Prof. Dr. Sinsi
|
Vakıf Medeniyeti
VAKIF MEDENİYETİ
Muzaffer Taşyürek
Merhamet toplumuyduk bir zamanlar  Mayamız, şefkat, muhabbet, hürmet ve edeple yoğrulmuştu
Kuşlara kuş sarayları, leylekler için leylek hastaneleri, hayvanlara otlaklar, başı boş köpeklere korunak köyleri yaparak sadece insanlara değil, hayvanlara karşı bile merhametimizi göstermiştik
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, öksüzler, yetimler, dullar, hastalar, yolda kalmış garipler; hasılı merhamet ve sevgi bekleyen her kim varsa yaradandan ötürü ilgi duyuyor, düşmüşün elinden tutuyorduk Açları doyuruyor, çıplağı giydiriyor, hastalar için şifahaneler kuruyor, uzakları yakın kılacak yollar, yollar üzerine köprüler, köprü kenarlarında çeşmeler yaptırıyorduk
Dili, dini, ırkı, cinsi ne olursa olsun; müslimi-gayri müslimi, şehirlisi-köylüsü, zengini-fakiri, insanlar konaklasın diye kervansaraylar, hanlar kuruyorduk
Maveraünnehir’den Viyana’ya, Cezayir’den Kırım’a sevgi, şefkat ve merhametle yayılmıştık Savaşlarımız rahmet içindi Haddi aşana haddini bildirmek, hakkı ve adaleti kurmak için at koşturup, kılıç kuşanıyorduk Zalimin hasmı, mazlumun hizmetkârıydık Sömürmek ve talan için değil, hakkı ve adaleti tesis için vardık
İspatı mı? İşte Anadolu, işte Ortadoğu, işte Balkanlar, işte dünya tarihi  İşte bunca tahrife, tahribe, talana, gizlemeye, yalan ve karalamaya rağmen ayakta duran vakıf eserlerimiz ve vakfiyelerimiz
Vakfetmek Sahabi Ahlâkı
İlâyı Kelimetullah yolunda şehid ve gazi olan ecdadımız kadar, parasını, malını, mülkünü Allah için vakfeden insanımız da mübarek ve muazzezdir
İmam Şafiî (Rh A), “Allahu Tealâ’nın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan vakıf, cahiliyet ehlinin işi değildir, müslümanlar tarafından yapılagelmiştir ” diyerek önemli bir noktanın altını çizer Hz Cabir (R A ): “Ben hicret edenlerden veya ensardan mal sahibi olup da vakıf veya tasaddukta bulunmayan hiç kimseyi tanımıyorum ” derken, vakıf kurumunu bütün hayata yayanların kimleri rehber aldığını ve kimlerin izinden gittiklerine ışık tutar
İnsanı mübarek ve muazzez kılan özellik, nefsin alt edilmesi, bencillikten kurtulması ve din kardeşini nefsine tercih etmesiyledir Tıpkı Asr-ı Saadet’te ensarın muhacirlere muamelesi gibi  İnsanın varlığını Allah yolunda seferber etmesi, ötekinin varlığını kabul ederek, onun da yaşaması ve kalkınmasını sağlaması, onun da şahsiyet kazanarak erdemli toplumun oluşumuna yardımcı olması kadar önemli bir gayret var mıdır?
İşte vakfın ana felsefesi budur Bu uğurda, malının parasının yanında bizzat kendi hayatını vakfetmiş insanlar da vardır Tarihte ve bugün kâmil mürşidlerin yaptıkları bundan başka neyle izah edilebilir ki?
Ötekini nefsine tercih etmek  Paylaşmak ve bölüşmek  Elindekini bir menfaat beklemeden dağıtmak  Bu ancak peygamberlere ve Allah dostlarına has ulvî bir davranıştır “Peygamberlerin mirası olmaz” hadis-i şerifini düstur edinmek, herkesin kârı değil Yunus Emre “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” derken bu noktaya parmak basıyordu
Halka Hizmet Sadece Devletin İşi mi?
Bizim kültürümüzde devlet anlayışı, halkı ezmek, insanları idareye kul etmek değil, aksine Allah’ın emaneti olan ahaliye hizmet etmek ve adalet üzere yönetmektir İdarî kurum ve kuruluşlar, halkın huzur ve sükûn içinde yaşaması için faaliyet gösterir Bu yolda yapılan çalışmalara izin ve destek verir
İşte bu anlayışın tam manasıyla uygulandığı dönemlerde eğitim, kültür, din, sağlık, ulaşım gibi bütün hizmetler, yönetimdeki ve toplumdaki himmet sahibi varlıklı kimselerin kurdukları vakıflarca sağlanırdı Padişahlar, vezirler, beyler, valide sultanlar, eşraf, hayır sahibi gücü yeten her insan bu hayır yarışına güçleri nisbetinde katkıda bulunurlardı
II Bayezid devri müelliflerinden Cantacasin şöyle der: “Küçüğü ve büyüğü ile Türk ileri gelenleri, cami ve hastane yaptırmaktan başka bir şey düşünmezler Yaptıkları bu kurumları zengin vakıflarla desteklerler Yolcuların konaklaması için kervansaraylar inşa ettirirler Yollar, köprüler, imaretler yaptırırlar Türk büyükleri, bizim senyörlerimizden çok daha hayır sahibidirler, son derece misafirperverdirler Hıristiyan ve yahudileri memnuniyetle misafir ederler Onlara yiyecek-içecek verirler Bir Osmanlı, karşısında yemek yemiyen bir adamla -adam hıristiyan ve yahudi bile olsa- yemeği paylaşmamayı çok ayıp sayar ”
|