|
Prof. Dr. Sinsi
|
İslâm Dünya Görüşü
1-İSLÂM DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN MÜCERRED VEYA FELSEFÎ PRENSİPLERİ
A-ÂLEMŞÜMÛLLÜK (ÜNİVERSALİZM) PRENSİBİ
Dünyâ görüşü, insan müfekkiresi için hatıra gelebilen her suale kendi içinde tezada düşmeksizin cevap verebilen, hayâtın tamâmını îzâh edebilen bir görüş demektir İslâm’ın âlemşümûllüğü, hiç kimseyi hâriçte bırakmamak kaydıyla bütün âlemi, bütün beşeriyyeti şâmil bir dâvâ olması yâni bütün insanlığı içine alıp kapsaması demektir İslâm, sadece bir mekanı, bir zamanı veya bir topluluğu dikkate alarak kâide koymaz İndirildiği andan itibâren bütün zamanlara, bütün mekanlara ve bütün insanlara hatta cinlere şâmil olmak üzere, hükümlerini onların hepsi için ortaya koyan bir sistemdir Allâhu Azîmuşşân’ın merhameti umûmî ve şâmildir Bütün ictimâî görüşler ve hâssaten İslâm, insan içindir İnsanın Rabbiyle, insanla, hayvanla ve eşyâ ile münâsebetlerini tanzim eder İslâm, beşikten mezara kadar insanın ibâdet, muâmelât ve ahlâkî davranışlarını tanzîm eden bir sistemdir Bu bakımdan insana vaz‘ edilmiş olan, insanı yönlendirip mes’ûd kılmak isteyen İslâm dünyâ görüşü, sâir sistemlerde olduğu gibi muayyen insanları muhâtab alıp, bâzılarını hâriçte bırakmak gibi bir nakîseden berîdir
Meselâ Yahudîler, aslı İlâhî olmak itibâriyle mutlaka âlemşümûl olması gereken dinlerini, ırklarına tahsîs etmişlerdir Benî İsrail kavminden olmayan biri Mûsevî şeriatına kabul olunmaz Dindeki bu tahriften önce Benî İsrâil’den olmayıp da Musevî olan topluluklar vardır Yahûdîler bunları kendilerinden saymazlar
Türk boylarından biri olan Hazarlar da Mûsevî şeriatındandır Bunların bugün otuz ile elli bin civârında oldukları tahmin ediliyor Dünyânın her yanından Yahûdîler İsrâil’e göç etmekteyken Hazar Mûsevîleri “Biz de sizdeniz ve İsrâil’e göç etmek istiyoruz ” deseler kabul edilmezler Çünkü onlara göre bir insanın Yahûdi olması Benî İsrâil soyundan olma şartına bağlıdır Aslı hak olan dinlerin hepsi, meselâ bir Hıristiyanlık dahi âlemşümûl olduğu, herkesi kendi dinlerine çekmeye çalıştığı halde Yahûdîler böyle yapmazlar Bu sebeple Yahûdîliğin cihan-şümûl bir din olması mümkün değildir Mûsevîler, dinsiz bile olsa Benî İsrâil’den olanı kabul ederler Irkları dinlerine eşittir Aynı ırktan değilse aynı dinden olamazlar Irklar içinde Benî İsrâil’in seçkin ve üstün bir yeri olduğunu düşünürler Yahudî olmayanı ikinci dereceden insan sayarlar Bir Yahûdî’nin ırkdaşına yapması yasak olan şeylerin bir başkasına karşı yapılmasını zarûrette helâl görürler
“Diğer insanların dine ihtiyâcı yoktur Çünkü Allâh onları biz kullanalım diye yarattı ve emrimize tahsis etti ” derler Nasıl ki hayvanlar insanlığın istifâdesine sunulmuşsa, Yahûdî olmayanların da Yahûdîlerin istifâdesine sunulduğunu düşünürler Irkçılığın temelinde de bu Yahûdî mantığı vardır Yeryüzündeki en eski ırkçılar bunlardır Tevrat’ta Peygamber Efendimiz’in geleceği müjdelendiği için onu bekleyen Yahudîler, sırf Benî İsrâil soyundan gelmediği için Risâlet-i Muhammedî’yi kabûle yanaşmamak bahtsızlığını gösterdiler Benî İsrâil’den olan peygamberleri kabul edip diğerlerini inkâr ettiler
Allâh tarafından beşerin seâdet ve selâmetini temîne medâr olmak üzere gönderilmiş bir görüşün yeryüzünde bir avuç insana ait olması onun dışındakilerin bu nimetten hariç tutulması aslâ mantıkî olamaz Bu vaziyet Allâh’ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla da bağdaşır bir hâl değildir Yahûdîlikteki ilâh anlayışı tamamen millî bir tanrıya müteallıktır Yâni Allâh, Yahova başka kimseyi değil sadece Yahûdî ırkından olanı alâkadar eder Evet, diğer milletleri de Allâh yaratmıştır ama onu bir karınca ne kadar alâkadar ederse bunlar da o kadar alâkadar eder Yahûdî’nin dışındakiler hizmetkâr varlıklardır Dünya Yahûdî’ye âittir Mülk Yahûdîye, hattâ Allâh Yahûdî’ye mahsustur Onlarda telâkkî budur Bugün Yahudîlikte, kâmil bir dünyâ görüşünün, semâvî bir dînin cihânşümûl mesajına mahal bulmak muhaldir Bu durum Yahûdîlerin tahrîfi netîcesidir Ama İslâm böyle değildir Hangi ırk ve kavimden olursa olsun, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün beşeriyet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tebliğine muhâtabdır, bütün beşeriyet ümmet-i Muhammed’dir
Irkların üstünlüğü iddiâsını ortaya atan Kont de Gobina adında bir Fransız’dır ve bir iddiâya göre de Yahudî’dir Bu Fransız mütefekkiri, “Milletlerin üstünlüğü ya da süflîliği, şan ve şerefleri kavimlerinden gelir ” der Menşei itibâriyle ilâhî olan âlemşümûl bir dîni kendi kavmine tahsis etmiş olan Yahudîler beynelmilelciliğe aykırı bir şekilde ırkçılığa, kavmiyetçiliğe haksız bir değer vermişlerdir
İslâm’ın kavimlere bakış açısı, hadd-i lâyığında bir ehemmiyet atfetmek şeklindedir Hangi ırktan olursa olsun insanın değişmeyen husûsiyetleri vardır: Çingene de âşık olur, İngiliz de âşık olur Afrikalı bir zenci de nefret duyar, Fransız asili de nefret duyar Bütün bir beşeriyetin müşterek olduğu husûsiyetler vardır Tüm insanlığı kucaklayan İslâm, temel kâidelerini, bir kavimde mevcûd olan ârızî, geçici veya kısmî husûsiyetlere göre değil, bütün beşeriyette mevcûd olan aslî, fıtrî, yaradılıştan gelen temâyül ve ihtiyaçlara göre tâyin eder Bundan dolayı da İslâm bir fıtrat dînidir ve eskimez Kâmil mânâda büyük nizâm yalnız İslâm’dır
İslâm kavmiyeti ihmal etmez, görmezden gelmez Bir realite olarak kabul eder Fakat, o değerin bir ölçüsünü koyar Irklar iki müessirle meydana gelir Birisi coğrafî âmiller, diğeri de beslenmedir Buna tarihî tecrübeler diye bir üçüncüsünü de ilâve edenler vardır Bu tarihî tecrübeler sosyal verâset denilen bir hususta müessir olurlar Meselâ ırkçı olmadığı halde bir Çingene tarafından gelip kızı istenen hiç kimse kızını bir Çingene’ye vermek istemez Zîrâ Çingene de, sosyal verâset yoluyla anasından, babasından gördüğünün tesiri altında kalır Orada göreceği de basitlik ve süfliyyâttır Asırlar içinden gelen birikim, sosyal ve târihî tecrübeler de coğrafî âmiller gibi insanın biyolojisine, genlerine kadar intikâl eder Bunun için hiç kimse kızını bir Çingene’ye vermek istemez Bu Çingene’nin Allâh’ın yaratışı itibâriyle kötü olduğu mânâsına gelmez İnsan doğumundan itibâren içinde yetiştiği çevrenin, âilesinde aldığı görgü ve terbiyenin te’sîri altındadır Bu te’sîr Çingene’lerde menfî olarak geldiği için onunla imtizâc zordur Şer‘î bir kâide olarak evlenenler arasında küfüvv, yâni denklik şartı aranır Bu denklik, ahlâkî, iktisâdî, ictimâî bakımdan olacağı gibi bir de görgü bakımından gereklidir Kibar, fevkalâde ince bir adamla, kaba saba, dağ kültürüyle yetişmiş bir kadının anlaşmaları çok zordur Kadın bir çay getirse, adamın önüne “Pat!” diye koyar Bu ona göre çok tabiîdir Fakat bu tavır kibar bir adama, kafasına vurulmuş gibi gelir İşte bu fark, sosyal verâset sebebiyledir Yoksa insanın ırkından gelen bir vaziyet değildir
Sosyal verâset genlere kadar intikâl ettiği için bunun tezâhürleri çocukta tecellî eder “Dedesi koruk yemiş, torununun ağzı kamaşmış ” tâbirinin işâret ettiği mânâ da budur Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde “Tohumunuzu bıraktığınız rahme dikkat edin ” buyurur Asâletsiz, sosyal verâset itibâriyle menfî olan, bozuk bir nesilden gelen insanların genlerine kadar işlenen bu husûsiyetler itibâriyle, şuur altında soyunun tesirlerine mâruz kalacağı ve bunun insan hal ve tavırları üzerinde belli derecede müessir olacağı bir hakîkattir Fakat bu te’sir yüzde yüz değildir Soyu dürüst ve temiz olanlar da onun müsbet tesirinin altındadırlar “Asâlet mücbir sebeptir ” darb-ı meseli bu hakîkate dayanır
Namuslu bir âilenin çocuğu kötü yola giderken “Bu yaptıklarımı annem babam görse ve bilse, üzüntüden felc olurlar  vs ” şeklinde kalbine doğan asîl duyguların müsbet tesirinin avantajına sahip olur Komünistler bu sebeple âileye, asâlete düşmandırlar İnsanın böyle hiçbir kayıt ve endişesi olmasın, bu sâyede her edepsizlik ve süflîliği tabiî saysın diye âile ve asâleti yıkmaya çalışırlar
Irk bir vâkıadır, sosyal verâset ve asâlet bir realitedir İslâmiyet bunları yok saymaz, fakat lüzûmu kadar ehemmiyet vererek bir nizâm altına alır İslâmiyet ırka, kavimlere ve onların husûsiyetlerine değer atfeder ve onu kâle almazlık etmez
Âlemşümûl bir din olan İslâmiyet’i dünya görüşü yapan temel esaslardan birisi mevzuu itibariyle tahdide uğramamasıdır, demiştik Bazı meseleleri tanzim edip de, bazı meseleleri, bunlar beni alakadar etmez diyerek dışarıda bırakır gibi bir keyfiyet İslâm için mevzu bahis değildir Bu hâl, mekan itibariyle de mevzu bahistir İslâm, “Beşeriyetin falan kısmı bana muhâtap değildir, ne yapıyorlarsa yapsınlar ” anlayışını reddeder
Kutuplarda Eskimo mu yaşıyor, o da tebliğât-ı Muhammediyye’ye muhâtaptır Pek çok âyet-i kerîme “insâne” hitâbıyla gelir Ağırlık insanda olmakla beraber cinler de zî-şuur yani irade sahibi olduklarından bu tebliğâta muhâtaptırlar İslâm bütün âlemi şâmil bir dünya görüşüdür Efendimizin nübüvvetinden itibâren gelmiş, gelecek tüm insanlar hiç biri hariçte kalmamak üzere, bu tebligât-ı Muhammediyye’ye muhataptır İslâm’da “Falan topluluk beni alâkadar etmez, bir Çingene ne yaparsa yapsın, bizim sahâmız dışındadır, biz ona karışmayız ” şeklinde bir düşünceye mahal yoktur Bütünüyle insan ve cin bu dâvete muhâtaptır Âlemde yaşayan zî-şuur bütün varlıklar İslâm’ın muhâtabıdır İslâm, onların hayatını ferdî ve içtimâî planda tanzim eder Koyduğu kâidelerde dâimâ bütün ins ü cinni ve onların hayat husûsiyetlerini dikkate alır
Âlemşümûl bir sistem olan İslâm, Kitap ve Sünnete dayanır Kitap ve sünnet kıyamete kadar devâm edeceği için İslâm’da ictihadların çok büyük bir yeri vardır İctihadlar sâyesinde ekvatordaki insanın da kutuplardaki insanın da dînî ihtiyacı karşılanır Bunun için İslâm, müctehidden hâsıl olacak ictihâd, hatalı dahî olsa ona bir sevâb atfetmekle ictihâdı teşvîk etmiştir Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Muaz bin Cebel’i Yemen’e gönderirken ona;
“–Ne ile hükmedeceksin” diye sorar
Sahâbî de;
“–Kur’ân ve sünnet ile ” der
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Onda bulamazsan” diye sorunca sahâbî:
“-İctihâdımla ” diye cevap verir Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, aldığı bu cevaptan memnûn olur ve bu usûlü tensib buyururlardı
Bugün iktisâdî durumlar değişmiş, deniz hukûku, hava hukûku çıkmıştır Bu gelişmeye paralel olarak ictihâdlar da değişiklik gösterir Bunun için de İslâm hukûku kazustik, yani mes’ele halledici bir metod benimser
`
Bazı dinler muayyen bir topluluğa gelmiştir Peygamberlerin bazılarının vazifeleri böylece tahdide uğradığı halde bizim peygamberimizin vazifesi mekân ve mevzu itibariyle tahdide uğramayıp bütün âlemi şâmildir İşte bu onun bünyesindeki âlemşümûl olmak keyfiyetini ifâde eder
Mekân ve mevzûu itibariyle tahdide uğramayıp bütün âlemi muhâtap aldığı için, ins ü cin bütün beşeriyet İslâm’ın dâvetine icâbet etse de, etmese de ümmet-i Muhammed’dir Çünkü Peygamberlere periyodlar halinde dünyânın ömrü taksim edilmiş, Efendimizin risâlet vazifesiyle gönderilişinden kıyamete kadarki zaman da O’na tahsis edilmiştir Bugün bütün beşeriyyet O’nun ümmetidir O’nun sulta-i nübüvveti altındadır Ancak kimi bunu kabul, kimisi de inkâr etmiştir Kabûl edenlere “ümmet-i icâbe”, inkâr edenlere de “ümmet-i gayr-i icâbe” yahut “ümmet-i dâvet” denir Ümmet-i dâvet de Hazret-i Muhammed ümmetidir Fakat bir âsî evlad hükmünde olup, dâvete icâbet etmemiştir
Günümüzde Hıristiyan’ın îmânı, hükümden kaldırılmış bir kânuna tâbî olmakta inad eden birine benzer Hâlâ eski bir cumhurbaşkanının devr-i iktidârını tahayyül edip de yeni cumhurbaşkanını reddederek, “Ben bunu tanımıyorum ” diyen biri ne kadar mantıkî bir iş yapmış olursa işte onların bu inadı da o kadar mantıkîdir Halbuki reis-i cumhurluk devri biten biri, tedâvülden kalkmış para gibidir Hükümden düşmüş bir kânunu, devri bitmiş bir peygamberi kabul etmek îmân ve kabulleniş değildir Bu sebeple onlar ümmet-i gayr-i icâbedirler Ümmet-i icâbe olanlar “Lâ ilâhe illâllâh Muhammedü’r-rasûlullâh” diyenlerdir
Üniversal bir prensiple beşeriyyeti tanzim eden İslâm nazarında insanlar, bir babanın evlâtları gibidir Bunun için insanları ancak inananlar ve inanmayanlar olarak taksim eder Bunları birer millet addeder ve bunun dışındaki bölünmeleri kabul etmez Hadîs-i Şerîfte “Küfür tek millettir ” buyurulur ki hadîsin mefhûm-ı muhâlifinden, küfre mukâbil îmânın da tek millet olduğu anlaşılır Bu sınıflandırmaların dışındaki taksimâtın hepsi sun’îdir Bütün beşeriyyetin sadece iki kısma ayrılmasından da anlaşılmalıdır ki müslümanlar bir bayrak altında, yek vücûd olmak mecbûriyetindedir Bugünkü dağınık vaziyet, İslâm’ın rûhuna muhâliftir Çünkü Peygamber -aleyhissalâtu vesselâm- kıyamete kadar gelecek bütün inananların reisidir Kıyamete kadar onların vekîli ve halîfesi odur Bütün inananların bu halîfenin siyâsî ve dînî otoritesi altında toplanması mecbûrîdir Bu hususta serbestlik yoktur İslâm, devlete temel esâs olarak ırk ve coğrafya mefkûresini değil îmânı alan bir sistem getirir Bugün siyâsî bloklaşmalar, hayâtî bir zarûretle ırka veya coğrafyaya dayanan parçalanmaların geçersizliği karşısında fikrî, ideolojik temellere dayanan, onların birlikteliklerini gerçekleştirmek sûretiyle bu vâkıayı kabule doğru yönelmiştir Nato, belli bir fikrî gâye için çeşitli kavimler hâlinde yâhut coğrafî îcâblara göre bölünmüş devletlerin bir birliğidir Rusya da komünizm hesâbına aynı şeyi yapıyordu Avrupa da tek bir kavim olmadığı halde tek bir siyâsî vâkıa hâline gelmek istemektedir Zîrâ artık coğrafî îcâblar ve ırkî esasların, temel ittihâz edilmesinin devlet teşkîl etmede bir kuvvet olmaya yetmediği gerçeği fiilen kabul edilmektedir Yâni tekrar başa dönülmüştür Halbuki İslâm nazarında siyâsî teşkilatlanmanın temeli dindir, îmândır İnananlar bir millet, inanmayanlar bir millettir
Beşeriyyete getirdiği kanunlar itibâriyle İslâmiyet’in inananlar ve inanmayanlar tefrîkı dışında bir başka taksîmi mevcûd değildir İnananların veya inanmayanların hukûkunu tayin etmiştir Beşeriyyeti mükellefiyetler ve haklar itibâriyle tanzim eden İslâm dünyâ görüşünde ancak ve ancak inananlar ve inanmayanlar olarak iki çeşit esas, hüküm kabul edilmiştir Onun dışında bir üçüncü şekil, grup ve üslûb mevzubahis değildir
|