Prof. Dr. Sinsi
|
Mazhar-İ Cân-İ Cânân
MAZHAR-I CÂN-I CÂNÂN
Evliyânın büyüklerinden İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarındandır İsmi, Şemseddîn Habîbullah'tır Babası Mirzâ Cân'dır Onun ismine izâfeten Cân-ı Cânân denilmiştir 1699 (H 1111) veya 1701 (H 1113) senesinde Ramazân-ı şerîfin on birinde Cumâ günü doğdu 1781 (H 1195) senesinde şehîd edildi Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymûriyye sultanlarına yakınlıkları vardı Bütün dedeleri, mürüvvet, adâlet, şecâat, sehâvet (cömertlik) ve dîne son derece bağlı olmalarıyla tanınmış, beğenilen ve medhedilen bütün üstün vasıflara sâhib idiler Ayrıca herbiri, devlet idâresinde mevkî ve makam sâhibiydi Babası Mirzâ Cân, mevkî ve makâmı terkedip, fakirliği ve kanâatı tercih etti Servetini Allah için fakirlere dağıttı Kızının nikâhı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye mikdârındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamâmen ona hediye etti Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlâkı, insânî meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zâttı Zamânın mürşid-i kâmillerinden olan Şâh Abdürrahmân Kâdirî'nin sohbetinde kemâle geldi
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, daha küçük yaşta iken alnında rüşd ve hidâyet nûru parlıyordu Zekâ, fehm ve anlayışının parlaklığını gören firâset erbâbı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılışa sâhib olduğunu söylerlerdi Babası, onun terbiye ve tâliminde, ilim öğrenmesi husûsunda çok dikkat gösterdi Daha küçük yaşta ilim, mârifet öğrenmeye ve çeşitli mahâretler kazanmağa başladı Kıymetli ömrünü çocukluğundan îtibâren gâyet iyi değerlendirip, hebâ etmedi İlim ve mârifeti yanında ayrıca çeşitli sanat ve mahâretleri öğrendi Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda İbrâhim aleyhisselâmı rüyâmda görüp, çok iltifât ve ihsânlarına kavuştum Yine çocukluğumda hazret-i Ebû Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübârek sûreti karşıma çıkardı Rûhâniyetini gözümle görürdüm Bana çok iltifâtta bulunurdu "
Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda idi Bir kimse babamla konuşuyordu İmâm-ı Rabbanî hazretlerinden bahsettiler Ben o anda İmâm-ıRabbânî hazretlerinin rûhâniyetini gördüm Bana oradan kalkmam için işâret etti Bu hâli babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifâde edeceksin " dedi Allahü teâlâ benim tînetime, sünnet-i seniyyeye ittibâ etme, uyma hasletini yerleştirmiş "
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin fıtratında, yaratılışında bir yükseklik, büyükler yolunda ilerlemeye büyük bir kâbiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme husûsiyeti vardı "Aşk ve muhabbet, benim tînetimin hamurunun mayasıdır " buyurdu Zamânın meşhûr âlimlerinden onun hâlini görenler; "Bu çocuk, aşıkâne bir mîzâca sâhibdir " demişlerdir Babası ona; "Senin dünyâya gelişin benim için çok mübârek oldu Çünkü senin doğduğun sene, ben dünyâya âit bağlılıkları, dünyâya düşkün olmayı terkedip, kanâatı tercih ettim " demiştir
Kendisi ilim tahsîlini şöyle anlatmıştır: "Fârisî lisanını ve diğer bâzı bilgileri babamdan, Kur'ân-ı kerîmi, tecvîd ve kırâat ilmini Kârî Abdürresûl'den, aklî ve naklî ilimleri de zamânımızın âlimlerinden öğrendim Hâcı Muhammed Efdal'den, tefsîr ve hadîs ilmi öğrendim On beş yaşında iken kendisinden ilim öğrendiğim hocam Hâcı Muhammed Efdal, bana bir takke hediye etmişti Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı Hiçbir şeyi okuyup öğrenmekte zorluk çekmedim Tahsîlimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders verdim On altı yaşında babam vefât etti Vefât etmeden önce şöyle vasiyyet etti: "Bütün vaktini, kemâlâtı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme " Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devâm ettim Bir gece rüyâmda evliyâdan bir zâtı gördüm Mezarından kalkıp yanıma geldi ve kendi külahını başıma koydu " Bu rüyâdan sonra gönlümde makam ve mevkî arzusu hiç kalmadı Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlalaştı Bir defâsında rüyâmda gaybdan bir ses; "Bizim seninle işimiz var İnsanların hidâyete kavuşması ve onları hidâyete kavuşturacak yolun yayılması senin sebebinle olacak!" dedi Bu rüyâyı da görünce tasavvufa yönelip, bâtın nisbetini elde etmek arzum iyice kesinleşti Bu maksadıma kavuşmak için Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin huzûruna gittim Mübârek yüzünü görünce mârifet sâhibi bir zât olduğunu anladım Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı, dînin emirlerine tam uyan, yüksek ahlâk sâhibi bir zât idi Sohbeti kalbe safâ veriyor, cana can katıyordu İyice anlaşılmıştı ki, arayanlar maksada onun huzûrunda kavuşuyor, ölmüş kalb onun huzûrunda dirilip itminâna eriyor Hakk'a kavuşmak orada müyesser oluyordu Beni talebeliğe kabûl etmesini arzedince, istihâresiz talebe kabûl etmediği hâlde beni derhal kabûl etti Feyzleri o kadar bereketli ve tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye başlardı Ona talebe olup feyzlerine kavuşunca gönlüm aydınlandı Çok iltifâtına kavuştum
Kısa zamanda Nûr Muhammed Bedâyûnî hazretlerinin sohbetinde yetiştim Tasavvuf hâllerine gark olmuştum Ben, muhabbet-i ilâhînin sarmasından, cezbenin çokluğundan uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi terk etmiştim İnsanlardan uzaklaşıp yalnız başıma dolaşmaya başladım Açlığın şiddetinden ağaç yaprağı yemiştim Vaktim hep kendimden geçmiş bir vaziyette ve murâkabe hâlinde geçiyordu Asıl maksada kavuşmayı böylece bekledim Nihâyet o hâle geldim ki; "Rabbini görüyormuş gibi ibâdet et" hadîs-i şerîfinde istenen vasfa ulaştım Mahviyyet, fenâ ve bekâ hâllerine kavuştum Büyüklerin târif ettiği maksada, sırr-ı tevhîde yükseldim
Nûr Muhammed Bedâyûnî, benim hâllerime bakıp, bana karşı tevâzu ile, büyük bir sevgi ve alâka gösterdi Bir gün, ikimiz karşı karşıya otururken; "İki güneş karşı karşıya gelmiş, birinin nûrundan diğeri görülmüyor Eğer tâliblerin terbiyesine yönelsen âlem nûrlanır " buyurdu Yine bir gün bana; "Sende Allahü teâlâya ve Resûlüne karşı muhabbet yüksek derecededir Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak Sana Şemseddîn Habîbullah ismi verildi " buyurdu ve talebelerinden bir kısmının yetiştirilmesini bana havâle etti Hocamın sohbetine devâm ederken, havâle ettiği o talebeleri de yetiştirdim ve hocamın sohbetine bıraktım Her ne kadar Resûlullah efendimizin zamânında bulunup görmekle şereflenmedik ama, Allahü teâlâya binlerce şükürler olsun ki, Resûlullah'ın nâiblerinden olan (O'nun yolunu anlatan) hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin sohbetinde bulunmakla şeref- lendim Hayâtın meyvesi, asıl maksad ele geçti Büyüklerin çok iltifâtına kavuştum
Hocam Seyyid Nûr Muhammed Bedâyûnî'nin sohbetine dört sene devâm ettim Sonra bana icâzet verdi Bana Ehl-i sünnet îtikâdı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve bidatlerden sakınmamı vasiyet etti "
Hocası Seyyid Nûr Muhammed'in vefâtından sonra, altı sene Şeyh Gülşenî ve on iki sene Muhammed Efdal veHâfız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Âbid-i Senâmî'nin sohbetlerine devâm ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu Ayrıca Kâdiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icâzet, diploma aldı Zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendikten sonra insanları irşâda ve doğru yolu anlatmaya başladı Derslerine, sohbetlerine âlimler, âmirler, velîler ve halk devâm edip ondan feyz aldılar Mîr Müsliman, Senâullah Pâni-pütî, Gulâm Kâki, SeyyidAlîmullah, Seyyid Abdullah Dehlevî gibi büyük âlimler ve velîler yetiştirdi
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâ bize en olgun aklı, doğru ve keskin görüşü ihsân etti Saltanat işlerinin idâresi ve memleketin nizâmı husûsunda, herkesin hâline uygun en güzel usûlü öğrenmiş idim Bunun için zamânın meşhûr devlet adamları, alacakları silahları ve diğer mühim şeyleri bizden sorar ve bizden aldıkları cevâba göre hareket ederlerdi " Yine şöyle buyurmuştur: "Muhterem babamın bereketli terbiyesiyle yetiştikten sonra bende öyle bir hâl hâsıl oldu ki, bir bakışla herkesin ne olduğunu ve kalbindekini anlardım Bulunduğum yolun nûruyla insanların saâdet veya şekâvet, (Cennet veya Cehennem) ehli olduğunu, alınlarından okurdum "
Nevvâb Hân Firûzcenk, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerini, soğuğu şiddetli bir kış gününde, üzerinde eski bir elbiseyle gördü Bu hâlini görünce ağladı Yanında bulunan adamlarından birine; "Biz ne bedbaht insanız ki büyüklerimizden bir zât hediye kabûl etmiyor ve ona hizmet etmekle şereflenemiyoruz " dedi Bu hâdise üzerine Mazhar-ı Cân-ıCânân hazretleri; "Biz, zenginlerden bir şey kabûl etmemeğe, almamağa kararlıyız Hayat güneşimiz batmaya yüz tuttu, ömür bitmek üzere Şimdiye kadar kabûl etmedik " buyurdu Sonra Nevvâb Hân Firûzcenk, otuz bin rubiyye para hediye etmek istedi Kabûl buyurmadı ve; "Biz sizin servetinizin yiyicisi değiliz, onu fakirlere dağıtınız " dedi
Yine Afgan serdârlarından biri, eşrefî denilen üç yüz altın göndermişti Bunu da kabûl buyurmayıp; "Her ne kadar hediyeyi kabûl etmek lâzımsa da, mutlakâ kabûl etmek lâzım olduğuna dâir bir emir yoktur Bize kendi talebelerimiz, ihlâs ve ihtiyatla, haram karışmaması için dikkat ederek hazırladıkları hediyeleri getiriyorlar, onları bile kabûl etmiyoruz Kaldı ki, ümerânın ve zenginlerin hediye edeceği şeylerin tam helâlden hazırlanmış olduğu şüpheli olanları hiç kabûl etmeyiz Onda insanların hakkı vardır Kıyâmet günü onun hesâbını vermek zordur İmâm-ı Tirmizî'nin, Ebû Berze'den getirerek yazdığı hadîs-i şerîfde Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Kıyâmet günü herkes, dört suâle cevap vermedikçe hesapdan kurtulamayacaktır: Ömrünü nasıl geçirdi İlmi ile nasıl amel etti Malını nereden nasıl kazandı ve nerelere harcadı Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı " Bunun için çok dikkat etmek lâzımdır" buyurdu
Mazhar-ı Cân-ı Cânân'a yine devlet adamlarından biri Hindistan'ın meşhûr meyvesi olan "Enbe"den (Hint kirazı) bir mikdâr hediye göndermiş ve kabûl etmesi için de çok yalvarmıştı Bunun üzerine iki tâne "Enbe" alıp gerisini iâde etmiş ve; "Bu fakîrin gönlü, bunları kabûl etmek istemiyor " buyurmuştu Biraz sonra huzûruna bir bahçe sâhibi gelip; "Falan emîr, size gönderdiği enbeleri bizden zulüm ile alıp size hediye etti " dedi Bunun üzerine mazlumun hakkının verilerek, himâye edilmesini söyledi Sonra da; "Sübhânellah, onun getirdiği bu yiyecek bizim bâtınımıza zararlı oldu " buyurdu Ondan sonra da malı şüpheli kimselerin ikrâmını hiç kabûl etmedi Yine bu hâdise üzerine; "Yiyeceklerin en zararlısı kazançları şüpheli olan zenginlerin ikrâm ettiği yiyeceklerdir Hattâ fakirlerin ikrâmları da şüphelidir Çünkü onlar da, bu yemekleri hazırlamak için, kazançları şüpheli olan zenginlerden borç alıyorlar " buyurdu
Bir defâsında bir iftar vaktinde yemek yerken, gâfil birine âid olan bir ekmeği talebeleri paylaşmışlar, bir parça da Mazhar-ıCân-ıCânân hazretlerine vermişlerdi O gece terâvih namazından sonra yenilen o ekmek sebebiyle, bâtınlarına tesir edip zarar verdiğini belirterek; "Bu zarardan ancak namaz kılmak ve okunan Kur'ân-ı kerîmi dinlemekle kurtuldum " buyurdu Talebesi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri bu söz üzerine: "Şüpheli bir lokma, onların mübârek bâtınlarında nûr deryalarında böyle bir değişmeye, zarara sebeb olursa bizim hâlimize ne denir!" buyurmuştur Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur: "Yenilen lokmalar insanı muvaffakiyete kavuşturmalı, tâat ve ibâdetin nûrunu arttırmalıdır Fakirliği zenginliğe tercih etmeli, sabır ve kanâatı seçmeli Teslimiyeti ve rızâyı seciye hâline getirmelidir Resûlullah efendimizin; "Allah'ım! Âl-i Muhammed'in rızkını kâfi gelecek kadar kıl " buyurduğu duâsına uygun olarak, insan için lâzım olan şeyleri yeteri kadar istemelidir
Eshâb-ı kirâm da böyle duâ ederdi İsrâfa düşürecek kadar zengin; sıkıntıya, borca düşürecek kadar da fakir olmamalıdır Kulluk vazifesini yerine getirip, ölüme hazır beklemeli, gönlü başka arzulara bağlamamalıdır Ölüm, ilâhî bir hediyedir Allahü teâlâya kavuşmak ve Resûlullah efendimizin dîdârını, mübârek yüzünü görmektir "
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, hocalarına büyük bir muhabbet ve ihlâs ile bağlıydı Bilhassa İmâm-ı Rabbânî hazretlerine derin bir muhabbeti vardı "Her neye kavuşmuşsam, hocalarıma olan muhabbetim sebebiyle kavuştum Kulun amelleri nedir ki, Allahü teâlânın rızâsına kavuştursun! Fakat Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş ve makbul kullarından olan zâtları sevmek, onlara muhabbet beslemek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için en kuvvetli vâsıtadır " buyurdu
Mazhar-ıCân-ı Cânân hazretleri şöyle anlatmıştır: "Bir defâ cihânın süsü ve kâinâtın serveri olan Peygamber efendimizi rüyâda görmekle şereflendim Yanyana uzanmış yatıyorduk O kadar yakındık ki, mübârek nefesi yüzüme geliyordu Bu esnâda susadım Serhend büyüğünün oğulları, yâni İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin evlâdı da orada idiler Resûlullah, onlardan birine su getirmesini emir buyurdu Fakîr; "Yâ Resûlallah, onlar benim pîrimin evlâdıdır " diye arzettim "Onlar bizim sözümüzü tutarlar " buyurdu Onlardan bir azîz, kalkıp su getirdi Kana kana içtim Sonra; "Yâ Resûlallah, hazretiniz Müceddîd-i elf-i sânî hakkında ne buyurursunuz?" diye arzettim "Ümmetimde onun bir benzeri yoktur " buyurdu "Yâ Resûlallah! İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı, mübârek nazarlarınızdan geçti mi?" dedim Buyurdu ki: "Eğer ondan hatırladığın bir yer varsa oku!" Ben de, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bâzı mektuplarında geçen ve Allahü teâlâ için; "O, verâ-ül-verâ sonra yine verâ-ül-verâ'dır, yâni Allahü teâlâ ötelerin ötesidir Akıl neyi düşünür ve neyi tasavvur ederse O değildir" buyurduğunu okudum Resûlullah efendimiz bunu çok beğendi ve; "Tekrar oku!" buyurunca, tekrar okudum Bu ifâdeleri çok güzel buldu Bu hâl epey bir müddet devâm etti Sabah olunca büyüklerden bir zât erkenden gelip bana; "Ben bu gece rüyâmda sizin bir rüyâ gördüğünüzü gördüm O rüyâyı bana anlat!" deyince, anlattım Çok beğenip, hayret etti Ben gördüğüm bu rüyâda, Resûlullah efendimizin mübârek nefesinin ve sohbetinin bereketiyle kendimi tamâmen nûr ve huzur içinde buldum Uyanık iken ele geçen şeylerden daha çok bereketli olan bu rüyânın bereketiyle günlerce acıkmadım ve susamadım "
Bir gün Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin talebelerinden biri huzûruna gelip; "Efendim! Kardeşim, Azîmâbad'a gitmişti Sevenlerinizdendir Bir iftirâya uğrayıp haksız yere hapsedilmiş Kurtulması için duâ ve teveccühde bulunmanızı istirhâm ederiz " dedi Bunun üzerine Mazhar-ı Cân-ı Cânân bir mektup yazıp, kardeşine ulaştırması için ona verdi ve; "Bu eline geçtikten bir saat sonra hapisten kurtulur" buyurdu O talebe mektubu kardeşine ulaştırınca, işâret edildiği gibi hapisten kurtuldu
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, büyük günah işlemiş bir kadının kabri yanına oturmuştu Kabre teveccüh eyledi Yâni hâtırına başka hiçbirşey getirmeyip yalnız onu düşündü "Bu mezârda Cehennem ateşi var Kadının îmânlı olmasında şüphe ediyorum Rûhuna hatm-i tehlîl, yetmiş bin Kelime-i tevhîd sevâbı bağışlayacağım Îmânı varsa affolur " buyurdu Hatm-i tehlîlin sevâbını bağışladıktan sonra; "Elhamdülillah, îmânı varmış Kelime-i tayyibe, tesîrini gösterip azâbdan kurtuldu" buyurdu Hadîs-i şerîfde; "Bir kimse, kendisi için veya başkası için yetmiş bin adet Kelime-i tevhîd okursa, günahları affolur " buyruldu
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerini sevenlerden bir zât, bir gün mübârek eteğini tutup; "Kızımın bir oğlu olacağını bana müjdelemezsen eteğini elimden bırakmam " dedi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri biraz murâkabeden sonra; "Gönlün hoş olsun! Cenâb-ı Hak senin kızına bir erkek çocuk ihsân eyledi " buyurdu Hakîkaten bu adamın kızının dokuz ay sonra bir erkek çocuğu oldu
|