Yalnız Mesajı Göster

Dünya Yaşamı:

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dünya Yaşamı:




(c) İslâmiyet


Tek Tanrı inancı görüşünü benimseyip
yaygınlaştıran Yahudi dini, zaman içerisinde değişmiş ve
putperestlik uygulamalarına yer verince, bozulan şeriatın
düzeltilmesi amacıyla Hıristiyanlık dini gelmiştir Ne var ki,
henüz başlangıç aşamasında söndürülmeye çalışılmış ve
mukaddes kitap İncil aslı durumunu koruyamamıştır İçine
insan söz ve düşünceleri eklenmek suretiyle değiştirilmiştir
Bu defa tevhit inancının gerçek yönünü bütün insanlığa
tebliğ etmek üzere Kuran-ı Kerim Hz Muhammed(s) ‘e
vahiy edilmeye başlanır
Hz Muhammed(s) 40 yaşında iken 610 senesinde
Hira mağarasında tefekküre(düşünme) çekilir Ramazan
ayının son günlerinde melek Cebrail gelerek
Peygamberliğini müjdeler ve ilk vahyi tebliğ eder Böylece
23 yılda Kuran-ı Kerim tamamlanır O günlerde Mekke ve
civar yerleşim birimlerinin halkı putperest inancına
sahiplerdi Hz Muhammed (s) Allah’ın emri ile ilk önce
yakınlarını yeni dine davet eder Fakat birçok tepki ile
karşılaşır Buna karşın, yine de gizliden gizliye davet
işlemini sürdürür Hz Ömer’in Müslüman oluşu ile açıktan
ibadet edip dini yaymaya çalışılır
Hz Muhammed (s)’in getirdiği inanç birliği, Allah’a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete (öldükten sonra
dirilip hesap sorulacağına), kaza ve kaderin Allah tarafından
belirlendiğine, inanmayı zorunlu kılmıştır Bu inancı
taşımakla beraber her Müslüman’a namaz kılmak, oruç
tutmak, zekât vermek, hac yapmak ve kelime-i şahadet
getirme sorumluluğu da yüklenmiştir
Kuran-ı Kerim, 114 sûre ve 6666 adet âyetten
oluşur Tamamı Hz Peygamberimizin(s) sağlığında vahyi
katipleri tarafından yazılmış, Hz Ebu Bekr’in halifeliği
döneminde de bir araya toplanarak kitap haline
dönüştürülmüştür Hz Osman’ın halifeliği sırasında ise,
çoğaltılarak İslâm’ın yayıldığı yeni ülkelere gönderilmiştir
Hz Peygamberimizin (s) sünnet ve sözlerini
kapsayan hadis kitapları 90-100 yıl sonra yazılmış, muteber
olanları “ Kutub-i Sitte” adı altında zamanımıza kadar
intikal etmiştir (Buharı, Müslim, İbn Mace, Ebu Davud,
Tirmizi ve Nesei’ye isnat edilen kitaplar)Bu arada toplumu
yanıltan birçok hadis de belirlenmiş oldu
İslâm dünyası genişleyince yeni sorunlar çıkmış,
hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur Açılan yeni
ekoller, İslâm mezheplerinin doğuşunu da beraberinde
getirmiştir İslâm toplumu önce, Sünnî ve Şia diye ikiye
bölünmüş; Sünnî ekol da, Hanefi, Şafiî, Maliki, Hambeli adı
altında dört ayrı mezhebe ayrılmıştır Şia da birçok kola
ayrılarak zamanımıza kadar bölünmüşlük devam etmiştir
Tek Tanrılı dinler, yani semavi dinler, tevhit inancını
belirleyen esasları kapsar Ancak, zaman içerisinde inanç
bozulmuş ve mukaddes kitaplara insan sözü eklendiği için
yerine bir sonraki din getirilmiştir Örneğin, Yahudiler
Uzeyr Peygamberi Allah’ın oğlu, Hıristiyanlar Hz İsa’yı
hem Allah ve hem de Allah’ın oğlu olarak inanırlar (Tövbe
Sûr/30)Yaşanan harpler ve istilalar sonucu Tevrat’ın esas
nüshaları yok edilmiş ve sonradan tekrar yazılmış ise de,
aslından uzak kalmıştır İncil de Hz İsa zamanında değil
çok sonra Havarilere atfen kaleme alınmıştır Roma
İmparatorluğu döneminde resmen devlet dini kabul edilince,
toplanan konsüller tarafından 100 İncil arasından birbirine
benzer ve muteber görülen bugünkü dört İncil seçilmiştir
Ancak, bütün olarak ilâhi vahye dayandığı şüphe ile
karşılanır Çünkü örneğin Markos İncilinde Hz İsa’nın
çarmıha gerilmesi, ölümü, mezara defnedilişi ve birkaç gün
sonra dirilip göğe kaldırıldığı yazılıdır (Markos/Bab-15-16)
Halbuki, Hz İsa’nın ölümü ile vahyin kesilmesi gerekirdi
İşte bu ve benzer nedenlerle, bozulan dinin yerine İslâm dini
getirilmiştir
Peki, İslâm dininde zamanımıza kadar ki dönemde
hiçbir sıkıntı yaşanmadı mı? Tabiî ki yaşandı Kuran’ın
birçok ayetinde Allah Teâlâ buyuruyor:
Ey iman edenler,
Allah ve Rasûl’üna itaat edin ki, kurtuluşa eresiniz! “(Al-i
İmran Sur/132) Peygambere itaat nasıl olmalıdır? Onun
sünneti (gittiği yol) ve hadislerine (dinin yaşanmasındaki
açıklama ve tavsiyelerine) uymakla Kendi sözlerinin Kuran
metinlerine karışıp bozulmaması yönünden sağlığında hadis
yazılmasını men etmişlerdir İslâm dininin ikinci kaynağı
sayılan hadisler, ancak Peygamberimizin vefatından 90-100
yıl sonra Emevi halifesi Ömer b Abdülaziz’in isteği üzerine
ve büyük bir ihtiyaç nedeniyle bir araya toplanmaya
çalışılmıştır (11) Dolayısı ile birçok uydurma hadis
metinleri ortaya çıkmış, İslâm toplumu inanç ve farklı
düşüncelerle bir kaosa sürüklenmişti Bilindiği gibi Kuran
23 yılda vahiy edilmiştir Bu süre içerisinde Hz

Peygamberimizin (s) açıklamalarından bazıları, zaman ve
Kuran’ın akışına göre nesh edilmiş (ortadan kaldırılmış),
fakat bu durumdan haberdar olamayan Sahabe veya Tabiler,
Peygamber sözünü kulaktan kulağa aktarırken toplanan
hadisler arasına katıldığı saptanmıştır Dolayısı ile görüş
ayrılıkları mezheplerin doğmasına neden olmuştur Bu farklı
uygulamayı, dinin temel direği sayılan namaz kılmada şekil
yönünden görmek mümkündür Örneğin, Hanefi
mezhebinde namaz uygulaması ile Şafiî mezhebi arasında
farklılık vardır Gerek tekbirlerde el hareketi, gerek sabah
namazının ikinci rekâtında Şafiî mezhebine göre uzun bir
dua okunması ve gerek vitir kunut duası metinlerindeki
farklılık Her iki mezhep mensupları, namazın kılınış
biçimlerini Hz Peygamberimizin (s) sünneti ve hadislerine
dayandırmaktadır Tabiî gönül isterdi ki, Hz
Peygamberimizin (s) en son namaz kıldırdığı kural ve
şekliyle bizlere intikal etmiş olsun da, farklı durumlar ortaya
çıkmasın! Artık bu aşamada bizlere düşen görev, tevhit
inancına sımsıkı sarılıp Kuran’ın önderliğinde Allah’a
yaklaşmak olacaktır Herkes mensubu bulunduğu hak
mezhebin ortaya koyduğu esasları doğru kabul edip yeniden
bölünmüşlüklere aracı olmamalıdırAyrıca kendi mezhebi
dışındaki hak mezhepleri eleştirip Müslümanlar arasında
kırgınlık ve öfke gibi olumsuz davranışlardan uzak
kalmalıdır Çünkü şeytan, fitne ve bozgunculuk önerip
kişinin sınavı kaybetmesine aracı olmak ister
Peki, bu olumsuz gelişmeler karşısında Hz
Peygamberimizin (s) sünnet ve hadislerini bir tarafa bırakıp
sadece Kuran’a sarılmamız İslâm dinini yaşamamıza yeterli
olabilir mi? Tabiî ki, hayır! Çünkü Peygamberimizin (s)
sünnet ve hadisleri, Kuran’ın tefsiri anlamındadır Kuranın
birçok hükümleri genel anlamda olup detaylara
inmemektedir İşte sünnet ve hadisler ara boşlukları
doldurup dinin esaslarını tamamlamaktadır Bu nedenle
bizler için hiçbir şekilde vazgeçilmeyecek rehber ve kaynak
düsturlardır Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir: Kuran,
Allah’ın koruması altında olduğuna göre, neden sünnet ve
hadisler koruma altına alınmadılar? Bir defa Kuran hem
metin, hem de ifade ilâhi kaynaklıdır Sünnet ve hadisler ise,
genelde anlam yönünden ilâhi, ifade bakımından insan
kaynaklıdır Önceki ilâhi kitapların nasıl bozulduğu örneği
ortada iken bir önlem olarak Hz Peygamberimiz, Kuran’a
karışır endişesiyle sağlığında hadis yazılmasını uygun
görmemişlerdir Ancak, sünnet ve hadisler Sahabelerin
ezberinde canlı tutulmaya çalışılmıştır Bu birinci neden;
ikincisi ise Allah’ın Müslümanları tabi tuttuğu sınavdır
Gerçek Müslüman, sorunlarını araştıracak, Kuran ölçülerine
göre süzgeçten geçirecek, hangisinin doğru, hangisinin
yanlış olduğuna kanaat getirdikten sonra uygulamaya
koyacaktır Diğer bir ifadeyle aklını çalıştırıp doğruyu
bulacaktır Yoksa nefis ve şeytanın hilelerine tutsak düşer,
geleceğini karartır
Bir örnek ile konuya açıklık getirelim: İslâm’da
hırsızlık olayında cezalandırma Kuran’daki hükmü:

Hırsız erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık ve Allah
tarafından bir ceza olarak; ellerini kesin Ve Allah
Aziz’dir, Hakim’dir” (Maide Sur/38)

Hz Peygamberimizin (s) bu konudaki hadisleri:
(a) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde Ebu Hureyre
(ra)’den nakledilen hadiste: “
Allah hırsıza lânet etsin
Yumurta çalar eli kesilir, ip çalar eli kesilir

(b) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde İbn Ömer’den
nakledilen bir hadiste, Rasûlullah (s), üç dirhem değerindeki
bir zırhtan dolayı hırsızın elinin kesilmesini buyurmuştur
(c) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde Hz Aişe’den
nakledilen diğer bir hadiste, Rasûlullah (s) şöyle
buyurmuştur:
“Hırsızın eli, ancak bir dinarın dörtte biri
veya daha fazlası için kesilir
(d) Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe der ki: Rasûlallah şöyle
buyurmuştur: Hırsızın eli, bir zırh fiyatından daha aşağısı
için kesilmezO dönemde zırhın değeri ise on dirhemdir
(13)

Bu hükümlerin uygulanmasına geçelim:
Hırsızın elinin kesilmesi Allah’ın emridir Cezanın
infazını Devlet başkanı uygular Hiçbir kimsenin af etme
yetkisi yoktur Ancak cezanın infazının nasıl ve hangi
hallerde yapılacağı konusunda tam görüş birliği
sağlanamamıştır:
- Zahiriye itikadına mensup bazı hukukçulara göre,
malın miktarı ne olursa olsun nisap (ölçü) gözetilmeden,
hırsızın elinin kesileceği,
- Maliki, Şafiî ve Hambeli mezheplerine göre
hırsızın elinin ancak ÜÇ DİRHEM ve daha fazlası için
kesileceği,
- Hanefi mezhebinde ise ON DİRHEM ve daha
yukarısı için kesileceği, hükmü benimsenip şeriat kurallarını
bu esasa göre düzenlemişlerdir(24)
Ayrıca, hırsızın elinin koldan mı, bilekten mi, yoksa
parmak uçlarından mı kesileceği konusunda da görüş birliği
sağlanamamıştır Bu nedenle diyoruz ki, Hz
Peygamberimizin (s) değişik zaman ve ortamlarda
buyurdukları hadislerin hangisinin son durumu yansıttığına
dair elde bir kanıt bulunmamakta Toplumda özürlü duruma
düşüp başkalarına yük olacak insan sayısını daha da
artırmamak gerekçesiyle Hanefi mezhebi görüşünün
benimsenmesi isabetli olacaktır Ancak, böyle bir uygulama
sonucu ne ölçüde Allah’ın emrinin yerine getirildiği
endişeye yol açar Nitekim bazı İslâm ülkeleri “ el kesme”
cezasını uygulamaktan kaldırmış, bunun yerine hapis
cezasını getirmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla