Yalnız Mesajı Göster

Câmilerimizdeki Bid’Atler

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Câmilerimizdeki Bid’Atler




CÂMİLERİMİZDEKİ BİD’ATLER


Ahmed KALKAN

Bid'at Nedir?

Günümüzdeki mescidleri doğru değerlendirebilmek için, önce "bid'at" konusunu bilmek gerekmektedir ‘Bid’at’, ‘ibdâ’ kökünden türemiştir İbdâ, önceden yapılmış bir şeyi örnek almaksızın yapma ve icat etme demektir Buna göre ‘bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey (muhdes) demektir

Kavram olarak ‘bid’at’; Şeriata karşıt olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık ya da noksanlığa neden olan şeydir Bid’at Sünnetin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, Şârî’nin (din koyucunun) açık ya da dolaylı, sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde sahâbeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmadır

Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “(Dinde) Sonradan ortaya çıkan her şey bid’at’tır; her bid’at dalâlettir/sapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler (Müslim, Cum'a 43, hadis no: 867, 2/592; Ebû Dâvûd, Sünne hadis no: 4606, 3/201; İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis no: 45-46, 1/17; Nesâî, Iydeyn 22, 3/153) “Allah (cc) bid’at sahibinin, orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, (hayır yoluna) harcamasını, şâhidliğini kabul etmez O kılın yağdan çıktığı gibi dinden çıkar (İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis no: 49, 1/19)

Bu kadar tehlikeli ve imandan ayırıcı olan bid’at konusunda müslümanların doğal olarak duyarlı olmaları gerekir Allah (cc) kendi dini olan İslâm’ı peygamberinin tebliği ile insanlara ulaştırmış ve onu tamamlamıştır (5/Mâide, 3) Hz Muhammed (sas) yaşayarak ve uygulayarak İslâm'ın ne olduğunu ortaya koymuştur Hiç bir insanın bu dine müdâhale hakkı yoktur; kimse ne dinden eksiltme yapabilir ne de ona bir şey ilâve edebilir Sonradan ortaya çıkan ve yetkili ilim adamları tarafından yapılan ictihâd (fetvâ verme) ise, dine ilâve değil; dinî hükümleri sistemleştirme ya da yeni sorunlara Kur’an ve hadislerle cevap bulabilme gayretidir

Ancak, değişen zamana göre, gelişen ilimler doğrultusunda yeni yeni şeyler icat edilir, yeni buluşlar ve teknikler, hatta yeni görüşler ortaya çıkabilir Bid’at’ın sözlük anlamına takılarak, yeni ortaya çıkan her şeye bid’at demek mümkün değildir Bu hem Din’i anlamamak, hem de Din’in mübah (helâl) alanını haksız olarak daraltmak, Din’in uygulanmasını zorlaştırmaktır

Bid’at’ı bu şekilde anlayanlar günlük hayata biraz da zorunlu olarak giren yenilikleri bid’at kelimesiyle bağdaştırmanın yoluna gittiler ve bid’at’ı, ‘hasene-güzel’ ve ‘seyyie-kötü’ diye ikiye ayırdılar Hatta bazı bilginler daha da detaya inerek bid’atları; vâcip, haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzerer beş kısma ayırmışlardır

Bid’at’ı dar kapsamlı olarak, yani kavram anlamıyla alanlar, onu inanç ve amellerde dine yapılan ekleme ve eksiltme olarak tanımlamışlardır Böyle düşünenlere göre, dinî bir özelliği olmayan, insanların dünyalık işleriyle ilgili, İslâm’ın mubah dediği alana giren şeyler bid’at kapsamında değildir İnsanların örf olarak yaşattıkları Din’e aykırı olmayan âdetler, sonradan gerek bir ihtiyacı karşılamak, gerekse ilmî araştırmalar sonucunda geliştirilen icatlar, üretimler, bazı kurumlar, ya da fikirler bid’at alanının dışındadır

Kimileri, hasene (güzel) dedikleri bid’at’ı, Din’e bir ekleme olarak ele almazlar Bunu Peygamberimizin haber verdiği ‘güzel bir çığır açma’ hadisine dayandırırlar “Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiç bir şey eksiltmeden Kim de Allah ve Rasûlünün rızasına uygun düşmeyen bir sapıklık bid’at’ı icat ederse, onunla amel edenlerin günahları kadar o kişiye günah yüklenir, hem de onların günhlarından hiç bir şey eksilmeden (İbn Mâce, Mukaddime 15, hadis no: 209-210, 1/76 Bir benzeri için bkz Müslim, İlim 16, hadis no: 2674, 4/2060; Tirmizî, İlim 16, hadis no: 2677, 5/45)

Onlar, teravih namazını cemaatle ve yirmi rek’at kılınmasına bid’at diyenlere ‘ne güzel bid’at’ demesini delil olarak alırlar Halbuki Hz Ömer (ra) bid’ate güzel demedi, tam tersine; ‘teravihin bu şekilde kılınması bid’at değildir Eğer siz kendi fikrinize göre ona bid’at diyorsanız, o zaman bu ne güzel bid’at’tır’ demek istemişti

Onlara göre “Her yeni uydurma bid’at’tir” hadisinden, Dinin esaslarına, Hz Peygamber’in ve O’nun ilk dört halifesinin yollarına uymayan şeyler anlaşılmalıdır Bu bid’atler, Hz Peygamber’in Sünnetinin ortaya koyduğu ilkelerle uyuşmaz, onlara aykırıdır Hatta bu bid’atler, bir şer’î (dinî) hükmü kaldırırlar, yerine kendileri yerleşirler

Bid’atı, iyi ve kötü diye ikiye ayırmayan, onu dar kapsamlı yani kavram anlamıyla alanlar bu yorumlara katılmayarak derler ki; Yukarıda geçen ‘Sünnetin diriltilmesi (ihyâ edilmesi)’ yeni bir şey icat etmek değildir Unutulmuş bir sünneti yeniden hayata kazandırmaktır Hz Ömer (ra)'in terâvih namazıyla ilgili uygulaması da yeni bir ibâdet çeşidi veya sonradan ortaya çıkmış bir uydurma değil; örneği Peygamber'in hayatında görülen ve O’nun tavsiye ettiği bir ibâdetin sürekliliğini sağlama düşüncesidir

Bid’at Din’de temeli olmayan inançları ve ibâdet şekillerini İslâmî bir kılıfla İslâm’a yamamaktır İslâm dışı görüş, inanış ve tapınmaları İslâm'a mal etmektir Bunları yapanlar yaptıkları işin Din’e aykırı olduğunu bile kabul etmezler Bundan dolayı Süfyân-ı Sevrî ve bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Bid’at, İblis’e, mâsiyetten (günâh işlemekten) daha sevimlidir Çünkü bid’atin tevbesi olmaz, halbuki kişi günâhından dolayı tevbe edebilir" "Bid’atin tevbesi olmaz" sözünün manası şudur: Allah (cc) ve Rasûlünün (sas) ortaya koymadıkları bir şeyi din edinen kimseye amelleri süslü gösterilir O yaptıklarını doğru zannetmeye başlar Kötü amellerini güzel görmeye devam ettiği sürece de tevbe etmiş olmaz Her şeyden önce tevbenin başlangıcı; kişinin işlediği fiilin tevbe etmesi gereken kötü bir amel olduğunu kabul etmesi, ya da tevbeyi gerektirecek denli vâcip veya müstehab bir dinî emri terkettiğini bilmesidir Bir kişi, kendi yaptıklarını güzel görmeye devam ettikçe tevbeye ihtiyaç duymaz

Bid’at ehlinin tevbe etmesi, Allah’ın ona hidâyeti göstermesi ile mümkündür Bu da ancak kişinin bildiği Hakk’a uyması ile gerçekleşebilir “Bildiği ile amel edene Allah (cc) bilmediği şeyleri de öğretir (Ebu Nuaym, Enes b Malik’ten, nak Ibni Teymiyye, Takvâ Yolu, s: 14) Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğru yolu bulanların Allah hidâyetlerini artırmış ve onlara takvâlarını (Allah’tan korkup sakınmalarını) vermiştir (47/Muhammed 17; ayrıca bkz 4/Nisâ, 66-68; 57/Hadîd, 28; 5/Mâide, 16)

Peygamberimiz'in deyişiyle bütün bid’atler merduttur (reddedilmiştir) Hiç birinin İslâm'a göre bir değeri ve hükmü yoktur Çünkü böyle bir şey, İslâm’da eksiklik veya fazlalık olduğu düşüncesine dayanır Halbuki Din Allah (cc) tarafından insanlar için beğenilip gönderilmiş ve tamamlanmıştır Onda eksik veya fazla bir şey yoktur Bid’atçıların bir kısmı Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı inanç ve amelleri uydurup İslâm'a sokarlar, onları Din'denmiş gibi sunarlar Bazıları da İslâm'ı daha iyi yaşamak, daha dindar bir müslüman olmak amacıyla yeni ibâdet ve inanış türleri uydururlar Her iki tutum da yanlıştır İnsanlara düşen görev, İslâm'ın eksikliklerini bulup kendi akıllarınca o eksiklikleri gidermek değil; İslâm'a hakkıyla teslim olarak ellerinden geldiği kadar onu yaşamaktır Unutmamak gerekir ki hiç kimse İslâm'ı Hz Muhammed (sas)’den daha güzel yaşayamaz, O’ndan fazla dindar olamaz



Alıntı Yaparak Cevapla