Yalnız Mesajı Göster

İslâm Dünya Görüşü

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslâm Dünya Görüşü




İSLÂM DÜNYA GÖRÜŞÜ

İslâm dünya görüşü, insan müfekkiresi için akla gelebilen, her suale cevabı olan görüş demektir Her suali cevaplaması da yetmez, bir de bu cevapların, kendi içinde tezatsız, mantıkî bir teselsül hâlinde, sistemli, ahenkli olması lâzımdır Yoksa izahlarında kendi temel prensiplerine sadık kalmayan bir görüş, dünya görüşü olamaz Dünya görüşü, insan ve kâinât için mevzubahis olan hiçbir mes’eleyi hâriçte bırakmamalı, hepsi hakkında bir görüş ve îzâh getirmelidir Müşâhede edilen ve edilemeyen âlemlere ait, insan aklına gelebilen her suale cevap vermelidir Meselâ “Müşâhede edemediğimiz âleme âit olan bir melek hakkında da dünya görüşümüz vardır ve şöyledir” diye bir mütâlaasının bulunması lâzım gelir

Dünya görüşü, bütün dünyaya yayılmış olan, dünyada pek çok taraftarı bulunan bir görüş mânâsına gelmez Zîrâ birtakım bâtıl telakkîler ve hurâfeler bile âlem-şümûldür ama bir dünya görüşü değildir Meselâ, uğursuzluk inancı bütün insanlık âleminde vardır Bir Rus da İngiliz de, herhangi bir uğursuzluktan, şeâmetten bahsederken yere vurur, “Şeytan kulağına kurşun” der

Bir insanın Müslüman olmak haysiyetiyle İslâm’ı bir dünya görüşü olarak kavraması zarûrîdir İslâm’ın ana prensipleri itibarı ile hayat, kainat ve insanın mâhiyetini nasıl îzâh ettiğini bilmesi gerekir İslâm’ı öğrenmekte en ehemmiyetli mes’ele budur

Bir çocuk, etrafında cereyan eden hadiseleri henüz kavramaya başladığı anda babasına basit kelimelerle mücerred ve hikemî sualler sorar “Namaz nasıl kılınır, abdest nasıl alınır?” demez; “Allâh kimdir, nerdedir, nasıldır?” der Çünkü insan müfekkiresi bir takım mücerred suallere alâka duyar Düşünmeye başladığı anda bir çocuk aklı çoğu ana-babaları âciz bırakan sualler sorar Bu bakımdan öncelikle, hayat ve kainat ile ona hakim olan, onun içinde meknûz bulunan mücerred hakikatlerin kavranması daha çocuk yaşta insan beyninin tatmin edilmesi için lâzım gelen ehemmiyetli bir mesele olarak karşımıza çıkar

Baba veya anne kendine göre bir izahatta bulunur, çocuk da kavramış görünür Söylenenlerle o mes’elenin mücerred hakikati arasında fersah fersah mesafe olsa da bu îzâh hoş görülür Ama münevver bir adam eğer bu meseleleri çocuk seviyesinde biliyorsa, bu hiç de hoş karşılanmaz

Esâsen, münevverin dimağı tatmin olmaz Hele İslâm’ı dâvâ eden bir münevverse karşısına seviyeli bir münkir çıktığı zaman onu ilzâm edip, iknâ edecek seviyede bu meselelere vâkıf olması gerekir

Tüm bu faâliyetler İslâm dâvâsını felsefî bir zemîne oturtma ve felsefî dayanaklarla izâh etme arayışı şeklinde anlaşılmamalıdır Zîrâ İslâm’da felsefe yoktur Çünkü felsefe akla, İslâm ise nakle dayanır Naklî olandaysa felsefe yoktur “İslâm felsefesi” sözü ile İslâm âleminde, İslâm tefekkürü içinde yetişmiş filozoflar kastedilir Yoksa İslâm felsefeye müsâittir mânâsında değildir Meselâ İslâm da rasyonalisttir, yâni akılcıdır Fakat İslâm’ın akılcılığı rasyonalistlerin aklı mâbud yapan, onun hudutsuz kudretine inanan görüşten farklıdır İslâm’ın felsefî prensipleri derken, mücerred prensipleri mânâsı kastedilir Yâni amelî, tatbikî değil; mücerred ve nazarî prensiplerdir Felsefeye sırf akıl hakimdir Fakat İslâm aklı son noktasına kadar kabul etmenin yanında aklın istiâb edemeyeceği âlemleri de kabul ettiğinden onu yegâne hâkim görmez Sırf akıl, tüm hâdisât ve mevcudâtı idrâk ve izâhta noksan kabul edilir Nitekim bu hakîkati şâir şöyle nazmeder:

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez


Zirâ bu terâzû bu kadar sıkleti çekmez

Bir Müslüman öncelikle İslâm’ı anlamalıdır Zîrâ İslâm’ın en mühim umdelerinden biri olan tebliğ yolunda dâimî bir sûrette anti-tezle yürünemez Her dâvâ, taraftarlarını, müntesiplerini kendi tezini bilmekle mükellef addeder Bir sistem olarak İslâm da, sisteminin tatbikâtından Müslümanları mes’ûl tutar Bu bilginin îfâsı için de îlân ve tebliği zarûrîdir Bu vazîfeyi icrâ edecek olanların mutlak sûrette şu üç unsura hâkim olmaları gerekir:

Din: Neyi müdâfaa edeceğimizi bilmek için lüzûmludur Dini doğru olarak bilmek, temel ilmî esaslarıyla kavramak, müdâfaa edeceğimiz şeyin muhtevâsını bilmek için lüzûmludur

Târih: Müdâfaa ettiğimiz şeyi târihten idrâk edeceğimiz kıssadan hisselerle doğru olarak vaz’ edebilmek için “târih ilmi”ne ihtiyaç vardır Yeni bir ictimâî görüş getiren her düşünce târihi kendine göre tefsîr etmiş, kendine göre zuhûrunun haklı sebeplerini târihten çıkarmaya çalışmıştır Bu da yeni görüş getirmek isteyip de hemen herkesin başvurduğu bir metoddur Hiçbir sistem bundan müstağni kalamaz Nitekim rehberimiz olan Kurân-ı Kerim de geçmiş peygamberlerin ümmetlerinden misaller vererek, doğru yoldan yürüyenlerin nasıl seâdete nâil olduklarını, yanlış prensipler tatbîk edenlerin de nasıl felâkete dûçâr olduklarını bize bir ders-i ibret olarak sunmaktadır Bu esbâb-ı mûcibeye Kurân’da da rastlıyoruz Kur'ân-ı Kerîm’in üçte birinden fazlası târihî kıssalara âittir O da yeni bir görüş getirdiği için Cenâb-ı Allâh, aynı metodu kullanarak geçmiş ümmetlerin hayatlarından bize misaller vermiştir Biz de aynı metodu tâkib ederek târihi bir malzeme olarak inancımızın müdâfaasında ve tatbikâtında kullanmalıyız Onun için târih bilmenin lüzûmu âşikârdır

Dil: İşte bunca esbâb-ı mûcibeyi güzel ifâde edebilmek için de edebiyât ve dile hâkimiyet son derece mühimdir Zîrâ kabiliyetsiz bir satıcının elinde çok güzel bir malın hakîkî kıymetinin takdir edilebilmesi mümkün değildir

`



Bir dünya görüşü hayatı ve kainatı izah etmeli, hayat ve kainatı izah ederken yalnız şâhid olduğumuz âlemle bağlı kalmayıp, insan aklına gelebilen her suale cevap verebilmeli, bu cevaplar da kendisine temel aldığı prensiplerle mizan edildiğinde tezatsız olmalıdır İşte böyle olan dünya görüşleri arasında İslâm’ı diğerlerinden farklı ve mümtaz kılan sıfatlar nelerdir? İslâm’ın genel prensipleri nelerdir? Komünizm, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm gibi bütün beşerî sistemlerin bir takım umdeleri olduğu gibi; Budizm, Brahmanizm, Yahudîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi her dînin de kendisine mahsus birtakım gerçekleri vardır

Biz burada İslâm’ın diğer din ve sistemlerden ayrılan yanlarını, genel umdelerini, dünya görüşünü, insan, hayat ve kâinâtı nasıl târif ettiğini göreceğiz


Bir târif, kendisinin târifi vechile, “Efrâdını câmî, ağyârını mânî” olmalıdır Yani târif kendisine ait tüm unsurları içine almalı, kendisine ait olmayanları dışarıda bırakmalıdır Mânâyı öyle bir hudutlandırmalıdır ki, kendisine ait olmayan bir şeyi içine almamalı, kendisine ait olan bir şeyi de dışında bırakmamalı, mutlakâ ifade etmelidir Buna göre İslâm dünya görüşünün tam, kâmil bir tarifine ulaşmak için onu başka dünya görüşlerinden ayırdeden, onlardan farklı kılan husûsiyetlerinin neler olduğunu bilmek gerekir İslâm’ın, başka dünya görüşlerinde bulunmayan, temel iki umdesi olduğunu kabul ediyoruz Bunlar, “İlâhîlik” ve “iki taraflı oluş” (dualizm)’dir

İLÂHÎLİK

İslâm dünya görüşü, İlâhî bir dünya görüşüdür Bu dünya görüşünü ortaya koyan, bir beşer değildir Allâhu Azimüşşan’dır İslâm dünya görüşü semâvîdir, ilâhîdir Dünya görüşleri içinde bu sıfat yalnız İslâm’a mahsustur Onlardan farklı olarak ihtiva eylediği bir hususiyettir Birinci vasıf budur

Kaynağı bakımından Yahudilik ve Hıristiyanlık da İlâhîdir Halbuki İslâm’ın, başka dünya görüşlerinden farklı, kendisine münhasır husûsiyetlerini sayarken ilk olarak İlâhîlik kâidesini zikrediyoruz Fakat “Yahudilik ve Hıristiyanlık da İlâhîdir, bu, sadece İslâm’a mahsus bir hususiyet değildir” denirse, deriz ki; Hıristiyanlık ve Yahudîlik semavî birer din oldukları halde bir dünya görüşü değildir Sebebi hayat ve kainatın tamamını îzah dâvâsı gütmemesidir Meselâ hayat-ı ictimâiyyeyi nizamlandırmak, tanzim etmek veya izah etmekle kendini mükellef addetmez Ahlâk kâideleri dışında, İncilin aslında da hukuk ve muâmelât yoktur Çünkü her peygamberin vazîfe ve selâhiyetleri eşit değildir Bazen mekan itibariyle bazen de mevzu itibariyle tahdîde uğrar Mekan itibariyle tahdîde uğrayan peygamberler muayyen bir kavme gelmişlerdir Mevzu itibariyle tahdîde uğrarsa bütün bir kainâtı îzah eden bir görüş getirmezler İnanca ait ahkâm aynı olmakla beraber muamelâta ait ahkâm eksik veya farklı olur Hıristiyanlıkta ahlak kaideleri dışında ictimâî, sosyal kaide yoktur Bu itibarla sahâsı dardır İlâhîlik vasfını taşısa dahî bugün mensuhtur Hükmü kaldırılmıştır Menşe’ bakımından ilâhî olma meziyetini kaybetmiş, tahrîfata uğramıştır Bugünkü mer‘î ilmin vaz‘ ettiği konular bakımından tezat teşkîl etmektedir Bu bakımdan nâkıstır

Yahudiler, Hıristiyanlığa Hazret-i Îsâ’dan 500 sene sonra müdâhale ederek, onu ifsad ve iptal edip öz mahiyetinden, vahdaniyetten uzaklaştırmışlardır Asrımızda da Hıristiyanlığa ikinci bir büyük oyun daha oynamaktadırlar ki o da Yahova Şâhitliği’dir Yahova Şahitliği İncil’i Tevrat’a göre îzah eden bir harekettir Yahova Şahitliği ile Hıristiyanlığın muhtevasını bir kere daha bozmaktadırlar Ancak Tevrat’la İncil’i bir mütâlaa etsek dahi gene Hıristiyanlığın bir dünya görüşü olmadığı neticesi ortaya çıkar Çünkü Tevrat da hayatın tamamını tanzim edecek keyfiyeti hâiz değildir

Peygamberlerin maksatları özde aynı olmasına rağmen vazifelerinin şümûlü itibâriyle hepsi aynı vasıfta değildir Hepsi zaman itibariyle tahdit edildiği halde, bazıları mekan itibariyle hattâ mevzuu itibâriyle de tahdit edilmiştir Bütün Peygamberlere belli bir zaman dilimi verilmiştir Bu bakımdan zaman itibariyle hepsi mahduttur Ama bunun dışında bazıları mekan itibariyle de tahdide uğramıştır Bazıları da ilâveten mevzu itibariyle tahdide uğrar Meselâ Hazret-i Îsa’nın şeriatında ana gâye rûhâniyeti ikâme ve kalbi tasfiyedir Onun için Hıristiyanlık âleminde ruhçu (spritualist) bir görüş hakimdir İslâm’da ise zaman itibariyle Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in peygamber olarak gönderilişinden kıyamete kadar devamı mukadder bulunduğu için böyle bir tahdit mevcutsa da mevzuu ve hitâb ettiği mekan itibariyle tahdit yoktur Peygamber efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “Rasûlü’s-sekaleyn”dir Yâni ins ü cinnin peygamberidir İnsanlar ve cinlere şâmil bir nübüvvet ve risalet sahibidir Ne insanlardan ne de cinlerden ona muhatab olmakta istisna edilmiş hiçbir varlık yoktur Bundan dolayı bütün zî-şuur olan ins ü cinn, ümmet-i Muhammed’dir Ama avam lisânında “Ümmet-i Muhammed” tâbirinden anlaşılan, Rasûlullâhın davetini kabul edenlerdir Halbuki ilmî olarak bütün beşeriyet ve bütün cinn âlemi ümmet-i Muhammed’dir Ancak dâvete icabet edenlere “ümmet-i icâbet”, davete icâbet etmeyenlere “ümmet-i gayri icâbet” veya “ümmet-i dâvet” denir Bütün ins ü cinn ümmet-i Muhammed’dir Çünkü dâvete muhatabdır Mekan itibariyle de zî-şuur varlıkların yaşadığı bütün mekanı şümûlüne alır Ekvatordan kutuplara kadar tüm insanlığa hitâb eder Risâlet-i Muhammediyye, mevzuu itibariyle de hudutlandırıl-mamıştır Öteki dinlerin hiç birinde -semâvî olsalar bile- bu mükemmellik ve muhtevâ yoktur Çünkü, beşeriyyetin katettiği ictimâî gelişme seyrine tâbî olarak Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn, Âdem -aleyhisselâm-’dan itibaren başlamış olan tebliğâtını şümûllendir-miş ve mükemmelleştirmiştir Bu yönden Hıristiyanlar, Allâh’ın fiilinde kemâl olur mu, diyerek itiraz etmişlerdir

İslâm, mevzûu itibariyle de bir tahdide tâbi değildir Hayat ve kâinâtın her alanında bir fikir ve prensibi vardır İşte İslâm’ı dünya görüşü yapan husus, mevzuu itibariyle bir tahdide tabi kılınmamış olması keyfiyetidir Mevzuu itibariyle tahdid edilmiş olmamasının neticesidir ki, insan beyni için akla gelebilen her suale cevabı vardır ve bu cevaplar da kendisine temel aldığı prensiplerle gâyet ahenklidir, hiçbir tenâkuz arz etmez

Bazı dünya görüşleri, hatta dünya görüşü olmayıp da hayatın bir parçasını tahlil ve tanzim eden bazı felsefî görüşler, her şeyi bir tek sebeble îzâh ederler Bunlar monist teorilerdir İslâm ise, kâinât ve hâdisâtın îzâhında dualist bir tavırla hareket eder İslâm’ı diğer dünyâ görüşlerinden ayırmaya medâr olan ve kendine has fârik vasıfların “İlâhîlik”ten sonra ikincisi de işte bu “Dualizm”dir

DUALİZM (İKİLİK)

İslâm, bu âlemi zıtlar üzerine halk edilmiş kabul eder ve onu bu esas keyfiyyet nokta-i nazarından îzah eder Hak, batıl; fânî, bâkî vb halinde bu âlemde her şeyi zıddı ile kâim telakkî eder Allâhu Azimüşşân’ın esmâ-i ilâhîsinin tecellîsiyle vücut bulan kainatta bu zıtlıkların, bertaraf edilmesi imkansız, ilâhî tâyinle tahakkuk etmiş temel bir vasıf olduğunu kabul eder Âyette: “Biz herşeyi çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız (Zâriyat, 49) buyurulur Erkek-dişi, soğuk-sıcak, güzel-çirkin, vs Velhâsıl bu âlemde zıtlık ebedîdir

Bir dünya görüşü, idrâk sahibi olanları kendisine muhâtab alır İslâm’ın mes’ûliyet teklif ettiği idrâk sahibi varlıklar insanlar ve cinlerdir İnsan ve cinlerin idrâki de zıtları kavramak vasfıyla yaratılmıştır Zıtlık (kontrast) ne kadar netse idrâk o kadar güçlü olur Siyah bir tahtanın üzerine biri beyaz, biri gri iki şerit çekilse, zeminle tezadı daha güçlü olan beyaz şerit tabiîdir ki daha net görülür Karda yürüyen beyaz tavşanı ise en keskin gözler bile idrâk edemeyebilir Zîrâ her şey zıddıyla kâimdir İslâm, ikâme ettiği sistemin ve getirdiği dünyâ görüşünün îzâhını yaparken bu realiteyi dikkate alır ve îzâhlarını zıtlar üzerine binâ eder Çünkü mes’ûl tuttuklarının idrâki bu dilden anlamaktadır

İslâm, kâinâtın var oluş hikmetini ve insan davranışlarının altında yatan sebebleri sadece bir âmile hasretmeyip, tek vecheyle îzâh etmez O dâireye giren tüm unsurları göz önünde bulundurur Bu âmillerin hepsine ehemmiyeti derecesinde bir kıymet takdîr eder

Mesela Freud, cinsiyet sevk-ı tabiîsini keşfetmiş, bunun insan şahsiyetindeki tesirini, değerini kavramış ve insan hayatını sadece bu sebebe istinaden izah etmeye kalkışmıştır Freud’un bu tesbiti asgarî hadde yanlış olmamakla beraber onu şümûllendirmekteki hadsiz, hududsuz tavrı sebebiyle başlangıcında doğru olan görüş nihayette yanlış bir muhtevaya dönüşmüştür O derecede ki ferdî davranışların da ictimâî davranışların da altında yatan yegâne müessirin, tek ve nihâî sebebinin cinsiyet sevk-ı tabiîsi olduğunu iddiâ etmeye kadar gider Anasından süt emen bir çocuktan, topluluklar arasındaki harplere kadar her vâkıayı cinsiyet sevk-i tabiîsinin tatmîni îcabı ve ihtiyacı ile izah edecek kadar saçmalamıştır Freud, bu yönden beşeriyeti alçaltan, insanın haysiyetini hayvan seviyesinin altına düşüren, insanı sadece biyolojik bir yapı olarak gören ve bu biyolojik yapıya yegâne hâkim unsur olarak da cinsî tatmin sevk-i tabiîsini gören bir nâkıs görüşün sahibidir

İslâm ise bütün bunlardan berîdir Bu faktörleri hayatın bir parçası kabul eder ve lâyık olduğu had ile tahdid eder Ona îcab edenden daha fazla bir ehemmiyet atfetmez Bu misal, diğer benzer ideolojilerin de mahiyetini kavrayabilmemiz için yeterlidir O derecede ki İslâm, evliliği kadının kadınlığından, erkeğin istifadesini tazammun eden, zımnen ifade eden bir akit olarak tarif ettiği ve böylece cinsî tatmin sevk-i tabiîsine bu kadar ağırlık vermiş olduğu halde, hayatın tamamını bununla îzah etmez Beşere hakim olan bunun gibi fıtrî başka faktör ve temâyülleri de hesaba katar

İslâm dışındaki tüm sistemler dünyevîdir Kapitalizm ve komünizm gibi sistemler insanın rûhî tarafını görmezler, insanı bir eşya gibi telâkkî ederler Dualist bir din olarak İslâm ise, rûh ve cesedi beraber mütâlaa eder Günümüzde Yahudilik ve Hıristiyanlığın da bütün plan ve programları dünyaya ait işlere yönelmiştir Ahirete yönelik bir çalışma ve çabaları yoktur İslâm ise, hayatı hem dünya hem de âhiret vecheleriyle dikkate almıştır

Demek ki İslâm, insana dualist bir perspektif getirir Bir mü’min, hayatı, ilâhî tâyinle zıtlıklar üzere kâim kabul eder Burada İslâm, insanı hak ve hayrın galebesi için çalışmak mükellefiyetiyle vazîfelendirir Zıtlıklardan menfîlikleri yok etmekle mükellef tutmaz Çünkü yok olmayacağı, bunun bir hilkat vâkıası ve fıtrat îcâbı olduğu İslâm’da mâlum bir hakîkattir



İSLÂM DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN PRENSİPLERİ

İslâm, diğer dünyâ görüşlerine benzeyen husûsiyetlerine ilâveten, İlâhîlik ve Dualizm gibi hâiz olduğu iki temel husûsiyet ile diğerlerinden tamamen ayrılır Başka dünya görüşlerinden bu iki temel prensiple ayrılan İslâm dünya görüşünün muhtevasına hâkim olan ve diğer dünyâ görüşleriyle müşterek olan ana esasları iki kısımda mütâlaa edilebilir Biri mücerred, felsefî, hikemî mâhiyetteki prensipler; diğeri de müşahhas, amelî, tatbikî mâhiyetteki prensiplerdir

İslâm dünya görüşünün hikemî, felsefî, mücerred prensiplerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Âlem-şümûllük (Üniversalizm) Prensibi: Yani bütün kainata şâmil bir izâhat getirmiş olması, dar bir çerçeve ve mekânla kendisini tahdid etmemesidir

2-Tecrid (İdealizm) Prensibi: Bu prensib İslâm’ın muşahhası değil, mücerredi esas aldığını ifâde eder

3-İnsaniyetçilik (Hümanizm) Prensibi: İslâm, hümanisttir

4-Gerçekçilik (Realizm) Prensibi: İslâm, realisttir, hayalden hareket etmez

5-İradecilik (Volantarizm) Prensibi: İnsan ve cinleri ezelden bir irâde sahibi kabul eder İnsan ve cinnin mes’ûl addedilmesi de irade sebebiyledir ve hareketlerinde otomat değillerdir

İslâm dünya görüşünün müşahhas, amelî ve ahlâkî prensipleri de kısaca şunlardır:

1-İyimserlik (Optimizm) Prensibi: İslâm dünya nizamı iyimserdir İnsana bir bardağın boş kısmını değil, dolu kısmını görecek anlayış kazandırır Hayır ve güzel tarafına ağırlık vererek mütâlaa eder Bakışına ve değerlendirişine bu prensip hakimdir

2-Murâkabe Prensibi:

3-Teaddîlik (Dinamizm) Prensibi: İslâm müteaddîdir Hareket dînidir Çin felsefeleri gibi miskinlik değildir Hristiyanlıktaki gibi; “Bir tokat vurdular mı, öteki yanağını da uzat!” tarzında bir miskinliği de tasvîb etmez

4-İctimâîlik (Sosyal Adâlet) Prensibi: İslâm ictimâî bir dindir Hükümlerinde dâima cemiyeti ön plana alır

5-Nizam Prensibi: İslâm, anarşiyi kabul etmez, ferdi ve cemiyeti dakik bir sûrette tanzim eder Nizamın ihmâline müsâadesi yoktur

6-Adâlet Prensibi: Adâleti insanın huzur ve saâdeti için temel bir esas kabul eden bir dünya görüşüdür

7-Hürriyet Prensibi: İslâm, mes’ûl tuttuğu insanı hür kabul eder ve mes’ûliyetin bir gereği de irâdeyle birlikte hürriyettir
8-Fiilî kıstas Prensibi: Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın ef’âlini esas alarak, fiilî ve müşahhas örnek kabul ederek hayatı, ferdî ve ictimâî planda tanzim etmek demektir Kendi prensiplerinin mükemmel örneklerini Peygamber -aleyhissalâtü vesselam-’ın tatbikâtından alır Amelî olarak doğruyu, güzeli, “işte böyle olur” diye de gösterir Tatbiki olmayan bir nazariye değildir


Alıntı Yaparak Cevapla