Konu: Kâzerûnî
Yalnız Mesajı Göster

Kâzerûnî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kâzerûnî




KÂZERÛNÎ

Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî İsmi İbrâhim bin Şehriyâr'dır Annesinin ismi Bânuveyh bin Mehdî'dir Ebû İshak künyesiyle ve Kâzerûnî nisbesiyle meşhûr olmuştur 963 (H352) senesi Ramazân-ı şerîf ayında Şîrâz civârındaki Kâzerûn kasabasında doğdu 1034 (H 426) senesinde Kâzerûn'da vefât ettiKabri oradadır

Mecûsî bir âileye mensûb olan Ebû İshak Kâzerûnî'nin babası sonradan hidâyete kavuşup müslüman olmakla şereflendi Müslüman bir anne babadan dünyâya gelen Kâzerûnî'nin doğumundan îtibâren üstün halleri görülmeye başladı Onun dünyâya geldiği gece doğduğu evden göğe doğru yükselen bir nûr görüldü Bu nûr sütununun dalları etrâfı aydınlatıyorduAnnesi onu emzirmek istedi Fakat Ramazan-ı şerîf ayı olduğu için emmedi Bu hâli Ramazan ayı boyunca devâm etti Gündüzleri annesini emmiyor, geceleri emiyordu Ayrıca kardeşi emip karnını doyurmadan emmiyordu Bu da onun büyük bir zât olacağının ilk işâretleriydi

Ebû İshâk Kâzerûnî'nin, babası müslüman olduğu halde dedesiMecûsî yâni ateşperest idi Babası onun ilk olarak Kur'ân-ı kerîm öğrenmesini isteyince, dedesi; "Ona bir sanat öğretmek daha iyi olur" diyerek mâni olmaya çalıştı Küçük İbrâhim ise Kur'ân-ı kerîm okumak istiyordu Anne, baba ve dedesiyle meseleyi konuştuktan sonra, dedesini râzı etti Çünkü ilim tahsiline karşı şiddetli bir arzu duyuyordu Çocuk yaşında ilim tahsiline başlayıp, Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrendi Okumaya gittiği sırada diğer çocuklardan daha gayretli olup derste hepsinden erken hazır bulunuyordu

Kur'ân-ı kerîm okumayı ve temel dînî bilgileri öğrenip, diğer ilimleri tahsîl etmeye başlayacağı sırada büyük bir âlim bulup ondan ilim ve feyz almayı arzu etti

Bunun için Ebû AbdullahHafif'in derslerine devâm etti Zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl etti Ayrıca Ebû Ali bin Hüseyin Fîrûzâbâdî el-Akkar, Ebü'l-Hasan Ali bin Cehdim Hemedânî ve başka âlimlerden çeşitli ilimleri tahsil etti Hadîs âlimlerinden birçoğu ile görüştü Şîraz, Basra, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti, velîlerin sohbetlerinde bulundu Zâhirî ilimlerde derin âlim, bâtın (kalp) ilimlerinde de yüksek bir velî oldu

Haram ve şüphelilerden sakınmakta, ince din bilgilerini çözmekte ve büyük âlimlerin eserlerini anlayıp îzah etmekte emsalsiz hâle geldi

Nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya çalıştı Şefkat, merhamet, güzel ahlâk ve cömertlikte yüksek dereceye ulaştı Zamânın sultanları onu çok sevip saydılar ve onun nasihatleriyle hareket etmeye çalıştılar İlimdeki ve mârifetteki yüksek derecesi sebebiyle "Sultân-ül-Evliyâ" ve "Kutb-ül-Aktâb" ünvanlarıyla meşhûr oldu

Kendisine hakâret edenlere, inkârcılık yapanlara elinden geldiğince hep tatlı söz, güler yüz gösterip hepsine hayır duâda bulundu İyi-kötü herkese, güneş gibi ışıklarını yaydı İyilik ve ihsânlarını kimseden esirgemezdi Zayıf, güçsüz, yetim ve fakirlere elinden geldiğince yardım eder ve sığınak olur, görüp gözetirdi Mübârek nefeslerinin bereketi bütün âlemi kuşattığından, Mekke-i mükerremeden Kirman'a kadar pekçok garip, seyyid ve derviş dergahına koşmuştu Ebû İshakKâzerûnî hazretleri her hâliyle örnek bir müslümandı Derdi, üzüntüsü olanlar onu görünce neşeyle dolar, gam ve kederleri silinir, zâlimler zulmünü terk ederdi Günahkârların pekçoğu onu bir defâ görmekle tövbe-i nasûh ederlerdi Gâyet sâde giyinir, halk içinde hep Hak teâlâ ile olurdu

Cömert ve kerem sâhibi olan Kâzerûnî hazretleri, çok misâfirperverdi Maddî yönden zayıf olduğunu bilen babası ona; "Sen fakirsin, gelen misâfirleri ağırlama gücüne sâhip değilsin, sonra bu işte acz içine düşmeyesin" deyince, Kâzerûnî hazretleri cevap vermedi Derken Ramazân-ı şerîf ayında bir misâfir topluluk geldiKâzerûnî'nin evinde bir şey yoktu Akşam yaklaşmıştı O anda biri içeri girdi Ekmek, muz ve incir bulunan büyük bir çantayı bırakıp: "Bunu dervişlere ve misâfirlere ikrâm et" dedi Bu hâli gören babası oğluna dönerek; "Gücün yettiği kadar insanlara hizmet et Zîrâ Hak teâlâ seni yalnız bırakmayacaktır" dedi

Ebû İshak Kâzerûnî, Kâzerûn'da dîn-i İslâma hizmet yolunda ve Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında pekçok gayret sarf etti O devirde Kâzerûn ve civârı, putperest ve ateşperest sapık müşriklerle doluydu Müslümanlar azınlıktaydılar Onun irşâd faâliyetleri netîcesinde Kâzerûn ve etrâf memleketlerde îmân nûru parlayıp müslümanlar çoğaldı Her tarafta birçok vakıf müesseseleri kuruldu Kâzerûnî'nin sohbetinde yetişen talebeleri, İslâm dîninin güzel ahlâkını yaymak için seferber oldular Cihâd niyetiyle civâr beldelere dağıldılar Kâzerûnî, talebelerinden ve sevdiklerinden bir ordu hazırladı Kendisi de birçok gazâlara katılıp, ilâ-yı kelîmetullah, Allahü teâlânın dîninin yayılması yolunda, insanları küfür karanlıkları ve ebedî Cehennem azâbından kurtarmak için, ilim ve kılıçla cihâd etti Az zaman sonra hidâyet nûruna kavuşanlar çoğaldı Binlerce putperest, grup grup Kâzerûnî'nin huzûrunda îmâna geldi Kendisi de Cumâ günleri toplanan orduya vâz ve nasîhatlerde bulunurdu Onlara cihâd ve gazânın fazîletini anlatıp cihâda teşvik ederdi Mücâhidler, bu vâzları sâyesinde aşka gelip, ihlâs ile kâfirler üzerine yürüyüp zaferler kazandılar Bir çok ganîmet elde ettiler

Kâzerûnî her yıl mücâhidleri bizzat teftiş ederek onların silâhlandırılması, giyim-kuşamı ile yakından meşgûl olurdu Ordusu sefere gittiğinde kendisi mânevî başkumandan olarak devamlı duâ ederdi Mücâhid ordusu, Hindistan ve Çin'e kadar gitti Bir kısmı da Anadolu'ya gelerek Rumlarla cihâd etti BöyleceAnadolu'da İslâmiyetin yayılmasına çalıştılar Mücâhidler bir defâsında Rumlarla yapılan bir harpte zor durumda kalmışlardı Hemen hocaları Şeyh Ebû İshâk Kâzerûnî'nin rûhâniyetinden yardım istediler O sırada Kâzerûnî mescidde idi Âniden kalkıp asâsını eline alarak dışarı çıktı Askerin gittiği tarafa yönelip kayboldu Tam bu esnâda mücâhidler, heybetli bir süvârinin düşman saflarını darmadağın ettiğini gördüler Bu hâl, müslümanların kalblerine kuvvet verdi Nihâyet hocalarının yardımıyla düşman kuşatmasından kurtuldular

Kâzerûnî tekrar mescide döndüğünde, mescidde bulunanlar; "Efendim bu hâl nedir? Bir an mescidden çıkıp kayboldunuz" diye sordular "O saatteİslâm ordusu Rum diyârında esir düşmek üzereydi Yardım istediler, yardıma gittim" buyurduMescidde bulunanlar bu vak'anın olduğu gün ve saati kaydettiler Daha sonra İslâm ordusu kâfirlerle cihâddan dönünce bu hâli sordular Onlar da; "Kâfirlerle savaşa başladığımızda biz az, düşman çok kalabalıktı Çok kahramanlık ve cengâverlik göstermemize rağmen, bir yiğide yüz kâfir düşüyordu Bir anda topluca hücûma geçip bizi çepeçevre kuşattılar O anda hâtırımıza hocamız geldi ve yardım istedik Hemen heybetli bir süvârinin düşman saflarını darmadağın ettiğini gördük Kâfir ordusu kırılarak hezîmete uğradı Böylece gâlib geldik Ondan sonra o süvâri geldiği gibi kayboldu dediler Söyledikleri saat Kâzerûnî'nin kaybolduğu saatti

Ebû İshâk Kâzerûnî'nin tâlim ve terbiyesinde yetişip cihâd için her tarafa dağılan mücâhidler, gittikleri yerlerde, limanlarda, dergâhlar ve ilim yuvaları inşâ ettiler Bu faâliyet ve gayret, "Kâzerûniyye yolu" adı ile anılıp meşhûr oldu Ebû İshâk Kâzerûnî ve talebeleri bilhassa vakfiyelerin inşâ ve inkişâfında (yapılıp yayılmasında) rehber oldular

Kâzerûnî hazretlerinin birçok olgun talebeleri ve halifeleri vardı Bunlar; Ebü'l-Hasan Ali bin Fadl, Ebü'l-Abbâs bin Fadl, Muhammed bin İbrâhim, Ebû Abdullah Muhammed bin Dehzûr Mayinî, Ebû Abdullah Muhammed bin Cüzeyn, Hüseyin Sagîr, Ebû Ali Hüseyin Kebir, Hasan bin Ali, Hasan bin Ferhan Kâzerûnî, Ebü'l-Kâsım Kefşen Kâzerûnî, Hasan bin Merdsad, Ahmet bin Firûz gibi âlim, faziletli, ârif ve velî-yi kâmil zatlardı Bu talebeleri Hindistan, İran ve Anadolu'nun doğu bölgelerinin îmân ve hidâyet nûrlarıyla aydınlanmasına sebeb oldular

Ebû İshâk Kâzerûnî, zengin müslümanları hayra teşvik edip, vakıfların yapılmasını sağladı Çeşitli beldelerde yüzlerce dergâh, ribât, hânekâh yaptırdı Buralarda muhtaçlara yemekler dağıtıldı Bu ribât ve vakfiyelerde ilim ve edeb öğretildi, cihad rûhu aşılandı Gerek sağlığında gerekse vefâtından sonra Müslüman hükümdârlar, Kâzerûniyye yolunu teşvik edip, çeşitli vakıflar yaptılar Bilhassa; Bursa, Konya,Erzurum ve Şam gibi beldelerde zâviyeler çoğaldı Sultan Yıldırım Bâyezîd Han da, Bursa'da Kalealtı (yâhut Tahtakale) denilen yer arkasında Ebû İshâk alemdârlarına mahsûs bir Zâviye-i âlî tahsîs etti Vakfiyesinde; "Bunu Şeyh Ebû İshâk Kâzerûnî eshâbına âdet olduğu vechile, gelen misâfirlerin, mukîmlerin mümkün olduğu derecede îzâz ve ikrâmları hizmetlerinin îfâsı için vakfetti" denilmektedir

Gerek seferde gerek sulh zamânında insanlara vâz ve nasîhat ederek onların dünyâda ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermesi için çalışan Kâzerûnî hazretleri talebelerine nasîhat ederek buyurdu ki:

"Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım vardır Mutlaka tutunuz Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr olup, itâat ediniz Kur'ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve yasaklarını gözetiniz Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz Birbirinizle dost olunuz Birbirinizle muhabbetli olunuz Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz Birbirinizden uzak düşer parçalanırsınız"

"Bu iki parmağımın yanyana durması gibi îmân ve muhabbet birliktedir Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi de mutlaka lâzımdır Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz Din kardeşlerinizi seviniz Yakındayken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz"

"Alahü teâlânın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz"

"Şu üç grup insan aslâ iflâh olmaz, salâh ve seâdete kavuşamaz: Allahü teâlânın kendisine bahşettiği nîmetleri onun lâyık kullarından esirgeyip cimrilik yapanlar Hak teâlâya ibâdet edip de sonra bundan şikâyet edenler Bunlar; "Eğer benim ibâdetimin Hak teâlâ indinde değeri olsaydı ve kabûl görseydi, ben bu dünyâda berhüdâr olur, murâdıma ererdim" diye düşünüp üzülenler ve bu yüzden mahrum kalanlardır Üçüncüsü ise, tembellik ve gevşeklikleri yüzünden ibâdet, hizmet ve tâatten zevk alamazlar, bu sebeble bunları tam yapamaz, yerine getiremezler"

"Her kim nefis kuşunun etini severse, yâni nefsine düşkün olursa, onun gönlü gayb âlemi fezâlarına aslâ yükselemez ve yüce alemlerde uçmaktan mahrûm kalır"

"Faydalı veya zararlı olan altın veya gümüş değil, bunların kullanış ve sarf ediliş şekilleridir Helâl kazanıp helâl yere sarfediniz"

"İki lirayı gözlerinize koyun, gözleriniz dışarıyı göremez olur Peki ya binlerce lira ve parayı kalbine koyan, bunlara muhabbet edenin hâli nice olur"

Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri gençliğinde hep oruç tutar, sâdece ekmekle iftâr ederdiNefsinin isteklerine karşı çıkardı Önceleri arasıra et yerdiSonra et yemeyi terk etti Buna sebep şu hâdise oldu:

Kâzerûnî hazretleri hac yolculuğu sırasında Basra'ya geldi Orada tasavvuf ehlinden bir toplulukla karşılaştı Onların toplantısına katıldı Ziyâfet verildi Bu arada sofraya et getirildiSofrada bulunanlar eti yediği halde Kâzerûnî hazretleri yemedi Hac ibâdetini edâ edip geri memleketine döndükten sonra bir gün canı et yemek istedi Bir parça pişmiş eti alıp tam yiyeceği sırada kendi kendine "Ey nefsim! Ey İbrâhim! O zaman insanlar arasında ziyâfette et yemedin ve onlara gösteriş yapmış oldun Şimdi onların arasında değil de yalnız başınasın ve et yemeye hazırlanıyorsun Açıktan yapmadığın bir şeyi gizlice yapıyorsun Sana yazıklar olsun" dedi Elini hemen etten çekti Allahü teâlâya artık et yemeyeceğim diye söz verdi O günden sonra ağzına et koymadı

Kâzerûnî hazretleri insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattıktan ve Allah yolunda cihâd ettikten sonraki zamanlarını insanlardan uzak olarak ibâdet ve tâatla geçirirdi Bu hususta da şöyle buyururdu: "Çok zarûrî bir işiniz olmadıkça, evinizden dışarı çıkmayınız Yoldan, çarşıdan, kalabalıktan ve dünyâ erbâbı olan kimselerin yakınından geçmeyiniz Onları görünce, kalbiniz belki meyledip, Allahü teâlâyı anmaktan mahrum kalır"

Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri bir gün talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: "Siz kendi evinizde ve arkadaşlarınızın evinde bulunduğunuz zaman önünüze yemek veya yiyecek bir şey getirilirse yalnız yemeyiniz" Orada bulunanlardan birisi şöyle anlattı: "Ben her Cumâ günü namazdan sonra hocamın hizmetini görür, sonra izin alır, annemin yanına giderdim Bir Cuma günü yine aynı şekilde yaptım Cumâ namazından sonra hocamdan izin alıp annemi ziyârete gittim Eve varıp hürmetle annemin ellerini öptüm, duâsını alıp oturdum Annem gidip biraz hurma getirdi ve önüme koydu Yememi söyledi Ben yemedim Annem çok ısrar etti"

"Şunu senin için saklamıştım" dedi Annemin bu ısrarı üzerine hocamın bize olan nasîhatlerini anlattım Annem; "Oğlum Benim hatırım için şu birkaç hurmayı yiyiver Senin hocan bunu nereden bilecek" dedi Annemin ısrarına dayanamayıp bir tâne hurma yedim Fakat kalbime bir sıkıntı çöktü Bir müddet sonra annemden izin alıp hocamın huzûruna döndüm Selâm verdim Hocam Kâzerûnî selâmımı aldıktan sonra; "Annenin yanında bulunduğun sırada neler yaptın ve ne yedin?" diye sordu Ben sessiz kaldım Hocam devam ederek yüzüme baktı ve; "Orada bir hurma yedin" buyurdu Hocamın bu sözü üzerine içimi öyle bir heybet ve korku kapladı ki, târif edemem O günden sonra hiçbir hâlimin, işimin ve sözümün hocama gizli olmadığına ve her şeyimizi ânında görmekte olduklarına olan yakînim arttı O hatâmdan dolayı tövbe ve istiğfâr ettim O andan îtibâren arkadaşlarımdan ayrı hiçbir şey yemedim

Ebû İshak Kâzerûnî hazretlerinin zamânındaBasra'da Yahyâ bin Hasan adında, bir mescid imâmı vardı Şeyh Kâzerûnî hazretlerinin oturduğu beldeye geldiSabah namazı vaktiydi Kâzerûnî hazretlerinin mescidine girdi Kâzerûnî hazretleri imâm olmuş namaz kıldırıyordu Yahyâ bin Hasan da ona uyarak namaza durdu Kâzerûnî, okuduğu uzun bir sûrede bir âyeti unutarak okumadı Bunu fark eden Yahyâ bin Hasan kendi kendine; "Yazıklar olsun bana Buraya kadar boşuna yorulmuşum Tâ Basra'dan buraya bu adamı ziyârete geldim Halbuki o namazda okuduğu sûreyi yanlış okuyor Kur'ân-ı kerîmi doğru okuyamayan kimsenin ne fazileti olabilir? Buraya geldiğime pişman oldum" diye düşündü Şeyh Kâzerûnî hazretleri namazdan ve duâdan sonra o kimseyi yanına çağırdı ve buyurdu ki: "Gördüğünüz gibi bizler hatâ işleyip duruyoruz Âdemoğluyuz Âdemoğlu unutkanlıktan kurtulamaz" buyurdu Yahya bin Hasan ismindeki kimse Kâzerûnî hazretlerinin kerâmet olarak, namazda iken kendi kalbinden geçenleri bildiğini anladı Düşündüklerine tövbe edip özür diledi

Zamânın devlet adamlarından Ebü'l-Fadl Büveyh-i Deylemî bir gün Ebû İshak Kâzerûnî hazretlerini ziyârete gitti Görüşme esnâsında Şeyh hazretleri ona dönüp; "Şarabı içmekten vazgeçip tövbe et" diye nasîhat ettiEbü'l-Fadl; "İmkânı yok efendim Ben şarab içmeyi bırakamam Çünkü ben, hükümdârımız Fahrü'l-Mülk'ün en yakını, nedîmiyim Onunla iyi görüşürüm Oturup beraber şarab içeriz Benim şarabı bırakmama vezirler râzı olmazlar Buna gücüm yetmez" dedi Kâzerûnî hazretleri buyurdu ki: "Sen şarab içmekten vazgeçip, benim yanımda tövbe et Hükümdarın ve vezirlerin yanına vardığın zaman, ziyâfette içki verdiklerinde hemen bizi hatırla"Ebü'l-Fadl, Şeyh hazretlerinin sözünü dinleyip içki içmekten vaz geçti ve geçmişteki günahlarına da onun huzûrunda tövbe etti



Alıntı Yaparak Cevapla