Yalnız Mesajı Göster

Tâc-Ül-Ârifîn (Ebü'l-Vefâ)

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tâc-Ül-Ârifîn (Ebü'l-Vefâ)




TÂC-ÜL-ÂRİFÎN (Ebü'l-Vefâ)

Evliyânın büyüklerinden olup seyyiddir Künyesi Ebü'l-Vefâ, ismi Muhammed, lakabı Tâc-ül-Ârifîn'dir Kakis diye de anılır Seyyid Ebü'l-Vefâ 1026 (H417) senesi Receb ayının on ikinci günü Irak'ın Kusende denilen mevkiinde dünyâya geldi Seyyid Ebü'l-Vefâ, kerâmet ve hârikada asrının reîsiydi Zamânın birçok âlimleri ondan istifâde etti ve feyz aldı Binlerce talebesi vardı 1107 (H501) senesi Rebî'ülâhir ayının yirminci günü, seksen dört yaşında iken Bağdat'ta vefât etti Cenâzesini Adiyy binMüsâfir yıkadı, kefenledi ve defnetti

Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretlerinin babasının ismi, Seyyid Muhammed Arîzî olup, zamânının büyük velîlerinden idi Yaşadığı beldenin hâkimi, seyyidlere çok eziyet vermeye başlayınca, orayı terk ederek Benî-Nercis kabîlesinin yaşadığı köye yerleşti Bu kabîlede yaşayanlar, dînî yönden çok zayıf idiler Seyyid Muhammed Arîzî, akşam, yatsı ve sabah ezânlarını okuyarak, namaz kıldı Ezân sesini duyan oradaki halkın, cenâb-ı Hakk'ın izniyle, kalbleri yumuşadı ve hepsi namaz kılmaya başladı Oranın halkı Seyyid Muhammed Arîzî hazretlerini göndermeyerek, beldelerinde yerleşmesini sağladılar Benî-Nercis kabîlesinin reîsi Ömer bin Şirküve bin Ebî Ammâr Nercî'nin Fâtıma isimli bir kızı vardı KünyesiÜmmü Gülsüm idi Seyyid Muhammed Arîzî bununla evlendi

Bir süre sonra Seyyid Muhammed Arîzî hastalandı Bu hastalığının ölüm hastalığı olduğunu anladı Bulunduğu beldenin halkını çağırarak onlara; "Doğru yoldan ayrılmayın Size gösterdiğim yol üzere olun ve bu yolda ilerleyin" diye vasiyette bulundu Hanımına ise;"Yâ hâtun! Erkek bir çocuk dünyâya getirsen gerek Bu çocuk, büyüyünce yüce bir zât olur Çok kerâmetleri görülür ve pekçok kimselere doğru yolu gösterir ve kerâmetlerinin bâzıları daha doğmadan görülür Bunları bilesin ve bundan gâfil olmayasın" diye vasiyet etti Vefâtından sonra, o beldenin halkı oradan göç etti Bu göç esnâsında, yolları bir bostan kenarından geçtiKâfileden birkaç kişi, bostandan izinsiz kavun aldılar Kesip kervandakilere dağıttılar Bir parça da Seyyid Ebü'l-Vefâ'nın annesine verdiler Annesi o kavunun sâhibinden izinsiz alındığından habersiz olduğu için verilen parçayı yedi O kavun parçasını yedikten sonra, hemen karnında bir ağrı meydana geldi ve yediklerini çıkarmak için istifrâ etti Bu durum kabîlenin ileri gelenlerine anlatılınca, SeyyidMuhammed Arîzî hazretlerinin söylemiş olduğu, doğum öncesi kerâmetlerinin görüldüğünü anladılar Bir süre sonra kâfileyi eşkıyâlar bastı ve bütün eşyâlarını aldılar Kâfiledekiler çâresiz, üzüntülü bir şekilde dururlarken, Allahü teâlânın izniyle, eşkıyâların karşısına arslanlar ve yırtıcı hayvanlar çıktı Onlara saldırmaya başladı Eşkıyâlar, canlarını kurtarmak için, aldıkları bütün eşyâları bırakıp kaçtılar Kâfiledekiler, eşyâlarına eksiksiz kavuştular

Ebü'l-Vefâ hazretleri, babasının vefâtından iki ay sonra dünyâya geldi Dünyâya gelir gelmez, o beldede bir takım değişiklikler oldu Ekinler gelişti, hayvanlar çoğaldı Her yerde bolluk ve bereket kendini gösterdi Hiç âfet görülmez oldu Beldede herkes zengin oldu

Ebü'l-Vefâ hazretleri, daha bebek iken oruç tutmaya başladı Ramazan ayında, gündüzleri annesinin memesinden süt emmez, sâdece geceleri emerdi Ne zaman Allahü teâlânın ismi zikredilse, başını oynatır, dilini hareket ettirirdi Bebekliğinden îtibâren Allahü teâlâya ibâdet edenEbü'l-Vefâ hazretleri, bir gün annesiyle birlikte bir yere gitmek için yola çıktı Yolda, doğmadan önce annesinin kavun yiyip, o kavunu çıkarmak mecburiyetinde kaldığı ve eşkıyâların baskınına uğradığı yere geldiler Ebü'l-Vefâ annesine; "Ey ana! Burasının neresi olduğunu hatırladın mı?" diye sordu Annesi; "Ey oğul, burasının neresi olduğunu hatırlamadım" diye cevap verdi Bunun üzerine Ebü'l-Vefâ, o günkü hâdiseleri anlatmaya başladı: "Ey anne! Burası, babamın vefâtından sonra göç ederken konakladığınız ve kâfileden birkaç kişinin bostandan kavun çaldıkları yerdir Kavun yerlerken, canın çekmiştir diye sana da vermişlerdi Sen de bilmeden verilen kavunu yemiştin O zaman bana hâmileydin Ben karnında sana ızdırab vermiştim Çünkü haram lokma yemiştin Sonra size eşkıyâlar saldırdı Üzerinizdeki elbiselere varıncaya kadar, her şeyinizi almışlardı Siz, çok üzülmüştünüz Bunun üzerine Allahü teâlâ meleklerine, aslan ve yırtıcı hayvan sûretine girerek eşkıyâların üzerine saldırmalarını emretti Melekler de bu emri yerine getirerek, eşkıyâların üzerine saldırdılar Eşkıyâlar bütün aldıklarını bırakarak kaçtılar Siz de bütün malınıza ve eşyâlarınıza kavuştunuz İşte o yer burasıdır" Annesi bunun üzerine; "Ey oğul!Sen o zaman daha doğmamıştın Bunları nereden biliyorsun?" diye sorunca, Ebü'l-Vefâ; "Bana Allahü teâlâ bildirdi anneciğim" dedi Sonra; "Bana Ramazân-ı şerîfte meme verdin Ben ise memeyi ağzıma alıp emmezdim Çünkü Hak teâlâ bana hidâyet nûruyla muâmele ederdi Bunun için meme emmeye ihtiyâcım kalmazdı O vakit, sen beni hasta sanıp üzülürdün İftar vakti meme emdiğimi görüp, hasta değilmiş diye sevinirdin" deyince, annesi; "Ey oğul! Baban senin için "Çok kerâmetleri görülür" derdi Bunlar, o kerâmetlerden bâzılarıdır" dedi Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Ey ana! Doğru söylüyorsun" dedi

Kendisine Ebü'l-Vefâ denilmesinin sebebi şöyle anlatılır: Ebü'l-Vefâ daha on yaşında iken, Şenbekî hazretleri onun vasıflarını işitip, görmek istedi Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri çoğunlukla tenhâ yerlere gider, buralarda Allahü teâlâya ibâdet ederdi Şenbekî hazretleri, sık ağaçların bulunduğu ormanlık bir yerde onu ibâdet ederken buldu Yanında, bir köpekle arslan birbirleriyle oynuyorlardı Şenbekî hazretleri Ebü'l-Vefâ'nın arkasından yanına vararak selâm verdi Ebü'l-Vefâ hazretleri selâmı aldıktan sonraŞenbekî hazretleri; "Sana bir suâlim vardı Şimdi iki oldu" dedi Ebü'l-Vefâ; "Buyur, kaç suâl sorarsan sor!" deyince,Şenbekî hazretleri; "Arslanla köpek yaradılış îtibâriyle birbirine düşmandır Hâl böyle iken, nasıl oluyor da senin köpeğinle bu arslan oynuyor, bunun sebebi nedir?" diye sorduSeyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Allahü teâlâ kudret ve inâyeti ile kalbimi temizlediğinden beri, köpeğimle bu arslan dost ve arkadaş oldu" dediŞenbekî hazretleri; "İkinci suâlim ise, herkesin bir derecesi vardır Sana selâm verdim Selâmımı iâde ederken niçin ayağa kalkıp, bana doğru dönüp de selâmımı iâde etmedin?" diye sorunca, Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Yâ Şenbekî! Bu hususta Allahü teâlâ meâlen şöyle buyuruyor: "Evlere kapılarından gelin ve Allahtan korkun ki, kurtulasınız" (Bekara sûresi: 189) Eğer sen karşımdan gelseydin, senin selâmını iâde ederken ayağa kalkardım Fakat sen, âdet olanın aksini yaparak arkamdan geldin Ben de senin bu hareketinin karşılığında, ayağa kalkmadan selâmını aldım" diye cevap verdi

Daha sonra Ebü'l-Vefâ hazretlerinin evine berâber gelip, bir süre sohbet ettiler Sonra Şenbekî hazretleri; "Ey Muhammed! Sende nihâyetsiz bir nur müşâhede ettim ve başının üzerinde Hak teâlânın nûrundan bir alem gördüm ki, kıyâmete kadar senin evlâdının kerâmetleri zâhir olup, dillerde söylense gerektir Sana bu müjdeyi vermeye ve talebeliğime dâvete geldim" dedi Ebü'l-Vefâ hazretleri de; "Annemden izin alıp öyle geleyim" dedi Bir süre sonra annesinden izin alarak, Şenbekî hazretlerinin yanına gitmek için yola çıktı Yolda, bütün hayvanlar ona selâm verirdi Huzûruna vardığında Şenbekî hazretleri; "Merhabâ Ebü'l-Vefâ'ya! Ahdine vefâ eyledi, sözünde durdu" dedi Bunun üzerine ona, Ebü'l-Vefâ künyesi verildi

Tâc-ül-Ârifîn lakabının verilmesi ise şöyle anlatılır: Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri ile hocası, bir gün inzivâya çekildiler Üç gün kimse ile görüşmeden sohbet ettiler Dördüncü gün hocası ona, "Yâ Ebü'l-Vefâ! Her yıl bu gece, bütün ricâl-i gayb ehli, falan yerdeki sahrada hazır bulunurlar Orada Peygamber efendimiz de onlarla berâber bulunur Şâyet o gecenin mânevî feyzinden nasîbini almak istersen, bu gece orada hazır bulunalım" dedi Seyyid Ebü'l-Vefâ bu teklifi kabûl etti Gece vakti olunca, hocası ve Seyyid Ebü'l-Vefâ o sahraya çıktılar Orada birçok evliyânın ibâdet ettiklerini, niyazda bulunduklarını gördüler Onlar da bu grubun içine girerek ibâdetle meşgûl olmaya başladılar

Bu esnâda gök gürültüsünü andıran bir ses duyuldu Ondan sonra nurdan bir taç zâhir oldu Onun ışığı her tarafı aydınlattı O nurdan taç, Allah dostu velîlere doğru geldi Orada bulunanlar ona ellerini uzattılar ise de ona erişemediler Nurdan taç, en sonunda Ebü'l-Vefâ hazretlerinin mübârek başına indi Hocası bunun üzerine; "Cenâb-ı Hak'tan gelen bu taç sana mübârek olsun, yâ Tâc-ül-Ârifîn!" dedi Orada bulunanlar da Ebü'l-Vefâ'ya, Tâc-ül-Ârifîn dediler Tâc-ül-Ârifîn ismini alan ilk zât Ebü'l-Vefâ hazretleridir

Derecesi günden güne artan Tâc-ül-Ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretleri, yetiştiği çevrede Arapça konuşulmadığı için, Arapçayı bilmiyordu Bir gece rüyâsında Peygamber efendimiz, mübârek parmağını kendi ağzına götürüp, mübârek tükürüğüne bulaştırarak, Ebü'l-Vefâ'nın ağzına sürdü Sabahleyin kalktığında, o kadar güzel Arapça konuşmaya başladı ki, Arabistan'da doğup büyüyen ve güzel konuşan kimseler onun kadar fasîh ve belîğ konuşamazlardı

Ebü'l-Vefâ hazretleri, hocasının emri ile Buhârâ'ya gitti Orada zâhirî ilimleri tahsil etti Sonra Buhârâ'dan tekrar hocasıŞenbekî hazretlerinin yanına döndü Hocası, Ebü'l-Vefâ'ya çok izzet ve ikrâmda bulundu Orada bulunanlar bu duruma çok şaşırdılar Bunun üzerineŞenbekî hazretleri,Ebü'l-Vefâ'nın üstünlüklerini orada bulunanlara anlattı Hocası, Ebü'l-Vefâ için ırmak kenarında büyük bir ziyâfet verdi Ziyâfette Ebü'l-Vefâ hazretlerini tanımayan birçok kimse bulunuyordu Ziyâfette birçok ilmî konuşmalar yapıldı Bu arada Şenbekî hazretleri; "Allahü teâlânın kulları arasında öyleleri vardır ki, hırkasını suya atsa suya batmaz ve su onu götürmez" dedi ve hırkasını suyun üzerine bıraktı Hırka suda hiç batmadı ve olduğu yerden de bir yere gitmedi Sonra Şenbekî hazretleri kalkıp, o hırkanın üzerinde iki rekat namaz kıldı Allahü teâlânın izniyle, hırka hiç ıslanmamıştı Namazdan sonra hırkasını alıp silkeledi Hırkadan toz döküldü Bunun üzerine Tâc-ül-Ârifîn Ebü'l-Vefâ hırkayı aldı Şenbekî hazretleri, talebesi Ebü'l-Vefâ'nın, kendisinden daha büyük kerâmet göstereceğini biliyorduEbü'l-Vefâ'nın boşluğa bıraktığı hırka, havada durmaya başladı Ebü'l-Vefâ hırkanın üzerine çıkıp, iki rekat namaz kıldı Ebü'l-Vefâ hazretlerinin üzerinde namaz kıldığı bu hırkanın, yerden yüz arşın (50 m) yükseklikte olduğu rivâyet edilir Bu kerâmet, Tâc-ül-Ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretleri hakkında sû-i zanda bulunanları tövbe ettirdi Hocası oradakilere; "Her mürîdin saâdeti şeyhindendir Fakat benim saâdetim, talebem Ebü'l-Vefâ'dandır" buyurdu Ebü'l-Vefâ, hocasıyla birlikte üç gün üç gece sohbet ettikten sonra, üçüncü yolculuğuna çıktı Bu yolculuğu on iki yıl sürdü

Üçüncü seyahatinin sonunda, Allahü teâlânın kudretiyle yolu, Kisrine adıyla bilinen bir köye düştü O köyde Şeyh Acemî adında velî bir zât vardı Kerâmet sâhibi olan bu zâta, o beldenin halkı büyük bir zevk ile hizmet ederdi Şeyh Acemî, o köye gelen misâfiri yemek yemeden göndermezdi Ebü'l-Vefâ hazretleri, bu zâtın evinin yanındaki mescide namaz kılmak için girdiğinde, cemâat namaza durmuştu O da namaza durdu Namaz bittikten sonra Ebü'l-Vefâ hazretleri gitmek isteyince,Acemî hazretleri; "Sizi dâvet ediyorum Fakirhâneye buyurun, yemek yiyelim Dâvete icâbet etmek sünnettir" dedi Bunun üzerine Tâc-ül-Ârifîn Ebü'l-Vefâ dâveti kabûl etti ve Acemî hazretlerinin evine gittiler Birlikte yemek yiyip, sohbet ettiler Aralarında yakınlık hâsıl oldu ve arkadaş oldular Acemî hazretlerinin ısrârı üzerine, SeyyidEbü'l-Vefâ üç gün üç gece orada kaldı Dördüncü gün Acemî hazretleri köyün bütün halkına, SeyyidTâc-ül-Ârifîn'in gitmek istediğini anlattı Bunun üzerine halk, Ebü'l-Vefâ hazretlerine; "Sizden burada yerleşip kalmanızı istirhâm ediyoruz Buradaki müslüman halk, sizden istifâde etsin Sâyenizde birçok kimse hidâyete kavuşsun" diye ısrâr ettiler Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri; "İstihâreye yatayım Allahü teâlâ ne buyurursa ona göre hareket ederim" dedi Bu sırada Acemî hazretleri bu sözü yerinde bularak; "Yâ Seyyid! Bir arzum daha var Bu fakîrin kızını almak için de istihâreye yat Bakalım ne buyrulacak" dedi Ertesi gün Ebü'l-Vefâ; "Bana, ceddim hazret-i Ali'nin kabrine senin ile berâber gitmem ve o ne buyurursa ona göre hareket etmem emir buyruldu" dedi Bunun üzerine Acemî hazretleri ile Ebü'l-Vefâ hazretleri birlikte mezarlığa gittiler Burası hazret-i Ali'nin esas kabr-i şerîfi değildi O gece orada uyudular Ebü'l-Vefâ hazretleri rüyâsında atası hazret-i Ali'yi gördü Hazret-i Ali, ona orada kalıp Acemî'nin kızını almasına izin verdi Ebü'l-Vefâ, sabah oluncaAcemî hazretlerine durumu anlattı Bu duruma çok sevindi ve büyük bir âlim, halk ve sâlihler topluluğu önünde kızını ona nikâhladı Bu hâtunun ismi Huseynâ olup, gâyet güzel, zâhide ve âbide idi Hanımı, Ebü'l-Vefâ hazretlerinin hizmetini görmekle ve ibâdetle meşgûl olurdu



Alıntı Yaparak Cevapla