Prof. Dr. Sinsi
|
Fakîrullah
FAKÎRULLAH
Anadolu'da yetişen büyük velîlerden İsmi, İsmâil, babasınınki Kâsım'dır Fakîrullah diye tanınır 1656 (H 1067) senesinde Siirt'in Tillo kasabasında dünyâya geldi
Dedesi Molla Abdülcemâl, Peygamber efendimizin amcası Hazret-i Abbâs'ın torunlarındandır Zâhirî ilimlerde âlim olup Tillo'da müderristi Oğlu Mevlânâ Kâsım'ı yetiştirerek âlim olmasına vesîle oldu Kâsım da babasının vefâtından sonra yerine geçerek talebe okutmaya başladı 1656 (H 1067) senesinde Receb-i şerîfin ilk Cumâ gecesi, yâni Regâib gecesi bir oğlu dünyâya geldi İsmini İsmâil koydu Annesi ona, besmelesiz süt emzirip, yemek yedirmedi Babası Mevlânâ Kâsım onu küçük yaşta yetiştirmeye, ilim öğretmeye başladı İsmâil Fakîrullah yirmi dört yaşına kadar zâhirî ilimlerde âlim ve bâtınî ilimlerde mütehassıs bir velî olarak yetişti İbâdetlerinden büyük bir lezzet alır, zevk ile yapardı Anne ve babasının hukûkunu gözetir duâ ve rızâlarına kavuşmak için çok gayret gösterirdi
1660 senesinde babası Mevlânâ Kâsım hazretleri vefât edince, yerine geçerek müderrislik yapmağa başladı O sene evlendi İsmâil Fakîrullah hazretleri haramlardan çok sakınır, hattâ şüpheli korkusuyla mübahların dahî fazlasından kaçınırdı
Tarlasını abdestli eker biçer, hasadını kaldırır, öşrünü verdikten sonra un hâline getirmek için el değirmeninde bizzat kendisi çalışırdı O undan hamur yoğurup ekmek yapar, böylece yiyeceklerine hiçbir şüphe karışmamasına çok dikkat ederdi Üzüm bağının işlerini dahî kendisi görür, olgunlaşan üzümleri hayvanların hakkı geçer korkusuyla bizzât kendi sırtında taşırdı Yiyecek olarak tâze veya kuru üzüm ile iktifâ ederdi Her Cumâ günü gusl abdesti almayı yaz, kış hiç aksatmazdı Gecelerini hep ibâdetle, gündüzlerini oruçlu olarak geçirirdi Allahü teâlâyı bir an unutmaz, gâfil olmazdı Rabbini hatırlamak onun gıdâsı ve en büyük zevkiydi Kırk yaşına kadar böyle devâm etti Kırk yaşındayken latîf mîzâcı değişip kırk gün yemedi, içmedi ve konuşmadı Kendinden habersiz olarak yattı Kırk gün sonra mübârek gözünü açıp bir tas su içti ve ekşi nar isteyip ekmekle yedi Ondan sonraki günler her çeşit yemekten orta derecede yiyerek kırk sekiz yaşına kadar böyle devâm etti
Kırk sekiz yaşında olduğu 1702 senesi Şâban ayının ilk Cumâ gecesiydi Akşam namazından sonra komşularından birine tâziyeye gitmişti Yatsı olmadan câmiye gitmek için ayrılan İsmâil Fakîrullah hazretleri karanlıkta evin avlusuna çıktı Avluda, içinde su olmayan on beş metre derinliğinde içi boş ve ağzı açık bir kuyu vardı İsmâil Fakîrullah, karanlıkta bu kuyuyu takdîr-i ilâhî fark edemeyerek içine düştü Fakat Allahü teâlânın koruması ile bir şey olmadı ve incinmedi Sâdece sol kaşının üzerinde ince bir sıyrık vardı Burada kendisini Allahü teâlânın celâl sıfatıyla imtihân ettiğini anlayan İsmâil Fakîrullah, bu kadar yüksekten bir sıyrık ile kurtulmasına hamd ederek Allahü teâlâya secdeye kapandı, hulûs-ı kalp ile rabbine sığındı
O anda etrâfında mânevî bir meclis kuruldu Hızır aleyhisselâm, Abdülkâdir Geylânî, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri gibi pekçok velînin rûhları orada hazır oldular Kuyunun içi genişleyip yemyeşil bir nûra gark oldu Evliyâlıkta Gavs makâmı denilen derecelere kavuştuğu müjdelendi Kendisine muhabbet şerbeti içirdiler Böylece zamânın velîlerinin sultânı oldu
O, bu hâldeyken saatler geçti Câmide yatsı namazını kılmak için bekleyen cemâat, İsmâil Fakîrullah hazretlerinin gelmediğini görünce evinden ve komşularından soruşturdular Bulamayınca da aramaya başladılar Dokumacılık yapan bir usta, kuyunun içinden tatlı bir sesin geldiğini fark edince komşularına haber verdi Herkes kuyunun başına mumlarla birikti ve kuyuya inerek İsmâil Fakîrullah'ı çıkardılar
İsmâil Fakîrullah, kuyuda içtiği muhabbet şerbetinin tesiriyle sekiz sene istigrâk hâlinde, dünyâyı unutarak kendinden geçip, devamlı mest olup, kaldı İnsanlardan tamâmen uzlet edip, hanım ve evlâdından bile ayrı kalmaya başladı Sâdece büyük oğlu Abdülkâdir Efendi huzûruna girip hizmetiyle şereflendi
İsmâil Fakîrullah, bu istigrâk hâlindeyken söylediği bir kasîdede kuyuda olanları şöyle anlattı:
"Allahü teâlânın aşkı ile kendimden geçmiş bir haldeyken, duvarı mermer taşlarla örülmüş kuyuya düştüm
On beş metre kadar derin olduğu hâlde, kendimi bir karış yerden düşmüş gibi hissettim
Düştüğüm an, kuyudan ilâhî yeşil bir nûr yükseldi Öyle ki, verdiği aydınlığı birçok nûrlar veremezdi
O gece, benim için Kadr gecesi kadar kıymetlidir Çünkü, Allahü teâlâ bana orada pekçok lütuf ve ihsânlarda bulundu
Bu lütfun bereketiyle okyanusların dibinde ve semâvâtta bulunan her şey gözlerimin önüne getirilerek gösterildi
Allahü teâlâ bana o gece öyle büyük nîmetler ihsân etti ki, onu, daha önce yaşıyan evliyâsının çoğuna vermedi
Bir anda etrâfımda kurulan mânevî mecliste, Hızır ve İlyas aleyhimesselâm, Abdülkâdir Geylânî, Ahmed Rıfâî veCüneyd-i Bağdâdî hazretleri bana çok ikrâmlarda bulundular ve müjdelerverdiler
Şeyh Hamza Kebîr hazretleri elinde yeşil âsâsıyla, arkasında da ona mensûb olanların hepsi geldi ve hâlimin güzelliğine hayrân kaldı Yanında yıldız gibi parlayan oğlu Şeyh Mücâhid, Şeyh Mûsâ ve Şeyh Muhammed Radî de vardı
Çok sevdiklerimden ve makamları yüksek olan Şeyh Bürhân, Şeyh Alemeyn ve Halil Ferd dahî yanıma gelerek bu meclisin sonuna kadar bana izzet ve ikrâmlarda bulundular Önlerinde Şeyh Hasan'ın bulunduğu Fatîriyyûnlar da ziyâretime geldi Hepsi cübbelerini giymişlerdi
Ayrıca Veysel Karânî hazretleri, Şeyh Hasan Hutvî, Şeyh Mustafa Kürdî ve Şeyh Neccâr bin Neccârî de hazır oldular
Hâlid bin Velîd hazretleri elinde demir bir âsâ ile teşrîf buyurdu Hepsi de bana ihsân edilen nîmetlere hayrân oldular
Etrafıma saf saf dizilip ellerinde ilâhî şerbetle dolu kadehler tutuyorlardı Ben ise, onların ortasında ve bakışları altında olduğum hâlde, Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olup tefekkür ediyordum Hepsi de, ellerindeki şerbeti içmemi bekliyorlardı "
İsmâil Fakîrullah hazretleri, istigrâk hâlini bıraktıktan sonra dostlarıyla görüşmeğe başladı Onlara, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yoluna çok benziyen kendine mahsûs "Üveysiyye" yolunun âdâbını öğretmeye başladı Pekçok talebeleri arasında ençok sevdiği ve hizmetine müsâade ettiği İbrâhim Hakkı hazretlerinin babası olan Molla Osman ile Molla Muhammed'di Bu talebeleri kendisine on sene hizmet etmekle şereflendiler Molla Osman, hocasıİsmâil Fakîrullah hazretlerinin teveccühlerine kavuşması ve onun duâsını alıp talebesi olmakla şereflenmesi için henüz küçük olan oğlu İbrâhim Hakkı'yı da getirtti O da hizmet etmeye başladı Molla Osman ile Molla Muhammed hocalarına hizmetin onuncu yılında bir hafta içinde vefât ettiler Cenâze namazlarını hocaları kıldırdı
Onlardan sonra daha küçük yaşta olan İbrâhim Hakkı, İsmâil Fakîrullah'a hizmet etmeye, onun hasta kalplere şifâ olan sözleri ile olgunlaşmaya ve yetişmeye başladı
Tillo kasabasının kuzey tarafında dört saatlik mesafede bir kale vardı Şirvan Beyi bu kaleyi müdâfaa ediyordu Van Paşası itâatsizliği sebebiyle Şirvan Beyine cezâ vermek için bin kadar askerle kaleyi kuşattı Topa tutmak istiyordu Şirvan Beyi durumu hazret-i Fakîrullah'a bildirerek Paşaya mâni olmasını istirhâm etti ve duâ talebinde bulundu Bunun üzerine Fakîrullah hazretleri paşaya bir mektup gönderdi Mektupta:
"Ümmet-i Muhammed'in fukarâsına merhamet edesin Bağlarını yağma etmeden çekip gidesin O âsî olan beyin cezâsını âhirete bırakasın " yazıyordu
Mektup paşaya ulaştığında kuşluk vaktiydi Paşa mektubu okudu, fakat İsmâil Fakîrullah'ın ricâsına aldırış etmeyip:
"Ben buraya sultânın emriyle gelmişim Kaleyi, bu âsî beyin başına yıkmalıyım " diyerek söz tutmadı
Paşa, topçularına ateş emri verdi Atılan toplardan bir tânesi kale duvarına çarpınca parçalandı Parçalardan biri geri teperek paşanın atına isâbet etti O anda altındaki at öldü Arkasından gökyüzünde bulutlar toplanmaya, kısa bir müddet sonra da şiddetli ve iri iri dolu yağmaya başladı İki saat aralıksız yağan dolu, kale dışında ne kadar insan varsa perişan etti Doludan hayvanlar kaçacak, sığınacak yer aramaya başladılar Askerler, kaçan atlarını yakalamak için peşinden koştu Bu sırada kabarıp büyüyen seller askerlerin çadırlarını söküp götürdü
Bu hâdiselerden sonra paşanın aklı başına geldi Yakaladıkları atlardan birine binip yanına sekiz asker alarak Tillo'nun yolunu tuttu Maksadı Fakîrullah hazretlerinin huzûruna kavuşmaktı Akşama doğru kasabaya giren Paşa, Molla Osman ileFakîrullah hazretlerinin huzûruna çıktı Paşa kan ter içinde, perişan bir haldeydi Boynu bükük bir vaziyette İsmâil Fakîrullah'tan özür dilemeye başladı, fakat hiç iltifât görmedi Sâdece; "Ey zâlim! Sen Allahü teâlâdan korkmaz mısın?" buyurdu
Paşa sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başladı ve Molla Osman'ın işâreti ile geldiği gibi perişan bir halde huzurdan çıktı O gece Molla Osman'ın hücresinde kaldı Sabaha kadar hiç uyumadılar Bir ara Paşa dedi ki: "Ben, Sultan AhmedHanın sohbetinde bulunur, hizmetiyle şereflenirdim Yemin ederim ki, sizin hocanız gibi heybetli bir zât görmedim " "Bir musîbet, bin nasîhattan daha tesirlidir " sözüne uygun olarak sabahleyin geldiği gibi geri gitti Hocamızın himmeti ve duâları bereketiyle Şirvan Beyi, bu kuşatmadan kurtuldu Paşa da, Allahü teâlânın sevdiği bir velî kulunun sözünü dinlememenin cezâsını fazlasıyla çekti
Mevsim sonbahardı Evlerin damlarında bulgurlar serilmiş, kurutuluyordu Ayın on ikinci gecesi mehtaplı bir havada herkes Cumâ gecesi yatsı vaktini bekliyordu Vakit girince Erzurumlu İbrâhim Hakkı minâreye ezân-ı Muhammedî'yi okumak üzere çıktığında Tillo'nun doğu tarafının yağmur bulutları ile kaplanmış olduğunu ve herkesin kendi zâhirelerini damlardan toplamak için acele ettiklerini gördü Ezân-ı şerîfi aceleyle okudu Hocasının bulgurlarını toplamak için yardıma gitmek istiyordu Minâreden aşağı indiğinde hocası erkek çocuklarını, torunlarını, hizmetçilerini toplamış bekliyorlardı Onlara; "Efendim! Yukarı mahalledekiler yağmur yağabilir korkusuyla bulgurlarını topluyorlar " dedi Hizmetçilerden biri yavaşça; "Biz de o tedbire başvurmak istedik Fakat hocamız bize mâni olup; "Bulguru, yağmuru bırakıp câmiye gidiniz, Cumâ gecesine tâzim edip hürmet gösteriniz " buyurdu " dediler
Hep birlikte câminin sofasında yatsı namazını kıldılar Sonra gökyüzünü incelemeye koyuldular Tillo üzerinde bulut ikiye ayrıldı Evlerin bulunduğu kısımda zerre kadar bulut kalmadı Biraz sonra şiddetli bir yağmur başladı Tillo'nun etrâfında seller aktığı halde kasabanın üzerine bir damla bile düşmedi BöyleceAllahü teâlâ, o sevdiği kulunun hürmetine kasabanın halkına aydınlık ve rahatlık ihsân eyledi
Bir bahar günüydü Aklî dengesini kaybetmiş deli bir bey, otuz kadar hizmetçisiyle İsmâil Fakîrullah'ı ziyârete geldi Dergâhın kapısından izin almadan içeri girip edebi gözetmeden, Fakîrullah'a; "Güzel cânım! Seni nasıl bulacağımı merak eder, dururdum Meğer ki buradasın Allah rızâsı için bir kalk da güzel boyunu göreyim Sonra bu tatlı cânımı sana kurban edeyim " dedi
O mübârek zât Allahü teâlânın ism-i şerîfini duyar duymaz ayağa kalktı Bey ise hemen İsmâil Fakîrullah'ın ellerine sarıldı, öpmeye başladı, sonra düşüp bayıldı O da hizmetçilerine işâret edip; "Bu emîri misâfir odasına götürüp yatırınız Üzerine de çok yorgan örtünüz, uyusun ve aklı başına gelsin " buyurdu
İsmâil Fakîrullah'ın emrini derhal yerine getirdiler Günlerdir uyku uyumayan bey, altı yorgan altında altı saat uyudu Bu sırada İsmâil Fakîrullah bir tabak içinde kuru üzüm getirtti Üzümlere Kur'ân-ı kerîmden bâzı âyet-i kerîmeler ve duâlar okudu Sonra da talebelerindenErzurumlu İbrâhim Hakkı'ya; "Mollaİbrâhim! O mecnûnun yatağının baş ucuna otur Uyandığında ne isterse onu sana verelim, gel, götür " buyurdu Bunun üzerine misâfirin odasına girdiğinde o da uyandı ve; "Ben, Şeyh'in önünde tabak içinde bulunan kuru üzümleri isterim " dedi Fakîrullah hazretlerinin huzûruna gidip, durumu arz etti Tabağı verdiler, götürdü Hepsini yiyip bitirdi Sonra kalkıp abdest aldı Aklı başına geldi Altmış gündür namaz kılmayan mecnûn, o günün öğle namazını kıldı O gece talebelerle berâber kaldı Sabahleyin Fakîrullah hazretlerinin huzûruna, vedâ etmek üzere gitti Fakat cesâret edip içeri giremedi Utancından içeri bile bakamayıp, ayak üzerinde kararsız bir halde durdu Bir müddet sonra kapının eşiğini öpüp, sürûr ile memleketine gitti Fakîrullah hazretlerinin himmeti ve duâsı bereketiyle aklı başına gelip beyliğini devâm ettirdi
Bir yaz günü Sıhranlı Şeyh Ali Efendi isminde mübârek bir zât elli iki talebesiyle hacdan geldi Öğleye yakın İsmâil Fakîrullah hazretlerinin huzûruna girdi Ali Efendi içeriye girince selâm vermedi, konuşmadı, el öpmedi, müsafehâ yapmadı Edeple bir köşeye oturdu, başını önüne eğip öğle namazına kadar huzurda kaldı Namazdan sonra da Allah'a ısmarladık demeden, selâm vermeden huzurdan ayrıldı ve bizim kaldığımız odaya geldi Yine selâm vermeden, konuşmadan, başını önüne eğip oturdu İkindiye kadar Molla Osman ile murâkabe yaptılar Akşam iftarında her yemekten birer lokma veya kaşık aldı Molla Osman, Ali Efendiye çok hürmet gösterdi ve hizmet etti Gece Molla Osman ile sabaha kadar murâkabe edip iç âlemlerine daldılar O geceyi de böyle ihyâ ettiler Sabahleyin yine İsmâil Fakîrullah'ın huzûru ile şereflendi Yine sessizce oturdu, dinledi ve bir müddet sonra ayağa kalktı İsmâil Fakîrullah da ayağa kalkıp ona duâ etti Hacı Ali Efendi el öpüp, konuşmadan dışarı çıktı İsmâil Fakîrullah'ın talebeleri de Ali Efendiye hürmet edip, elini öptüler Atına bindirerek Tillo'dan çıkıncaya kadar arkasından gidip onu uğurladılar Orada uğurlayanlarla vedâlaştı ve talebeleriyle memleketine gitti Eve gelince İbrâhim Hakkı babasına; "Efendim! Bu nasıl misâfirdir ki, herkesten çok izzet ve hürmet bulmuştur?" dedi
Babası da; "Bu misâfir diğerlerine benzemez Kâmil, olgun bir velî olup gönül sâhibidir Bizim muhterem hocamızın hal ve şânına yakın bir derecesi vardır Zîrâ bu hâlini merâk ettiğin zât; "Uzun zamandan beri âlemi dolaşırım Çok memleketler gezdim Elli seneden beri pekçok evliyâyı ziyâret ettim Zâhirde bilinmeyen evliyâ ile mânevî meclislerde görüştüm Ancak bu mübârek zâtın cümlesinden üstün derecelere sâhip, Gavs-ı âzam makâmında olduğunu müşâhede ettim Bu muhterem hocamızın vücûd-i şerîfiniAllahü teâlânın aşkı yakmıştır Buraya gelip İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzünü gördüğümde, kendimi onun gönül aynasında gördüm İşte benim seyâhatim tamam oldu ve murâdıma kavuştum " dedi "
İbrâhim Hakkı babasına; "Bu hiç konuşmayan misâfir, bunları size ne zaman söyledi?" diye sordu Cevâbında; "Biz kalplerimizle konuştuk Hatta bundan başka daha pekçok hikmetler üzerinde uzun uzun sohbet ettik " dedi
|