Yalnız Mesajı Göster

Yahyâ Efendi

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yahyâ Efendi




Kânûnî Sultan Süleymân Hanın vefâtından sonra yerine oğlu İkinci Selîm Han pâdişâh olup tahta geçmişti Bir gün saltanat kayığı ile Boğazı gezmek için çıktı Giderken Boğaz’daki bâzı yerleri yanındakilere soruyordu Beşiktaş’a geldiklerinde, kendisine; “Efendim burası Beşiktaş’tır ve Yahyâ Efendi hazretleri oturur Buralarını o ihyâ etmiştir” dediler O zaman Sultan Selîm Han; “Yahyâ Efendi nasıl biridir?” diye sordu Ona; “Sultanım! Yahyâ Efendi, babanız Cennetmekân hazretlerinin süt kardeşi idi Babanızla çok iyi görüşürlerdi” dediler O zaman Sultan Selîm Han; “Evet, babamla olan yakınlığını ve dostluğunu bilirim O babama her ne derse babam şüphesiz yerine getirirdi Yahyâ Efendi saraya bir defâ olsun gelmemişti Lâkin babam hep onun ayağına giderdi Babam ona çok iltifat ettiğine göre görelim nasıl zâttır Evliyâlığı nicedir İmtihan için onu bir yere dâvet edelim” dedi Kale bahçesi denilen güzel bir yere geldi Sultan bir adamıyla Yahyâ Efendiyi buraya dâvet etti Yahyâ Efendi geldiğinde ona iltifat etmemeyi gönlünden geçirdi Çok geçmeden Yahyâ Efendi kayığıyla çıkageldi Sultan Selîm Han, Yahyâ Efendiyi görünce tahtından inip hürmetle onu karşıladı ve iltifat etti Yahyâ Efendi ona; “Sultanım! Niçin tahtınızdan indiniz Bu ne iltifat” buyurdu Sultan, el öpmek isteyince, Yahyâ Efendi, Sultanın iki kulağını tutup büktü ve; “Abdestin var mı? Söyle yoksa bırakmam” dedi Sultan; “Abdest alayım” dedi Yahyâ Efendi; “Dediğim namaz abdesti değildir Söylediğim tövbe abdestidir” buyurdu Sultan Selîm Han mahçûb oldu ve Yahyâ Efendinin ellerinden öpüp, hürmet gösterdi Onun büyük bir velî olduğuna iyice inandı

Yahyâ Efendinin, Apostol isminde hıristiyan bir komşusu vardı Bir gün bu Apostol, denizde fırtınaya tutuldu Kendisi hıristiyan olduğu hâlde, Yahyâ Efendinin hürmetine duâ ederek kurtuldu Evine gelince, Yahyâ Efendiye hediye götürmek istedi Kendi âdetlerince, mühim ve kıymetli hediye sayılan yıllanmış şarap alarak Yahyâ Efendinin dergâhına gitmek için yola çıktı Getirdiği şarap, dergâhın yokuşunda, daha oraya varmadan nar suyu hâline döndü Bu apaçık kerâmetleri gören Apostol, müslüman olmakla şereflenip, Ali ismini aldı Arsasını Yahyâ Efendiye hediye etti ve kendisi de onun talebeleri arasına katıldı Bu zât, Yahyâ Efendi ile aynı türbede, onun kabrinin ayak ucunda yatmaktadır

Bir zaman Sultan İkinci Selîm Han bir donanma hazırlayıp sefere çıkılmasını ferman buyurdu Donanma hazırlandığında donanma komutanı Kaptan-ı deryâ Beşiktaş’a geldi ve Yahyâ Efendiden duâ istedi O zaman Yahyâ Efendi hazretleri üzüntülü ve sıkıntılı bir halde; “Allahü teâlâ bir şeyin olmasını takdir ettiyse, onu hayır duâ değiştiremez Lâkin sizden gelecek kötü bir haberi işitmememiz için gece-gündüz Rabbime duâcıyım” buyurdu ve donanma kaptanını uğurladı Donanma o yıl düşmana karşı zafer kazanamadı Bu haber İstanbul’a gelmeden önce Yahyâ Efendi hazretleri Hakk’ın rahmetine kavuştular Buyurdukları gibi bu haberi duymadan âhirete gittiler

Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beşiktaş’taki yerinde, ibâdet ve mücâhede ile vakit geçirdi 1569 (H977) Zilhicce ayında, kurban bayramı gecesi vefât etti Vefâtında seksen yaşına yaklaşmıştı Kurban bayramı günü, Süleymâniye Câmiinde, bayram namazından sonra cenaze namazı kılındı Cenâze namazını Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı Bahçesi yakınında bulunan ve daha önceden hazırladığı kabrine defnolundu Cenâzesinde vezîrler, âlimler, zenginler ve fakirlerden müteşekkil çok kalabalık bir cemâat hazır bulundu Bu cemâat, onun hâlinin iyi olduğuna, sonunun hayırlı olduğuna, tam ve âdil bir şâhitti Vefât gecesinde; âlimler, hâfızlar, vâizler, imâmlar, tasavvuf büyükleri Kur’ân-ı kerîm okudular Kelime-i tevhîd ve tesbîh ile o geceyi ihyâ edip, sevâbını o büyük zâtın rûhuna hediye ettiler Kabri üzerine İkinci Selim Hân tarafından türbe yaptırıldı Sonra gelen Osmanlı sultanları, Yahyâ Efendinin türbesinin, câmi ve zâviyesinin ve diğer külliyâtının bakım ve tâmirini büyük bir hassâsiyetle ve aksatmadan yapmışlardır

Yahyâ Efendinin iki oğlu olup, her ikisi de babaları gibi ilim, irfan âşığı kimseler idi Babalarının yolunda bulunmuşlar, vefâtlarında aynı türbeye defnolunmuşlardır

Yahyâ Efendi hazretlerinin şâirliği de kuvvetli idi “Müderris” mahlasıyla tasavvufî şiirleri ve müretteb Dîvân'ı vardır

O KENDİNİ TANITTI

Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı Ortaköy hizâsına gelince kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı O da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindiler Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin ahbâbı, devamlı olarak Kânûnî’nin parmağında bulunan çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu Kânûnî bu hâli farkedince, parmağındaki o kıymetli yüzüğü çıkarıp; “Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz” dedi O zât yüzüğü aldı Evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaştı O zât, ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultana uzattı Avucunda biraz önce denize attığı yüzük vardı Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler Kânûnî, elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp; “Ağabey, neler oluyor?” dedi O da; “O gördüğünüz Hızır aleyhisselâm idi” dedi Bunun üzerine Kânûnî; “O hâlde bizi niye tanıştırmadınız?” deyince, Yahyâ Efendi; “O kendini tanıttı Ama siz tanımakta geç kaldınız” buyurdu

OSMANOĞULLARININ ÂKIBETİ NE OLACAK?

Bir gün cihân pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi hazretlerine bir hatt-ı şerîf gönderdi ve; “Ağabey! Sen ilâhî sırlara vâkıfsın, bilirsin Kerem eyle de bize Osmanoğullarının âkıbetinin ne olacağını haber ver Nesli kesilip yok mu olacak Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir” dedi Hatt-ı şerîfi okuyan Yahyâ Efendi eline kalem kâğıt alıp; “Kardeşim! Neme gerek” diye iri harflerle yazıp Kânûnî’ye gönderdi Kânûnî, Yahyâ Efendiden gelen mektûbu okuduğunda hayretler içinde kaldı Fakat bir şey anlamamıştı Derhal bir kayık hazırlanmasını emretti ve bu bilmece sözün mânâsını anlamak için Yahyâ Efendinin dergâhına geldi Yahyâ Efendiyi görür görmez; “Ağabey! Ne olur gizlemeyip, suâlime cevap veriniz Biz de ona göre hareket edelim” dedi Yahyâ Efendi bunun üzerine tebessüm edip; “Biz cevap verdik Bu sözümüzü anlayamamana şaşarız” dedi Kânûnî; “Nasıl?” deyince, Yahyâ Efendi; “Zulüm, haksızlık yayılsa, işitenler de; “Neme gerek” dese ve onu önlemeye çalışmasalar, sonra koyunu kurt değil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese, fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryâdı göklere çıkıp bunları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman felâkettir Neslinin o zaman yok olmasından korkulur Hazînelerin boşalır Askerin itâat etmez olur ve yolundan gitmezler Yok olmak mukadderdir” buyurdu Kânûnî bunları işitince, göz yaşlarını tutamadı Yahyâ Efendiye olan sevgisi daha da arttı

KİMSE KİMSENİN RIZKINI YİYEMEZ

Yahyâ Efendi bir zaman sevdiklerinden birkaçıyla yolculuğa çıkmıştı Bir yerde durdular Talebelerinden birini çağırıp; “Burada bir değirmen var Oraya gidip tâze yumurta alalım Yiyelim ve şükredelim” buyurdu Değirmene gittiler İsmi Hasan Efendi olan değirmenci, güzel huylu biriydi Yahyâ Efendi değirmenciye; “Efendi bize tâze yumurta getir” buyurdu Değirmenci; “Efendim! Bir tâne bile kalmadı Yumurta alıcısı geldi, hepsini alıp gitti” dedi Bunun üzerine Yahyâ Efendi; “Kimse kimsenin nasîbini alamaz Alayım dese bile, buna yol bulamaz Var sen kümesi aç Bize de kalmıştır” buyurdu Kümesi açtığında her taraf yumurta doluydu O zaman Yahyâ Efendi; “Bak Hasan Efendi! Allahü teâlâ bizim rızkımızı da yaratmış” buyurdu ve bir avuç altına bir sepet yumurta alıp yola devâm ettiler

GÖRDÜĞÜN HIZIR İDİ

Osmanlı pâdişâhı, Kânûnî zamanında,
Yahyâ Efendi diye, vardı ki bir evliyâ

Sultan, Ağabey diye, ona hitab ederdi,
Büyük zât olduğunu, bilir ve çok severdi

Velî Yahyâ Efendi, hazret-i Hızır ile,
Sık sık görüşür idi, Allah'ın izni ile

Pâdişâh bu durumu, çok iyi biliyordu,
Kendisi de Hızır’la, görüşmek istiyordu

Çıktı sultan bir gece, kayıkla gezintiye,
Yanaştırıp kayığı, bir ara Ortaköy’e

Yahyâ Efendiye de, gönderdi ki bir haber;
O da gelip bulunsun, kendisiyle beraber

Yahya Efendi dahi, onun ricâsı ile,
Gelip bindi kayığa, yanında birisiyle

Sultanın parmağında kıymetli yüzük vardı
O kişi, dikkatlice o yüzüğe bakardı

İyice farkedince, bunu Sultan Süleymân,
O kıymetli yüzüğü, çıkarıp parmağından,

Dedi ki: “Siz gâliba, bunu merak ettiniz,
Alıp daha yakından, bakıp inceleyiniz

O zât aldı yüzüğü, evirip çevirerek,
Atıverdi denize, hem de gülümseyerek

Yahyâ Efendi hariç, kayıkta bulunanlar,
Çok hayret ettiler ki, acabâ bu ne yapar?

Biraz sonra o kişi inmeği arzu etti
Pâdişâh kayıkçıya; “Kıyıya yanaş” dedi

O kişi tam inerken bir avuç su alarak,
Uzattı pâdişâha, göz altından bakarak

Avcundaki o suda attığı yüzük vardı,
Pâdişah bunu görüp, hayretten dona kaldı

Tutmak istediyse de, o kişinin elinden,
Lâkin o zât bir anda, kayboldu göz önünden

Sordu Sultan Süleymân, Yahyâ Efendiye ki
“Ağabey, ne oluyor, bu olanlar nedir ki?”

“Efendim gördüğünüz, Hızır idi” deyince,
Dedi: “Bunu ne için, demedin daha önce

Buyurdu: “O kendini, tanıttı hükümdârım,
Lâkin siz tanımakta, geç kaldınız hünkârım

PEHLİVÂN YAHYÂ EFENDİ

Avrupa’da Kara Pehlivan ismiyle meşhûr ve bütün güreşçileri yenen gayr-i müslim bir güreşçi vardı Bu güreşçi bir ara İstanbul’a geldi Bütün güreşçilere meydan okuyor, hiç kimsenin kendisiyle güreşmeye cesâret edemeyeceğini söylüyordu Yahyâ Efendi, İslâmiyetin şerefini, vekarını korumak için, güreşmek üzere o meşhûr pehlivanın karşısına çıktı Kendisi daha önce hiç güreşmezdi Herkes bu duruma çok hayret etti Pehlivanlar meydana çıktığında, binlerce insan merak dolu bakışlarla ve endişe ile netîceyi bekliyorlardı Nihâyet Yahyâ Efendi, Kara Pehlivan ile karşılaştı O meşhûr, mağrûr ve kendini beğenen Kara Pehlivan’ı bir elense ile yeniverdi

Kara Pehlivan, bu zâtta gördüğü kuvvetin normal bir şey olmadığını, bu hâlin o büyük zâtın bir kerâmeti olduğunu anladı O anda kalbinde bir değişiklik hissetti Gönlü âdetâ Yahyâ Efendiye bağlanıp kaldı Nihâyet onun huzûrunda müslüman olmakla şereflenip, talebeleri arasına katıldı

ÂŞIĞA BAĞDÂT IRAK DEĞİLDİR

Mağripli birisi Yahyâ Efendinin ismini duyup, görmeden ona âşık oldu Yahyâ Efendinin nerede olduğunu bilmiyordu Mısır, Şam, Halep ve başka birçok yer gezip Yahyâ Efendiyi aradı Netîcede İstanbul’a geldi Gördüklerine dâimâ; “Yahyâ nerede Ey insanlar Yahyâ’yı biliyor musunuz?” derdi Birisi onun hâlini anlayıp aradığı kişinin Beşiktaş’ta olduğunu haber verdi Mağripli yürüyerek Beşiktaş’a geldi Sorarak Yahyâ Efendinin dergâhını buldu Kapıyı çalıp, Yahyâ Efendi hazretlerini sordu Dergâhtakiler Yahyâ Efendinin Kavak’taki bahçesine gittiğini söylediler Âşık Mağripli; “Âşığa Bağdât ırak değildir” diyerek Kavak’taki bahçeye geldi Bahçe çok güzel olup ortasında bir havuz vardı Yahyâ Efendi havuzun yanında oturmuştu Hizmetçiler bahçeyi suluyorlardı Mağripli doğruca Yahyâ Efendinin yanına yaklaşıp, selâm verdi ve elini öptü Sonra da; “Efendim ne olur beni talebeliğe kabûl edin Nice yıllar diyar diyar gezip sizi ararım" dedi Yahyâ Efendi ona; "Acabâ maksadın nedir?Bu kadar zahmete sebep ne oldu Bize anlat, biz de sana yardım edelim, gamını giderelim" buyurdu Mağripli, Yahyâ Efendinin ayaklarını öpmek istedi ve; "Efendim ne olur kimyâ ilmini bana öğretin” dedi Bu sözü üzerine Yahyâ Efendi; “Sen yanlış haber almışsın Biz o senin dediğin şeyi bilmeyiz” buyurdu Mağripli yine; “Efendim! Derdimin dermânı sendedir Ben arzuma kavuşmadan buradan gitmem” dedi ve sözlerinde ısrar etti Meğer ki Mağripli, Yahyâ Efendiyi imtihan etmek istermiş Onun maksadını anlayan Yahyâ Efendi, Mağriplinin ayak ucunda bir siyah taş gördü ve; “Ey kişi! Şu kara taşı bana al da veriver” buyurdu Mağripli eğilip yerdeki kara taşı aldı ve Yahyâ Efendinin eline verdiYahyâ Efendi o taşa dikkatle baktı O sırada taş altın kesildi Sonra havuzun içine atıverdi ve; “Allahü teâlânın sevgili kulları taşa nazar etseler, o hâlis altın oluverir” buyurdu Bunu gören Mağripli; “Elhamdülillah Cenâb-ı Hak beni maksâdıma kavuşturdu Maksadım hâsıl oldu Efendim beni kabûl edin Hizmetinizle şereflenmek istiyorum Canım başım yolunuza fedâdır” dedi ve ellerine sarıldı Yahyâ Efendi de onu talebeliğe kabûl etti Bir bahçenin bakım işlerini ona verdi

1) Sicilli Osmânî; c4, s633
2) Tezkiret-üş-Şu’arâ; c2, s882
3) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c6, s188
4) Mir’ât-ı İstanbul; s290
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1161
6) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s147
7) Menâkıb-ı Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi ibni Ömer el-Arabî (Matbaa-i Osmâniyye İstanbul-1314)
8) Sefînet-ül-Evliyâ; c2, s61
9) Menâkıb-ı Yahyâ Efendi, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, No 4592
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c15, s19

Alıntı Yaparak Cevapla