08-02-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Rabia'tül Adeviyye ( R.A )

Rabia'tül Adeviyye ( r a )
Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Babasının adı İsmâil'dir Doğum
târihi bilinmemektedir 752 (H 135) yılında Kudüs civârında vefât etti
Babası İsmâil'in üç kızı vardı Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü)
koydu Babası İsmâil Efendi çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde
ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn
oldu Efendisine; "Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?"
dedi Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey
istememeğe söz vermişti Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya
gitti Kapıya elini sürdü ve geri gelip; "Kapı açılmadı" deyince hanımı ağladı O
da çok üzüldü Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı Rüyâsında
Peygamber efendimizi gördü Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: "Hiç
üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye
şefâat edecek Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber
efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât
gönderirdin Bu Cumâ gecesi unuttun Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana
getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver " Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a
git O yazıyı ver " Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi
görmenin şevkiyle ağlıyordu Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın
yanına gitti Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının
şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi Râbia-i Adviyye'nin babası
İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da
sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti Altınları aldıktan
sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına
rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler
Râbia-i Adviyye biraz büyümüştü Annesi ve babası vefât etti Üstelik,
Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı Bu hengâmede Râbia'nın ablaları
dağıldılar Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş
gördürdü Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı O ihtiyarın
hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu Çok sıkıntılı
günler geçirdi Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi Allahü teâlânın
takdirine râzı oldu Edebi fevkalâde idi Bir gün karşısına bir nâmahrem,
yabancı çıktı Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı Acz ve
kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim Yetim ve öksüzüm Köle edildim Bir de kolum
kırıldı Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum
Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi Bu sırada bir ses duydu
"Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın "
diyordu Râbia tekrar efendisinin evine döndü Günlük hizmetleri yerine getirir,
akşama kadar ayakta dururdu Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri
de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi Bir gece efendisi
uyandığındaRâbia'nın odasından sesler geldiğini işitti Pencereden bakınca,
Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu Diyordu ki:
"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun Benim
saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır Eğer elimden gelse, sana ibâdetten,
bir ân geri kalmam Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet
ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum  " Ev sâhibi, bunları duydu
Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı
olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve
hayretten dona kaldı "Artık Râbia köle olamaz!" diyordu Sabaha kadar
uyuyamadı Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsin
Dilediğini yap Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim " Râbia; "Gideyim "
dedi Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir
gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz
kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi Kefeni yanında olmadan
gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi Süfyân-ı
Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı
|
|
|