Prof. Dr. Sinsi
|
Tâc-Ül-Ârifîn (Ebü'l-Vefâ)
Bâzı kimseler halîfeye; "Senin en yakın adamın ve en iyi hizmetçin MuhammedKâdirî, Seyyid Ebü'l-Vefâ'nın en iyi itâat eden talebelerinden olmuş ve senin yanında olmayı ve sana hizmet etmeyi, talebelerin helâsını temizlemeye tercih ediyor Senin adamlarını ayartıp, kendi hizmetinde tutan bu gibi kimseleri şehirde bulundurmanız doğru değildir Eğer biraz daha burada kalırsa, bütün adamlarınızı ayartıp yanında çalıştıracak " dediler Böyle sapık kimselerin sözleri, halîfe üzerinde etkisini gösterdi Ulemâyı toplayarak, onlarla meşveret etti ve onlara; "Nasıl hareket edelim " diye sordu Âlimler sükût edip bâzıları cevap vermediler Sonra bâzıları; "Şehirden uzaklaştıralım" dediler Bâzıları da; "Câmilerde, minberlerde vâz ve nasîhat etmesine ve halkın tövbe etmesi için meclisler tertip etmesine müsâade etmeyiniz " dediler İbn-i Akîl ise; "Yâ Emîr-ül-müminîn! Ulemâ toplansın Bunların herbiri, ayrı ayrı gâyet güç suâller hazırlayıp ona sorsunlar O suâlleri cevaplandırırsa, ne âlâ Yok bu suâlleri cevaplandırmaktan âciz ise, gerisini siz bilirsiniz " dedi İbn-i Akîl'in bu teklifi halîfenin hoşuna gitti ve; "Ne kadar âlim ve büyük fıkıh âlimi var ise toplansınlar İçinden çıkılması zor olan ne kadar güç mesele ve suâl varsa sorsunlar Eğer bu suâllere cevap verebilirse, onu kendi hâline bırakalım Şâyet cevaplandıramazsa, kürsüsünü başına yıkıp şehirden sürelim " dedi SonraSeyyidEbü'l-Vefâ hazretlerine durumu bildirdiler O da; "İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretlerinin türbesinin batı tarafında, gömülü bir minber vardır O minber demirdendir O demir minberi halîfenin topladığı âlimlerin, bana suâl soracakları yere koysunlar Sonra etrâfında ateş yakıp, kıpkırmızı oluncaya kadar kızdırsınlar O minberin üzerine çıkıp, Allahü teâlânın izniyle, soracakları suâllerin hepsinin cevâbını veririm " buyurdu
Onun bu sözleri halîfeye iletildi Halîfenin emri ile o yeri kazdılar Ebü'l-Vefâ hazretlerinin dediği gibi o minberi buldular Binbir güçlükle onu çıkarıp, geniş bir alana koydular Etrâfına ve yanına çok büyük odunlar yığdılar Sonra odunları ateşe verdiler Ateş, üç gün üç gece yandı Minber ateşin tesiriyle kıpkırmızı oldu Bağdat halkı, o alanda toplandı Halîfenin ve ulemânın oturacağı yerin yakınındaki ateşi temizlediler Halîfe minbere yakın bir yere oturdu Halkın birçoğu;"Kıpkırmızı olmuş demire, insanoğlunun yaklaşması hiç mümkün mü? Nerde kaldı üzerine çıkıp oturmak ve kendisine sorulan suâllere cevap vermek " dediler Halîfeye daha önce SeyyidEbü'l-Vefâ hazretlerini kötüleyenler de o alana geldiler Ebü'l-Vefâ hazretlerinin, ateşten kızarmış minberin üzerinde yanmasını ve ona sorulacak suâllere cevap verememesini istiyorlardı Suâl soracak âlimlerin sayısı kırk kadardı Bunların onu Hanefî mezhebi, onu Şâfiî mezhebi, onu Mâlikî mezhebi, onu da Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi idi Dört mezhebde, o zamanda onlar kadar âlim kimse yoktu Onlar gelip yerlerini aldıktan sonra, Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretlerinin minbere çıkması istendi Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri, Besmele çekerek minbere çıktı Peygamber efendimize salâtü selâm getirdikten sonra hutbe okudu Ateşten kıpkırmızı olan demir minberin üzerinde, ayağını bile kıpırdatmadı Bu hâldeki minber, vücûdunu zerre kadar incitmedi
Bu hâli gören halîfe, âlimler ve halk çok şaşırdılar Halîfenin, Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri hakkındaki tutumu değişti Hiç kimsenin onu inkâr edecek hâli kalmadı Başta halîfe olmak üzere, oradaki herkes, Tâc-ül-Ârifîn'in Allahü teâlânın velî bir kulu olduğunu kabûl ve tasdîk etti Esâsında bu durumu, Tâc-ül-Ârifîn'i sevmeyen ve ona düşman olanlar, onu halîfenin gözünden düşürmek için hazırlamışlardı
Daha sonra Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Kim suâl sormak ve münâzara etmek istiyorsa gelsin " dedi Fakat kalabalık meydandan, özellikle o kırk âlimden hiç kimse ona cevap vermedi Sapıklar, âlimlere; "Biz sizi niye buraya getirdik? Hazırladığınız suâllerinizi sorsanıza " dediklerinde, âlimler; "Vallahi biz, gerçekten cevâbı zor sorular hazırlamıştık Fakat şimdi onların hiçbirini hatırlayamıyoruz Bildiğimiz her şeyi unuttuk " dediler O âlimlerin arasından bir zât; "İslâm nedir?" diye sordu Seyyid Ebü'l-Vefâ; "Hangi İslâmı soruyorsun Senin İslâmından mı soruyorsun, yoksa benim İslâmımdan mı?" diye söyleyince o zat; "İslâm iki türlü müdür diyorsun?" dedi Seyyid Ebü'l-Vefâ; "Evet iki türlüdür Sizin İslâmınız, îmânınızın aynıdır Sen; Allahü teâlâ birdir, eşi ve benzeri yoktur Muhammed Mustafâ hak peygamber diye dilinle söyler, kalbinle buna inanırsın Hak teâlânın ve Resûlünün emrini tutup onunla amel edersin Ama bizim İslâm anlayışımız ve kabûl edişimiz bâzı değişiklikler arz eder Şöyle ki: Biz, îmânın yanında, hiçbir zaman Allahü teâlâdan gâfil olmamak İslâmdır, deriz Sizin orucunuz; Ramazân-ı şerîfte fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, yemeden-içmeden, cimâdan sakınmak ve akşam olunca da iftar etmektir Bizim orucumuz ise; yiyeceklerden, giyeceklerden ve bütün kâinattan uzak durmaktır Biz, dünyâ nîmetlerinden, sâdece ibâdet ve tâatte güç kazanmak için faydalanırız Bizim için esas, bütün ahlâk bozucu şeylerden uzak durmaktır Zekâta gelince; altından bu kadar, gümüşten şu kadar ve davardan şu kadar deyip, fıkıh kitaplarında beyan buyurulduğu gibi verirsiniz Bizim zekâtımız; mevcud olan her şeyi, fazla fazla vermektir ve Allahü teâlânın indinde makbûl olan nesnelerle zenginlik hâsıl edip, bütün varlıklardan el çekmektir
Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri, sonra haccı ve diğer emirleri çok açık bir şekilde anlattı Sonunda; "Bu anlattığım İslâma kim sâhiptir?" diye sorunca, hiç kimse cevap vermedi Bunun üzerine Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Ey Cemâat! Benim için çok şiddetli bir ateş kızdırdınız, ama Allahü teâlâ söndürdü Bâzı zor suâller hazırlayarak, onların cevâbının verilmemesiyle beni âciz bırakmak istediniz Fakat, Allahü teâlâ beni değil, sizi âciz bıraktı Kendinizin fesâhat ve belâgatla konuşup suâl sormanızı, benim ise, fesâhat ve belâgattan uzak suâllerinizi cevaplandırmamı istiyordunuz Fakat siz de gördünüz, ben de fasîh ve beliğ söz söylemeye muktedir imişim " dedi Ve; "Hani bana sormak için suâl hazırlayanlar nerede? Gelsinler, suâllerini sorsunlar!" diye üç sefer yüksek sesle seslendi Hiç kimse cevap vermeyince kendisi; "Bana sormak için hazırladığınız hâlde, Allahü teâlâ tarafından size unutturulan suâlleri, O'nun yardımıyla sizlere ben sorayım ve cevâbını vereyim " dedi
Suâl hazırlayan kırk âlimden ilkine; "Yâ falan! Senin hazırladığın suâl şu değil miydi?" diye sorunca, ondan "Evet " cevâbını aldı "İşte cevâbı da budur " diyerek, o suâli çok güzel bir şekilde açıkladı Verdiği cevâbı orada bulunan herkes çok beğendi Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri, orada bulunan diğer otuz dokuz âlimin hazırladıkları suâlleri tek tek söyleyerek, cevaplarını gâyet açık bir şekilde söyledi Bu durum, başta halîfe ve orada bulunan kırk âlim olmak üzere, herkesi hayretler içinde bıraktı Orada bulunanların hepsi, Ebü'l-Vefâ hazretlerine hayrân oldular Tâc-ül-Ârifîn sonra onlara; "Ey âlimler! Ey fakîhler! Biliniz ki, medresede öğrenilen ve kâğıt üzerine yazılan ilim zamanla unutulur Fakat Ledün mektep ve medresesinde öğrenilen ilm-i ledünnî'nin kâğıdı gönül sahifesidir O, gönül sahifesine yazılır ve aslâ unutulmaz İlm-i ledünnî'yi öğrenin Bu ilmi öğrenen, iki cihanda mesûd olur, saâdete erer ve bahtiyâr bir hayat yaşar " dedi Sonra minberden inerek iki rekat namaz kıldı ve bir kenara oturdu Oradaki halkın bâzıları, onun yanına gelerek oturdular İbn-i Akîl ve İbn-i Hübeyre de Tâc-ül-Ârifîn hazretlerinin yanına gelerek himmet istediler Ebü'l-Vefâ onlara; "Siz, beni fasîh ve beliğ konuşamayan acemi bir kimse mi sanmıştınız?" diye sorunca, onlar; "Evet öyle zannediyorduk " dediler Seyyid Ebü'l-Vefâ; "Biliniz ki, Allahü teâlânın lütfu kime erişmişse, o kimse nâkıs ise kâmil olur Dilsiz ise konuşur Konuşması düzgün değilse, fasîh olur Kör ise gözleri görür Ne eksiği varsa, hepsi tamamlanır, hiçbir eksiği kalmaz Allahü teâlâ bana da lütufta bulundu Ceddim Muhammed Mustafâ, gece rüyâmda görünüp, ağzıma mübârek tükürüğünden bulaştırdı O sabahtan beri çok fasîh ve beliğ konuşmaktayım " buyurdu Bunun üzerine İbn-i Hübeyre, Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretlerinin eline sarılarak, cân-u gönülden tövbe etti
Tâc-ül-Ârifîn Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri, sonra ikinci defâ büyük bir vâz ve nasîhat verdi O sırada, daha halîfenin kalbinde inkâr kokusu vardı Çünkü Ehl-i sünnet düşmanları münâfıklar, Ebü'l-Vefâ hazretleri hakkında gece-gündüz çeşit çeşit yalanlar söylüyor ve ona iftirâ ederek, doğruyu bâtıl olarak göstermeye çalışıyorlardı Seyyid Ebü'l-Vefâ'nın vâzını dinlerken halîfeye bir hâl oldu ve onun anlattıklarını cân-u gönülden dinlemeye başladı "Çok güzel yâ Tâc-ül-Ârifîn" diyerek kendini kaybetti Bu durum, birkaç defâ daha tekrarlandı Ebü'l-Vefâ hazretlerini kötüleyenler, onun böyle söylemesine çok şaşırdılar Kendisine gelince, ona; "Sizinle Seyyid Ebü'l-Vefâ arasında bir yakınlık yok iken, ona bu şekilde seslenmenizin sebebi nedir?" diye sordular Halîfe; "Vallahi o sözü kendi isteğimle söylemedim Minberin üzerinde yeşil bir kuş bulunuyordu O kuş; "Çok güzel yâ Tâc-ül-Ârifîn " deyince, kendi isteğim olmadan o kuşun sözlerini tekrarladım " dedi Sonra Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri minberden inince, birçok kimse yanına gelerek tövbe etti Yaptıklarından ızdırap duyan halîfenin, Tâc-ül-Ârifîn hazretlerinin yardımıyla kalbi yumuşadı ve düşmanların sözlerine bakmayarak ona bîat etmek istedi Tenhâ bir yerde vâz kürsüsü kurmaları için adamlarını görevlendirdi Sonra da Ebü'l-Vefâ hazretlerine, gelip bize tenhâ bir yerde vâz versin Lutfedip bizi şereflendirsin " diye haber gönderdi Seyyid Ebü'l-Vefâ; "Canla başla " dedi Kürsünün kurulduğu yere gitti ve vâz u nasîhatta bulundu O mecliste, o kadar çok ilmi-ledünnî ve feyz saçtı ki, anlatılması mümkün değildir Oradakilerin hepsi, derecelerine göre hisselerine düşeni aldılar Halîfe ve hazır bulunan âlim ve fakîhler ona hayran kaldılar Bunların arasında Tâc-ül-Ârifîn için; "Bu kadar ilmi nereden öğrendi? Bu kadar çok kitap bilgisine nasıl sâhib oldu ve nasıl mütâlaa edebildi? Zâhirî ve bâtınî ilimlerde bir benzeri olmayan bu zât, hangi âlimlerden, nerede ve ne zaman ders aldı?" diye hatırlarından geçirenler oldu Onların bu düşünceleri ona mâlûm oldu ve; "Ey insanlar! İyi bilin ve anlayın Cenâb-ı Hak bir kuluna ihsan edip feyz vermişse, o kimse zâhirî ve bâtınî ilimlerde öyle söz sâhibi olur ki, sizin âlimlerinizin uzun yıllar çalışarak elde ettikleri çok ilim, O'nun verdiği ilme nazaran denizde bir damla gibidir Bir tarafın ilim öğreteni Allahü teâlâ, bir tarafın ilim öğreteni insan olursa, hangi tarafın ilminin daha tutarlı olduğunu siz kıyâs ediniz " buyurdu Orada bulunanlar, onun bu sözünü işitince çok ağladılar Bu konuşmadan sonra, birçok kimsede derecesine göre bir hâl hâsıl oldu Bâzıları düşüp bayıldılar Halîfeyi de dehşet kaplıyarak vücûdunu bir titreme aldı Kalbinde Allah korkusu yer edip, evliyâ sevgisi hâsıl oldu Tâc-ül-Ârifîn hazretleri, minberden inip halîfenin yanına geldiler Elleriyle halîfenin vücûdunu sıvazladı O titreme hâli halîfeden gitti Bunun üzerine halîfe; "Yâ Seyyid, bana hâssaten vâz et " dedi Ebü'l-Vefâ hazretleri de; "Ey Emîr-ül-müminîn! Sen gerçeği gördün Amma sen bir inat yüzünden bunu anlamadın veya anlamak istemedin Bir kimseye kendisinin vâzı tesir etmezse başkasınınki hiç tesir etmez Fakat ben sana bir kıssa anlatayım, sen ondan hisse çıkar:
Bir çoban, güttüğü koyunlara şefkatli ve merhametli davransa, onları incitmezse ve zayıf-sağlam demeden her birini iyi ve otlu yerlerde otlatırsa, sıcak bastığı vakitlerde ağaç altlarına götürüp onları gölgelendirirse, susadıklarında onları güzel berrak sulardan sularsa, hülâsa ne kadar iyi beslerse, koyunlar besili olur ve sürü çabuk artar Koyunların sütleri de çok olur Koyunları böyle olan sürü sâhibi de, çobandan memnun olarak daha fazla ücret verir Eğer bunları yapmayıp da tersini yaparsa, koyunların sütleri ve sayısı azalır Sürü sâhibi memnun kalmayarak çobanı işten çıkarır, onun yerine başka çoban getirir
İşte böyle olduğu gibi, ey halîfe, bir bakıma sen de bir çobansın Sana itâat eden tebean da koyun gibidir Sen insaf ve adâletle hareket ederek onlara zulüm etmezsen, Allahü teâlâ da senin hukûkunu görerek, adâletle hareket ettiğin için seni makâmında devamlı tutar ve sen de böylece ülkeni günden güne genişletebilirsin Eğer tebeana şefkat ve merhametle davranmazsan, onlara ezâ, cefâ ve zulüm edersen, Hak teâlâ seni memleket pâdişâhlığından ve hilâfet makâmından alır Böylece hem bu dünyâda, hem de âhirette kovulmuş olursun
Ebü'l-Vefâ hazretleri söze devamla; "Ey Emîr-ül-müminîn! Şimdi iyi düşün ve gözünü aç Kendi hâline dikkatle bak Hangi taraftansın? Ona göre amel et ve durumunu düzelt Kimseye güvenme, âhirette yarayacak işi kendin gör!" buyurdu Bunun üzerine halîfe; "Ey Seyyid! Allahü teâlâ seni ve ecdâdını, bütün müminlere yardım ve onlardan faydalanmaları için gönderdi O yardım ve faydadan, bugün özellikle ben istifâde ettim İdârem altında bulunan âmirlere, halka adâlet üzere muâmelede bulunup, kimseye zulüm etmemeleri için emir göndereceğim Söylemek benden, emrimi yerine getirmek ise onların vazifesidir Eğer emrimi yerine getirmezlerse, günaha girer ve yarın Allahü teâlânın huzûrunda kendileri mesûl olurlar " dedi
Tâc-ül-Ârifîn Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Ey halîfe! Güzel söylüyorsun, fakat sâdece dil ile söylemek yetmez Yapılan işi tartarak yapmak ve her durumda adâlete riâyet etmek lâzımdır Ey halîfe! Şüphen olmasın ki, günün birinde öleceksin Burada öyle bir amel işle ki, yarın kıyâmet günü o amelin sana faydası dokunsun Günün birinde seni, seni yaratan yüce bir varlığın huzûruna götürecekler O her şeyi bilir, hiçbir şey O'na gizli kalamaz Burada işlediğin her şeyin karşılığını orada göreceksin Şunu hiç unutma ki, Allahü teâlâ seni bir damla meniden yarattı Sana can verdi, akıl verdi Göz, kulak, ayak ve dil verdi Bunlara benzer daha nice âzâlar ve saymakla bitmeyecek nîmetler verdi Bütün bunları insanoğlunun emrine âmâde kıldı Böyle nîmetler verdiği insanlar üzerine hükmetmen ve emir vermen için, Allahü teâlâ seni hâkim kıldı ve halîfe yaptı Sana tâbi olan bütün insanların hâlleri senden sorulacaktır Bu yüzden makâmınla öğünüp mağrur ve gâfil olmayasın " deyince, halîfe çok ağladı ve harâreti arttı İçmek için su istedi Bir maşraba su getirdiler Tam suyu içeceği sırada, Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Ey halîfe, suyu içme! Sabret " dedi Bunun üzerine halîfe onun diyeceğini beklemeye başladı Tâc-ül-Ârifîn; "Ey halîfe! Çok susamış bir hâlde sahrâda olsan ve bir damla içecek su bulamasan, susuzluktan ölecekmiş gibi olsan Bir kimse elinde bu maşrabayla sana su getirse ve karşında tutarak; "Şâyet saltanatının yarısını bana verirsen, şu suyu sana vereceğim " dese ne yaparsın?" deyince, halîfe; "Susuz ölmektense, diri kalıp yaşamak daha iyi olacağından, saltanatımın yarısını verir, bir maşraba dolusu soğuk suyu alırdım " dedi
Bunun üzerine Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Suyu içtiğinizi kabûl edelim O içtiğin su, bir müddet sonra idrâr olarak yol bulup çıkmak istese, fakat Allahü teâlâ o suyu veren kimseye bir imkân verse, o kimse seni, idrârını yapamaz hâle getirse ve sen de idrârını yapamasan, o zaman, o kimse; "Eğer saltanatının diğer yarısını da bana verirsen, idrârını yapmanı sağlarım Yoksa seni bu hâlde bırakırım " dese ne yaparsın?" diye sordu Halîfe cevap olarak; "Ezâ, cefâ içinde çâresiz kalmaktan dirlik iyidir Saltanatımın yarısını ona verir, o zahmetli hâlden kurtulurum " dedi ve elindeki suyu içti Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri başını kaldırıp; "Ey halîfe! Bil ki, yarısı bir içim suya, yarısı da bir defâ idrâr çıkarmak karşılığında elden çıkacak olan bir devlete, bir makâma, ârif olan kimse hiç tamâ eder mi? Onun için, beylik ve makamın benim yanımda zerre kadar bir değeri yoktur " buyurdu Bunun üzerine halîfe; "Ey Seyyid! Beni mâzur görünüz Sizin asıl hâlinizi bilememişim Biliyorsun ki, nefs kâfirdir İnsana türlü türlü endişeler verir ve kişi, kendisini vesveseye iten herkesin sözüne uyar " dedikten sonra, Ebü'l-Vefâ hazretlerinin elini öptü ve; "Ey-Seyyid! Bu andan îtibâren senin emrinden dışarı adımımı atmayacağım Yapacağım işleri, önce sizinle istişâre edeceğim, sonra yapacağım " dedi Ebü'l-Vefâ hazretleri de; "Ey Emîr-ül-müminîn! Benim sana, senin de bana ihtiyâcın yok Fakat ne yaparsan Allahü teâlânın emrinden dışarı çıkma, Peygamber efendimizin sünnetini bırakma Dâimâ Allahü teâlâdan kork Resûlünden utan " dedi Bunun üzerine halîfe; "Ey Seyyid! Bana, gönlümün dünyâya karşı aşırı ve fazla bir hırs göstermeyeceği bir nasîhatta bulun?" deyince, Ebü'l-Vefâ hazretleri; "Dünyânın lezzetleri üç şeyde toplanmıştır Bunların ilki yemek-içmek, öbürü giyinmek, diğeri ise cimâ'dır Yiyeceklerin en tatlısı baldır Bal, küçük ve zayıf olan arıdan hâsıl olur O hayvancığı, insan dilerse kolayca öldürebilir Giyeceğin en iyisi ipek olup, onu da küçücük bir böcek yapar O böcek, gökgürültüsüyle ölür Cimâ ise, bir bevli yerli yerine ulaştırmaktır Bu da bir anlık lezzettir Dünyânın, insan için geçen süre kadar bile kıymeti yoktur Kâmil ve ârif kimse dünyâya gönül bağlamaz Böyle zâtların gönülleri, Allahü teâlâdan bir ân bile uzak olmaz " buyurduktan sonra, talebelerinden birine işâret etti Talebesi hâl ehlinden olduğu için, hocasının ne için işâret ettiğini hemen anladı Ebü'l-Vefâ hazretleri onun eline, o zamâna kadar görülmemiş bir inci koydu İncinin parlaklığından her taraf ışıl ışıl olmuştu Halîfe bunu görünce, Seyyid Ebü'l-Vefâ'dan bakmak için izin istedi Ebü'l-Vefâ hazretleri inciyi halîfeye verdi Halîfe eline alınca, inci basit bir taş oluvermişti Onu tekrar geri verdi Seyyid Ebü'l-Vefâ o taşı eline alınca, yine pırıl pırıl parlayan bir inci oluverdi Halîfe o inciyi tekrar eline aldığında, yine değersiz bir taş oluverdi Halîfe onu tekrar Seyyid Ebü'l-Vefâ'ya geri verince, o taş, tekrar gözleri kamaştıran, parlaklığıyla insanları cezbeden bir inci oldu Halîfe bu duruma çok şaşırdı Bunun neden ileri geldiğini anlıyarak, cân-u gönülden tövbe etti Adâlet üzere hareket edeceğine, kimseye zulüm etmeyeceğine gönülden söz verdi
Sonra Emîr-ül-müminîn, çeşitli yemekler hazırlamaları için adamlarına emir verdi Tâc-ül-Ârifîn hazretlerine ziyâfet verecekti Adamları çok mikdârda ve çeşitli yemekler hazırladılar Sofralar kurularak, o yemekleri onların üzerlerine koydular Halîfe ve Seyyid Ebü'l-Vefâ hazretleri, talebeleriyle sofraya oturdular Seyyid Ebü'l-Vefâ talebelerine; "Ramazan Mecnûn aranızda mı?" diye sorunca, Ramazan Mecnûn; "Buradayım " diyerek ayağa kalktı Ebü'l-Vefâ; "Ey halîfe! Önce bu Mecnûn'un karnını doyur " dedi Halîfe de; "Hay hay, yemeğin sonu yoktur Ne kadar isterse yesin " deyince, Ebü'l-Vefâ hazretleri Ramazan Mecnûn'a işâret etti Ramazan Mecnûn yemekleri yemeğe başladı Orada bulunan bütün yemekleri yedi ve ey halîfe! Daha yemek yok mu? Karnım doymadı " dedi Halîfe de; "Bağdat'ta ne varsa yersin, fakat yine doymazsın " deyince, Ramazan Mecnûn; "Bugün rızkımı senden talep ettim, aç kaldım " dedi Bunun üzerine halîfe özür diledi ve tövbe istigfâr etti
|