Yalnız Mesajı Göster

Yahyâ Efendi

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yahyâ Efendi




Yahyâ Efendi hazretlerinin elbiselerini bir Rum terzi dikerdi İsmi Kusta Usta idi Yahyâ Efendi ona zaman zaman; “Ey Kusta Usta! Küfür hâlinde olman uygun değil Îmâna gelsen de seninle bir kardeş olsak Âhiret yolunda da yoldaş olsak, daha iyi değil mi?” derdi O da; “Sözleriniz doğrudur Bir gün gelir başımızın yazısını elbet görürüz Hak nasîb ederse oluruz” diye cevap verirdi Yahyâ Efendi bir zaman terziye dikmesi için bir elbise verdi O da kısa zamanda biçip dikti ve Yahyâ Efendi hazretlerine getirdi Yahyâ Efendi onu eline alınca, ceplerini aramaya başladı Terzi Kusta Usta; “Bir noksanı mı var?” diye sordu Yahyâ Efendi de; “Onun bir noksanı yoktur Acabâ bunun ceplerini dikmediniz mi?” diye sordu Bunun üzerine Kusta Usta; “Efendim! Cebini dikmiştim Cep ağızları dikişlidir Verin bana ağızlarını açayım” dedi O zaman Yahyâ Efendi, ona; “Ellerini ceplerine sok ne çıkar, ne bulursan senin olsun” buyurdu Terzi Kusta bu söze bir mânâ veremeyip şaşırdı ve ellerini, ipliklerini söktüğü ceplere soktu Bir avuç altın çıkardı Kusta Usta’nın aklı başından gitti ve kendisini bir titreme aldı Sonra Yahyâ Efendinin ellerine sarıldı ve; “Ey Allah’ın sevgili kulu! Bana yardım edin Mümin olma zamânım geldi Îmân etmek istiyorum Bana îmânı öğretiniz” dedi Yahyâ Efendi onun başına kendi tülbendini sardı ve; “Artık ismin Ali Usta oldu” buyurdu Ali Efendi Kelime-i şehâdeti söyleyip Yahyâ Efendinin talebeleri, sevdikleri arasına girdi ve dergâhta ömür boyu hizmet etti

Yahyâ Efendinin torunu Azîz İbrâhim Efendi anlatır: “Dedemin yanında oturmuştum Bir beyt okudu “Nasîbin var ise gelir Yemen’den Ne Yemen’den Hind’den de dahi Hind’den de” dedi Sözünü tamamladığında kapı çalındı Bana; “Kapıyı çalan kimdir bir bak?” buyurdu Ben de gidip kapıya baktım Hindli birisi duruyordu Ona; “Kimsin ve ne istiyorsun Çaldığın bu kapıdan istediğin nedir?” dedim Sonra geri dönüp ceddime; “Dedeciğim birisi sizinle kapıda görüşmek istiyor” diye haber verdim O da bana; “Onu içeriye dâvet et, sohbet etmek istiyoruz” dedi Derhal gidip kapıyı açtım ve ona; “Dedem sizi istiyor” dedim O da eşyâsıyla birlikte içeriye girdi Selâm verdi ve dedemin elini öptü Koynundan bir mektup çıkarıp verdi Sonra da; “Ben senin için tâ Hindistan’dan geldim Sizi sevenler bizi bilir Bu hediyeleri size gönderdiler” dedi Dedem Yahyâ Efendi hazretleri de tebessüm edip, o kişiyi misâfir ettiler ve sonra geri gönderdiler

Yahyâ Efendinin Boğaz’da çok güzel bir bahçesi vardı Orada Mustafa Efendi adında biri hizmet ederdi Bir gece Yahyâ Efendi ona; “Bana biraz su getir” buyurdu O sırada hiç su yoktu Mustafa Efendi testiyi alıp dışarı çıktı Dışarısı çok karanlık olup, göz gözü görmez derecedeydi Üstelik su getirilecek yer de oldukça uzak ve tehlikeliydi Mustafa Efendi bir türlü gitmeye cesâret edemedi Geriye de dönemedi Neticede; “Yahyâ Efendiye fedâ olsun, diye gönlünden geçirip yola koyuldu Birden gideceği yer gündüz gibi aydınlandı Selâmetle gidip testiyi doldurup getirdi Lâkin bu aydınlığa şaşıp kaldı Tekrar dışarı çıkıp bu aydınlığı görmek istedi Dışarı çıktığında her tarafı kapkaranlık gördü Bu hâli Yahyâ Efendiden sormak istedi İçeri girdiğinde Yahya Efendi ona; “Bak Mustafa Efendi! Bu gördüğünü kimseye söyleme Bizi de ellere verme Bir kimsede yakîn nûru varsa, o kimse zulmette, karanlıkta kalmaz” buyurdu Bu hal onun bir kerâmetiydi

Belbân isminde gayr-i müslim bir çobanın sürüsünden, iki koyun kaybolmuştu Kaybolan koyunlar, Yahyâ Efendinin dergâhının bahçesine gelmişlerdi Çoban, koyunlarını bütün aramalara rağmen bulamadı Nihâyet orada bulunduklarını öğrenip, doğruca dergâha geldi Yahyâ Efendinin, müslümanların büyük bir âlimi ve velîsi olduğunu işitmişti “Acabâ bana nasıl alâka gösterir, benimle ilgilenir mi, ilgilenmez mi? Eğer benimle ilgilenir, aç ve yorgun olduğumu anlayıp; tâze ekmek, tereyağı ve bal ikrâm ederse, onun hakîkaten büyük bir zât olduğunu anlarım” gibi düşünceler ile Yahyâ Efendinin huzûruna girdi Yahyâ Efendi onu görünce, o daha hiçbir şey söylemeden; “Bu kişi, koyunlarını ararken, dağ taş demeden dolanıp çok yorulmuş ve acıkmıştır Buna tâze ekmek, tereyağı ve bal getirin” diye hizmetçiye emretti Emredilen yiyecekler, derhâl hazırlanıp getirildi Ortaya konunca, Yahyâ Efendi Belbân’a; “İşte sana tereyağı, mumlu bal ve tâze nân (ekmek), Dilersen yağa ban, dilersen bala ban” dedi ve tebessüm ederek, yemesi için işâret etti Belbân da o yiyeceklerden yedi Gönlü ve kalbi yumuşadı Evliyânın lokması kalp hastalığına şifâ olmuştu Bunun üzerine Belbân îmân etmekle şereflenip müslüman oldu Bu nîmetin şükrânesi olarak, Allah rızâsı için, kendisinin olan o iki koyunun kesilmesini ve orada bulunanlara ikrâm edilmesini istedi Bunun üzerine Yahyâ Efendi, şu şiiri söyledi:

Sabahleyin iki ganem (koyun),
Menzile mihmân (misâfir) geldi
Her görenler dediler,
“Tekkeye kurbân geldi

Yolda çokdur çalıcı,
Onları, çaylak gibi,
Her aç olan ona der;
“Derdime dermân geldi

Bir koyundan küçüktür,
İki koyunu pençeler,
Çekip orada yutar,
Der: “Bize ihsân geldi

Ey “Müderris” ola gör,
Râ’î (çoban) bugün bunlara sen!
Enbiyâ zümresi hep
Âleme çoban geldi

Yalova’da bir imâm vardı ki, Yahyâ Efendiyi büyük bilir ve çok severdi Zaman zaman ziyâretine gelirdi Bu imâmın çoluk çocuğu kalabalık olup, maddî sıkıntı içindeydi Fakat o sabreder fakirliğini gizler, kimseye bir şey söylemezdi Bir gün yine Yahyâ Efendi hazretlerini ziyârete geldi Selâm verip huzûrunda oturdu O sırada dergâh tenhâ olup, kimseler yoktu Yahyâ Efendi ona; “Ey temiz insan! Gel seninle bahçede biraz dolaşalım Allahü teâlânın lütfunun sonu yoktur” buyurdu Berâberce çıktılar Bir yere geldiklerinde, Yahyâ Efendi; “Sen bize candan bağlısın Şimdi sana Allahü teâlânın lütfuyla bir iş göstereceğim Böylece gönlündeki fakirlik sıkıntısı kalmayacak Fakirlik ateşini söndürmüş ve seni sevindirmiş olacağız” buyurdu Sonra yere asâsını vurdu ve; “Burasını kaz!” dedi İmâm Efendi orasını açtığında, içinden bir küp altın çıktı Ona; “Ne durursun, fakirlik hastalığına çâredir Bunları sana sonsuz hazîneler sâhibi Allahü teâlâ gönderdi İstediğin kadar al” buyurdu İmâm Efendi bunları heybesine doldurdu Yahyâ Efendi ona; “Ey İmâm Efendi! Dünyâ üzüntüsünü gönlüne sakın koyma Bunları hayırlı işlere sarfedersin Yalnız bu sırrı kimseye söyleme Şâyet anlatırsan o zaman bunlar elinden çıkar, aldırırsın” buyurdu İmâm Efendi de; “Efendim, ben bu işe çok şaştım! Bu kadar altınla memleketime nasıl dönerim Yollarda haramîler, eşkıyâlar var Korkarım ki bunları benden alırlar Nasıl varacağımı bilemiyorum” dedi Bunun üzerine Yahyâ Efendi; “Sana kimse zarar veremez Bu senin nasîbindir Var selâmetle git” buyurdu İmâm Efendi vedâ edip yola çıktı Hakîkaten başına hiçbir şey gelmeden Yalova’ya vardı Kendisini hanımı karşıladı Heybedeki altınları görünce, hayretler içinde kaldı ve; “Bunları nereden buldun?” diye sordu O da; “Bu işi sana açıklayamam Sâdece Allahü teâlânın ihsânı olarak bil!” dedi İmâm Efendi bundan sonra etrâfına yardım etmeye başladı Hem yedi hem yedirdi Ömrü hayır yapmakla geçti İnsanlar onun hakkında; “Nereden buluyor bunları?” demeye başladı Bâzısı da; “Birisinden emânet almış gâlibâ!” Kimisi de; “Anlaşılan defîne bulmuş” dedi Herbiri bir şey söyledi Netîcede İmâm Efendi hastalandı Hastalığı ilerleyince, komşularını başına çağırdı ve onlara; “Size bu malı nereden bulduğumu açıklamak istedim Bunun elime girmesine sebep, Yahyâ Efendi hazretleridir Bugüne kadar kimseye söylemedim Zîrâ bana, söyleme gizle demişti Şimdi ise ömrümün sonu yaklaştığından onun kerâmeti unutulmasın diye söylüyorum” dedi ve Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti

Torunu Tâceddîn Efendi anlatır: “Bir gece uyuyordum Gece yarısı dedem beni uyandırdı ve; “Tâceddîn! Şimdi git Dergâhta hizmet edenleri uykudan uyandır Denizde bir işim var, kayığı denize indirsinler” buyurunca, gidip haber verdim Çocuk olduğum için beni dinlemediler ve; "Görmedin mi dışarısı fırtına Kayık bu havada denize iner mi?” dediler Ben de gidip söylediklerini dedeme anlattım O zaman dedem hemen gidip kendisi kayığı denize indirdi İçine postunu yayıp oturdu Sonra dergâhtakiler kayığın denize indirildiğini anladılar Yahyâ Efendi kayıkla denize açıldı Biraz yol aldıktan sonra küçük bir kayık içinde iki papazın suya batmak üzere olduğunu gördü Hemen yetişip onları kayığa aldı ve Yeniköy’e götürüp kıyıya çıkardı Tekrar Beşiktaş’a dergâhına geldi Sonra bu papazlar metropolitlerine başlarından geçeni anlattılar Metropolit de, Yahyâ Efendiye çeşitli hediyeler gönderip, ona sevgi, saygı ve hürmetlerini bildirdiler

Yahyâ Efendiyi seven ve dergâha odun taşıyan bir kayıkçı vardı O anlatır: “Bir gün Yahyâ Efendi bana; “Ey reis! Sen bize candan hizmet edersin Seni severiz Bize bir kayık meşe odunu getiriver” buyurdu Ben de gidip bir kayık odun getirdim Kayığı iskeleye yanaştırdım Hizmetçiler dergâha odunu taşımaya başladılar O gün Yahyâ Efendiye pekçok muhtaç ve borçlu geldi Yahyâ Efendi hazretleri her birine yardım edip, ihtiyâcını karşıladı Hepsi sevinçliydi Hayır duâ ederek dergâhtan ayrıldılar Yahyâ Efendi hazretleri hayâtında para kesesi kullanmazdı Onun bir küçük el sepeti vardı Nereye gitse onu yanından ayırmazdı Bir başkasının da ona dokunmasına, içine elini sokmasına izin vermezdi Kim bir şey istese, ister ekmek, ister meyve ne olursa olsun mübârek elini içine sokar, istenilen şeyi çıkarır verirdi Yahyâ Efendinin huzûruna vardığımda beni tebessümle karşıladı ve; “Reis, biz senden odun istemiştik Ne yaptın?” dedi Ben de; “Efendim odun iskeleye geldi Hizmetçiler taşıyorlar” dedim O zaman Yahyâ Efendi hazretleri, yanındaki kapalı sepetine elini soktu, içinde dolaştırıp bir miktar altın çıkardı ve bana uzattı O zaman ben; “Acabâ para kesesi kullanmamasının sebebi nedir?” diye gönlümden geçirdim Yahyâ Efendi bana bakıp güldü ve; “Reis! Bizim kesemiz yoktur Lâkin yedi iklim bize keselik yapıyor Altın ve gümüş bizde misâfir olmaz Hem de bir gece bile kalmaz Yerine ulaştırılır” buyurdu

Kocaeli’nde Hacı Ali Efendi isminde takvâ sâhibi, dergâhı olan bir zât vardı Hacı Ali Efendi, Yahyâ Efendi hazretlerinin büyüklüğünü ve güzel hallerini işitmişti Bir gün onu görmek için yola çıktı Beşiktaş’a, oradan da Yahyâ Efendinin dergâhına geldi Hizmetçilere hitâben; “Yahyâ Efendiyi ziyârete geldik” dedi Onlar da; “Şu anda burada değildir” diye cevap verdiler Hacı Ali Efendi tekrar; “O halde nerede bulabiliriz, söyleyin” dedi Hizmetçiler de; “Efendim, Yahyâ Efendi hazretlerinin Yeniköy yakınında bir bağı var, oraya gitti” dediler Hacı Ali Efendi bunun üzerine yanındakilere; “Gidip onu bulalım” dedi Sonra Yeniköy’e geçtiler ve Yahyâ Efendinin bağını buldular Hacı Ali Efendi bahçıvana; “Yahyâ Efendiye haber verin Onu ziyâret için geldik” dedi Bahçıvan; “Efendim, Yahyâ Efendi hazretleri seher vakti buraya gelip, bir müddet kalıp kayıkla Kavak tarafına gittiler” dedi Hacı Ali Efendi bunları duyunca; “Tövbeler olsun! Bu kişi deli olsa gerek Kendisinde evliyâlıktan bir eser göremiyoruz Bağdan bağa dolaşan kişi velî olur mu? Arzusu peşinde koşuyor Bu işler hiç evliyânın işi mi? Hani zikirler, hani dergâhta sohbet, hani ibâdet, hani virdler, zikirler, hani elbise ve külâh? O ise tenhalarda yollara düşüp bağdan bağa koşuyor Bu dünyâya bu derece heves bir velîde olur mu? Biz onu daha görmeden niyetlerini bir güzel anladık Âşikâre apaçık ne olduğu meydana çıktı Dünyâya düşkün olan, âhiret adamı olamaz Âhiret adamı olan çok kere fakir olur Nerede Yahyâ Efendide bunlar?” diye söylendi Geriye dönmeyi düşündü Fakat vazgeçti “Bu kadar zahmet çekip tâ Kocaeli’nden buralara kadar geldim Görmeden gitmek, bu kadar zahmeti boşa çekmek olur Emeğim boşa gitmesin Onu görmeden dönmek akıllıca bir iş olmaz Onu bir bulup imtihan edeyim” dedi ve kayık ile Kavak yönüne doğru yola çıktı Kayıkla giderken yolda Yahyâ Efendi ile karşılaştı Yahyâ Efendi onu görünce, tebessümle; “Kardeşim hoş geldiniz Bir kimsenin gönlünde dünyâ sevgisi olmazsa, onun elinde bulunan dünyâlıklar âhirette şeref ve îtibâr bulmasına mâni olmaz Biz dünyâ ehlinden uzak olmak için bu dağ ve bahçeleri mesken edindik Lâkin biz nereye gitsek bizi buluyorlar Aman ve fırsat vermiyorlar” buyurdu Sonra şu beyti okudu:

“Yâ İlâhî! Kulunum Emrine itâat ederim, anarım seni

Beni ne yaparsan yap, yeter ki yapma dünyâ delisi

Hacı Ali Efendi bu sözleri duyunca, onun gerçek hâlini anladı ve söylediklerine bin pişman oldu Geri kalan ömrünü Allahü teâlânın bu sevgili kuluna muhabbet ederek geçirdi



Alıntı Yaparak Cevapla