Prof. Dr. Sinsi
|
Seyfeddîn-İ Fârûkî
SEYFEDDÎN-İ FÂRÛKÎ
Hindistan'ın büyük velîlerinden İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak, onların dünyâda ve âhirette, saâdete, mutluluğa kavuşmalarına vesîle olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen âlim ve velîlerin yirmi beşincisidir İmâm-ıRabbânî hazretlerinin torunu ve Urvetü'l-Vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin beşinci oğludur İsmi, Muhammed Seyfeddîn, nisbesi Fârûkî'dir Muhyissünne lakabıyla meşhûr olmuştur 1639 (H 1049) senesinde Hindistan'ın Serhend şehrinde doğdu l684 (H 1096) senesinde aynı yerde vefât etti Kabri, babası Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin türbesinin yakınındaki türbededir
Muhammed Seyfeddîn-iFârûkî hazretlerinin doğumundan îtibâren büyük bir zât ve insanlara hidâyet rehberi olacağı belliydi Nakledilir ki: Doğum zamânında bir melek görünüp; "Doğduğu gün, öldüğü gün ve tekrar dirildiği gün Allah'ın selâmı üzerine olsun" meâlindeki, Meryem sûresi on beşinci âyet-i kerîmeyi okuyarak müjde vermişti
Seyfeddîn-i Fârûkî küçük yaşından îtibâren ilme yönelip ders okuyabilecek yaşa geldiği zaman, Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Sonra amcası Muhammed Saîd'den aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip kısa zamanda çok şeyler öğrendi Zamânının bir tanesi ve mârifet deryâsı olan babası Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin teveccüh ve sohbetleriyle, Nakşibendiyye yolunun usûl ve âdâbı üzere tasavvuf yolunda ilerleyip, kısa müddet
içinde Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye'ye kavuştu Birçok hâller ve kerâmetler sâhibi oldu Önce ve sonra gelenlerin olgunluk ve üstünlükleri ile güzel ahlâkını üzerinde topladı Mânevî derecelere kavuşup, ârifler semâsının ayı ve âlimlerin baştâcı oldu Kendisine, İlâhî hazînelerin kapıları aralanıp, birçok ihsânlara kavuştu
Zâhiren ve bâtınen olgunlaştıktan sonra yüksek babasının emriyle insanlara, Allahü teâlânın dînini, sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem güzel ahlâkını anlatmak ve vaktin sultânı Evrengzîb Âlemgîr Hanın dînî terbiyesi için vazifelendirilip Delhi'ye gitti
Ömrünün her saatini,Emr-i bil-mârûf ve Nehy-i anil-münker yapmakla geçiren Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, Delhi'ye vardığı zaman, şehrin kapısında iki azgın fil ve bunları zabt etmeye çalışan iki heybetli pehlivanın resimlerinin asılı olduğunu gördü Sultâna o resimleri indirtip yok edinceye kadar şehre girmeyeceğini bildirdi Sultan resimleri indirtip yok ettirince şehre girdi Sultan Âlemgîr Han, kendi isteğiyle ve samîmî olarak Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerine talebe oldu Sohbetleriyle şereflendi Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrenip ezberledi Sohbetlerinin bereketiyle Hindistan'da yayılmış birçok bid'at ve sapıklık, Sultan Âlemgîr Han tarafından ferman çıkartılarak ortadan kaldırıldı ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem unutulmuş ve kaybolmuş sünnetleri ortaya çıkarıldı Diğer vezirler, vâliler ve devlet adamları da Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin sohbetleriyle şereflenip hidâyete kavuştular Ona son derece saygı duyup huzûrunda ayakta dururlardı
Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin himmet ve bereketiyle, Hindistan'ın her tarafında İslâmiyet yayılıp müslümanlar kuvvetlendi Bid'at sâhipleri ve kâfirler perişân olup, hiçbir yerde kabûl görmediler Hindistan hiçbir zaman böyle bir devir görmemişti
Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, Delhi'deki bu gelişmeleri ve Sultan Âlemgîr Hanın sevindirici hâlini babasına mektup yazarak bildirdiği zaman, babası çok sevinip duâ etti
Sultan Âlemgîr Hân, bir gün MuhammedSeyfeddîn Fârûkî'yi husûsî bahçesine dâvet etti Bu bahçenin ortasında gâyet süslü bir havuz, havuzun içinde, gözleri elmastan, bedeni altından yapılmış balık şekilleri vardı Seyfeddîn Fârûkî buraya gelince; "Önce altından yapılmış bu balıkları kırın " buyurdu Hepsini kırıp yok ettiler Sultan; zekî, kâbiliyetli, tasavvuf ehline ve Allah adamlarına karşı muhabbet beslediği için, bu durumlara memnun oluyor, Allahü teâlâya şükredip; "Benim saltanatım zamânında böyle evliyâ yetiştiği için, Rabbime sayısız şükürler olsun " diyordu
Delhi'de, onun sohbet meclisleri çok bereketli ve kalabalık olurdu Kâfirler, fâcirler, fâsıklar da onun sohbet meclisine gelip, yüksek huzûruyla şereflenince, hidâyete kavuşup eski günahlarına tövbe edip, istigfâr ederek geri dönerlerdi Onun sohbeti bereketiyle, binlerce kişi hidâyete ve kemâle kavuşup, yüksek derecelere ulaşmıştı Dergâhına her gün binlerce kişi gelir feyz alırdı
Bir gün Şehzâde Muhammed Âzam Şâh, teveccühüne kavuşmak ve sohbetiyle şereflenmek için Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin dergâhına geldi Dergâh kapısının önü çok kalabalık olduğundan buradan geçip huzura gelmekte güçlük çekti Bu sırada başından sarığı düşüp, kaftanı kenara takıldı Muhammed Seyfeddîn'in feyzli ve bereketli sohbetiyle şereflendikten sonra babasının yanına döndü İnsanların, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine karşı duyduğu iştiyâkı, arzuyu ve gösterdiği rağbeti anlatınca, Sultan çok sevinip; "Allahü teâlâya hamd olsun ki, benim zamânımda sultanların bile huzûruna zorlukla çıkabileceği evliyâ kullar yarattı " diye şükr etti
Muhammed Seyfeddîn, insanların haklarına ve kardeşlerine karşı hürmet eder, haklarını gözetirdi Bir gün aynı Şehzâde kendisini dâvet edince, kardeşlerinden, yaşca kendinden büyük olanını da berâberinde götürmüştü Şehzâde, bu velî kardeşlerin ellerine su dökmek için leğen ve ibriği almış bekliyordu Muhammed Seyfeddîn hazretleri şehzâdenin elinden ibriği ve leğeni alıp, ağabeyinin eline su döktü Sonra ibriği şehzâdeye verdi Şehzâde de onun eline su döktü
Dünyâyı sevenler ve dünyâlık isteyenlerle arkadaşlık etmekten ve berâber oturmaktan şiddetle kaçınırdı Yüksek sohbet meclisinde bulunanlar onun bir an evvel gelmesini şevkle beklerlerdi Meclisinde olanlardan birisi, "Allah" ismi celâlini söylese, Muhammed Seyfeddîn (rahmetullahi aleyh) dehşete düşerek, kendinden geçip, kuş gibi çırpınırdı Elinde olmayarak kendilerinden pekçok hâller ve kerâmetler zuhûr ederdi
Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: "Açlık ve mücâhede, hârika ve kerâmeti arttırır Evliyânın sohbeti ise kalbe zikri yerleştirir Sünnete tâbi olmayı kolaylaştırır Yetecek kadar yiyiniz Zîrâ yolumuzun büyükleri, bu yolu kalbde dâimâ Allah sevgisini bulundurmaya devâm ve sohbet üzerine kurmuşlardır Zühd (dünyâdan uzaklaşmak) ve şiddetli mücâhedenin (nefsin istemediği şeyleri yapmak) netîcesi, kerâmet ve tasarruftan ibârettir Biz bunları işden bile saymayız Bizim maksadımız ancak zikre devâm, Allahü teâlânın yasaklarından kaçınıp emirlerine uymak, Resûlullah efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmak, bir de çok feyz ve bereketlere kavuşmaktır "
Bir gün Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin meclisinde bulunan kimselerden birisinin hatırından; "Şeyh çok büyükleniyor " diye geçti Bu durum, Muhammed Seyfeddîn'e Allahü teâlânın yardımıyla zâhir olunca, ona; "Benim bu hâlim, Allahü teâlânın kibriyâ sıfatının tecellîsidir " buyurdu
Cüzzâm hastalığına yakalanmış biri, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine gelip şifâ için duâ istedi O duâ edince hasta iyileşti
Her hâli İslâmiyete ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uygun olan MuhammedSeyfeddîn-i Fârûkî hazretleri bir sohbeti sırasında buyurdu ki:
"Sonsuz nîmetlerin sâhibiAllahü teâlâya hamd olsun Peygamberlerin efendisine salât ve selâm olsun Allahü teâlâ hepimizi dâimâ kendisiyle bulundursun ve mâsivâ ile meşgûl olmaktan bizleri korusun
Beyt:
Allah sevgisinden başka ne varsa,
Hepsi câna zehirdir, şeker dahî olsa
Allahü teâlâ sonsuz ihsânıyla kendi rızâsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin Çok eski bir düşman olan bu alçak dünyâ, ister dostu, ister düşmanı olsun hiç kimseyi kendi hâline bırakmaz ve hiç kimseye acımaz En sonunda herkesi aldatarak vefâsızca ebediyyen terk eder Akıllı o kimsedir ki, şu birkaç günlük ömründe Allahü teâlâya kulluk ederek, O'nun vâd ettiği sonsuz saâdet yolunu tutar
Beyt:
Saâdet topu ortaya kondu,
Topu kapan yok, erlere n'oldu?
Bütün hareketlerde, yemede, uyumada, konuşmada, ahkâm-ı İslâmiyyeye tam uymalı, bilhassa bu zamanda, giyinmede dikkatli olmalıdır Erkeklere ipek elbise giymek haramdır Âdet hâlini almış olan bu tehlikeye düşmemek için çok uyanık olmalıdır Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin aslâ kalbinize gelmemesi için zikre çok devâm ediniz Bu hâle bu yolun büyükleri "kalbin fâni olması" demişlerdir
Allahü teâlâdan gelen belâ ve musîbetlere sabretmek husûsunda da yazdığı bir tâziye mektûbunda buyurdu ki: "Allahü teâlâ Bekara sûresi 156 âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey Resûlüm! Belâya ve musîbete sabredenlere müjdele ki, onlar belâ ve musîbet gelince dediler ki: "Biz hayâtımızda Allahü teâlânın kuluyuz ve öldükten sonra da yine O'na döneceğiz " buyruldu Üzüntümü nasıl anlatacağımı ve ne yazacağımı bilemiyorum Herkesin sevdiği ve Allahü teâlânın sonsuz affına muhtaç, Seyyid Emîr Hanın insanı ürperten ölüm haberini işitince ne kadar elemlere gark olduğumuz, ne türlü gam ve sıkıntılara düştüğümüz, söz ve yazıya sığmaz Bir gün bu haber gelince, bütün ev halkı dayanılmaz acılara ve hüzne kapıldılar Hastalık gibi bâzı mâniler olmasaydı, bu fakîr bizzat gelerek başsağlığı dileyecektim Bu acı yalnız sizin değil, hepimizin, bütün dostlarımızın müşterek acısıdır Lâkin elden ne gelir Hiç kimse ölümden kurtulamıyacaktır Enbiyâ (aleyhimüsselâm) ve evliyâ (kaddesallahü esrârehum) bu ölüm köprüsünden geçince başka insanlar ne yapabilir ki? Zümer sûresi 30 âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey Resûlüm! Elbette sen öleceksin ve Mekke müşrikleri de ölecektir " buyruldu Bu âyet-i kerîme sözümüze katî delildir Sizin için de bizim için de ölüm hemen önümüzdedir, gelecektir Nâziât sûresi 7 âyet-i kerîmesinde meâlen; "Kıyâmet günü birinci sûr ile bütün gökler harekete geçecek, bütün mahlûkât yok olacak, herkes ölecektir İkinci sûr ile bütün mahlûkât yeniden hayat bulacaktır " buyruldu Hazret-i müceddîd-i elf-i sânî rahmetullahi aleyh, İmâm-ı Nevevî'nin rahmetullahi aleyh Hilyet-ül-Ebrâr kitabından naklen buyurmuşlardı ki: "Abdullah ibni Zübeyr radıyallahü anh zamânında insanlar üç gün tâûn hastalığına yakalandılar Bu salgın hastalıkta, Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem hizmet eden Enes'in (radıyallahü anh) seksen üç oğlu ve torunu ve Abdurrahmân ibni Ebî Bekr'in (radıyallahü anh) ise kırk oğlu ve torunu vefât etmiştir " İnsanların en hayırlısı Peygamber efendimize, Eshâb-ı kirâmına (radıyallahü anhüm) öyle muâmele yapılınca, bizim gibi âsîler hangi hesâba dâhil edileceğiz? Yine yüksek dedemiz ve mânevî rehberimiz Müceddîd-i elf-i sânî hazretleri, Muhammed Sâdık (rahmetullahi aleyh) amcamın tâûndan vefâtı esnâsındaMahdûmzâde Kilân'a yazdıkları mektupta buyurmuşlar ki: "En azîz oğlumdan ayrılık, en büyük musîbet ve belâlardandır Başka bir kimseye bunun gibi bir musîbet isâbet ettiğini bilemiyorum Ammâ Allahü teâlâ hazretlerinin bu musîbet esnâsında, bu zayıf kalbe ihsân ettiği sabır ve şükürler, O'nun en büyük nîmetlerindendir Allahü teâlâ hazretlerinden bu belânın mükâfâtını âhirette vermesini dilemeliyiz Bir hadîs-i kudsîde buyrulmuştur ki: "Ey insanoğlu! Gönderdiğim belâ ve musîbete sabredersen, ben de âhirette senin için Cennet'e girmenden başka bir mükâfâta râzı olmayacağım " vesselâm "
|