Prof. Dr. Sinsi
|
İbrâhim Bin Edhem
İBRÂHİM BİN EDHEM
Dünyayı yamamak için parçalarız dini biz;
Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden 714 (H 96) te Belh şehrinde doğup, 779 (H 162)da Şam'da vefât etti İsmi, İbrâhim bin Edhem bin Mansûr, künyesi Ebû İshâk'tır Nesebi hazret-i Ömer'e dayanır Fudayl bin İyâd, İmrân bin Mûsâ bin Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi'nin sohbetinde bulunup, VeyselKarânî hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde etmiştir
Bağdât, Şâm veHicaz'da meşhûr oldu Üç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi İmâm-ı A'zam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı Dinde fakih ve müctehid oldu Rumlarla yapılan cihadlara katıldı Arap lisânını çok fasîh konuşurdu
Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleymân ve Süfyân-ı Sevrî'den, Sevrî de kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur Evzâî, Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Beşar, kendisinden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır Nesâî, Dâre Kutnî, İmâm-ı Buhârî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir Buhârî "Edeb", Tirmizî "Tahâret" kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır
Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı KendisiŞehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır
Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:
Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı Gece bir gürültü ile uyandı Tavan sallanıyordu seslendi: "Kim o?" Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince, damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi Bu sözlerden sonra kalbi Allahü teâlânın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti
Başka bir rivâyette: Bir gün sarayda umûmi bir ziyâfet verildi Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler beklerken, gayet heybetli bir zat çıkageldi Ne askerlerden ne hizmetçilerden hiçbir kimse ona, sen kimsin, burada ne işin var? deme cesaretini bulamadı Bu heybetli zâta İbrâhim Edhem sordu: "Ne istiyorsun?" O zât, "Bu handa konaklamak istiyorum " dedi İbrâhim Edhem; "Burası han değil, benim sarayımdır " diye cevap verdi O zât, "O halde bu saray bundan evvel kimindi?" diye sorunca, İbrâhim Edhem; "Pederimindi!" dedi Gelen zât; "Ondan evvel kimindi?" diye tekrar sordu İbrâhim Ethem; "Filân zâtın!" dedi O zât; "Ondan evvel kimindi?" diye sorduğunda, İbrâhim Edhem; "Filân oğlu filânın!" cevâbına, o zâtın; "Bunlara ne oldu?" suâline de İbrâhim Edhem; "Öldüler!" cevâbını verdi Gelen heybetli kimse; "Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?" diyerek geldiği gibi geri çıktı İbâhim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; "Sen kimsin?" O zât da, "Ben Hızırım " dedi
Bundan sonra İbrâhim Edhem hazretlerinin derdi çoğaldı Kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı
Başından geçen bir başka hâdise de şöyledir:
Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı Karşısına bir hayvan çıktı Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; "Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!" diyen bir ses işitti Durdu, sağına soluna baktı hiçbir kimseyi göremedi "Allah lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi Atını tekrar sürdü Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık; "Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!" dendi
Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: "Allahü teâlâ lânet etsin! Bu İblis'tir!" dedi Atını tekrar sürdü ve aynı sözleri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: "Âlemlerin Rabbinden bana bir ikaz geldi Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah'a isyân etmeyeceğim Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor!" dedi Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı Sonra geri döndü Bir çobana rastladı Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi Her şeyi bırakıp Allahü teâlânın yoluna girdi
Merv şehrine doğru giderken yolda âmâ bir adamcağız bir köprüden geçiyordu Gözleri görmediği için nehre tam düşerken, İbrâhim bin Edhem bunu gördü Adamcağıza çok acıdı ve (Allahümmahfezhu= Ey Alah'ım Onu muhâfaza et, koru!) diye duâ etti Bunu söyleyince köprüden düşmekte olan âmâ, köprü ile nehir arasında, boşlukta kaldı, düşmedi Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrâhim bin Edhem'in büyüklüğünü tasdik ettiler Bundan sonra Nişâbur'a gitti Hep nefsi ile meşgûl olmak, her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunmak için, kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sâkin bir yer aradı Burada bulunan bir mağarada dokuz sene ibâdet etti Bu mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icab etti Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı Buzu kırmak sûretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine kadar ibâdet etti Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti Isınmak için biraz ateş olsa veya üşümemek için sırtımda bir kürk olsa diye hatırından geçti Birden sırtında bir kürk bulunduğunu ve bedenini ısıtmakta olduğunu hissetti Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu Az zaman sonra uyandı Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisinden yapılmış olduğunu anladı Allahü teâlâya hamd etti
İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı O zât kendisine (İsm-i a'zam= Allahü teâlanın en büyük ismini) öğretti Bununla Allahü teâlâya duâ etti Hızır aleyhisselâm ile görüştü O, kendisine; "Sana ism-i a'zam'ı öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi " dedi ve çok sohbet ettiler Daha sonra, İbrâhim bin Edhem'in Nişâbur'da ikâmet ettiği mağarayı ziyâret edenŞeyh Ebû Saîd isminde bir zât, hayret edip; "Sübhânallah! O ne mübârek bir zâtmış Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar öyle güzel kokmaz!" dedi
Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu Bu şekilde Mekke'ye ulaştı Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem'e yaklaşıp: "Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da  " dediler O ise, "Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?" buyurdu O kimseler, İbrâhim bin Edhem'in ensesine bir tokat vurdular ve;"Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun " dediler İbrâhim bin Edhem de; "İşte ben de aynı şeyi söylüyorum " buyurdu
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: "Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun " Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi
|