Prof. Dr. Sinsi
|
Ömer Bin Abdülazîz
Bir vâlisine şöyle yazdı: “Ellerini müslümanların kanından, mideni malından, dilini ırzından uzak tut! Böyle yaparsan sana zeval yoktur ”
“Namaz, seni yolun yarısına getirir, oruç, tam Melik’in kapısına iletir Sadaka da, Melik’in huzûruna çıkarır ”
“Allahü teâlâ bir kuluna verdiği nîmeti alıp da karşılığında sabrı nasîb ederse, nîmete mukabil verdiği (sabır), o nîmetten daha efdaldir (kıymetlidir) ”
“Ölümü çok hatırla Eğer geçim rahatlığı içindeysen bu sana darlık, ürperti getirecek; geçim darlığı içindeysen genişlik, ferahlık kazandıracak ”
“Siz seferdesiniz Yüklerinizin bağlarını bu diyârın dışında bir yerde çözeceksiniz Siz, üzerinden çağlar geçmiş bir kökün dallarısınız Kökleri yok olup gitmiş bir dalın hayâtından ne çıkar?”
“Ey insanlar! Allahü teâlâ mahlûkları yarattı ve onları uyuttu Sonra onları uykularından uyandırıp, diriltecek Her biri ya Cennet’e, ya Cehennem’e sevk edilecek Allah’a yemîn ederim ki, biz eğer bu hakîkati tasdik etmiş isek, buna uygun yaşamadığımız için ahmağız Eğer bu gerçeği inkâr ediyor isek, o takdirde hepimiz helâkteyiz ”
“Her yolculuğun kendine has bir azığı, hazırlığı vardır Âhiret yolculuğu için de takvâyı azık edinin Allahü teâlânın vereceği nîmetleri görmüş gibi sevinin ve vereceği cezâyı, azâbı da görmüş gibi korkunuz Tûl-i emele kapılmayın, zîrâ tûl-i emel, bitmeyen istek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya dalmak kalbinizi katılaştırır, düşmanınız olan şeytanın eline düşersiniz  Dünyâya aldanmış nice insanlar gördük Huzur ve saâdet, ancak Allah’ın azâbından emin olanlar içindir Neşe ve sevinç de kıyâmetin zorluğunu anlatanlar içindir Kıyâmet günü zengin, fakir herkesin ameli meydana çıkar ve hesap verirken öyle bir müşkilât ile karşılaşırsınız ki, eğer yıldızlar bununla karşılaşsa kararıp dökülür, dağlar, dayanmaz erirdi Cennet ve Cehennem’den başka bir yer bulunmadığını ve bunlardan birine mutlâka gideceğinizi de biliyorsunuz O halde ona göre hazırlanın  ”
“Allah’tan korkun ve aşırı şakadan kaçının; zîrâ aşırı şaka, kin tutmağa, kin de kötülüklere sebeb olur ”
Ömer bin Abdülazîz yanındaki toplulukla berâber bir cenâzeyi defnetmişlerdi Herkes gitmiş, fakat Ömer bin Abdülazîz bâzı yakınları ile berâber orada kalmıştı Yanındakiler ona: “Ey müminlerin emîri! Sen bu cenâzenin sâhibi misin de, burada kaldın Halbuki falanca cenâzeleri için böyle beklememiştin” dediler Ömer bin Abdülazîz onlara şöyle cevap verdi: “Kabir bana arkamdan şöyle seslendi: “Ey Ömer bin Abdülazîz! Dostlarını ne yaptığımı hiç sormuyorsun ” dedi Ben de; “Söyle ne yaptın ” dedim Bana; “Onların kefenlerini yırttım, vücutlarını parçaladım Kanlarını emdim Etlerini yedim ” dedi Tekrâr şöyle seslendi: “Ey Ömer bin Abdülazîz! Bana o dostlarının mafsallarını ne yaptığımı hiç sormuyorsun ” deyince, ona, “Ne yaptın?” diye sordum Bana, “Onların ellerini kollarından ayırdım Kollarını, pazularından, pazularını omuzlarından, kalçalarını uyluklarından, uyluklarını dizlerinden, dizlerini ökçelerinden, ökçelerini ayaklarından ayırdım ” dedi Kabirden bu sözleri naklettikten sonra, Ömer bin Abdülazîz ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Dünyâ ne kadar aldatıcı Dünyâda üstün ve kıymetli, makam ve mevki sâhibi olmak, hiç fayda vermiyor Genç olan ihtiyarlıyor Her canlı sonunda ölüyor Geçici ve aldatıcı olduğunu bildiğiniz halde sakın dünyâ lezzetleri ve zevkleri sizi aldatmasın Birkaç günlük dünyâ hayatındaki geçici lezzetlere sarılıp, âhireti unutan, aldanmıştır Hani, nerede bizden önce bu dünyâda yaşıyanlar Hani onlar, büyük ve modern şehirler kurmuşlardı Büyük ve derin kanallar kazmışlar ve barajlar yapmışlardı Onlar, bir göz açıp kapama denecek kadar, az bir müddet dünyâda kaldılar Burada, sıhhatlerine güç ve kuvvetlerine aldandılar Bu yüzden günahlar işlediler Halbuki, herkes onlara mallarının çokluğundan dolayı, keşke, onun serveti gibi bizim de olsa diyorlardı Şimdi onların hâli ne oldu Toprak onların bedenlerini yedi Kemikleri kurtlara azık oldu Fakat onlar, dünyâda iken, kuvvetli bir âile içerisinde idi Evleri, güzel eşyâlarla döşeli ve hizmetçileri vardı Herkes kendisine ikrâmda bulunuyor, âciz kaldığı işlerde kendisine yardımcı oluyorlardı ”
Kabir yine Ömer bin Abdülazîz’e şöyle dedi: “Sen, kabirlere uğradığın zaman, dünyâda iken zengin olanlara, zenginliğinizden ne kaldı, fakirlere de fakirliğinizden ne kaldı diye sor Yine onlara, dünyâda kendileriyle güzel güzel konuştukları dillerini sor Ne oldu o konuşan dillere? Niçin susuyorlar? O dünyâ güzelliklerini kendileriyle seyrettikleri gözlerine de sor Niçin şimdi bakmıyorlar? Hani nerede o nâzik tenleri, nerede o güzel yüzleri Bu çukurun kurtları onlara ne yaptı Hani burada yatanların o güzelim renkleri Etlerine ne oldu Niçin o yüzler toprak olmuş Nerede o güzellikler İşte onların uzuvları tamamen ortaya çıkmış, paramparça olmuş Halbuki dünyâda güzel bir hayatları vardı Dünyâya dalıp, sâlih amel yapmadılar Âhireti unuttular Onun için hazırlık yapmadılar Fakat, ölüm kendilerini yakalayıverdi Dostlarından ayrıldılar Buraya şu sessiz sedâsız, yere geldiler Vücûdları çürüdü Başları boyunlarından ayrıldı, âzâları parça parça oldu Gözbebekleri yanaklarına akıp gitti Ağızları kan ve irinle doldu Haşereler, kurtlar, böcekler, bedenleri üzerinde gezer oldu Bir müddet sonra, kemikleri de çürüdü Onlar, dünyâdaki rahatlıklarını bırakıp, bu dar yere geldiler Arkalarında bıraktıkları hanımları başkalarıyla evlendi Çocukları yetim kaldı Yollarda, şurada burada kimsesiz, sâhipsiz dolaşır oldu
Öyleyse, ey yarın bu kabirlerin sâkini olacak insan! Seni şu fânî dünyâda aldatan nedir? Sen dünyâda devamlı kalacağını mı sanıyorsun? Elinde bir senedin var mı? Görmüyor musun, ölüm her gün birisine geliyor! Yoksa susuzluktan, terlere boğan o korkudan sana rahatlık ve teselli veren bir şey mi var? Keşke sen o sert toprak üzerindeki hâlini bilseydin!
Ey insan! Rüyâda çeşit çeşit lezzetlere ve zevklere kavuşan bir insan gibi, dünyânın şu geçici faydalarıyla seviniyor, küçük ve basit işlerle uğraşıyorsun Ey aldanma içerisinde bulunan insan! Gündüzün yanılma ve gaflet, gecen uyku içinde geçiyor Sonunda pişman olacağın işleri yapıyorsun Hayvanlar da dünyâda böyle yaşar ”
Ömer bin Abdülazîz hazretleri oradan ayrılıp gitti Aradan bir Cumâ geçti ve vefât etti
Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idâresini çekemeyenler vardı Bunlar, ehl-i bid'atten Hâricîler ve menfaatı zedelenenlerdi Halîfenin hayâtına kıymak için çâreler aradılar Nihâyet hizmetçi kölesini bin altınla kandırarak, bu mübârek zâtı zehirlettiler Ömer bin Abdülazîz zehirlendiğini anlayınca kölesini çağırdı “Ben sana bir fenâlık yapmadığım hâlde bu ihâneti bana niçin yaptın Doğru söyle, seni affedeyim ” deyince; köle, yaptığı bu çirkin harekete pek pişman olup, üzüldü Ağlayarak yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ Emir-el-müminîn! Bana bin altın vermek sûretiyle bu ihâneti yaptırdılar ” dedi Halîfe altınları getirterek, devlet hazînesine gönderdi Köleyi affetti Hasta hâlindeyken, kayın birâderi Mesleme ibni Abdülmelik ziyâretine geldi Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek vardı Kızkardeşi Fâtıma’ya; “Emir-ül-müminînin elbisesini yıkayınız ” dedi Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış olduğunu görüp kardeşi Fâtıma’ya; “Ben size gömleği yıkayınız, demedim mi?” deyince, bütün tebeasının hayat seviyesini yükseltip, iki buçuk yıl bile sürmeyen hilâfetinin sonunda yirmi beş yıl zekât verilecek kimse bulunamamış olmasına rağmen, aldığı cevap hayret vericidir: O zaman kendisine; “Vallahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu yıkayalım ” cevâbı verildi
Yine yakınları; “Beytülmâldan âilene bir şeyler vasiyet et, senden sonra onlar sıkıntıya düşmemeli ” dediler Cevâbı akıllara durgunluk verecek ve tüyleri ürpertecek kadar müthiş oldu: “Çocuklarım şu iki tip insanlardan birisi olacaktır: İyi, sâlih insan veya kötü şerîr insan Sâlih insan olurlarsa, Kur’ân-ı kerîmin A’raf sûresi, yüz doksan altıncı âyet-i kerîmesinde meâlen; “Ey Resûlüm! Müşriklere de ki; size karşı benim yardımcım, Kur’ân-ı kerîmi indiren Allah’tır ve O bütün sâlihlere de yardımcıdır ” buyurulan âyeti yetişir Kötü insan olurlarsa, o takdirde ben onları, günah işlemeleri için güçlendiremem Çocuklarına dönerek: “Evlatlarım! İki ihtimâl var Ya sizi zengin edeceğim; o takdirde babanız Cehennem’i boylayacak Yâhut da fakir kalacaksınız; babanız Cennet’e gidecek Babanızın Cennet’e girmesi şartıyla fakir kalmayı yâhud da, onun Cehennem’i boylaması şartıyla zengin olmayı tercih edin Şimdi yanımdan ayrılın ve benden sonra sakın beytülmâl mesûllerini tâciz etmeyin Şunu iyi bilin ki, size verilmesini vasiyet ettiğim para mikdârı sadece yirmi bir dinârdır ”
Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin hastalığı ağırlaşınca tabib çağırdılar Tabib; “Bu zehir içmiştir Hayâtı hakkında teminât veremem ” dedi Halîfe; “Sâde bana değil, zehir içmemiş olanların hayatı hakkında da teminat verme!” buyurdu Tabib; “Zehir içtiğinin farkında mısın?” dedi Halîfe; “Evet, mîdeme inince anladım ” buyurdu Tabib; “Tedâviye hemen başlıyalım ” dedi Ömer bin Abdülazîz; “Hayır İlacı, kulağımın arkasında olsa uzanıp onu almam Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir ” buyurdu Ölüm döşeğinde, bir ara ağlamaya başladı “Niçin ağlıyorsun Allahü teâlânın yardımı ile nice sünnetleri ihyâ ettin Adâletin ise çok yüksekti ” dediler Bunlara cevâben buyurdu ki: “Ben, Allahü teâlânın huzûruna bütün milletin hesâbını vermek üzere çıkacak değil miyim? Herkese âdil olarak davranabildiğimden emin değilim Yaptığım kusurlar da ayrı Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum ve ağlıyorum ” Bir ara; “Beni oturtun ” buyurdu Oturttular “Allah’ım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin Ben kusur ettim Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin Ben ise isyân ettim ” diye üç defa söyledi Sonra da:
“Lâ ilâhe illallah İbâdete lâyık olan ancak Allahü teâlâdır” dedi ve başını göklere çevirip dikkatle baktı ve; “Ben öyle kimseleri görüyorum ki onlar ne insan ne de cindir ” dedi ve biraz sonra rûhunu teslim etti
Vefâtından önce şöyle vasiyet etti: “Ey Meymûn bin Mihrân! Velid mezara konduğunda oradaydım Yüzünü açıp baktım, yüzü simsiyahtı Ben de mezara konduğum zaman yüzümü açıp bakınız ” Vefât edince vasiyeti gereği yüzünü açıp baktılar, yüzü en genç günlerinden daha parlak, daha aydınlık ve güzeldi
Ömer bin Abdülazîz beyaz, ince ve nâzik yüzlü, zaîf, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi Halîfe olmadan önce çok gürbüz iken, halîfeliğinde çok zayıfladı
Vefât edince, zamânın âlimleri tâziyede bulunmak için hanımının yanına gittiler Halîfenin vefâtıyla müslümanların büyük kayba uğradığını ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla olduğunu bildirdiler ve hanımına; “Ömer bin Abdülazîz hazretleri hakkında bize mâlumât ver Çünkü onu en fazla tanıyan sizsiniz ” dediler O mübârek hâtun şöyle anlattı: “O da sizin gibi ibâdet ederdi Lâkin bir hususiyeti vardı O da, Allah korkusunun çok fazla olmasıydı Öyle ki, Allah korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim O her şeyini, insanlara hizmette harcadı Halkın ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazîfesi başında kalırdı Akşam olduğu halde, bâzı kimselerin işleri bitmezse, gece de devam ederdi Eve girince, kendini namazgâhına atar, durmadan ağlardı Gözleri şişerdi Sonra baygın düşerdi Her geceki hâli buydu Bir gece, halkın ihtiyaçlarını, işlerini bitirdi Sonra kendi şahsî malından olan kandili istedi Sonra iki rekat namaz kıldı Namazdan sonra elini çenesine dayayıp tefekküre daldı Göz yaşları yanaklarından akıyordu Sabaha kadar bu şekilde ağladı Şafak sökünce oruca niyet etti Kendisine; “Ey müminlerin emîri! Sizde bir hâl var Sizi bu geceki gibi hiç görmemiştim ” dedim Bana; “Ben düşünüyorum ki, bu milletin beyazına siyahına halîfe oldum Fakir, garib, kanâatkâr kendi hâlindeki biçâreleri, muhtaçları, zorla tutulan esirleri, memleketin dört köşesindeki nice dertli ve kederlileri düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allahü teâlâ onların hepsinin hesâbını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da onların lehine ve benim aleyhime şâhidlik yapacak Bu hâlde olan birinin sonunun ne olacağını düşünüyorum ve çok korkuyorum ” cevâbını verdi
Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin vefâtından sonra Halîfe Zeyd ibni Melik, Fâtıma binti Abdülmelik’in beytülmaldeki ziynet ve mücevherlerini iâde etmek isteyince, Fâtıma; “Vallahi kabûl etmem Ben Ömer’e sağlığında itâat edip de, vefâtından sonra isyân etmem ” diyerek sadâkatini ifâde etti
Ömer bin Abdülazîz’in vefâtına bütün tebeası üzüldü Cenâzesi arkasında ağlayan bir râhibe; “Bu kimse senin dîninde değildi Neden ağlıyorsun?” diye sordular “Ben şunun için ağlıyorum: Yeryüzünde bir güneş vardı Şimdi battı  ” cevâbını verdi
|