonucunda herkes tarafından onaylanmasa da onun şehit edildiği yönündeki haber ve rivayetler bizce daha makul gözüküyor
Şems’in öldürülüş sırrı, Mevlâna hayattayken yalnız Sultan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış, ancak Mevlâna’nın vefatından sonra Eflakî’ye (ö 761/1360) söylenmiş, o da bunu eserine kaydetmişti Mevlâna’nın vefatından sonra da Şems’in üzerine türbe yaptırılmış, yine de (burada mezar var) denmemiş, Mevlâna’nın ruhu incinir diye kimse Şems’in şehit edildiğinden bahsetmemiş, gerçekleri bilen dervişler “Şems kayboldu, burası da türbe değil makamdır” demekten başka bir şey yapmamışlardır
Şems’in Kayboluşunun Mevlâna’daki Yansımaları
Şems’in Konya’dan aniden ve habersiz ayrılışından sonra Mevlâna’nın yazdığı şiir ve gazellerde, onun öldürülmüş olduğuna dair bir işarete rastlanılmamaktadır “Olaydan kırk gün sonra Mevlâna başındaki beyaz sarığı atıyor; duman renkli sarık sarıyor ve matem nişanesi olan Yemen hırkası, Hint ferecisi giyinerek ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti devam ettiriyor ”
Şems’in öldüğü söylentilerine, Mevlâna uzun süre inanamamış, Divan-ı Kebir’in en içli ve hazin şiirlerini söylemiştir Bu olay ve konu ile ilgili bir rubâisinde oldukça hüzünlüdür:
Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi! Kimdir o? Ümit söndü, ateş öldü dedi…
Mel’un, dama çıktı yumdu bir an gözünü, Düşmandı ya Şems’e “Bak güneş öldü dedi”
Şems-i Tebrizî’nin ayrılığının arkasından Mevlâna çok defa onun ismini kullanarak, bazen onun ağzından Divan-ı Kebir’in birçok gazel ve rubâilerini terennüm edip kaleme almıştır Burada Şems’i sembol gibi göstererek ilâhî aşkı, vahdet-i vücud görüşü içinde “yanmış” bir ruhun duygularını dillendirmiştir
Görünmeyen Âlemin İnsanı Şems’in Ulaştığı Aşkın Hâli
Gizemli ve sıra dışı bir sufî olan Şems, belli bir yerde uzun süre kalmayan zor isimdir Zor bilmeceler, manası derin sorularla insanın beynine bir şüphe kurdu soktuktan sonra aniden kaybolmuştur Şems, uykuda olan gönüllere kozmik bir şok uygulamış ve bu hareketiyle Mevlâna’da büyük bir ilgi meydana getirmiştir
Mevlâna, Şems’i, özgür ruhlu ve çekici bir insan olmanın yanı sıra, içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayabilen bir kişi olarak görür Şems sırların sırrı ve aydınlanmanın nurudur
Kendisini gizlemesine rağmen o, olgun, olgunlaştıran, söz (kal), hâl ve keşif sahibi bir Allah dostuydu Bunun için ona ilâhî bilgi ve hakikat arayıcıları müracaat ederdi Cennet yolcularına keşif ve vuslat yolunun istikametini tahayyül ettirirdi
Şems’i, onunla ilgili araştırmacıların sandığı ve tanıttıkları gibi basit bir Bâtınî dervişi olarak görmek, onu hafife almak anlamına gelir Zira çocukluktan beri aşkın varlıkla olan -madde evrenini aşan- kaynaşmasıyla o, yüzyılların yetiştirdiği büyük gönül sultanları arasında üstün vasıflarla donatılmış irfan ehli bir âriftir Aksi durumda, Mevlâna gibi zâhir ve bâtın ilimlerinde yüksek derecelere ermiş, zamanında müderrislik ve müftülük mertebelerine yükselmiş seçkin bir insanı, ilahî bir aşk ve iştiyak ateşiyle yakıp pişirebilir miydi? Şems’in sözle anlatılamayan cazibesi, Mevlâna’ya bütün normal hayatını alt üst ederek, işini gücünü, medresesini ihmal ettirerek, onu madde âleminin sonlandığı başka bir âleme götüren; ona mânâ âleminin perdelerini ve kapılarını aralayan bu Tebrizli Âşık olmuştur
Mevlâna, Şems’i özgür, evrensel insan olarak, içsel varlık düzeyinde bir okyanus kadar çok sembolü anlayan bir kişi olarak tasvir eder Mevlâna’ya göre Şems, çokluğun arkasındaki birliği görmüş ve birliğin nasıl çokluğa dönüştüğünü anlamıştı Varlıktaki vahdetle kesret arasında gidip gelmeleri varlığına sindiren Şems, kendisinin görünen âlemin üstünde var edilmiş bir varlık olduğunun farkındaydı Dünyevî bir varlığın kolaylıkla taşıyamayacağı ağırlığın yükünü kanıksamıştı Hayatı, bütün varlığı ve hayatın özünü tecrübe etmişti
|