Yalnız Mesajı Göster

İbn-İ Kavvâm

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İbn-İ Kavvâm




İBN-İ KAVVÂM

Evliyânın büyüklerinden ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi İsmi, Ebû Bekr bin Kavvâm bin Ali'dir 1188 (H584) senesinde Meşhed-i Sıffîn'de doğdu Limni şehrine giderek orada ilim öğrendi İbn-i Kavvâm ismiyle meşhûr oldu İbn-i Kavvâm, âlim, zâhid, güzel ahlâklı, edepli, verâ, takvâ, tevâzu ve hayâ sâhibi bir zâttı 1259 (H658) senesi Receb ayının altısına rastlıyan Pazartesi günü, Haleb'e yakın olan Alem köyünde vefât etti O köye defnedildi Vasıyeti gereği, on iki sene sonra Şam'da Kâsiyûn Dağındaki kabristana nakledilip oraya defnedildi Kabri ziyâret mahallidir Torunu Muhammed bin Ömer, İbn-i Kavvâm'ın kerâmetlerini anlatan bir kitap yazdı

Kendisi şöyle anlatır: "Edeb ve tasavvuf yolunu öğrenmeye başladığımız zaman, beni bir takım hâller kapladı Bunları hocama haber verince, beni konuşmaktan men ediyordu Yanında bir kamçı vardı Bana; "Bu mevzuda konuştuğun zaman, seni bu kamçı ile döverim" buyurdu Hocam bana, devamlı hayırlı amel işlemeyi emrediyor ve; "Sahib olduğun bu hâllerin hiç birine rağbet etme" diyordu Hocamın yanında bulunduğum müddetçe buyurduğu gibi davrandım Bâzı geceler hocamın yanında kalıyordum Âmâ bir annem vardı ve benden başka hizmet edecek kimsesi yoktu Bir akşam hocamdan, annemin yanına gitmek için izin istedim Bana izin verdi ve; "Bu gece, sana hayret verici bir iş olacak Sakın ondan korkma" buyurdu Yolda giderken birden semâ tarafından bir ses duydum Başımı kaldırdım, baktığımda, zincir şeklinde bir nûr vardı Bu nûr sırtıma dokundu Sırtımda soğukluğunu hissettim Sonra hocamın yanına dönerek, olup biteni anlattım Hocam; "Elhamdülillah!" dedi ve beni alnımdan öptü Sonra; "Yavrum, senin üzerindeki nîmet tamâm oldu Bu nûr silsilesinin ne olduğunu biliyor musun?" buyurdu Ben "Hayır!" cevâbını verdim Bunun üzerine; "Bu nurdan zincir, Resûlullah efendimizin sünnetidir" buyurdu Bu hâdiseden sonra hocam, daha önce bana yasakladığı hâllerle ilgili hususta konuşmama izin verdi"

Yine kendisi anlatır: "Bir gece Hızır aleyhisselâm bana geldi ve; "Kalk yâ Ebâ Bekr!" dedi Kalkıp onu tâkib ettim Hızır aleyhisselâm, beni Resûlullah efendimizin huzûruna götürdü Resûl-i ekremin huzûrunda; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali de vardı Selâm verdim Onlar selâmıma cevap verdiler Sonra Resûlullah efendimiz; "Ey Ebû Bekr binKavvâm!" buyurunca; ben de; "Emret yâ Resûlallah!" dedim Buyurdu ki: "Allahü teâlâ seni, velî, dost kullarından eyledi Kendi nefsin için neyi istiyorsan onu seç" Allahü teâlâ, o anda beni cevap vermeye muvaffak kıldı ve; "Yâ Resûlallah! Sizin, kendiniz için seçtiğiniz şeyi seçiyorum" dedim O anda şöyle diyen bir ses işittim: "Öyleyse sana dünyâda yiyeceğin gıdâdan âhiretin sâhibinin elinden (yâni Resûlullah'tan) gelenden başka bir şey vermeyeceğiz" Resûlullah efendimiz bana; "Ey Ebû Bekr bin Kavvâm! Bize namaz kıldır" buyurdu Resûlullah'ın, Eshâbının ve birçok velînin hazır bulunduğu bir mecliste öne geçmeye korktum Kendi kendime; "İçinde Resûlullah'ın bulunduğu bir cemâatin önüne nasıl geçerim" diye düşündüm Resûl-i ekrem buyurdu ki: "Öne geç Zîrâ senin öne geçmende vilâyet sırrı vardır Böylece kendisine uyulan bir imâm olursun" Resûlullah efendimizin emri üzerine, öne geçip iki rek'at namaz kıldırdım İlk rek'atta Fâtiha'dan sonra Kevser sûresini, ikinci rek'atta Fâtiha'dan sonra İhlâs sûresini okudum"

Beldenin tüccarlarından biri anlatır: "Amcamla berâber Haleb'e gitmiştik Daha gençtim Arkadaşlarımdan biri, beni içki meclisine götürdü Bana; "İç!" dedi Tam kadehe uzanıp alacağım zaman, birden karşımda Ebû Bekr bin Kavvâm'ı gördüm Eliyle göğsüme vurarak! "Kalk ve buradan çık!" dediYüksekçe bir yerdeydim Birden yüzüstü düştüm Başımdan ve yüzümden kan akmaya başladı Amcamın yanına döndüm Bana; "Bunu kim yaptı?" diye sordu Ben de olup biteni anlatınca, amcam; "Evliyâsını, sana yardımcı ve seni himâye edici kılan Allahü teâlâya hamd olsun" dedi"

Ebü'l-Mecd bin Ebû Senâ şöyle anlatır: "Bir gün Ebû Bekr bin Kavvâm'ın yanındaydım O anda Necmüddîn Bâderânî Bağdât'tan gelmişti Halîfe onu kâdılığa tâyin etmişti Ebû Bekr bin Kavvâm'ın yanına geldi ve ona; "Halîfe beni Bağdât kâdılığına tâyin etti Ben ise kadılığı istemiyorum" dedi Ebû Bekr bin Kavvâm, Necmüddîn Bâderânî'ye; "Kalbini ferah tut Sen orada hüküm vermeyeceksin" buyurdu Aynen Ebû Bekr bin Kavvâm'ın dediği gibi oldu"

Torunu şöyle anlatır: Bir gün dedem İbn-i Kavvâm hanımına; "Senin oğlun falan yere gitmiş Fakat eşkıyâlar onu ve arkadaşlarını yakalamışlar" dedi Bunun üzerine hanımı ağlamaya başladı ve; "Eşkıyâlar benim oğlumu ve arkadaşlarını öldürürler" dedi İbn-i Kavvâm ona; "Hayır, o eşkıyâlar onların canlarına zarar veremeyecekler Ancak mallarını ellerinden alacaklar ve Allahü teâlânın izni ile yarın falan saatte buraya gelecekler" dedi Sabah olunca İbn-i Kavvâm'ın dediği saatte, oğlu ve arkadaşları köye geldiler Onlara, yolda eşkıyânın ne yaptığını sordular Onlar da, İbn-i Kavvâm'ın dediğinin aynısını anlattılar Ben o sırada altı yaşındaydım ve 1258 senesi idi"

Mikdâd bin Hâmid bin Havle şöyle anlatır: "Bâlis beldesinde Zübeyde Kanalı denilen bir kanal vardı O kanal, Fırat Nehrinden Bâlis beldesine kadar suyun gelmesini sağlardı O beldenin halkı kanalın suyundan çok faydalanırdı Bir süre sonra kanal tıkandı, senelerce tıkalı kaldı Bâlis beldesinin halkı çok susuzluk çekti Sonunda kanalın açılması için Sultan MelikNâsır'a mürâcaat ettiler Sultan Melik, kanalın açılması ve temizlenmesi için emir verdi Fakat yarısına gelmeden çok masraflı olduğu için, Sultan Melik, kanalın temizlenme işini bıraktırdı Bir süre sonra İbn-i Kavvâm, bu kanalın açılmasının lâzım olduğunu görerek, talebeleriyle birlikte Fırat Nehrinin kenarına gitti Bir yer göstererek:"İşte kanalın başı burasıdır" dedi ve kendisi de kanal açma işinde çalışmaya başladı Bu durumdan haberdâr olan halk, Allah rızâsı için çalışmak üzere oraya geldiler Bir gün kanal açma çalışmalarını sürdürürken, şimşek çakıp gök gürledi Arkasından iri tâneli dolu yağmaya başladı Bunun üzerine talebelerinden biri, "Efendim! Bu havada çalışılmaz" dedi İbn-i Kavvâm talebesine; "Çalışınız ve kalbinizi ferah tutun" buyurdu Sonra buluta işâret etti ve; "Allahü teâlânın izni ile sağa sola dağıl! Allahü teâlânın bereketi sende olsun" dedi Bulut sağa sola dağılıp güneş açtı Oradakiler çalışmalarına devâm ettiler Beldeye su gelinceye kadar, böyle soğuk hava bir daha olmadı Kanal temizleme çalışmaları İbn-i Kavvâm'ın gayret ve bereketiyle kısa sürede tamamlandı O kanala, "Şeyh Ebû Bekr Kanalı" denildi

Yine bir gün Ebû Bekr binKavvâm'ın yanındaydım Orada bulunanlardan birisi; "Mütemekkin (şânı şerefi yüksek) insanın alâmeti nedir?" diye sordu İbn-i Kavvâm'ın yanında çeşit çeşit meyvelerin bulunduğu bir tabak vardı Suâli sorana dönerek; "Mütemekkin o kimsedir ki, şu tabağa işâret ettiği an, içinde ne varsa harekete başlar" buyurdu Bizler tabağın içindeki meyvelerin İbn-i Kavvâm'ın işâreti ile hareket etmeye başladığını gördük"

Ebû Abdullah anlatır: "Emîr Ehderî bir gün babama şöyle diyordu: Şarka giderken, Melik Kâmil ile berâberdim Bâlis şehrine gelince, Fahrüddîn Osman ile berâber İbn-i Kavvâm'ı ziyârete gittik İbn-i Kavvâm, talebeleriyle oturmuş sohbet ediyordu Biraz sonra bir asker gelip; "Efendim! Bizim bir katırımız ve üzerinde beş bin dirhem para vardı Onu kaybettik Bir hayli aramamıza rağmen, bulamadık Sizden yardım istemeye geldik" dedi Ebû Bekr bin Kavvam askere; "Otur!" buyurdu ve; "Allahü teâlânın izni ile inşâallah katırın kapımızın önüne gelecektir, o zaman hayvanını alır gidersin" dedi Bir süre sonra İbn-i Kavvâm kalktı ve kapıya doğru gitti Dışarıda bir katırın durduğunu gördük Sâhibi katırı alıp gitti Biz de sultânın yanına geri döndük Gördüklerimizin hepsini sultâna anlattık Sultan onunla görüşmek istedi Fakat İbn-i Kavvâm'ın bulunduğu beldeye giremiyordu Onu kendi tarafına çağırmak için Fahrüddîn Osman'ı gönderdi Fahrüddîn Osman da, İbn-i Kavvâm'a; "Efendim! Sultan sizinle görüşmek istiyor Fakat bu beldeye girmesine müsâade edilmiyor Sultan, "Acabâ Şeyh hazretleri bize gelebilir mi? diye soruyor" dedi Bunun üzerine İbn-i Kavvâm; "Senin, melikinin yanından ayrılıp, Rum melikinin yanına gitmen olur mu?" diye sorunca, Fahrüddîn Osman; "Hayır!" cevâbını verdi O da; "Aynen, bizim de dostlarımızı bırakıp onun yanına gitmemiz uygun değildir" buyurdu ve dâveti kabûl etmedi"

Şemseddîn Hâbûrî şöyle anlatır: "Halep'teki NizâmiyyeMedresesinde okurken, orada bulunanlara Ebû Bekr bin Kavvâm'ı çok medh ederdim Bâzı fıkıh âlimleri; "O mübârek zâtı gidip görelim Fıkıh, hadîs ve tefsîr ilminden bâzı şeyler sorup istifâde edelim" dediler Bunun üzerine ben, onlarla birlikte Bâlis'e gitmek için yola çıkacağım sırada, bir talebe geldi ve bana; "Ebû Bekr bin Kavvâm sizi çağırıyor" dedi Ben ona, İbn-i Kavvâm'ın nerede olduğunu sordum O da; "Ebû Feth'in dergâhında" dedi Ben, onu görmek isteyenleri de yanıma alarak, Ebû Feth'in dergâhına onunla görüşmeye gittim İbn-i Kavvâm'ın huzûruna girince, fıkıh âlimlerini göstererek; "Bunların burada ne işi var?" dedi Ben de; "Sizi ziyâret etmek ve bâzı suâller sormak için geldiler" dedim Bunun üzerine İbn-i Kavvâm onların hepsine birer birer baktı Çok heybetli gözüktüğünden, hiçbirinin konuşmaya cesâreti kalmadı İbn-i Kavvâm her birinin yüzüne bakarak; "Niçin konuşmuyorsunuz? Niçin suâl sormuyorsunuz?" dedi Bu soruyu birkaç kere tekrarladığı hâlde, hiç biri suâl sormaya cesâret edemedi Bunun üzerine İbn-i Kavvâm, sırayla herbirine; "Senin suâlin şu idi, cevâbı da şudur" diyerek, hepsinin suâllerini cevaplandırdı Bunu gören fıkıh âlimlerinin hepsi tövbe ve istigfâr ettiler"



Alıntı Yaparak Cevapla