Yalnız Mesajı Göster

İbrâhim Hakkı Erzurûmî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İbrâhim Hakkı Erzurûmî




İbrâhim Hakkı hazretleri, Hasankale'de evlendi, sonra İstanbul'a gitti Mahmûd Han ile görüştü ve saray kütüphânesinde çalışmalar yaptı Bir sene sonra talebe yetiştirmek için Abdurrahmân Gâzi Zâviyesine tâyin edilerek Erzurum'a geldiTalebe yetiştirmek için, uzun ve yorucu bir çalışmaya girdi Hanımı Firdevs Hâtun'dan, İsmâil Fehim ve Ahmed Naîmî isminde iki oğlu dünyâya geldi

1755 (H1169) senesinde tekrar İstanbul'a gitti Sarayda, dîvân kâtibi Ali Efendi başta olmak üzere, pekçok kimselerle dost oldu Sultan Üçüncü Mustafa Han zamânında da Abdurrahmân Gâzî zâviyesinin berâtı yenilendi

İbrâhim Hakkı hazretleri, 1763 (H1177) senesinde hâtıralara bağlılığı ve vefâ duygusunun çokluğundan, hocasının memleketi olan Tillo'ya gitti İsmâil Fakîrullah hazretlerinin torunu Fâtıma Hâtunla evlendi Orada kaldı Talebe yetiştirmeye burada da devâm eden İbrâhim Hakkı bir sene sonra hacca gitti Dönüşünde tekrar talebe okutmaya devâm etti

İbrâhim Hakkı hazretleri, zaman zaman Tillo'da, "Cebel-i Ra'sil Kuvâ" ismindeki tepeye çıkardı Talebelerine de; "Bu tepe, yakında büyük bir nâma kavuşacaktır" derdi Bu tepeye bir musallâ taşı yaptırdı Her uğradığında oraya otururdu Ölümü, âhireti ve hesâbı düşünürdü Yine bir gün üç talebesi ile bu tepeye çıktı Üçünün de ismi Mahmûd'du Onlara; "Sübhânallah! Hepinizin adı da Mahmûd Herbiriniz de amcalarınızın kızı ile evleneceksiniz Fakat sâdece biriniz Allahü teâlânın evliyâ kulları arasında yüksek derecelere sâhib olup; "Memduh" lakabıyla isimlendirilecektir Ona her taraftan akın akın talebe ilim öğrenmeye gelecektir O, bu tepeye bir ev yaptırıp herkesin hidâyete kavuşmasına vesîle olacaktır" buyurdu Talebeler de kendi kendilerine; "Mübârek hocamızın müjde verdiği o kimse ben olsam" diye temennî ettiler Bir müddet sonra içlerinden ikisi ayrıldı İbrâhim Hakkı hazretleri yanında kalan Mahmûd'a; "Biraz önce müjde verdiğim Mahmûd sensin Fakat bu sırrı, ben sağ olduğum müddetçe kimseye söyleme" buyurdu

1778 (H1192) senesinde ömrünün sonlarına yaklaşan İbrâhim Hakkı, vasiyetnâmesini yazdı Sık sık hastalanması sebebiyle bizzat kendisi kitap yazmak için uğraşamıyordu Ancak yazdırmak sûretiyle kalan ömrünü bereketlendirmek istiyordu Bu sebeple oğullarının kâtib olarak yardım etmelerini istedi Kendisi söyleyip oğulları yazdılar Nihâyet 1781 (H1195) târihinde bir Perşembe günü vefât etti Tillo'da, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerinin kabrine komşu olacak şekilde defnedildi Ölümü için de; "Hudâyı bilmeye ancak cihâne geldi sultânım" mısraı târih olarak düşürüldü

Hayâtını ilim öğrenmek, öğretmek ve kitap yazmakla geçiren İbrâhim Hakkı hazretlerinin vefâtında, iki oğlu ve iki kızı vardı Oğulları, İsmâil Fehim ve Muhammed Şâkir'dir Babasının neslinin devâmını Muhammed Şâkir sağladı Kızları Şemsî Âişe ile Hanîfe Hâtun'dur

İbrâhim Hakkı hazretleri, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ilimlerin yanında, aklî ilimlerle de uğraşmış, canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck, İngiliz Ch Darvin, Hollandalı Hugo de Vries gibi batılı ilim adamlarından çok önce, canlılar hakkında, en basitinden en mükemmeli olan insana kadar düzgün bir tekâmül bulunduğunu yazmıştır Bu konuyu ele alırken, bu tekâmülde arada görülen belli noktaları, husûsî özellikleri ve her birinin hudutlarını tesbit etmiş, hepsinin ayrı ayrı cinsler olduğunu ayrıca belirtmiştir O sâdece biyoloji ilmi ile değil; fizikten kimyâya, matematikten astronomiye kadar, devrindeki bütün ilimlerle uğraşmış, bir ilim ve mârifet hazînesi olan Mârifetnâme'sinde, bütün bunlara yer vermiştir Mevâlîdi, yâni canlı cansız bütün varlıkların yaradılış sırrını bilmek ve irfânı tahsîl etmek, onda pek açık olarak görülmektedir

Hayâtında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı elden bırakmayan İbrâhim Hakkı hazretleri, ideal insan tipi olarak, ârif insanı göstermiştir Kendisi de bu ölçü içinde kalmıştır Ona göre, ârif; gönülle ve akılla bilendir Fakat gönülle bilmek ârifin yegâne husûsiyetidir Bu yüzdendir ki o, gönüle, eserlerinde büyük yer vermiştir Gönül, sevgilinin mekânıdır Aşk sâyesinde bu sevgi vardır Bu yollarda hikmet (fen ve sanat) vardır Mevâlîd (varlıkların sırrını anlama) bu yolla olmaktadır Kısaca söylemek gerekirse İbrâhim Hakkı; gönül sâhibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, hakka rızâ gösteren bir velîdir Eserlerinin ismine ve mahlasına bakınca, bütün bunların hepsi görülür Dîvânının adı İlâhînâme' dir Bu ismi boşuna koymamıştır Hakîkaten hepsi ilâhîdir Mârifetnâme ise ârifîn kitabı demektir

İbrâhim Hakkı ömrünün sonlarına doğru, eserlerinin dille değil gönülle okunmasını istemiştir İbrâhim Hakkı hazretleri, açık fikirli, neşeli bir ârifti Bilhassa bu hususlar, yakın dostu Şâir Hâzık'la olan yârenliklerinde ve kendi hanımlarına yazdığı mektuplarında görülmektedir Bir de annesinin ismini koyduğu kızı Hanîfe'ye söylediği manzûm öğüdünde bunlara yer vermiştir Kızına:

"Güleç yüzlü, güzel sözlü ol ey cân"

derken, mutlaka kendi tecrübelerini ve hâllerini de aktarmaktadır

O hâtıralara çok bağlıydı Hemen her hâdisenin târihini düşürürdü Bunu daha çok yakınları için yapmıştır 1759 (H1172) yılında oğlu Osman Nedîm'in ölümü için:

Hasretiyle ağladı halk-ı cihân,
Geldi târih gitti vây Osmân cüvân
Hanımlarından Züleyhâ Hâtun'un vefâtı için de:
Duâ eyle Hakkî ana şöyle târih,
Di firdevs-i a'lâyı bula Züleyhâ

târihlerini düşürdü

İbrâhim Hakkı hazretleri için şiir, bir vâsıtadır Ona göre şiir Hakk'ı anlatmalıdır Edebi bildirmelidir Hakk'ı anlatmak için, kalemin âşıkın elinde olması gerekir Ancak o zaman Hak âşığı, Hakk'ı anlatacaktır Şiirde sevgiliye (Allahü teâlâya) yer verilince, o kıymet kazanır Sevgiliden bahsetmeyen şiirde güzellik aramak boşunadır Şiir böyle olunca hikmettir

Şiirleri, Dîvân'ında ve yer yer Mârifetnâme'sinde yer almaktadır Mârifetnâme'deki şiirlerin pek çoğu dîvânından alınmıştır Yalnız bu eserde yer alan ve mevzûları toplayarak anlattığı şiirler, öğretmek içindir ve bir bakıma işlediği konuların özeti durumundadır O, bu şiirlerinde hep Hakkî mahlasını kullanmış ve hep kendisine öğütlerde bulunmuştur Şiirlerinin büyük bir kısmını Türkçe ile yazmıştır AyrıcaArapça ve Farsça ile yazdığı şiirleri de vardır Daha çok bu şiirlerde; Hakkî yanında Ferdî mahlasını da kullanmış olmasına rağmen, en fazla Fakîrî mahlasına yer vermiştir İbrâhim Hakkı'nın bu mahlası kullanması hocasına olan bağlılığının tezâhürüdür Bir de insanın aczini bu kelimede görmüştür

İsmâil Fakîrullah hazretleri, talebesi İbrâhim Hakkı için pekçok sözler söylemiş, ondan iftihârla bahsetmiştir Bunlardan bâzıları aşağıdadır:

"Molla İbrâhim! Ben babamdan, o da dedemden bütün ilimleri okutmaya mezûnuz Mesâbih'in tâlîmi, Meâlim-üt-Tenzîl tefsîri ve din ilimlerini öğretmekte seni me'zûn kıldım"

"Molla İbrâhim! Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir Kalbinde arzusu olan Mevlâyı bulur Çünkü o kuluna yakındır ve onunladır"

"Molla! Ben Fakîrullah'ım Allahü teâlânın sevdiğini severim"

"Molla! Gökler ve yerler yaratılılalıdan beri sen bizim sevgilimizsin"

"Molla! Cennet ve Cehennem için değil, belki Allah yolunda muhabbetimiz içinsin"

"Molla! Sen bizim çocuğumuzsun Sen benim yanımdaAbdülkâdir gibisin Evlâdım gibisin"

"Molla! Benden hayâ etmeyi bırak Bana dön Sen bendesin Ne yaparsan kabûlümdür"

"Molla İbrâhim! Bize yakın olan uzak, uzak olan yakındır Sen nerede olsan benim yanımdasın Seni denize atsam, Allahü teâlâ tekrar seni bana verir"

"Molla! Burada biz seni terbiye ederiz Allahü teâlâ seninledir O, senin yardımcındır O seni korur Sana uzun ömür, çok evlâd versin ve sonunu hayır eylesin"

"Molla! Allahü teâlâya, bütün arzularını sana kolayca vermesi için yalvardım ve duâ ettim Allahü teâlâdan, bütün maksatlarına kavuşmanı ümîd ederim"

Bir gün sohbetinde talebelerine şöyle buyurdu:

"Ey Müminler! İnsan kendi vücûduna dikkatle baksa, yaratıcısının zâtını öğrenir Ârif-i billah (Allah'ı bilen) olur Çünkü bir insan düşünüp, vücûdundan eser yokken, bedenine ve yaradılışına dikkatle baksa, evvelinde iki damla mâyi idi Ne kemiği, ne eti, ne damarları, ne de kanı vardı Ne rûhu, ne aklı ve ne iz'ânı vardı Fakat sonradan, içi ve dışı hârikalarla dolu, nice akıl şaşırtıcı organlar ve gönül sevici güzel ahlâk ile bezenmiş olan bu vücûd ve rûhun bir yaratıcısı olduğunu idrâk eder Bu yaratıcı, kâinâtın bütün zerrelerine hâkim olur, onlara dilediği gibi tesir eder Görünen ve görünmeyen her şeyi bilir Her vücûd, her organ ve her cüz, hep, onun kudret, hikmet ve rahmetine gömülür İnsan, bedeninin mükemmeliyetine ve organlarının yapı inceliğine, işleyişine ve faydalarına dikkatle bakınca yaratıcısının kudretini, büyüklüğünü daha iyi anlar ve O'na, o derece sevgiyle bağlanır ve bilir ki; bütün bu ince yapılı makina, duyu organları ve kuvvetleriyle, ilim ve tekniğiyle cenâb-ı Hakkın lütuf, inâyet ve rahmetinin eseridir"

İbrâhim Hakkı hazretlerinin yazmış olduğu eserler şunlardır:

1) Tecvîd kitabı, 2) Tertîb-ül-Ulûm, 3) Dîvân (İlâhînâme), 4) Mârifetnâme, 5) İrfâniyye, 6) İnsâniyye, 7) Mecmû'at-ül-Me'ânî, 8) Lüb-ül-Ulûm, 9) Vuslâtnâme, 10) Türkçe-Arapça-Farsça sözlük, 11) Seâdetnâme, 12) Vaslnâme, 13) Şükürnâme, 14) Mesârık-ul-Yuh, 15) Sefîne-i Nûh, 16) Kenz-ül-Fütûh, 17) Defînet-ür-Rûh, 18) Rûh-uş-Şürûh, 19) Ülfet-ül-Enâm, 20) Mahzen-ül-Esrâr, 21) Tuhfet-ül-Kirâm, 22) Nuhbet-ül-Kelâm, 23) Urvet-ül-İslâm, 24) Hey'et-ül-İslâm, 25) Mi'yâr-ül-Evkât



Alıntı Yaparak Cevapla