Prof. Dr. Sinsi
|
Dünden Bugüne İşık Evler
DÜNDEN BUGÜNE IŞIK EVLER
Soru: “Işık Evler”, çok sık kullandığınız bir kavram Bununla ne kasdediyorsunuz? Işık evlerin mahiyeti ve misyonu adına neler söyleyebilirsiniz? Beklentileriniz nelerdir?
Cevap: Şimdiye kadar en çok konuştuğum, düşüncelerimi gayet net bir şekilde ifade etmeye çalıştığım konulardan biridir ışık evler Onları bütünüyle hatırlamam ve sistematik bir halde tekrar etmem mümkün değil Ama madem ki tekrar soruldu, hiçbir tertibe tâbi tutmadan, tabiî bir akış içinde düşüncelerimi arzedeyim
Bugün sahip olduğumuz bütün müesseseler; bir dönemde yokluğun bağrına atılan bir küçük çekirdekten meydana gelmiş devasa bir ağaca benzetilebilir Evet, karanlıkların birbirini takip ettiği bu dönemde yakılan bir mum misali, açılan küçücük hücreler, ardından ışık evler ve daha büyük kompleksler tıpkı Hz Muhammed (s a s)’in nurunun bir sperm mahiyetinde ilk sebep olarak bütün arz ve semanın esasını teşkîl ettiği gibi, o nur-u a’zamın vesayetinde aynı şeyi yapmışlardır
İlk dönem itibarıyla, İslâmî tebliğ ve irşad hareketinin başlangıcına baktığımızda, Allah Rasulü (s a s) de bu işe, bu tür evlerle başlamıştır Evet, bir evle başlamıştır Nebiler Serveri (s a s) ve derken “yeryüzü bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine de bir minber” haline gelmiştir Dünyada yediden-yetmişe kadın-erkek bütün insanlar, bu mescidin cemaati ve bu irşad ve tebliğ mektebinin de istidatlı birer talebesi olmuşlardır
Hatta sonraki dönemlerde de hep aynı metod takip edilmiştir Meselâ bozulmaya yüz tutmuş Emeviler’de, Ömer b Abdülaziz etrafına aldığı üç-beş insanla ve mini bir hücreyle işe başlamıştır başlamış ve iki buçuk sene gibi kısa bir süre içinde, yüz yıllara sığdırılamayacak kadar icraatını, böyle küçük bir mekân ve birkaç ferd üzerine bina etmiştir
İmam Gazalî de aynı yolu takip etmiştir evet o da halkasına çağırdığı birkaç insana hizmet felsefesini anlatıp, dinî ilimlerin “ihyâ” yolunu göstermiş ve bu gayeye matuf olarak da bir taraftan “el-Münkızu mine’d-Dalâl”i kaleme alırken, diğer taraftan da “İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn” kitabıyla mü’minlerin gönüllerinde İslâmî hayatın diriliş meş’alelerini yakmıştır
Aslında ilk ışık çağından İmam Rabbanî’ye, ondan da günümüzün büyük çilekeşi Bediüzzaman Hazretlerine kadar, belli dönemlerde ümmet-i Muhammed’e mürşidlik yapan bütün üstün kâmetler hep aynı yolu takip etmişlerdir
Evet, şu kocaman varlık âlemi; galaksileri, sistemleriyle küçük küçük atomlardan meydana geldiği gibi, bu büyük dâvâlar da hep bir kulübecikle başlamış ve bu dâvânın gönüllere aksettirilmesi ölçüsünde de, her şey mânâlı bir kitap veya çok mânâlı ve muhtevalı meşherler halini almıştır
Bize gelince; Nur suresindeki bu nur; “Allah’ın, içlerinde şan ve şerefinin yükselmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdir; Onların içinde sabah akşam O’nu tesbih ederler ” (Nûr, 24/36) âyetiyle irtibatlı, daha doğrusu bu âyetle yakın bir münasebeti olduğunu zannettiğim bu ışık evler, Müslümanlığın yeniden bir kez daha gönüllere duyurulmasında âdeta minare şerefeleri gibi bir vazife görmüşlerdir Zaten bu işin başındaki zat da kendini anlatırken “13 asrın minaresinin başında durmuş, sureten medenî, sireten geri insanları camiye davet ediyorum” demiyor mu? Aslında o, herhangi bir minarenin başına çıkarak ellerini kulaklarına koyup bağırmış değildi Ama o, Barla’daki minaresi ve o minarede bir şerefe rolünü üstlenen -bugün de hâlâ bütün heybetiyle ayakta duran çınar ağacının yanındaki- mübarek âramgâhından sesini insanlığa duyurmaya çalışmıştı Bu, -bana göre- İbnü’l-Erkam’ın evi, Allah Rasulü’nün saadethanesi ve Gazalî’lerden, İmam Rabbanî’lerden geriye kalan ve her yanıyla nuraniyet ifade eden bir minare şerefesiydi
Bu ışık evlerin kendine has özellikleri vardır Buralar öncelikle insanların, insanlık yanlarından ötürü meydana gelebilecek boşlukların kapatıldığı yerlerdir Plan ve projelerin üretilip, metafizik gerilimin sürekliliğinin sağlandığı ve neticede Üstad’ın “hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir” dediği türden yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kudsî mekânlardır
Zaten bugün, dünya fethinin, eskiden olduğu gibi at üstünde; elde kılıç, belde pala, sırtta sadakla değil, aksine bir elde Kur’ân, diğerinde mantıkla insanların gönlüne girmekle olacağı bedîhîdir İşte bu ışık komplekslerinde yetişen ruh ve mânâ erleri, ruhda, mânâda dünya fethine giden bu yolda Allah’ın, vâridât adına kendilerine vermiş olduğu ışıkları, bomboş dimağlara boşaltarak onları mamur edeceklerdir Öyleyse bu evler; yolsuz-yöntemsiz, değişik câzibe merkezlerine göre kendini şekillendiren şabloncu nesillerin mamur edilip kendi ruh ve mânâ köklerine dönmelerini sağlayan birer tezgah veya birer mekteptirler
Hususiyle tekye ve zaviyelerin kapatılıp kapılarına kilit vurulduğu bir dönemde, o evlerden beklenen de böyle bir misyonun eda edilmesiydi Bu evler, içinde barındırdığı insanlara fünun-u medeniye ile beraber ulûm-u diniyeyi de öğreterek, tekye ve zaviye rolünün yanında medrese vazifesini de üstlenmiş olacaktı Aslında âyet bunların hepsine işaret etmektedir: Bir de “Büyutün” kelimesinin nekre olarak kullanılması, kelimenin mescid dışında başka bir mânâ için kullanıldığını göstermektedir Yani bunlar minareleri olup ezan okunan herkesin bildiği mescidler, camiler değil; daha bir belirsiz yerlerdir Bu evler zuhur zamanı itibarıyla de belli değildir Zaten belirli olamaz çünki; oraya girip-çıkacak insanlar yakın takiptedirler
Ama belli olan bir şey var ki, o da; yaşanılan talihsiz bir dönemde, ard arda açılan bu evler, o döneme, yeniden talih ve şeref kazandıracaklarıdır Bunlar itimad edilmeyip, bakılıp geçilecek basitlikte mukassi görünümlü, muallâ işlere gebe ve minarelerde ezanın susturulup, mâbede giden yolların kapatıldığı bir zaman diliminde Allah (c c)’ın, “şimdilik benim adım bu evlerde yükselsin ve anılsın” izniyle serfirâz, içinde kitapların okunduğu, hakkın müzakere edildiği müstesna mekânlardır Artık geçmişte camide yapılan dinin ruhunun müzakereleri bu evlerde bir araya gelinerek yapılacaktır Bu itibarla da bu evler, “hakâyık-ı âliye’nin mahall-i tercümanı” mübarek yerlerdir
|