Prof. Dr. Sinsi
|
Üstad Mehmet Akif Ersoy
“Kahraman ordumuza” ithaf edilen, ve; “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraıyla başlayan o muazzam şiir, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde okunduğu zaman ruhları o kadar heyecan kaplamıştı ki bütün Meclis yekpare bir kalp halinde dalgalanmış, vecd içinde titreyen bütün kalpler bir kalp, bütün sesler bir ses olarak haykırmıştır
“Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”
Bütün mebusların ittifakıyla bu marşın milletin en samimi hislerine tercüman olduğuna karar verilir
Bunun üzerine Âkif, artık bütün tarihimizde hiç bir şairin çıkmadığı bir şeref şahikasına yükselir Âkif bu şiiriyle Türk edebiyatının şehinşahı olur 
Koca Âkif, hayatının son günlerinde hasta döşeğinde iken “istiklâl Marşı” için şöyle der:
“O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir O şiir, artık benim değildir, milletin malıdır O şiir, benim milletime karşı en kıymetli hediyemdir ”
Onun millete bu hediyesine karşılık millet de ona iki kıymetli hediye verir: istiklâl madalyası ve bir de mavzer tüfeği
“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın ” şeklindeki mısralarla zaferi müjdeleyen, Millî Mücadele’nin manevi cephesinin büyük kahramanı, Hakk’ın vaat ettiği o zafer günleri doğduktan sonra, milletin verdiği o kıymetli hediyeleri alarak istanbul’a döner
Millî Mücadele yılları
Gelişen olaylar, onun gönülleri dolduran şöhret ve sevgisini erişilmez zirvelere çıkaran bir eser daha oluşturmaya sevkedir Ne mütareke hükümleri, ne de imza haysiyetini tanımayarak anavatana suikastlar hazırlayan, kapılarımıza dayanan, onu kırıp içeri girmek, kutlu vatan topraklarımızı, namus ve şerefimizi çiğnemek isteyen düşman Ayvalık’a adım atar atmaz, büyük şair hemen oraya koşar Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nin kürsüsüne çıkarak millete hitap eder:
“Cihan alt üst olurken seyre baktın, böyle durdun da, Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!
Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkak, Sağırdır kubbeleri, bir ses duyar; Da’vâ-yı istihkak ”
istiklâl Savaşı’nda Anadolu’nun dört köşesinde, köylere varıncaya kadar bütün içtimagahlarda, siperlere varıncaya kadar bütün cephelerde, her nefere varıncaya kadar bütün ordugâhlarda onun şiirleri okunur, onun hitabeleri dinlenir Bütün gönüllere onun heyecanlı sesi, heyecan ve coşku verir
3
Sanatı ve edebî şahsiyeti
Âkif’te teessür duygusu çok gelişmişti Manzara, vaka, kitap  Bir şey hayatına girdi mi bir daha çıkmazdı Bu onun hem zaafı hem de kuvvetiydi Birinin gözyaşı, aktığı yüzde kuruduktan yıllarca sonra Âkif’in kirpiklerinde dipdiri dururdu Eserleri de öyle: Âkif de mütemadiyen yaşarlardı
Mehmet Âkif’in kalbi katı hislerden çok uzak ve çok yüksek iki aşk ile yanardı: Din aşkı, vatan aşkı 
Âkif’in şiiri ise aydınlık bir şiirdi Onun şiirinde esrarengizlik yoktu
Âkif şiirini kalbiyle yazardı  şiir yazması bir işkence idi Aruz, üstüne üç tel gerilmiş bir tahta idi Âkif bu tellerle uyuyan titreşimleri bir rüyayı yakalayamayacağına korkan sinirli ellerle, saatlerce, aylarca, hatta senelerce arıyordu Ve nazmı yalnız onun şahsına mahsus bir mûsıkî aleti idi Bunu, yalnız o, bütün vücudunu parmaklarına toplayan ellerle çaldı
Karar verdiği şiiri konusundan sapmayarak yazıyordu istediğini yazıyordu; yazabildiğini istiyor, değildi Yazmadan evvel şiirinin adı vardı ve bu isimde manzumenin planı dururdu
Kendi kendini beğenmeyen bir şairdi Eserlerini en çok yırtan sanatkârdı
Yazarken memnundu; yazdığı basılınca pişmandı Eserinin üstünden günler geçince görmek istemezdi Yazdığı değil, yazacağı güzeldi Kolay yazmış sanılmaması için elinden geldiği kadar güç yazardı Onun gözünde sanat saadetti
Ona göre, sanat sanat için değildi Sanat hayat içindi Ahlâksız edebiyata, taklide düşmandı Akif’in şiiri yerliydi, karar vererek, azmederek, göğsü kabararak yerli Bu özelliği, konularının memleket vakaları olması kadar ondaki yazı zevkinin tür oluşundadır Güzel Türkçenin üstüne titrerdi ve güzel Türkçeye dokunanlara düşmandı 
Âkif, aruzun Mimar Sinan’ıydı Aruzun mimarı olarak Âkif tekti  Âkif den evvel, hiç kimse, bu derece ayağa kalkan bir nazmın sayısız katlarından ufuklara bakamadı
Âkif’in nazmı coşkun bir seldir ki, bu bir boşanıştır ki, karşısına ne çıkarsa ona inkılâp eder Âkif’i inkâr edenler, Âkif’i anlamamışlardır Ve bu inkârlar, gizli imanların telaşlı, mustarip reaksiyonlarıdır
Âkif, hususî hicivler yazmadı Ayrıca, yazdığı hicivlerinde şahsi öfke yoktu Hemen bütün hicivlerini memleketinin mesut olacağına inanan adamın bu imanı sarsan felaketlerle karşılaştığı zaman içinde saklayamadığı isyanlardı isyanı da imanı gibi mukaddesti Onun için hicivlerini de din şiirlerindeki itina ile işlerdi  şiirleri, imanla isyandan ibaretti Vatan şiirleri de, din manzumeleri de, hicivleri de 
Âkif’te teessür duygusu çok gelişmişti Manzara, vaka, kitap  Bir şey hayatına girdi mi bir daha çıkmazdı Bu onun hem zaafı hem de kuvvetiydi Birinin gözyaşı, aktığı yüzde kuruduktan yıllarca sonra Âkif’in kirpiklerinde dipdiri dururdu Eserleri de öyle: Âkif de mütemadiyen yaşarlardı
şiirleri o derece vakadır ki yedi “Safahat” otuz senenin istanbul’udur O Mısır’da bile istanbul’u yazdı Yaşadığı şeyleri görmüş olmaya o kadar muhtaçtı ki uzak vakanın azalan tarafını yakın vakadan aldığı kısımlarla tamamlardı
Hayatının özelliği isyandır insanlarla olayları harmanlayarak asî bir şair oluyordu Altı Safahat’ta bu isyan var Haksızlığı bir türlü havsalası almıyordu 
Âkif, hayatta da sanatta da yanlış anlaşılan adamdı
Âkif’in hayat ve eserleri onun büyük bir cemiyetçi olduğunu gösterir Ferdiyetçiliğin, hodkâmlığın müthiş düşmanı idi
Eserlerinde kemiyet ve keyfiyet itibariyle bir mefhum bolluğu, bir mefhum hazinesi vardır Kullandığı kelimelerin birçoğu halkın ağzında dolaşan dipdiri kelimelerdir
En ehemmiyet verdiği şey plandı Ona göre, ancak planlı eserlerde payidar güzellik olurdu Bir eserin güzel ve bedii olması için şiir kadar, belki ondan daha fazla sanatın da bulunmasını gerekli görürdü
Âkif’in ahlâkî düşüncelerine, duygularına esas teşkil eden, ahlâkî hayatına düzen veren, dini ahlâk prensipleriydi Ahlâkta Allah korkusunu esas tutardı şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk ve fedakârlık, samimiyet, vatanperverlik, dindarlık, tesanüt, hamiyet, şehamet, adalet, istiklâl  gibi yüce ahlâkî kıymetleri tasvir ve telkine uğraşırken; öbür taraftan da riyakârlık, münafıklık, korkaklık, dalkavukluk, tembellik, zulüm  gibi reziletlere, sebep oldukları içtimai yıkımları ileri sürerek, misaller vererek şiddetle hücum ederdi
Dikkatindeki derinlik gözlerinden okunurdu
His cephesi, fikir cephesinden üstündü Bununla beraber, o, düşüncelerini hislerinin içinde eriterek onlara hiç çeşnisi verirdi
|