Prof. Dr. Sinsi
|
Muînüddîn-İ Çeştî
Raca'yı İslâma dâvet etmek için giden talebeler, Raca'nın kabûl etmemesi üzerine gelip, durumu Muînüddîn-i Çeştî'ye bildirdiler Bunun üzerine gözlerini yumup, bir müddet murâkabeye daldı Sonra gözlerini açıp; "Eğer bu bedbaht kimse, Allahü teâlâya îmân etmezse, onu İslâm ordusunun askerlerine teslim ederim " buyurdu Aradan kısa bir müddet geçti Gerçekten İslâm ordusu Ecmîr'e geldi
Sultan Muizzüddîn (Şihâbüddîn) Gûrî, Horasan'da bulunduğu sırada, rüyâsında Muînüddîn-i Çeştî hazretlerini gördü Onun huzûrunda edeble ayakta duruyordu Muînüddîn-i Çeştî ona; "Şihâbüddîn! Allahü teâlâ sana Hindistan sultânlığını ihsân etmiştir Hemen bu tarafa doğru harekete geç! Bedbaht Raca'yı tutup, cezâsını ver " buyurdu Uyanınca hayrete düşen Sultan Şihâbüddîn, rüyâsını fazîlet sâhibi âlimlere anlatıp, tâbirini sordu Âlimler; "Sana müjdeler olsun ey Sultan Şihâbüddîn, oraları fethedeceksin! Endişelenme, gönlünü hoş tut Muînüddîn-i Çeştî hazretleri sana himmet edecek" dediler Bunun üzerine SultanŞihâbüddîn, ordusunu alıp, Hindistan'a hareket etti Hindistan'da Ecmîr racasının ordusuyla karşılaştı Şiddetli savaşlar yapıldı Netîcede, Sultan Şihâbüddîn gâlip geldi ve Raca yakalanıp esîr edildi Sultan Şihâbüddîn ve ordusu, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin himmetiyle zaferden zafere koştu Ecmîr'den Dehli üzerine yürüyen İslâm ordusu, Dehli racası Pethûra'nın ordusunu mağlûb edip, kendisini esir aldılar Sultan Şihâbüddîn, Dehli'de saltanat tahtına oturdu Dört-beş sene kadar Hindistan'da kaldıktan sonra Gazne'ye döndü Muînüddîn-iÇeştî hazretlerinin himmet ve tasarruflarıyla, İslâmiyet, Hindistan'da her tarafa yayıldı Pekçok insan küfür hastalığından kurtulup, müslüman olmakla şereflendi Muînüddîn-i Çeştî'nin talebeleri ve bunların da talebeleri, Hindistan'da asırlarca İslâma hizmet ettiler
Bir gün Muînüddîn-i Çeştî'nin rahmetullahi, aleyh huzûruna biri geldi Edebli bir tavırla oturup; "Çoktan beri sizin sohbetinize kavuşmak isterdim, hamdolsun ki bugün bu büyük saâdet nasib oldu " dedi Adamın bu sözü üzerine, Muînüddîn-i Çeştî ona doğru bakıp tebessüm etti Bir müddet durduktan sonra da; "Haydi, buraya ne maksatla gelmişsen onu yapsana!" dedi Adam bu sözü işitince, maksadının anlaşıldığının farkına varıp, şiddetle titremeye başladı Başını yerlere koyup durmadan yalvarıyordu Sonra şöyle dedi: "Ey efendim! Beni bir kimse buraya sizi öldürmem için gönderdi Siz onu da kerâmetinizle bilirsiniz Benim, aslında size bir kastım ve düşmanlığım yoktu " dedi Sonra elini koynuna sokup bir bıçak çıkardı ve orada bulunanların önüne attı Ortaya çıkıp, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin ayaklarına kapandı ve; "Bana dilediğiniz cezâyı verin!" dedi Bunun üzerine Muînüddîn-i Çeştî; "Bizim yolumuzda, bize kötülük yapana biz iyilik yaparız!"buyurdu Sonra yerde perişân bir hâlde ezilip, büzülen, pişmanlığından ne yapacağını şaşıran adamı tutup kaldırdı "Seni buraya gönderen kimsenin de ismini açıklama" buyurdu Sonra; "Ey yüceAllah'ım! Bu kuluna iyilikler ve muvaffakiyet ihsân eyle " diyerek, ona duâ etti Bu adam, tövbe edip Muînüddîn-iÇeştî hazretlerinin duâsını aldıktan sonra ona talebe oldu Aldığı duânın bereketiyle, çok nîmetlere kavuştu Kendisine kırk beş defâ hac yapmak nasîb oldu Nihâyet Kâbe'nin civârında vefât etti ve Mekke-i mükerremede mücâvirlerin defnedildiği kabristana defnedildi
Muînüddîn-i Çeştî bir defâsında Şeyh Evhadüddîn Kirmânî ve Şihâbüddîn ÖmerSühreverdî ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı Bu sırada, henüz o zaman küçük yaşta olan SultanŞemsüddîn Türkmânî, elinde ok ve yay olduğu hâlde ava gidiyordu Yanlarından geçti Muînüddîn-i Çeştî hazretleri ona dikkatle baktı Sonra birden şöyle buyurdu: "Ey dostlar, bana keşf olundu ki, şu küçük çocuk Dehlî şâhı olacak ve Dehlî sultanlığı yapmadan bu dünyâdan göçmeyecek " buyurdu Neticede işâret ettiği gibi Şemseddîn Türkmânî bir müddet Dehli sultanlığı yaptı
Muînüddîn-i Çeştî hazretleri sevenleriyle ve talebeleriyle birlikte olduğu zaman buyurdu ki:
"Sâdık talebe, hocasının, rehberinin söylediği sözleri, onun nasîhat ve tavsiyelerini can kulağı ile dinler Onun sözünden dışarı çıkmaz Riyâzet ve mücâhede yâni, nefsin istemediği şeyleri yapar, istediği şeyleri yapmaz Büyük âlimlerin yolunda gidip çalışır ve gayret gösterir Bizim yolumuzun büyükleri, on dört şeyi usûl edinmişler ve yapmışlardır Maksada kavuşmakta bunu zarûrî görmüşler ve bunları yapanlar maksada kavuşmuşlardır Bu on dört makam şunlardır:
1 Tövbe, tövbekârlar makamıdır Bu, Âdem aleyhisselâmın makâmına işârettir
2 İbâdet makâmı Bu makam, İdrîs aleyhisselâmın makâmıdır
3 Zâhidlik, dünyâya ve dünyâlığa düşkün olmamak Bu makam, Îsâ aleyhisselâmın makâmıdır
4 Rızâ makâmı Kadere rızâ göstermek Bu makam, Eyyûb aleyhisselâmın makâmıdır
5 Kanâatkârlık Bu makam, Yâkûb aleyhisselâmın makâmıdır
6 Cehd, gayret ve nefsin isteklerine uymamak Bu makam, Yûnus aleyhisselâmın makâmıdır
7 Sıddîklık makâmı Bu makam, Yûsuf aleyhisselâmın makâmıdır
8 Tefekkür makâmı Bu makam, Şuayb aleyhisselâmın makâmıdır
9 İrşâd makâmı Bu makam, Şist aleyhisselâmın makâmıdır
10 Sâlihler makâmı Bu makam, Dâvûd aleyhisselâmın makâmıdır
11 Muhlisler makâmı Bu makam, Nûh aleyhisselâmın makâmıdır
12 Ârifler makâmı Bu makam, Hızır aleyhisselâmın makâmıdır
13 Şükredenler makâmı Bu makam, İbrâhim aleyhisselâmın makâmıdır
14 Makâm-ı Muhibbandır (muhabbet makâmıdır) Bu makam, Peygamberlerin en üstünü olan Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'nın makâmıdır
Bir defâsında; "Tövbekâr mürid kime denir? diye sorulunca; "Şu hâle gelen kimsedir ki, amelleri yazan melekler, onun hiç günahını bulup yazmazlar Hiç günah işlemezler Hocam Osman Hârûnî'den işittim Buyurdu ki: Bir kimsede şu üç haslet bulunursa, o kimseAllahü teâlânın dostudur, sevgili kuludur Birincisi; cömertliktir, çünkü cömertlik bir deryâdır İkincisi, şefkattir Şefkat, güneş gibi aydınlatıcıdır Üçüncüsü, tevâzudur Tevâzu, toprak gibidir (toprakta gül biter) "
Çeşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki:
"Muhabbetin alâmeti itâat etmektir Muhabbette gevşeklik olmaz "
"Derviş o kimsedir ki, kendisine ihtiyâcını söyleyen hiç kimseyi mahrum etmez, ihtiyaçlarını karşılar "
"Senelerce ilim ve mârifet taleb edip, dergâhta kaldım Neticede, hayret ve heybet buldum Böylece kurb, Allahü teâlâya yakınlık menziline ulaştım Dünyâ ehlini, dünyâya düşkün olanları, dünyâ ile meşgûl buldum Âhıreti düşünen âhiret ehlini mahcûb buldum Tasavvuf ehli ve takvâ sâhibi olduğunu iddiâ eden sahtekârlardan uzak durup, yüz çevirdim "
"Kurtuluş; sâlihlerin, büyüklerin sohbetindedir Bir kimse her ne kadar kötü de olsa, büyüklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarır ve yükseltir Sâlihlerin sohbetine devâm eden kimse iyi bir kişi ise, kısa zamanda olgunlaşıp yükselir "
"Hakîkat ehli olmak için şu on şarta uymak lâzımdır:
1 Tam bir mârifete sâhip olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak 2 Hiç kimseyi incitmemek ve hiç kimse hakkında kötülük düşünmemek 3 Dâimâ hak yolu gösterip, insanlarla hep faydalı şeyler konuşmak 4 Tevâzu sâhibi olmak 5 Uzlet 6 Bütün müslümanları iyi bilip,kendini herkesten aşağı görmek 7 Rızâ, kadere râzı olmak ve teslimiyet 8 Sabır ve tahammül 9 Yanıp erimek, acz ve niyâz içinde olmak 10 Kanâat ve tevekkül üzere olmak
Yine buyurdu ki: "Rabbini tanıyıp seven kimse, her ân O'nun aşkıyla kendinden geçer Ancak Allahü teâlânın zikri ile ayakta durur ve yürüyebilir Çünkü o, Allahü teâlânın azameti karşısında kendini unutmuş, kaybetmiştir
Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefâtından kırk gün evvel, Dehli'de bulunan talebesi Hâce Kutbüddîn'in âcilen Ecmîr'e gelmesini istedi Bu haber Hâce Kutbüddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola çıktı Ecmîr'e geldi Bir gün talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben bir müddet sonra bu dünyâdan ayrılırım" buyurdu Bu söz talebelerine ve kendisini tanıyıp sevenlerin üzerine bir üzüntü bulutu gibi çöküverdi Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini gören Ali Sencerî'ye, Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî'nin, Dehli'ye gitmesini emreden bir fermân yazdırdı "Onu, vekîl tâyin ettim Bizim Çeştî hâcegânının (Çeştiyye yolu büyüklerinin) mukaddes emânetlerini (bunlara mahsus olan bâzı eşyâyı) ona verdim" buyurdu ve Hâce Kutbüddîn'e hitâben; "Senin yerin Dehli'dir " buyurdu Hâce Kutbüddîn hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Dehli'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman hocamın huzûruna çıktım Külâhını başıma koydu Mübârek elleriyle sarığı sardı Sonra, hocası Osman Hârûnî'nin âsâsını, kendi okuduğuKur'ân-ı kerîmi, seccâdesini, nalınlarını verdi ve; "Bunlar, bana hocam Hâce OsmanHârûnî tarafından emânet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emânetlerdir Şimdi bunları sana veriyorum Bunlara lâyık olduğunu, senden önce bu emânetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbât etmelisin Eğer bunlara lâyık olmazsan, ben, bu emânetleri lâyık olmayan birine teslim ettiğim için kıyâmet günü Allahü teâlânın, Resûlullah'ın ve bu emâneti bizlere ulaştıran mübârek büyüklerimizin huzûrunda mahcûb olurum" buyurdu
Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn, bu nîmetlere şükür olarak ve çok mesûliyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allahü teâlâya niyâz ile iki rek'at namaz kılıp göz yaşları içinde duâ etti Sonra, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve hâlleri sana vererek, bulunduğum mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahü teâlâya emânet ediyorum " dedi Sonra şöyle buyurdu: "Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esâslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir sâlik, aç ve fakir olsa da, hâlinden şikâyetçi olmamalı, dışarıdan tok ve hâli vakti yerinde görünmelidir 2) Fakirleri maddî ve mânevî olarak doyurmalıdır 3) Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmetlere şükredemediği, O'na lâyık ibâdet yapamadığı ve âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği için, dâimâ üzgün bir hâlde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli; insanlara karşı lüzumlu olan nezâket ve sevgiyi her zaman göstermelidir " Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn hazretleri, öpmek için hocasının ayaklarına eğildi Hocası müsâade etmeyip, hemen kaldırdı Muhabbetle sarıldılar Hâce Muînüddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saâdet yolundan ayrılmayınız! Bu mübârek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbât ediniz, gösteriniz!" şeklinde idi Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gözyaşları içinde ayrıldılar Hâce Kutbüddîn, Dehli'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri vefât etti
Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, vefât edecekleri gece, yatsı namazından sonra odasının kapısını kapayıp, içeriye hiç kimseyi, hattâ husûsî eshâbını bile almadı Ancak bâzı talebeleri kapının önünde durmuşlardı Bütün gece odadan sesler geldi Sabah namazı vaktinde ses kesildi Sabah namazına kaldırmak için, kapısına ne kadar vurdularsa da kapı açılmadı Kapıyı açıp içeri girdiklerinde, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin vefât edip, Hakk'a kavuştuğunu gördüler Peygamber efendimiz, o gece oradaki bir çok evliyâya rüyâlarında; "Biz bugün, Allah'ın sevgili kulu Şeyh Muînüddîn'i karşılamağa geldik " buyurmuştur
Ecmîr'de dergâhının bulunduğu yerde defnedildi Kabri önce kerpiçten, daha sonra taştan yapıldı Önce Hâce Hasan Nâgûrî tarafından tâmir ettirildi Sonra Şihâbüddîn Muhammed Şâh Cihân tarafından, türbesi yanına mermerden gâyet güzel bir mescid yaptırıldı
Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden dört asır sonra Hindistan'da yetişen ve ikinci bin yılının müceddidi olan, İslâmiyeti Hindistan'a ve diğer beldelere yayan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, 1623 (H 1033) senesinde Ecmîr'e gittiğinde, Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin türbesini ziyâret etmiş ve; "Hâce hazretleri merhamet eyledi İhsânda bulundu Husûsî bereketlerinden ziyâfetler verdi Çok konuştuk, esrâr, sırlar açıldı " buyurmuştur
|