Yalnız Mesajı Göster

Süleyman Hilmi Tunahan

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Süleyman Hilmi Tunahan




HİKAYE 4

(Server Baba) namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba’dan ister ve ısrar eder Server Baba, “bu mümkün değil, lakin bir kolayı var Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım Siz de beni idam eder alırsınız Başka çare yok” der İdam edilir Dili altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır: “Ser verip sır vermeyen Server Baba” Eyvah ser de gitti sır da gitti, derler (Ser ver, sır verme) demektir

HİKAYE 5

Fatih dersiamlarından biri, münasebeti olmayan bir müesseseye, münasip olmadığı halde ders verdiği için, ariflerden “Deli Hafız” namıyla maruf bir zat, kendisine, yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verdiğini ihtar ederse de hoca kabul etmez ve biraz kırılır Ertesi sabah erken, hocanın kapısını çalan hafız, pencereden kendisine bakan ve özür dileyecek zanneden sözde alim kişiye şöyle der:

“Dün size söylemeyi unutmuşum; onun için geldim Bugün sana, sade bu deli Hafız kafir diyor Bundan elli altmış sene sonra herkes kafir diyecek” der ve döner
- Emaneti ehline vermeli



SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HAZRETLERİ
IBÖLÜM: SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HAZRETLERİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

Doğumu
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, 1888 (h 1304) yılında Silistre’nin Hezargrad kasabasının Ferhatlar köyünde doğmuştur Tuna Nehri’nin güney kıyısında bulunan Silistre, önceleri Rumeli Eyaleti’nin önemli sancakları arasındayken Kanuni devrinin son dönemlerinden itibaren Özi Eyaleti’nin Paşa Sancağı haline getirilmiştir Hezargrad ise, önceleri Silistre Sancağı’nın kaza merkezedir ve Tanzimat’tan sonra sancak merkezi bir kasaba haline gelmiştir Asıl adı, Bulgarca’da “virane” demek olan“Razgrad”dır Kuzeydoğusunda Silistre yer almaktadır Bu yer şu anda Bulgaristan sınırları içerisindedir

Süleyman Efendinin soyu Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşayan İdris Bey’e kadar dayanmaktadır Fatih, İdris Bey’i Tuna Han’ı tayin etmiş ve ayrıca kendisine kız kardeşini vermiştir Dedeleri ise Kaymak Hafız ismiyle tanınan bir zattır Babası Hocazade Osman Efendi, tahsil hayatını İstanbul’da tamamladıktan sonra memleketi Silistre’ye dönmüş ve buradaki Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik yapmış meşhur bir alimdir Annesinin ismi ise Hatice’dir

Osman Efendi ilmiyle mil, takva sahibi bir insandır Bu zat, tahsil hayatını geçirdiği İstanbul’da bir gece rüyasında vücudundan kopan bir parçanın gökyüzüne çıktığını ve etrafa ışıklar saçtığını görür Osman Efendi daha sonra bu rüyayı kendisinden gelecek olan ve dünyayı manen aydınlatacak hayırlı bir evlada yorumlar Osman Efendi tahsilini tamamladıktan sonra memleketi Silistre’ye gelir, evlenmek için saliha bir kız araştırır ve neticede Hatice isminde bir hanımla evlenir Bu evliliği neticesinde Fehim, Süleyman Hilmi, İbrahim ve Halil isimlerinde dört erkek evladı olur

Osman Efendi Silistre Satırlı Medresesi’nde müderris olduğu için çocuklarının ilk tahsillerini kendisi vermektedir Bu arada o, rüyasında kendisine işaret edilen çocuğunun hangisi olduğunu anlayabilmek için merak ve ilgiyle onların hal ve tavırlarını izlemektedir Bu ilk tahsil sırasında Süleyman Hilmi, zeka, anlayış, öğrenme kabiliyeti ve bilhassa kılı kırk yararcasına bir İslmî hayat yaşamasıyla günden güne tebarüz etmekte ve diğer kardeşlerinden farklı olduğunu hissettirmektedir

Bu gelişmeler üzerine Osman Efendi rüyasında kendisine işaret edilen evladının Süleyman Hilmi olduğunu anlar ve daha sonra gelecekte önemli bir misyon yüklenecek olan oğluna maddi-manevi hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak ayrı bir ilgi ve alaka göstererek onu yetiştirir
Tahsil Hayatı

Süleyman Efendi, ilk tahsilini kendi memleketindeki Rüştiye Mektebinde yaptıktan sonra bir müddet babasının da müderrislik yaptığı Satırlı Medresesinde ilim tahsil etmiştir Daha sonra babası Osman Efendi, oğlunu yüksek tahsil yapması için İstanbul’a göndermiş ve ona şu nasihatlerde bulunmuştur:

- İstanbul’da parasız kalmak, ahirette imansız kalmak gibi zordur Onun için iktisatlı ol, on kuruşa alacağın bir şeyi beş kuruşa almaya gayret et

- Usul-ü fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun

- Mantık ilminde iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun

Süleyman Efendi evvela Fatih Camii dersiamlarından Bafralı Ahmed Hamdi Efendinin yanında “ulûm-u aliye” olarak isimlendirilen sarf, nahiv, belağat, mantık ve münazara gibi ilimleri ve “ulûm-u liye” denilen tefsir, hadis, fıkıh ve bu ilimlerin usullerini tahsil ederek birincilikle hocasından iczetnamesini (diploma) almıştır (1916) Süleyman Efendi derslere olan iştiyakı ve üstün zekasıyla hemen dikkatleri üzerine çekmiş ve medrese muhitlerinde kendi hakkında “yetişirse iyi bir lim olacak” görüşü yaygınlaşmıştır

Süleyman Efendi, Ahmed Hamdi Efendi’den icazet aldıktan sonra Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi kısm-ı âli (İlahiyat Fakültesi) bölümüne kayıt yaptırmış, daha önce yapmış olduğu medrese tahsilinden dolayı buraya üçüncü sınıftan başlamış ve iki yıl sonra da mezun olmuştur

Üstün başarı ile üniversite tahsilini bitiren Süleyman Efendi günümüz ifadesiyle akademik kariyer yapmak için Süleymaniye Medresesi’ne bağlı “Medrestü’l-Mütehassisîn”e (yüksek lisans-doktora) kaydolmuştur Bu okulun tefsir ve hadis, fıkıh, kelam ve hikmet, edebiyat olmak üzere dört bölümü vardır O bu bölümlerden tefsir ve hadisi seçmiştir Süleyman Efendi buradaki tahsilinin ilk iki yılını tamamladıktan sonra “İstanbul Müderrisliği Ruusu” unvanını almıştır (1918) 27 Mayıs 1919 yılında ise Medrestü’l-Mütehassisîn’in tefsir ve hadis bölümünü birincilikle bitirmiştir

Süleyman Efendinin Medrestü’l-Mütehassisîn’de okuduğu dersler ve aldığı notlar şunlardır:

- Tefsir-i Şerif 10
- Usűl-i Hadis ve Nakd-i Rical 10
- Hadis-i Şerif 10
- Tabakat-ı Kurra ve Müfessirîn 10
- Risale (tez) 92

Ayrıca Süleyman Efendi Tanzimat’tan sonra ilk defa açılan ve bugün Hukuk Fakültesi karşılığında olan “Medresetü’l-Kuzat”ı birincilikle kazanmış ve burada Roma Hukuku, Sakk-ı Şer’î, Ticaret-i Berriyye Hukuku, Ticaret-i Bahriye Hukuku, Hukuk-u Düvel gibi dersleri başarıyla okuyarak mezun olmuştur Hatta o bu okulu birincilikle kazandığını telgrafla babasına bildirmiş ancak babası hüküm verme konumundaki insanların büyük bir mesuliyet altında olduklarını ve adaleti gerçekleştiremeyenlerin ise cehennemlik olacaklarını bildiren hadisler ışığında oğluna şu cevabı göndermiştir: “Süleyman! Ben seni cehenneme göndermek için İstanbul’a yollamadım” Bunun üzerine Süleyman Efendi babasına bir mektup yazmış ve mektubunda kendi maksadının hakimlik yapmayıp zamanının bütün din ilimlerinde en zirve noktaya çıkmak istediğini dile getirmiştir Nitekim daha sonraki hayatına bakıldığında da onun hakimlik yapmadığı görülecekti
Bu şekilde Süleyman Efendi, yüksek tahsilini ve akademik kariyerini de üstün bir başarıyla tamamlayarak devrinin seçkin alimleri arasına girmiştir



Eserleri

Süleyman Efendi fazlaca kitap telif etmemiştir Kendisine neden kitap yazmıyorsun diyenlere ise şu cevabı vermiştir:

“Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum

Bununla birlikte Süleyman Efendinin kaleme aldığı eserleri şunlardır:

1) Yepyeni Usul ve Tertiple Kur’an Harf ve Harekeleri: Süleyman Efendi Kur’an’ın öğretilmesi amacıyla tertip bu eserinde yeni ve kolay bir usulle Kur’an-ı Kerim’i öğretmeyi hedeflemektedir Ve bunda da başarılı olmuş bu eser sayesinde pek çok kişi Kur’an’ı okumayı öğrenmiştir
2) Mektuplar ve Bazı Mesil-i Mühimme: Bu eserde Süleyman Efendi’ye ait mektup ve bazı yazıları toplanmıştır Bu eserde tarikat erbabanın hallerinden, sohbet ve adabından ve tarikat ehlinin kaçınması gerekli olan şeylerden bahsedilmektedir

3) Risale-i Kibrît-i Ahmer: Bu eserde kelam ve tasavvufla alakalı değişik mevzular işlenmektedirAyrıca bu eserlerinden başka “Risale-i İksîr-i Ulûm ve Ma’rifet” isimli bir eserinin daha olduğu bilinmektedir

Vefatı

Süleyman Efendi, yüksek derecede şekerden dolayı 16 Eylül 1959 tarihde 71 yaşında iken dr-i bekaya irtihal eylemişlerdir

Hastalığının ağırlaştığı demlerde zamanın hükümetinin de izniyle Fatih Camiinde Fatih türbesinin yanına defnedilmesi kararlaştırılır Ancak daha sonra bizzat içişleri bakanı Namık Gedik’in emriyle Karaca Ahmet mezarlığında açtırılan mezara gömülmesi için yakınları zorlanmıştır Altunizade’den büyük bir cemaatle yola çıkan cenaze, yolu kesilerek Karaca Ahmet istikametine döndürülmüştür Cenaze sahipleri feraset ve dirayetle hadise çıkarmadan bu karara rıza göstermişler ve Süleyman Efendi’yi Karaca Ahmet mezarlığına defnetmişlerdir

Bugün Karaca Ahmet’teki kabri her gün binlerce talebesi tarafından ziyaret edilip Fatiha okunurken; cenazelerini engelleyen Namık Gedik’in öldükten sonra cesedi bilinmiyen bir çukura atılmıştır Burada Düzceli Hafız Hilmi Ak’ın anlattığı ve aynı zamanda Süleyman Efendinin açık bir kerameti olan şu hadiseyi zikretmekte fayda mülahaza ediyorum:

“Ben İstanbul’da okurken Süleyman Efendi Hazretleri zaman zaman beni yanına alırlar, sohbet meclislerinde bana Kur’an-ı Kerim okutturur ve “aferin küçük hafız” diyerek iltifat ederlerdi 1938 yılında yine böyle bir sohbet meclisinde Efendi Hazretleri başını göğsüne eğerek bir müddet tefekküre daldı ve daha sonra başını kaldırıp şunları söyledi

“Öyle devlet adamları, öyle hükümetler gelecek ki, bizim için kazdırılan mezarımıza bile bizi koymayacaklar

Ancak ben bu sözlerin manasını ancak 16 Eylül 1959 günü anlayabildim

II BÖLÜM: SÜLEYMAN EFENDİ’NİN HİZMET ANLAYIŞI, TALEBE YETİŞTİRME METODU VE BU UĞURDA ÇEKTİĞİ ÇİLEL

21 İlk Müderrisliği ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Kabulüyle Gelişen Hadiseler

Süleyman Efendi, 1 Haziran 1920 tarihinde Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesinde müderrisliğe başlamıştır Ancak onun müderrislik hayatı fazla uzun sürmemiş 3 Mart 1924 yılında tevhid-i tedrisat kanunu gereğince medreseler kapatılınca müderrisliği bırakmak zorunda kalmıştır

Medreselerin kapatılması haberi İstanbul’daki medreselerin müderrislerinin cemiyetinde hararetli tartışmalar sebep olmuştur O dönemde bu müderrislerin sayısı 500-520 civarındadır Bu kanunla hepsinin asil vazifesi olan müderrisliklerine son verilecek, kendileri de hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edileceklerdir Müderrislerin hemen hepsi bu fiili durumu kabullenmiş gibi görünüyorlardır Yalnız Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünmüş ve diğer arkadaşlarına şu ikazları yapmıştır:

“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız

Fakat zamanın idaresinin dine bakış açısını bilen müderrisler, hiç de istekli görünmemişlerdir Süleyman Efendi sonunda arkadaşlarının bazılarını, “Biz, aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar, hükümetimizin hara-i umumi gibi büyük bir felaketten çıkması dolayısıyla, mali müzayaka içinde bulunduğunu dikkate alarak, dini ve İslami ilimleri fahriyen okutmaya hazır olduğumuzu bildirir” şeklinde devam eden telgraf çekmeye ikna edebilmiştir Fakat cevaben gelen telgrafta şöyle denmektedir: “Memlekette, tevhid-i tedrisat kanunu yürürlüktedir, hilafına hareket eden şiddetle cezayı müstelzimdir

Böylelikle Süleyman Efendinin müderrisliği sona ermiş ve kendisi İstanbul vaizliğine atanmıştır Bu durum karşısında hemen teslim bayrağını çeken diğer müderris arkadaşları ona şu öğütte bulunmuşlardır: “Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı Bize tevdi edilecek yeni mesleklere gidelim” O ise bu sözlere şu cevabi vermiştir: “Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir Hocalık, Allah’ın, Rasulullah’ın, Kitabullah’ın ve din-i mübin-i İslam’ın tebliğ memurluğudur

Süleyman Efendi İstanbul vaizliğine tayin edilmiştir ve önünde iki yol vardır: O da diğer arkadaşları gibi ya vaizlik yapıp köşesine çekilecek, hiçbir şeye karışmayacak ve yahut da dedelerinin uğrunda oluk oluk kan döktüğü Kur’an’ı ve ondan neşet eden ilimleri, o şehitlerin torunlarına da öğretme davasını omuzlamak suretiyle ruhundan, özünden koparılmaya çalışılan yeni İslam ve Türk nesline feyz-i İlahi’yi, nur-u İlahi’yi aşılama davasını üstlenecekti Birinci yol ne kadar rahat ve kolaysa ikinci yol da o kadar meşakkatli ve zordu O ikinci yolu tercih etmiş ve o günden sonra talebe okutmayı hayatinin bir davası olarak görmüştür

22 Dini Öğretmek İçin Verdiği Mücadeleler

Her şeyden evvel Süleyman Efendi gerek tertemiz ve şerefli nesebi itibariyle gerek zamanındaki geçerli ilimlerin tamamını biliyor olması ve gerekse de şeriat-ı garca-i Muhammedi’yeydi harfiyken yaşama gayreti sebebiyle, ulum-u diniyeyi öğretmeye tam ehil bir zattı İşte bu ehliyet ve dirayet, ilmiye sınıfını yeniden diriltme ve yeşertme sevdasında onu israrli kildi

O, talebe okutmayı seçmişti fakat talebe bulunmuyordu O günkü idarenin din üzerine uyguladığı baskı ve zulümden korkan, sinen insanlar, bırakın okuyup yazmayı, “Allah” demekten bile korkuyorlardı İslam’ın 5 temel şartının bile yerine getirilemediği, hatta bir hatim, bir yağmur duası merasiminin bile tertiplenemediği, kişinin kendi evlatlarını bile okutamadığı bir hürriyetsizlik ortamıydı Hocalar hocalıklarını, Müslümanlar Müslümanlıklarını gizlemek zorundaydı

Süleyman Efendi Allah’ın dinini öğretme işinin kendisine yüklendiğini ve bu işin mesuliyetinin ne demek olduğunu biliyordu Çünkü kendisi ilim tahsil etmişti ve bildiği şeyleri başkalarına öğretmesi gerekiyordu Öğretmez ise Allah indinde mesul olacağını da biliyordu Kendisine “kendini niçin bu kadar yıpratıyorsun?” diyenlere şu cevabı veriyordu:“Yarın hesap günü var Allah Teali “Süleyman! Verdiğim ilimle ne hizmet ettin, onu sana bu kara topraklara getir de göm diye mi verdim?” derse ne cevap veririm Zamane alimlerinin bu husustaki gafletleri büyüktür Sözde varis-i enbiyayız derler Nebilerin bıraktığı miras şeriat-ı Ahmediye’ye hizmettir Onlar kendi evlatlarını dahi öğretmiyorlar

Evet onlar okutmuyor, Süleyman Efendi ise okutmak istediği halde talebe bulmakta güçlük çekiyordu Hatta bu meyanda bazen dersiam arkadaşlarını ziyaret eder, torunlarını okutup okutmadıklarını sorardı Onlardan, “Nerede böyle bir devirde nasıl okutabiliriz ki” cevabını alınca çok üzülür ve kendisine verilmesi halinde okutabileceğini söylerdi Ancak bu da kabul görmezdi

O zor günleri Süleyman Efendinin kendi ifadelerinden okuyalım:

“Okutma imkanı yoktu fakat okuyan dahi bulamadım Bir zaman geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim bulamadım Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı O zaman ümidim kırıldı Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım İleride torunlarım olursa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz dedim Fakat sonradan Cenaba-ı Hake sebepler halketti ve talebe okutma imkanı buldum Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi Ve şimdi yürüyor Bütün bunlar, Cenaba-ı Hakk’ın bize lütfudur

Süleyman Efendi bir yandan İstanbul’un değişik camilerinde vaaz ediyor, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışıyordu İlmiye sınıfının ilk tohumları şekillenirken, aynı zamanda vaazlarıyla ve hususi sohbetleriyle, ilmiye sınıfını maddeten ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışıyordu Önce yaşlılar gelmişti Gedikpaşa’daki Azakzade apartmanının bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi’yle oluşan halkaya, daha sonra Biletçi Hüseyin Efendi, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hocalar dahil oluyor



Alıntı Yaparak Cevapla