Prof. Dr. Sinsi
|
Süleyman Hilmi Tunahan
Yeni yeni tutuşan kandillerin etrafında yeni halkalar oluşuyordu Topçular’da, Kısıklı’da, Şehzadebaşı’nda Bu arada gizli polis teşkilatının amansız takipleri sürüyordu Tutuklamalar, nezaretler, sorgular, işkenceler, zulümler, onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyip gidiyordu İstanbul’da bunalttılar, Kabakçı’ya oradan Kuşkaya mağarasına 
Yine yakaladılar, Toroslar’a gitti Yıldıramadılar, durduramadılar “Bizim hiç duracak zamanımız yok Ümmet-i Muhammed’in evlatları cehenneme birsel gibi akıp giderken, biz onlara seyirci kalamayız Bu selden ne kütük kurtarırsak kardır”diyordu Vaizlik belgesini iptal ettiler Hiç oralı olmadı Güya maddi imkansızlıklarla yoracaklar, ona rahatsızlık vereceklerdi “Biz, değil yorgunluk, rahatsızlık, mezara gidiyor dahi olsak, okumak, okutmak ve hizmet denince koşarız”demişti
Halisane niyetle yola çıkıldığı için halka yavaş yavaş genişliyordu Küçük de olsa bu sevindirici manzara 1943 yıllarına tekabül ediyordu Süleyman Efendi 1924 yılından bu yıllara kadar çalışıp didinmiş, gözyaşları dökmüş ve bunların bir semeresi olarak bu sevindirici tabloların ilk temelleri teessüs etmişti
İlk zamanlar talebe bulma sıkıntısı çeken Süleyman Efendi elindeki talebelere hem ders okumanın faziletlerini öğretiyor, hem de talebeliği sevdiriyordu Onlara bir anne ve babanın çocuklarına gösteremeyecekleri ilgi ve şefkati gösteriyordu Talebe onun velinimetiydi Süleyman Efendi talebenin her şeyiyle ilgileniyor, her türlü sıkıntılarını gideriyor ve onlarla hemhal oluyordu
Bir gün bir zat Süleyman Efendi’ye müracaatla, “Efendi hazretleri oğlumu okutmak istiyorum ne ücret alıyorsunuz?” diye sordu Süleyman Efendi ise “Sen çocuğunu hemen getir, talebeden para alınmaz Talebeye para verilir Okusun da, dinine, kitabına, milletine hizmet etsin” buyurdular O, eski bir adeti değiştirip yerine bu usulü ihdas etmiştir
Süleyman Efendi talebenin iaşesini kendi karşılıyordu Memuriyetten aldığı paranın bir kuruşunu bile kendisi için harcamamıştır Hatta bu hususta şahsi mülklerini bile satarak talebelere harcamıştır Her gün derse başlamadan önce talebelerinin halini hatırını sorar, bir sıkıntıları varsa onu elinden geldiğince halleder, bazen de latifeler yapar ve bu şekilde derse başlayacak olan talebeyi psikolojik yönden zinde tutardı Bu sayede talebeler onu bir hocadan ziyade kendileri üzerine titreyen merhametli bir baba olarak görürlerdi
Talebelerine maişet endişesi içinde olmamalarını tavsiye eder, Allah için okuyan kimsenin dünyalığının da iyi olacağını söylerdi Talebelerine “Oğlum ilimsiz ibadetin tadı olmaz Tek kanatlı kuş uçmaz İnsanların dünyaya dalıp istikbal sevdasına daldıkları şu günlerde Mevla’nın ilmini okuyacağız O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren li bir iştir İhlas ve samimiyetle Allah Rasulü’ne yönelen, gölge gibi dünyayı elde eder Dünyaya çalışan ise ahreti kazanamaz Zira Ahiret hakikat, dünya haleftir Eğer ağacı kökünden götürürsen gölge de beraberinde gelir ” diye malumat ve tavsiyelerde bulunurlardı Bu yumuşak muameleden talebeleri fevkalade memnun olup etkileniyorlar ve hocalarının istediği gibi bir talebe olmaya çalışıyorlardı
Talebelik yapmak için Anadolu’dan çarıklarını sürüyerek gelen köylü çocukları izinli olarak veya Ramazan ayı münasebetiyle evlerine İstanbul beyefendisi olarak dönüyorlardı Bunların bu giyim kuşamı, edepli halleri ve hepsinden önemlisi küçücük çocukların kürsülerden halka vaaz etmesi milleti hayretler içinde bırakıyordu
Ders okuturken çok sıkı takibat altında olduğu zamanlarda bile hiçbir şekilde pes etmemiş, bunun için değişik metodlar uygulamıştır:
1) Sık sık yer değiştirme: Süleyman Efendi bir gün Şehzadebaşı’ndaki caminin müezzin odasında, diğer gün Erenköy’de bir talebesinin evinde, öbür gün bir apartmanın bodrumunda, bir sonraki gün bir başka yerde olmak üzere sık sık yer değiştirerek dersler okutmuştur Bu sayede polislerin takibatından da kısmen kurtulmuştur Bu arada vaazlarını hiç ihmal etmemiş, akşam namazının haricindeki her vakitte etrafındaki cemaate nasihatler etmiştir
2) Çiftlikler kiralama:1930-36 yılları arasında Çatalca’da kiraladığı Halit Paşa’nın Kabakça Çitliğinde o gün bulabildiği birkaç talebe ile derse başlamıştı Bir taraftan ders okutuyor, diğer taraftan da Sirkeci’ye gelerek, Anadolu’dan çalışmak için gelen gençlere birer lira vererek okutmak için yanına alıyordu Kabakça çitliğinde 5 ayrı değirmende talebe okutup derse devam ederken bu durumdan şüphelenen polisler bu kadar gencin çalışmasında bir iş var diyerek takibe alıyorlar Çünkü Süleyman Efendi, talebeleri işçi olarak gösteriyordu Süleyman Efendi bu takipten kurtulabilmek için talebeleriyle oraya 20 km uzakta olan Kuşkay dağına gitmek zorunda kalıyor, eşya ve kitaplar sırtlarında oldukları halde orada bir kulübede derse yine devam ediyorlar Ancak bunu haber alan jandarmalar Süleyman Efendi’yi orada Kur’an öğretirken yakalıyorlar Karakola götürülürken Hazret jandarma yüzbaşısına şöyle diyor:
“Ben hocalığı bir tarafa bırakayım Sen de komutanlığı bir tarafa bırak Seninle bir konuşalım ”
Komutan: “Buyur hocam” deyince, Süleyman Efendi;
“Hayır, hocam demeyeceksin Şimdi sen komutanlığı bir tarafa bırak, ben de hocalığı bir tarafa bıraktım Birer vatandaş olarak konuşuyoruz” diyor
Komutan da “peki buyurun” deyince, Hazret komutana;
“Allah iyi ki seni bir tazı olarak yaratmamış Eğer öyle olsaydı, şu ormanlarda yakalamadık tavşan bırakmazdın Şu dağların tepesinde Allah’ın kitabını okutuyor diye geldin beni karakola götürüyorsun değil mi?” diyor
Bunun üzerine komutan başını yere eğip hiçbir cevap vermiyor
Yine Süleyman Efendi Lüleburgaz’da pancar çiftliği kiralamış, çapa adı altında talebe okutmuştur Aynı maksatla Anadolu’ya geçmiş, Konya Ereğlisi kırlarında ve yolu olmayan ancak aşiretlerin çadır kurup hayvan otlattığı Toros dağlarının tepelerinde mandıracılık yapmış, onu vesile kılarak talebe okutmakla meşgul olmuştur Kazancını ise hep bu uğurda sarf etmiştir
Süleyman Efendi her türlü sıkıntılara rağmen hizmetini devam ettiriyordu Ancak maddi tazyikler ve tecritlerle bu büyük dava adamını yıldıramayanlar, bu sefer takip ve tevkiflerle ona baskı yapmaya başladılar 1939 yılında bir gün evinden alınarak İstanbul Emniyeti Birinci Şubeye getirilir Oradaki üç günlük çilesine dostları ve yakınları da ortak edilir Fakat mahkemeye çıkarıldığında bütün tertipler boşa çıkar Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından salıverilir Tutuksuz olarak aylarca devam eden mahkeme sonunda da beraat eder Ancak o bulabildiği birkaç talebeye, başta çocukları olmak üzere ders vermeye devam etmektedir
<>1936 yılı yaz mevsiminde kendisiyle tanıştığını ifade eden talebesi ve damadı Kemal Kaçar Efendinin anlattıklarına göre bu dönem Süleyman Efendi Hazretleri için bir çile dönemidir Evine sayısız denecek kadar polisler gelmiş,kendisi Emniyet Müdürlüğüne getirilip tazyik edilmiş ve özel eşyaları bile didik didik edilmiştir
1939 yılında beraatle sonuçlanan tevkiften dört yıl sonra 1943 yılında başka bir engel daha çıkarırlar Tevkiften de bir şey çıkaramayanlar 1943 yılında Diyanet İşlerindeki bazı insanları da kullanarak vaizlik yetkisini elinden alırlar ve camilerde vaaz etmekten ali koyarlar Süleyman Efendi bir yıl sonra 1944 yılında ikinci bir takip ve arkasından da tevkife uğrar Sulh Ceza Mahkemesi tutuklanmasına karar verir Bu defa tabutluklardaki işkence 8 gün sürer Burada binlerce mumluk ampuller altında uykusuz günler geçirir Arkasından Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yine kefaletle tahliye ve sonuçta da yine suçsuz görülerek beraat eder
Evet işte Süleyman Efendi böyle bin bir ızdırap ve çile ile talebeler okutup yetiştirmiş ve yetiştirdiği bu talebelerine “Evlatlarım! Görüyorsunuz dinin en garip olduğu bir devirde geldik Ben sizi bunca zor şartlar altında okuttum Sizden para istemiyorum Sizden istediğim tek şey şudur: Siz de gidip Anadolu’nun her yerine kurslar, yurtlar açın ve ümmet-i Muhammed’in evlatlarına dininizi ve kitabınızı öğretin ” şeklinde vasiyetlerde bulunmuştur
2 3 Kur’an Kursları’nın Resmen Açılmasından Sonraki Faaliyet ve Hizmetleri
1949’da resmi Kur’an kurslarının açılmasına izin veren kanunla, nizamlı, intizamlı, yerleşik olarak başlayan teşkilatlanmalar, 1950 Demokrat Parti iktidarının getirdiği nispeten rahat ortamda hızlı inkişaf etti
1950’lere gelindiğinde oluşan serbestlik havası içinde, dînî faaliyetler kısmen rahatladı Ve 1951’de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in Çamlıca’daki evinin birinci katında ilk Kur’an kursu açıldı İlk resmi Kur’an kursu ise 1952’de Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin çilehanesinin yanında bulunan bir binada Üsküdar Müftülüğüne bağlı olarak faaliyete geçti
Devlet tarafından açılmasına izin verilen bu Kur’an kurslarında Kur’an’ın sadece yüzünden okutulmasına müsaade edilmişti Ancak Süleyman Efendi bu isim altında bütün dini ilimleri tam ve kamil şekilde öğretiyor, talebelerini gayet iyi yetiştiriyordu
Süleyman Efendi talebenin her türle derdiyle bizzat meşgul oluyordu Bir gün talebe başkanını çağırmış, yemeklerinin durumunu sormuşlardı Talebe başkanı, “İyi efendim, aramızda biraz para da topladık Onunla sirke aldım, yemeklerin yaninda domates salatası yapıp yiyoruz ” deyince, Süleyman Efendi iç cebinden çıkardığı dörde katlanmış bir 50 lirayı başkana uzatarak, “Bir daha aranızda para toplamayın, ihtiyacınız olunca bana haber verin” buyurmuştu
O, daha önce de ifade edildiği gibi “talebeden para alınmaz, talebeye para verilir” düsturunun ve böyle bir merhametin sahibiydi Talebenin ihtiyacını bizzat kendisi temin ederdi Vaizlik maaşı dahil, devletten aldığı ücrete hiç dokunmayıp, talebelerine sarf etmişti
<>Süleyman Efendinin bütün faaliyetleri tarassut altındaydı Sık sık takibatlara uğruyor fakat o, bunlara fazlaca ehemmiyet vermiyor, ders okutmaktan ve Allah’ın dinine hizmet etmekten bir an bile geri durmuyordu Bütün bunları yaparken ciddi sağlık problemleri de vardır Yıllarca soğuk camii müezzinlikleri ve apartman bodrumlarında ders okuta okuta romatizmaya yakalanmıştır Ayrıca bir şekerden rahatsızlığı vardır Bir gün bir talebesi “Efendim! Herkesin rahatsızlığıyla meşgul oluyor, iyileşmelerine vesile oluyorsunuz Biraz da kendi rahatsızlığınız ile meşgul olsanız” dediğinde o şunları söylemiştir:“Evladım! Kendime yirmi dakika
ayırabilsem hiçbir rahatsızlığım kalmayacak Fakat onu bile ayıramıyorum
Bu arada Süleyman Efendi Anadolu ve İstanbul’da yetişen talebeleri vatanın çeşitli yerlerine hizmete, talebe okutma ve halkı irşad etmeye gönderiyordu Onlardan aldığı hizmet haberleri, en sevdiği şeylerdendi Hepsini tek tek dinler, onları teşvik ederdi Bir gün Prof Dr Asaf Ataseven, Süleyman Efendi’yi ziyarete gittiğinde, Süleyman Efendinin arkasında bazı yerleri işaretlenmiş bir harita görerek mahiyetini sormuş, o da bunların, açılan Kur’an kurslarının yerleri olduğunu ifade etmişti
Talebelerinin hizmete şevkle gitmesi onu sevince garkederdi Bolu’da bir gün sonra hizmete dağılacak talebelere yaşlıca bir zat: “- Nereye gönderilse gider misiniz?” diye sormuş, talebelerin hepsi ayni cevabi vermişti: “- Nereye olsa gideriz çünkü Hz Üstad bizi yalnız bırakmaz ” “- Siz Hz Üstad’ı annenizden babanızdan daha mı çok seviyorsunuz?” “-Evet, biz Hz Üstad’ı annemizden, babamızdan daha çok seviyoruz ” Bunun üzerine o zat, hadiseyi Efendi Hazretlerine anlatır Efendi Hazretleri de: “- Tabii  Anne babaları onların bu denî dünyaya gelmelerine vesile olmuştur Biz ise onları lem-i ervahtan alıyoruz, dünya, kabir, mahşer ve sualden geçirip, cennet ve cemal-i İlahiye kadar götürüyoruz” buyururlar 1951 yılında Süleyman Efendi, Şehzadebaşı’dan Kısıklı’ya taşındı ve Avrupa yakasındaki talebelerin tedrisini damadı Kemal Kacar’a bıraktı Bütün bu zorlu yıllar boyunca, Valide Sultan, Efendi Hazretleri’ne destek oluyor, sıkıntıları, zorlukları paylaşıyordu
Sıkıntıların çok olduğu senelerin birinde Valide Sultan, “60 talebenin bir arada, huzur içinde, sıkıntısız olarak ders okuduğunu görürsem 60 kurban keseceğim” diye nezretmişti 1955’lerde sadece bir kursta 160 talebe bir arada huzur içinde ders okuyordu Valide Sultanımız da her hafta bir kurban kestirip talebeye ikram ettirmek suretiyle nezrini yerine getiriyordu
Süleyman Efendi, Anadolu’da kurs açma faaliyeti üzerinde çok titiz duruyor, bu işin manevi mesuliyetini de hesaba kattığı için hiç gevşeklik göstermiyordu Yeni bir Kur’an kursunun açıldığı haberi geldi mi sanki dünya onun oluyordu Ders okutuyor veya sohbet ediyor olsa bile ara verip hemen şükür namazı kılıyordu Yetiştirmiş olduğu talebesini Anadolu’ya göndermek istediği zaman talebeleri de şevkle o hizmete talip olurlardı Çünkü onlar üstadlarının gittikleri her yerde kendileriyle beraber olduğuna ve kendilerini yalnız bırakmayacağına inanırlardı Onu annelerinden ve babalarından daha çok seviyorlardı Bunun hikmetini Süleyman Efendi’ye soran Hacı Ahmet Şen’e Efendi Hazretleri’nin verdiği cevap gayet manidardır: “Anne ve babaları onların dünyaya gelmelerine sebeb-i zahiri oldu Biz ise onları bu alemden aldığımız gibi alem-i berzahtan, mahşerden, sırattan geçirip cennet ve cemal-i İlahiye kadar götüreceğiz ”
Talebelerinin zevkle hizmete talip olmaları onu ziyadesiyle sevindiriyor, onlara dünya ve Ahiret saadeti için dualar ediyordu Hizmete gönderdiği talebelerinin hepsi de üzerlerine düşen vazifeleri eksiksiz olarak yerine getiriyordu Dine, Kur’an’a, ezana susamış olan halka hemen bir bütünlük içine girmişlerdi Halk bu din, ilim, hizmet aşıklarını en samimi duygularla bağrına basmıştı Aynı zamanda da hayrete düşüyorlardı
Çünkü bu talebelerin yaşları çok genç, hepsi de delikanlı çağında insanlar ama tabir-i caizse her biri bir iman kalesi ve ilim deryası idiler Nasibi olan Müslümanlar “Sizin hocanız kim? Sizleri yetiştiren zat kim? Beni ona götürür müsün” gibi ifadeleri sarf etmekten kendilerini alamıyorlardı Bu hal clib-i dikkattir Çünkü daha emsalleri sokaklarda oynarken bu talebeler hakikat-i Muhammedi kürsüsünden insanlığı hidayete erdirmek için inciler saçıyor, vaaz ediyorlardı
Büyük muharrir Necip Fazıl, bu talebeleri “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde şöyle destanlaştırmaktadır:
“Süleyman Efendi, beni bu gençlerle temasa geçirmiş ve bahçemizde yattığı halde farkında olmadığımız bir hazinenin keşfi gibi, hayretle karşılık bir takdir duygusuna boğmuştur Evet, o zamana kadar cansız bir ezber zemini üzerinde öne arkaya sallantılı, papağanvri bir tekrarlama işinden ibaret zannettiğim ve İslam’ın, fezayı milyonlarca projektörle delici kainat görüşlerine yabancı saydığım Kur’an kursları faaliyeti hayret ve saadetle gördüm ki: Gökten necaset yağan bir devirde üzerlerine tek kir bulaşmamış, zeka ve irfanları her inceliğe ulaşmış güdücüler elindedir Ve bu genç güdücüler mevki ve istikamet tayini noktasından bütün dost ve düşman kutupları, doktorların sıhhat ve marazı tanıdıkları gibi teşhis ehliyetindedir Diyebilirim ki, Türkiye’de, Kur’an kursları topluluğu ayarında vahdet, merkeziyet ve davalarında salabet belirtici ikinci bir teşekkül mevcut değildir Bu topluluk, terbiyesini Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan’dan alanların veya alanlardan alanların tablolaştırdığı kadrodur ve bu tabloda şahıs, fikir, ilim, usul, her unsurun doğrudan doğruya bağlı olduğu tek mihrak, tek kelimeyle şeriattır İşte bağlılıklarındaki kuvvete bu manayı verdiğim, bütün gençliğe tavsiyem gibi şeriatı bu manada idealleştirmelerini ve şeriat aşkını bu manada şuurlaştırmalarını beklediğim ve kendilerini yeni iman neslinin en saf ve en temiz damarlarından biri saydığım Kur’an kursları topluluğuna yakınlığım buradan geliyor ”
Ne hazindir ki, diyanet camiasında bazıları bu din alimi ordusundan rahatsız olmuş ve onları diyanetten tasfiye etmek için değişik iftira ve bühtanlar ortaya atarak kasıtlı senaryolar hazırlayıp kendilerine kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır Üzülerek belirtmek gerekir ki her devirde böyle iftiralara ve iftiracılara inanan ve ona taraftar olanlar çıkmıştır Bu ve buna benzer iftiralarla kamuoyu karıştırılmış ve bu genç hizmet ordusunu diyanetten tasfiye işi başlamıştır
Yine Necip Fazılbu tür insanların maksatlarını şöyle dile getirmektedir:
“Herkes pireler gibi deliklerine saklanır ve ortaya çıkmazken tam 33 yıl bu davanın çilesini çekmiş ve büyük meselenin nirengi noktalarını göstermiş biri olarak kaydedeyim ki; din öğreticiliği bahsinde Süleymancılar diye yaftalanan topluluğa dil uzatanlar ve onları köstekleyenler hakikatten uzak, sadece çekememe duygusuna bağlı, nefsine emin olmama uhdesinden gelen tepkilerden ibarettir Bu da pek çoklarınca gayenin İslam değil, şahıs ve zümre hırsı olduğunun şaşmaz ifadesidir
2 4 Kur’an ve Arapça Tedris Usulü ve Takip Ettiği Yöntemler
Süleyman Efendi ders okutma metodu olarak medreselerden farklı bir metod uygulamıştır O, bugün eğitimcilerin ısrarla uygulanmasını istediği“talebeyi faal hale getiren, uygulama metodunu”kullanmıştır Zira bu metod daha kalıcı olmakta ve daha kısa sürede daha yüksek verim vermektedir Medreselerde takrir metodu uygulanıyor, hoca dersi anlatıyor talebe de hocasını dinliyor ve bütün kitapları kuru kuruya ezberliyordu Dolayısıyla beyinlere aşırı yük yükleniyor ve talebe yıllarca ders okuyordu Süleyman Efendi ise bazı dersler hariç ezberletme yapmıyor, dersi talebenin kendisini okutturuyor ve onun eksikliklerini tamamlıyordu Bu sayede hem talebeye değer verildiği için güven geliyor, hem de dersler uygulamalı olduğu için daha kalıcı oluyordu
Süleyman Efendi, dersleri tercüme kitaplardan öğretmek yerine emsileden başlayarak bütün büyük ulemanın bilhassa Osmanlı medreselerinde takip edilen temel kitaplar vasıtasıyla İslamiyet’i kaynağından orijinal dili olan Arapça’dan okutmuş ve öğretmiştir O, eser yazmak ile vakit geçirmektense, yazılı olan eserleri okutup, insan yetiştirmeyi, onlara ruh vermeyi tercih etmiştir Osmanlı medreselerini kendine numune olarak almış ve talebelerine Osmanlı’yı misal olarak göstermiştir Yok olmaya yüz tutan, iman, itikat ve ibadetleri tekrar yeşertip yaşartmak ve muhafaza edebilmek için İslam akaidinin ve ehl-i sünnet düşüncesinin temeli yani usul-ü dinde asil olan tahkiki, füru-u dinde asil olan taklidi öğretirken şerh-i akaidi günümüzdeki ve tarihteki sapıklıkları tanıtmış ve dalalet fırkalarına düşmekten muhafaza etmiştir
Süleyman Efendi, medreselerde 15-20 senede ancak okutulup öğretilen kitapları azami 3-5 senede okutmaya muvaffak olmuştur Bunun sebebi elbette ihlaslı zahiri gayretleri yanında manevi tasarruflarıydı Onun “Cenaba-ı Hakk’ın yüz esmasının tasarrufları bize çevrildi Biz bunlardan ancak bir tanesini kullanıyoruz O da talebelerimizi çabuk yetiştirmektir ” ifadeleri bu hakikati bildirmektedir
Onun ilim öğretme hususunda talebe ile nasıl meşgul olduğunu, onlara nasıl ders anlattığını Hacı Ali Şeker şöyle anlatmaktadır:
“Bir gün Konyalı Hacı Mustafa Efendi ile Kısıklı’daki kursa gitmiştik Efendi Hazretleri sohbet ederken bir ara talebeleri çağırdı Nasıl ders okuttuğunu ve niçin çabuk meyveler alındığını bize şöyle gösterdi: Efendi Hazretleri gayet mülayim bir tavır ve kendine mahsus bir eda ile;
“- Oku bakayım evladım” dedi En baştaki talebe de kitaptan ibare okumaya başladı Ve kendi bildiği kadar mana verdi Eksiklerini Efendi Hazretleri tamamladı O mevzuda ilave bilgiler verdi Sıra ikinci talebeye gelmişti Müteakip ibareyi o da okudu Verebildiği kadar mana verdi Talebeye yardımcı olabilmek için bazı hatırlatıcı sorular sordu Talebe o soruların cevabını verdikten sonra önündeki ibareyi daha kolay çözmeye başladı Talebe bir taraftan da hocasının önünde kendi bilgilerini hatırlayarak ibareyi çözünce, iştiyaka geliyor ve daha ilerisini okumak istiyordu Bu esnada Efendi Hazretleri’nin mülayim bir baba gibi okşayıcı sesi yetişiyordu:
“Sen oku evladım zamire dikkat et ikinci baçtan okuyacaksın naib-i faili unutma  ”Biz bu ders okuma şekline hayran olmuştuk O yaşıma rağmen bende ders okuma iştiyakı doğdu ”
Süleyman Efendi talebelerinin ezbercilik yerine dersin özünü kavramalarına önem verirdi İbarenin bütünü ve anlatmak isteneni anlayabilmişlerse telaffuz ve irab hatalarına kızmaz, “dumanı doğru çıksın yeter” derdi Halkadaki bütün talebeye ibare okuturdu Bu yüzden talebeler dersten önce derse hazırlanmış olarak gelirlerdi
Onun en önemli eğitim metodlarından biri de sevgidir O, talebelerine bir ana-baba şefkatiyle yaklaşıyor, onların her türlü dertleriyle dertleniyor ve çaresi için maddi-manevi elinden gelen bütün fedakarlıkları gösteriyordu
Süleyman Efendi, bu şekilde Osmanlı’da koskoca bir müessese olan medreseyi tek başına yaşatmış ve halen talebeleri de onun bu usulünü devam ettirmektedirler Onun vefatıyla bu hizmetlerde ve ders okutma şekillerinde aksama olmamış ve bunlar ondan alınan manevi terbiye ve feyzle sanki bugün ihdas edilmiş gibi tazeliğini ve orjinalligini korumaktadır
2 5 Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Federasyonu
Kur’an kursu faaliyetleri “Kur’an Kursları Federasyonu” adı altında resmi olarak yürütülmektedir Çeşitli evrelerden sonra bu federasyon “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Federasyonu” adını alarak faaliyetlerine devam etmektedir Bu federasyonun bugünkü tüzüğünde yer alan bazı maddeleri, onların faaliyetlerinin boyutunu göstermesi açısından burada kısaca zikretmek istiyoruz
|