Yalnız Mesajı Göster

Mazhar-İ Cân-İ Cânân

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mazhar-İ Cân-İ Cânân




Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri talebeleri ile birlikte bir yolculuğa çıkmıştı Yanlarında azık olarak hiç bir yiyecek yoktu Gittikleri yerde de misâfir kalabilecekleri bir tanıdıkları bulunmuyordu Talebeleri bu durumu bildiklerinden merâk edip; "Bakalım hâlimiz ne olur?" diyerek yola devâm ettiler Her yemek vakti geldiğinde, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin kerâmeti ile gaybdan önlerine sofra kuruluyordu Sofra üzerinde çeşit çeşit ve gâyet nefis yemekler bulunuyordu Bu nefis yemekleri yiyip yolculuğa devâm ettiler Talebeleri hayatlarında öyle güzel ve çeşitli yemekler yememişlerdi Bu hal, seferlerinden dönünceye kadar devâm etti

Bir kimse, ölüsünün azâbda olduğunu rüyâda görüp, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerine magfiret olunması için duâ etmesini istirhâm etti Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri de duâ edip; "Allahü teâlâ, ölünün günahlarını magfiret eyledi" diye de ona müjde verdi O kimse tekrar ölüsünü rüyâda görünce, kendisine; "Hazret-i Mazhar'ın duâsı bereketi ile, azâbdan kurtuldum" dedi

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, şehid olarak vefât etti Vefâtından birkaç gün önce, bu fâni dünyâdan gitme zamânının geldiği ve Allahü teâlâya kavuşacağı için bambaşka bir aşk ve şevk içindeydi O günlerde ibâdet ve tâatlarını daha da artırmıştı Bir taraftan da talebeleri ve sevenleri akın akın sohbetine geliyorlardı Sohbetleri ve murâkabeleri büyük bir huzur hâli içinde geçiyordu Sohbetleri sırasında huzûrunda toplananlar yüz kişiden ziyâde olur, bereketlere ve feyzlere kavuşurlardı Vefâtının yaklaştığı günlerde talebelerinden Molla Nesîm, memleketine gidip dönmek üzere izin istediğinde, bu talebesine; "Artık seninle bir daha görüşeceğimiz mâlûm değildir!" buyurdu Bu sözleriyle vefât edeceğine işâret etmişti Bunu işiten talebeleri ağlaşmaya başlayıp gözyaşlarını tutamadılar Yine vefâtının yaklaştığı günlerde talebelerinden Molla Abdürrezzâk'a yazdığı bir mektupda; "Ömrüm seksen yaşını geçti Ecelim yaklaştı Bize hayır duâda bulun!" diye yazmıştı Bu sıralarda talebelerinden diğerlerine yazdığı mektuplarında da aynı şekilde işâret etmiştir

Yine vefâtının yaklaştığı günlerde kavuştuğu nîmetleri dile getirerek ve şükrederek şöyle buyurdu: "Kalbimden her ne geçtiyse ve her ne nîmete kavuşmak istediysem, Allahü teâlâ onları bana ihsân etti Beni İslâm-ı hakîkî ile şereflendirdi ve çok ilim ihsân etti Sâlih amel üzere istikâmet verdi Büyüklerin tasavvuf yolunda bildirdiği şeylerin hepsini verip keşf, tasarruf ve kerâmet ihsân ettiBeni dünyâya düşkün olmaktan ve dünyâya düşkün olanlardan da uzak eyledi Ancak Allahü teâlâya yaklaşmakta, yüksek derece olan şehitlik derecesine kavuşamadım Hocalarımın, mürşidlerimin çoğu şehitlik şerbetini içmekle şereflendiler Şu anda ben yaşlandım, vücûdum zayıf düştü Cihâd edecek ve böylece şehitliğe kavuşacak gücüm, tâkatim kalmadı Ölümü sevmeyen, istemeyenlere şaşılır Ölüm Allahü teâlâya kavuşmaya sebeptir Ölüm, Resûlullah efendimizi ziyâret etmeye, evliyâya kavuşmaya, onların mübârek yüzlerini görerek mesrûr olmaya sebeptir Ölüm; Resûlullah efendimiz, Halîlürrahmân İbrâhim aleyhisselâm, Emîrul-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, İmâm-ı Hasan, Cüneyd-i Bağdâdî, Şâh-ı Nakşîbend Bahâeddîn Buhârî ve Müceddîd-i elf-i sânî İmâm-ı Rabbânî hazretleri ile görüşmeye, onlara kavuşmaya vesîledir Kalbimde bu büyüklere karşı husûsî bir muhabbet vardır Onlar zâhirî ve bâtınî şehâdete kavuştular, en yüksek mertebelere ulaştılar"

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri böylece, şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu ettiğini dile getirmişti Ömrünün son günlerini yaşadığı sıralarda huzûruna gelip gidenler iyice artmıştı 1781 (H1195) senesinin Muharrem ayının yedisinde Çarşamba gecesi kapısının önünde pekçok kimse toplanmıştı Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek istiyorlardı Nihâyet izin alıp içeri girdiler Bunlar Moğol ve Mecûsî idiler Huzûruna girince, Mazhar-ı Cân-ı Cânân sen misin?" dediler Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri de; "Evet benim" buyurdu Meğer bunlar Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerine kastedip, öldürmek üzere gelmişlerdi İçlerinden biri üzerine hücum edip hançer vurmaya başladı Vurulan hançer darbesi kalbine yakın bir yere isâbet etmiş, ağır yaralanmış ve yere yıkılmıştı Durumdan haberdâr olan Nevvâb Necef Hân, sabah erkenden frenk bir tabib gönderdi Tabibe; "Çabuk gidip bu mübârek zâtı tedâvî et, onu yaralayanlar da yakalanınca kısas yapılsın" dedi Frenk tabib gidip Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin yarasına baktı ve geri dönüp kasden Nevvâb Necef Hâna; "İyileşip kurtulur, başka tabib göndermeye lüzum yok" dedi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu yaralı hâliyle üç gün daha yaşadı Yaralarından devamlı kan aktı Üçüncü gün, Cuma günü idi Öğle vakti ellerini açıp Fâtiha-i şerîfi okudu İkindi vaktinde; "Günün bitmesine kaç saat vardır?" buyurdu Dört saat vardır dediler O gün hem Cumâ, hem de Aşûre günü idi Akşam olunca üç defâ derin nefes aldı ve şehîd olarak vefât etti Vefâtında ebced hesâbında târih olarak meâlen: "Allah'a ve Peygambere itâat edenler, işte bunlar Allah'ın kendilerine nîmet verdiği, peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle berâberdirler Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!" buyurulan Nisâ sûresi 69 âyet-i kerîmesinden; "Ülâike ma'allezîne en'amellahü aleyhim" kısmı söylendi Yine Peygamber efendimizin bir hadîs-i şerîfinde; "Methe şâyân olarak yaşadı ve şehîd olarak öldü" mânâsında; "Âşe hamîden mâte şehîden" buyurduğu kısım ile ebced hesâbına göre vefât târihi söylendi

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin şehîd olarak vefât etmesinden sonra, sevenleri, onun büyük bir kayıb olduğunu ifâde eden rüyâlar görmüşlerdir

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, İslâmiyetin yayılması ve insanların hakîkî saâdete kavuşmaları için çok üstün hizmetler yapmıştır Her biri üstün birer cevher olan kıymetli zâtlar yetiştirmiş ve onları insanlara rehberlik yapmakla vazifelendirmiştir Talebeleri de bulundukları yerlerde insanlara İslâmiyeti öğretmişler, îmânlarının vicdânileşmesini sağlamışlardır Böylece her biri bulunduğu yerde İslâmiyete uyulmasına, güzel ahlâkın yayılmasına ve insanların birbirlerine karşı iyi muâmelede bulunmalarını sağlamışlardır Onları tanıyıp seven insanlar, onların sebebiyle temiz bir hayat yaşamak ve saâdete kavuşmakla şereflenmişlerdir

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri buyurdu ki: "Her kim ki dünyâya düşkün olanlar arasına karışırsa, sohbetin bereketlerine ve tasavvufun nûrlarına kavuşamaz! Bir kimse dünyâya düşkün olanlar arasına ihtiyaç olduğu kadar karışır ve hâlis niyetle ve bâtınî nisbetini muhâfaza ederek aralarında bulunursa zararı yoktur"

"Dünyâ mel'ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmayanlar da mel'ûndur Allahü teâlânın sevgisi ile dünyâ sevgisi bir araya gelmez Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için mâsivâyı yâni Allahü teâlâdan başka her şeyi ve bütün maksatları terketmek lâzımdır"

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin kendi eshâbına, talebelerine nasîhatları şöyledir:

"Takvânın ve verânın, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınmanın yolu, Resûlullah efendimize mütâbeat yâni tam uymak ve onun bildirdiklerini candan kabûl etmektir Kendi hâlinizi, Kitab ve sünnette bildirilen hususlar ile karşılaştırınız Eğer hâliniz, Kitab ve sünnette bildirilen hususlara yâni dînin emirlerine uygun ise makbûldür Uygun değilse merdûddur, reddedilecekdir Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzere olmak lâzımdır"

EVLİYÂYA HÜRMET

Seyyid Gulâm Ali (Abdullah-ı Dehlevî) hazretleri anlatır: "Bir gün Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin sohbetinde bulunuyordum İhtiyâr bir adam gelip; "Şeyhin şöhreti Rahmânî mi, yoksa değil mi? Onu anlamağa geldim" dedi Bu küstahça söz karşısında, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri son derece müteessir oldu ve öfkelenerek o ihtiyâra, keskin ve dik dik baktı O esnâda ihtiyâr yere düşüp çırpınmağa başladı Sonra; "Tövbe ettim Allah için beni affet" diye yalvardı Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, Allahü teâlânın ismi araya girince, kalktı ve ihtiyârın kolundan tutarak kaldırdı İhtiyâr hemen düzeldi"

DÜNYÂ METÂI PEK AZDIR

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kemâl derecede zühd ve tevekkül sâhibiydi Dünyâdan ve dünyâya düşkün olanlardan son derece sakınırdı Kendisine verilmek istenen hediyeleri kabûl etmezdi Kabûl ettiği çok nâdir olurdu Zamânın pâdişâhı Muhammed Şâh, vezîri Kameruddîn Hân ile Mirzâ Cân-ı Cânân'a haber gönderip, şöyle dedi: "Allahü teâlâ bize öyle bir mülk verdi ki, hatırlarından her ne geçerse hediye olarak göndeririz, yeter ki istesinler" Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri bu teklif üzerine şu cevâbı verdi: "Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Onlara şöyle de; dünyânın metâı pek azdır" (Nisâ sûresi: 77) buyurarak dünyânın yedi iklimindeki mal ve mülkün az bir şey olduğunu bildirdi Az bir şey olan bu yedi iklimden biri de Hindistan olup, o da senin elinde bulunmaktadır Bunun kıymeti nedir ki? Büyüklerin himmetinin esâsı ise, ondan uzak durmaktır"

Yine o havâlinin devlet adamlarından biri, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri için bir dergâh yaptırdı ve bütün dervişlerin ihtiyâcını da karşılıyacağını bildirerek kabûl etmeleri için arzetti Fakat Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri kabûl etmedi ve; "Bizim için her yer birdir Allahü teâlânın indinde herkesin rızkı takdir edilmiştir Vakti gelince herkes rızkına kavuşur Dervişlerin hazînesi sabır ve kanâat olup, bu kâfidir" buyurdu

HAKÎKÎ İLAÇ

Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin seksen yedi mektubu ve melfûzâtı, Kelimât-ı Tayyibât denilen kitapta vardır Mektuplarından biri:

"Kardeşim, zamânımız talebesinin zaîfliğinden, evliyâdan keşf ve kerâmet istediklerinden ve birinci asrı göz önünde tutmadıklarından bahseden mektubunuz geldi Biliniz ki, başka şeyhlere meyli olan sefihleri, akılsız kimseleri talebe edinmeye lüzum yoktur Akıllı ve muhlis kimselerden, bu işe tâlib olanları kabul etmelidir Üzülmeyiniz Allahü teâlâ hakîkî hakîmdir Âl-i İmrân sûresi 31 âyetinde meâlen; "Ey Habîbim! Onlara de ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz Allah da sizi sever" buyrulması, bütün yollardaki sâliklerin, talebelerin maksadı olan Allahü teâlânın sevgisini ve rızâsını kazanmağı, Peygamber efendimize tâbi olmaya bağlı kıldı O mütehassıs doktor, kulları gaflet ve günâh hastalıklarından kurtarmak için, ilâç ve perhiz yerinde olan emir ve yasakları gönderdi Bu reçeteyi tatbik edip, uygun ilâçları alan, perhize riâyet eden sıhhat ve şifâ bulur Kaçınan kendini ziyân ve telef etmiş olur

Bu reçetenin bir sûreti, bir de hakîkati vardır Sûreti ile avâm müslümanları hareket eder Bu da, îtikâdını düzelttikten sonra kitab ve sünnete uygun olarak amel edip, emir ve yasaklara uymakla olur Karşılığı da Cennet'in nîmetleri ve Cehennem'den kurtulmaktır Hakîkati ise havassa, seçkinlere mahsûs olup, kalblerin nûrlanması, parlaması ve nefslerin tezkiyesi, temizlenmesidir Bunda bildirilmiş olan sûret bulunmakla berâber, riyâzet ve mücâhedelerde de vardır Burada ele geçen, tecellî ve keşflerdir Sûrete îmân ve İslâm, hakîkate ise ihsân denir Nitekim Hadîs-i şerîfde; "İhsân; Rabbine, onu görür gibi ibâdet etmendir" buyruldu Hakîkatsız sûret, derideki hastalıklara çâre bulmada, çıban ve yaralar üzerine konulan merhem ve ilâçlar gibidir Yarayı iyileştirir, çıbanı geçirir Elbette faydasız değildir Hakîkatın ise, sûretsiz hiç faydası yoktur Belki o hakîkat değil, mekr-i ilâhîdir Bundan Allahü teâlâya sığınırız

Hakîkat, temizlemek, yâni hastalıklı, mikroplu, bozuk maddeleri çıkarıp atmak gibidir Çünkü yerinde kalırlarsa, yine hasta edebilirler Tam sıhhate kavuşmak, büsbütün şifâ bulmak, bu iki tedâvinin birlikte yapılmasıyla olur Bu açıklamadan, Peygamber efendimizin tedavisinin, Eshâb-ı kirâmın tabiatlarında nasıl sıhhat ve şifâ tesirleri yaptığı kolaylıkla anlaşılabilir Muhakkak ki, o tedâvî ve ilâç, Allahü teâlâyı çok sevmek, bütün gayretiyle Resûlullah'a tâbi olmak, tâat ve ibâdetlerden lezzet duymak ve günahları çirkin görüp, nefret etmekten başkası değildi Bu da onlarda kalblerin huzûru ve nefslerin temizlenmesi tesirini yapıyordu Resûl-i ekremin bereketli sohbeti ve İslâmiyet reçetesinin tatbîki ile, bu mertebelere pek kısa zamanda, belki bir anda kavuşuyorlardı Onlar, daha sonraki asırlarda söylenen zevk ve mevâcidlerden ziyâde, sûret ve hakîkate son derece riâyet ve ihtimâm gösterip, hakîkati koruyan sûreti muhâfaza edip, keşf ve kerâmete îtinâ göstermediler Bunları kemâlin, olgunluğun îcâb ve şartlarından saymadılar

O hâlde, tam sıhhate kavuşmak yâni Muhammedî nisbet isteyen bir tâlib, Resûlullah'ın sünnetine uymayı, bütün riyâzet ve mücâhedelerden üstün ve buna âid olan nûr ve bereketleri, bütün feyzlerden efdal bilmelidir Bütün zevk ve mevâcidlere, bâtın cemiyyeti ve devamlı huzur yanında değer vermemeli ve bu öz ve hakîkatlerin elde edilmesine sebeb olan büyüğü, Resûlullah efendimizin vekîli bilmeli, ona canla başla hizmet edip, bu yolda, çocuklar gibi, ele geçen ceviz-meviz gibi şeylerle, tatlı olsa da, yetinmemelidir

Hadîs-i şerîfi ve fıkıh bilgilerini öğreniniz Âlimlerin sohbetine devâm ediniz Amellerinizi Allahü teâlânın habîbi olan Peygamber efendimize ittibâ, uymak niyetiyle yapınız" (21'inci mektup)

ŞEHÎD OLMAK İSTERİM

Evliyânın büyüğü, Mazhar-ı Cân-ı Cânân,
İstifâde etmişti, binlerce kimse ondan

Henüz vefât etmeden, birkaç gün önce idi,
Rabbine kavuşmanın, şevk ve sevincindeydi

Âhirete göçmesi, olmuşken böyle yakın,
İnsanlar, sohbetine, gelirdi akın akın

Her gün yüzlerce kişi, gelerek o sohbete,
Kavuşuyorlar idi, nûra ve hidâyete

Talebesinden biri, sılaya gitmek için,
Huzûruna gelerek, istedi ondan izin

Buyurdu: "Güle güle, emânet ol Allah'a
Lâkin görüşemeyiz, senin ile bir daha"

Diğer talebeleri, duyunca bu sözleri,
Ağlayıp, herbirinin, yaşla doldu gözleri

Ve yine o günlerde, talebeden birine,
Yazdı ki: "Geldik artık, ömrün nihâyetine

Bu dünyâda yapacak, kalmadı bir işimiz,
Yaş, sekseni geçti ve, yaklaştı ecelimiz"

Birkaç gün kalmıştı ki, vefâtına nihâyet
Talebeyi toplayıp, son defâ etti sohbet

Buyurdu ki: "Kalbimden, her neyi geçirdimse,
Ve hangi bir nîmete, kavuşmak istedimse,

Hak teâlâ hepsini, eyledi bana ihsân,
Her arzûma kavuşmak, oldu kolay ve âsân

İslâm-ı hakîkîyi, nasîb etti nihâyet,
Verdi sâlih amelle, istikâmet, kerâmet

Tasavvufta ne kadar, derece varsa eğer,
Rabbimiz herbirini, kıldı bana müyesser

Elde edemediğim, kaldı ki bir tek makam,
o da, şehîd olmaktır, budur şimdi bana gam

Kavuştum tasavvufta, makamların hepsine,
Şimdi arzûm ermektir, şehidlik rütbesine

Hocalarımın çoğu, şehâdet şerbetini,
İçerek bitirdiler, en son nefeslerini

Ve lâkin yaşlandım ben, zâif düştü vücûdum,
Yoktur cihâd edecek, bir kuvvetim ve gücüm"

Mazhâr-ı Cân-ı Cânân, bu son sözleri ile,
Şehîdlik arzûsunu, getirdi böyle dile

Son günleri idi ki, o yer ahâlisinden,
Huzûruna gelenler, artmıştı eskisinden

Bin yedi yüz seksen bir, mîlâdî senesinde,
Ve Muharrem ayının, yedinci gecesinde,

Mübârek hânesinin, önüne, bir aralık,
Yabancı kimselerden, doldu bir kalabalık

Niyetleri kötüydü, bilhassa üç kişinin,
Israr ediyorlardı, içeri girmek için

Nihâyet izin alıp, hânesine girdiler,
Bunlar Moğol kâfiri ve mecûsî idiler

Hem de tanımazlardı, kendisini o zaman,
Sordular ki: "Sen misin, Mazhar-ı Cân-ı Cânân?"

"Evet, benim" deyince, durmayıp onlar daha,
Hücûm edip hançerle, başladılar vurmaya

Ağır yaralanarak, yıkıldı yere hemen
Üç gün sonra Rabbine, kavuştu ebediyyen

On Muharrem Aşûre ve Cumâ, akşam vakti,
O da şehîd olarak, Hakk'a oldu mülâki

1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1108
2) Makâmât-ı Mazhariyye; s20 vd
3) Hadâik-ül-Verdiyye; s201
4) İrgâm-ül-Merîd; s58
5) Hadîkat-ül-Evliyâ; s118
6) Reşehât Zeyli; s83
7) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c1, s129
8) Sefînet-ül-Evliyâ; c2, s343
9) Hadîkat-ün-Nediyye; s16
10) Rehber Ansiklopedisi; c11, s295
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c17, s39
12) Kelimât-üt-Tayyibât

Alıntı Yaparak Cevapla