Prof. Dr. Sinsi
|
Rabia'tül Adeviyye ( R.A )
ÜÇ MÜHİM DERT
Bir gün çok ağlıyorken, Râbia-i Adviyye,
Sordular: “Ağlamanın sebebi nedir?” diye
Buyurdu ki: “Üç büyük derdim var şimdi benim,
Bunları düşündükçe, ağlayıp yaş dökerim
Bunlardan kurtulmağa, var ise bir kolaylık,
Bir garanti verin de, ağlamıyayım artık ”
Dediler: “Söyle bize, ne imiş o dertlerin?
Herhâlde hâllederiz, kolayı var her şeyin ”
Buyurdu: “Öyle zor ki, kasdettiğim o dertler,
Zannettiğiniz gibi, kolay hâlledilmezler
Biri son nefesimde, verirken ben canımı,
Kurtarabilir miyim, acaba îmânımı?
İkincisi mahşerde, acep amel defterim,
Sağımdan mı verilir, soldan mı, yok haberim
Üçüncüsü, herkesin, hesabı görülünce,
Ve lâyık oldukları, yere götürülünce,
Cennetlikler ile mi, giderim ben acabâ?
Yoksa atılır mıyım, kötülerle azâba?
Bu korkunç tehlikeler, var iken önümde hep,
Ben ağlamıyayım da, kimler ağlasın acep?”
Uzaktan bir misâfir, gelmişti hânesine,
Bir parça eti vardı, koydu tenceresine
Düşündü pişirip de, ona ikrâm etmeyi,
Ve lâkin konuşurken, unuttu pişirmeği
Nihâyet akşam olup, namazları kıldılar,
Hem kendi, hem misâfir, o gün oruçluydular
Dedi ki: “Et pişmedi, unutmak sebebiyle,
Bâri iftar edelim, “kuru ekmek, su” ile ”
Getirmeye giderken, su ve kuru ekmeği,
Leziz et kokuları, bir anda sardı evi
Baktı ki tencerede, duran et, o hâliyle,
Ateşsiz pişmiş idi, kudret-i ilâhiyle
Misâfir o yemekten, yiyince, ilk tadımda;
Dedi: “Böyle hoş yemek, yemedim hayatımda
Hem de sen demiştin ki, Unuttum, pişmedi et,
Hâlbuki bu et pişmiş, acaba nedir hikmet?”
Dedi: “Kul unutmazsa, eğer ibâdetini,
Onu da unutmazlar, pişirirler etini ”
Yine bir gün misâfir, var iken hânesinde,
Yemeğe koymak için, soğan yoktu evinde
Dediler; “Ey Râbia, şu komşudan istesek,
Zîrâ soğan olmazsa, iyi olmaz o yemek ”
Buyurdu: “Kırk senedir, söz verdim ki ben şuna,
Aslâ el açmıyayım, Rabbimden gayrısına ”
Râbia’nın bu sözü, bitmemişti ki, o an,
Bir kuş, ayaklarıyla, bıraktı iki soğan
Bir gece de dostları, geldiler ona, ancak,
Kandil yoktu evinde, gece aydınlatacak
Râbia hazretleri, üfledi bir avcuna,
Nûr geldi birden bire, parmakları ucuna
Kamış girdi gözüne, bir gün namaz kılarken,
Hiç farkına varmadı, acımasına rağmen
Öyle sarmış idi ki, onu aşk-ı ilâhî,
Hissetmedi kamışı, gözüne girse dahî
Selâm verip sordu ki, “Gözümde bir şey mi var?”
Baktılar kamış girmiş, güçlükle çıkardılar
Yâ Rabbî, bu mübârek velînin hürmetine,
Kavuştur bizi dahî, senin muhabbetine
|