Yalnız Mesajı Göster

Sıbgatullah Arvâsî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sıbgatullah Arvâsî




SIBGATULLAH ARVÂSÎ

Osmanlı âlim ve velîlerinden Büyük âlim ve evliyâ Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebelerindendir İsmi Sıbgatullah olup "Gavsü'l-Âzam", "Gavsu Hizânî" veya "Gavs" lakablarıyla meşhûr olmuştur "Arvâsî" nisbesiyle bilinir Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir Babası, Seyyid LütfullahEfendi, dedesi SeyyidAbdurrahmân Kutub'dur Doğum târihi bilinmemektedir 1870 (H1287) senesinde vefât etti Kabri, Hizân'ın Gayda köyündedir

Seyyid Tâhâ hazretlerinin "Abdurrahmân Nîgûnam= Abdurrahmân iyi isimli, yüce şanlıdır", yâhut "Kutb-ı Arvâsî" buyurarak medhettiği Abdurrahmân Kutub'un torunu olan SıbgatullahArvâsî küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı Babası Seyyid Lütfullah Efendi onun yetişmesi için husûsî gayret sarf etti Çok zekî olan SeyyidSıbgatullah Arvâsî, kısa zamanda kelâm, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri tahsil etti Zamânının fen bilgilerinde de mütehassıs oldu Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sünnetine uygun bir hayat yaşamaya çalıştıTasavvufa karşı büyük alâka duydu Birçok âlim ve velî zâtın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu Van'a giderek Seyyid Muhyiddîn Efendinin hizmetine girdi Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazîfeleri yapmak için canla başla çalıştı Ağır riyâzetler ve mücâhedeler çekti Yâni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi Nihâyet bir gün hocası ona; "Vefât etmiş velîlerden istifâde edecek, faydalanacak makâma geldin" buyurdu Seyyid Muhyiddîn vefât edince, Şeyh Hâlid-i Cezrî'ye gitti Bu mübârek zâtın vefâtına kadar sohbetleriyle şereflendi Sonra Seyyid Tâhâ'nın, Molla Murâd Hurûsî'yle gönderdiği; "Kendi yuvana dön!" haberiyle, Tâhâ-i Hakkârî'nin şerefli hizmetine koşup, hakîkî ve esas yuvaya kavuştu Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayât verici buldu Seyyid Tâhâ hazretleri,Resûlullah efendimizden mürşidleri vâsıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı Kalb gözü açılıp yüksek makamlara kavuştu Öyle ki, Hızır aleyhisselâm ile görüşür, sohbet ederdi Mürşidi Seyyid Tâhâ hazretleri vefât edince, onun yerine geçen Seyyid Sâlih hazretlerinin sohbetine devâm etti Seyyid Tâhâ'nın huzûrunda kemâl ve ikmâl mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, Hizân ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhar olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti yerleşirdi Dînin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı

Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibâdetle geçirirdi Uykusunu, öğleye yakın kısa bir müddet kaylûle yaparak telâfi ederdi Hep kıbleye dönerek otururdu; buna son hastalığında dahî çok dikkat etti Dostlarıyla sohbetinden sonra murâkabe hâlinde olur, Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ederdi

Yakın talebelerinden biri anlattı: "Abdürrahmân Tâhî (Tâgî), henüz hocamıza bağlanıp talebesi olmak şerefine kavuşmamıştı Hocamızın, zamânın gavsı olup olmadığı hakkında tereddüdü vardı Bir gün gavslık alâmetlerini kitaptan okuyarak huzûruna gitmeyi, bu alâmetlerin üzerinde olup olmadığını görmeyi arzu etti Kitapta; "Gavs olanın üzerine yağmur yağmaz" ibâresi vardı O, kitaplarla meşgûl iken evine bir talebe geldi ve; "Hocam Sıbgatullah hazretlerinin selâmı var; "Misâfirlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyâretine gelemiyorum Lütfen kendisi buraya kadar zahmet etsin" buyurdu" dedi Abdürrahmân Tâhî de; "Ben de onu ziyâret etmeyi düşünüyordum Bugün bizde misâfir ol da yarın berâber gideriz" dedi Sabahleyin yola çıktılar Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını haber alınca, talebeleriyle kasabanın dışına çıkıp, bir tepenin başında beklemeye başladılar Mevsim ilkbahardı, gökyüzünde hiç bulut yoktu Nihâyet beklenen misâfirler geldiler Tepenin başında güzel bir sohbet başladı Bu sırada masmâvi olan gökyüzünde bulutlar birikmeye, şimşekler çakıp gök gürlemeğe başladı Derken sağnak halinde şiddetli bir yağmur başladı Abdürrahmân Tâhî, kitaptan okuduğu gavs olanın alâmetlerini hatırladı ve dikkatle Sıbgatullah hazretlerini tâkib etmeye başladı Semâdan inen yağmur tâneleri mübârek Seyyid'in üzerine inmeden etrâfına meylederek yere düşüyor, hiç üzerine yağmıyordu Herkes sırılsıklam ıslandığı hâlde onun üzeri kupkuru idi Abdürrahmân Tâhî, bu hâli görünce bir anda kendini kaybederek bayıldı Oradakiler telâşa kapıldılar ve; "Herhâlde öldü" diyorlardı Seyyid Sıbgatullah ise; "Korkmayın, telâşa kapılmayın, Allahü teâlânın sevdiği velî kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir" buyurdu Biraz sonraAbdürrahmân Tâhî kendine geldi ve hocamın büyüklüğünü kabûl ederek, en önde gelen talebelerinden oldu

Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccühü, sohbetinden daha ziyâde ve faydalı idi Onun için sohbet süresi çok az olurdu Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek çoğu cezbeye kapılır, kendinden geçerdi Bir defâsında oğlu Behâeddîn, babasından izin alarak vâza başladı İki saat kadar kalpleri aydınlatan güzel sözler söyledi Fakat hiç kimsede muhabbet ve cezbe eseri yoktu Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız, ikâmet getiriniz de namazımızı kılalım" der demez, cemâat cereyâna kapılmış gibi cezbeye tutuldu

Sevdiği talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gün murâkabe hâlinde otururken tebessüm ettiler Bu hâli daha önce hiç görmediğimiz için merak ettik ve; "Tebessüm etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye suâl ettik Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan Çayı'nda başını yıkamış, saçını tararken, tarak saçına takıldı Canı acıyınca bizden yardım istedi Onun için tebessüm ettim"

Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdülgafûr isminde, hocamızın büyüklüğüne inanmayan biri vardı ki, değil kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammül edemezdi Cumâ günleri namazını kılar kılmaz câmiden hemen çıkıp giderdi Bir gün câminin kapısında Seyyid Sıbgatullah ile karşılaştı Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdülgafûr! Sen bizden ne kötülük gördün ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?" buyurdu O da Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin" diyerek itmeye devâm etti Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona öyle bir celâl ile baktı ki, Abdülgafûr, yıldırım isâbet etmiş çınar ağacı gibi yere yıkıldı Sonra da kalkıp hocamın elini öpmeye başladı Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz Kötü ve yalancı benim Yaptıklarıma pişmân oldum Sizin büyüklüğünüzü anlayamadım, beni affediniz" diyordu Sonra Abdülgafûr'a; "Ne gördün ki, böyle birdenbire değiştin?" diye sordular O da; "Gavs bana öyle celâlli bakınca, yemîn ederim ki, başım tâ Arşa kadar yükseldi, sonra tekrar yere düştüm Gavs'ın büyük kerâmetini gördükten sonra, nasıl pişmân olmam?" dedi

Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gün talebelerine; "Filân tepeye çıkalım, orada sohbet edelim" buyurdular O gün talebeleriyle yola çıktılar Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bâzıları önden yürüyüp, oturulacak yerleri, hocaları tepeye çıkıncaya kadar düzeltmek istediler Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi Abdürrahmân Tâhî, en arkada ve aşağıda idi Önden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı Gittikçe hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin üzerine doğru geliyordu Bütün talebeler korkuya kapıldılar Abdürrahmân Tâhî ise birden hocasının önüne geçerek, taşın Seyyid hazretlerine değmesine engel olmak istedi Taş, hikmet-i ilâhî tam önlerindeki bir kayaya çarparak arkasında kaldı Hâdiseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, Abdurrahmân Tâhî'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu

Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahü teâlânın bütün mahlûkâtı üzerine çok merhâmetliydi Sıla-i rahm yapardı Dostları vefât ettiğinde onların çocuklarını arar, gözetir ve tâziyede bulunurdu Sohbetlerinde kendisine karşı çıkanlara çok şefkatli ve nâzik davranırdı Kendisine kötülük yapanlara iyilik yapardı Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi Kalkan olursa onu men ederdi Allahü teâlânın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnetine tam olarak uyardı Hattâ bir gün çoraplarını giyerken unutarak önce sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlamıştı İslâmiyetin emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın Bir şey giyerken önce sağ taraftan başlanılacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin? buyurdu Teheccüd ve Evvâbin namazlarına devâm ederdi

Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esâsı sohbet ve muhabbettir Sohbet muhakkak lâzımdır" buyurdu

"Sohbet, dünyâ bağlılıklarını keser ve hakîkî îmânı kazandırır Eshâb-ı kirâmdan bâzılarının; "Gelin bir saat îmân edelim" sözlerindeki îmândan maksat, sohbettir (Yâni bir saat sohbet edelim de îmânımız yenilensin, kuvvetlensin)"

"Talebe, tavus gibi olmalıdır Güzel kanatlarına, renk renk tüylerine değil, siyah bacaklarına bakmalıdır Nefsini son derece kusurlu görmedikçe istikâmet ele geçmez Bu şekilde görmemek büyük günâhtır Muhabbet, ihlâslı amel ve gayret talebeliğin şartıdır Bunlardan birinin eksik olması mânevî felâket alâmetidir"

"Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının değişmesinden ibârettir"

Komşu kasabadaki talebelerinden biri hastalanmıştı Ölüm döşeğinde iken; "Himmetinizi istirham ediyorum, yâ mübârek hocam!" diyerek yardım istedi Seyyid Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı Bir ara sohbeti yarıda keserek, Abdurrahmân Tâhî'yi o talebesine gönderdi Hemen yola çıkan Abdurrahmân, kısa bir zaman sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyileşmiş oturuyor gördü

Bâzı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı Bu yüksek zümrenin hâllerini bilmeyen bâzı zâhir âlimleri, acabâ Şeyh niçin bize bir şeyler anlatmıyor dediklerinde; "Sükûtumuzdan istifâde edemeyen, konuşmamızdan da edemez" buyururdu

"Bu zamanda diğer yollardan istifâde edilememesi, kâmil velîlerin kalmamasından mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" suâline, şu cevâbı verdiler:"Bid'atler karışması sebebiyledir Zîrâ bu zamanda bid'atler çoğaldı Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol, ancak fayda verir"

Kabir azâbıyla ilgili olarak buyurdu ki:

Kabir azâbı, dünyâ sevgisini âhiret sevgisine tercih edenlere olur İkisinin sevgisi müsâvî, yâhut âhireti dünyâdan çok sevene kabir azâbı yoktur"



Alıntı Yaparak Cevapla