Prof. Dr. Sinsi
|
Dünden Bugüne İşık Evler
Bu evlerin durumunu, Hz Ebu Bekir (r a)’in şu sözüyle irtibatlandırmak her zaman mümkündür: “Evlerimizden içeriye girerken, dışarıya çıkacağımızdan emin değildik, dışarıya çıkarken de içeriye gireceğimizden ” evet içeride ders okurken, her zaman derdest edilip götürülmeniz muhtemeldir; dışarıya çıktığınız zaman da meçhul bir arabanın bu evin sakinlerini bir meçhuliyete götürmesi  İşte bundan dolayı da sabah-akşam yüreklerini çatlatırcasına “Senin eşin, menendin, şerikin yoktur bütünüyle varlığın zimamı senin elindedir Sen şer dokundurmazsan, şerler dokunamaz Sen korursan, kimse kimseye ilişemez ” deyip O’na sığınılır ve bu evlerde her şey O’nun teminatına havale edilir Bütün şeriklerin hapsedilip, Allah’a teslimiyet ve tevekkül edilmesi ve bir mânâda hep O’nunla oturup, O’nunla kalkılması, bu ev sahiplerinin tabiî halleridir
Ayrıca bu âyet-i kerimede ilk dönem itibarıyla dâvâya çok az kadının gönül vermesi veya Arapçadaki tağlip mülahazasıyla, “O evlerde oturan öyle erkek oğlu erkekler, öyle yiğitler vardır ki, ne alış-veriş, ne çarşı-pazar onları, yapmak istedikleri şeylerden alıkoyamaz” (Nur, 24/37) denilerek sadece erkeklerin ismi zikredilmiştir Fakat yukarıda işaret ettiğimiz gibi, burada tağlib tarikiyle kadınlara da işaret edilmiştir Öyleyse “ricâlün” aynı zamanda “erkek oğlu erkek kadınlar” demektir Yani âlem, makam-mansıp deyip şöhrete kilitlendiği, tenperverliğe gömülüp bakışların bulandığı, çoluk-çocuk deyip evlere takılıp kaldığı ve bu duygu, bu düşünce ile şahlanmış, iradeli erkeklerinki kadar güçlü erkek oğlu erkek kadınlar da var denmektedir
Evet ilk dönem itibarıyla, Sıddık Süleyman, Hulûsi Efendi, Hüsrev Efendi gibi kahraman erkeklerle beraber, az da olsa bizim bile tanıdığımız bazı kadınlar vardır ki, Bedir’de, Uhud’da kahramanca savaşa iştirak eden Nesibe Hatun ve Sümeyra Hanım’ın gölgeleri gibiydiler Evet işte bunlar, kadınlıklarına rağmen, bu yüce dâvâya sahip çıkıp erkeklerden geri kalmamışlardı Bugün de ışık evler yine bu kahramanlara dâyelik yapmaktadır
Zannediyorum kuruluş gayesine matuf işletildiği müddetçe, bu evlerle, bir dönemde tekye ve zaviyelerle ulaşılamayan noktalara ulaşılacak ve buralarda aynı zamanda medrese insanını aratmayan insanlar yetiştirilecektir Abdülkadir Geylanî’lerle beraber Gelenbevî’ler Ali Kuşçu’larla beraber Molla Hüsrev’ler, Molla Güranî’ler ve Ebussuud’larla beraber İbrahim Hakkı’lar yetişecektir Aksi halde buraların -hafizanallah- bir miskinler yuvası haline dönüşmesi de melhuzdur Zannediyorum benimle beraber aynı duygu ve düşünceyi paylaşanların pek çoğu, böyle bir hale şahit olmaktansa, ölmeyi tercih edeceklerdir
Asr-ı Saâdet’te başlayıp çeşitli dönemlerde aynı gayeye matuf açılarak devam edegelen İbn-i Erkam evi mânâsındaki evlerin, bugün de hâlâ misyonu devam etmektedir Bu evler, üçüncü dirilişe yelken açıldığı şu günlerde, diriliş erlerinin techiz ve donanım yerleri olacaktır inşâallah
Bir dönemde çok önemli vâridât kaynakları sayılan tekye ve zaviyeler, başlarındaki ışık şahsiyetlerle Anadolu’yu ihya etmiş ve belli ölçüde fonksiyonlarını yerine getirerek bizim için bereket kaynağı olmuşlardı Şimdilerde sadece Anadolu değil; bütün dünyanın ihyasına açılan bugünün ruh ve mânâ erlerinin de, aynı evleri, tıpkı bir medrese, tekye ve zaviye gibi değerlendirmeleri çok önemlidir Bu evlerdeki ricalûllahın, fünun-u müsbetenin bütün kısımlarını; hadis, tefsir, fıkıh başta olmak üzere, İslâmî ilimlerin her dalını öğrenmekle beraber, İslâm’ın ruhî hayatını bütün enginliği ile yaşayarak, o eski, fakat eskimeyen ruh ve mânâyı temsil etmeleri elzemdir Aksi halde eve de, ev sahibine de, evin arkasındaki Erkam’a da ve evin sahibine o mânâyı kazandıran Hz Muhammed Mustafa’ya da ihanet edilmiş olacaktır
Bu ruhu temsilin sırf bir derinliği olarak başımızı yere koyduğumuzda, “Allahım keşke kaldırmayı müyesser kılmasan da, bu secdem sana kavuşmakla noktalansa!” diyecek kadar, engince namaz kılma gözünü başka şeylere kaydırmayacak ölçüde Allah’ın huzurunda samimiyetle durup mâlâyanî şeylere kapalı kalma ve âdeta cennette Cenâb-ı Hakk’ın cemalini müşahede ediyor gibi bir konsantrasyona girip ellerini dizlerine bitiştirerek, ene’den, nahnu’dan sıyrılarak Hüve’ye bakan bir göz olma evet bu ölçüde O’na yönelme 
Evet ya, “Ezan okundu, birkaç defa yatıp-kalkmam gerekiyor, o halde şu namazı çabucak aradan çıkarayım” düşüncesiyle; veya Mirac’a yürümek için adetâ bir rampaya yürüyüp kendinden geçmek ve fenâ fillaha, bekâ billaha ulaşıp, kendini düşünemeyecek kadar maiyet atmosferini duyarak namaz kılma  Yani Zübeyr Gündüzalp’lerin, Hüsrev Efendi’lerin yürekleri çatlarcasına yöneldikleri gibi Rabbe yönelme ve evrad ü ezkâr, tesbih ü takdisle, Kur’ân’ın aydınlık vesayeti altında Allah’a ulaşmak için bu ışık evleri, alternatif kabul etmeyen birer rıhtım, birer liman haline getirme evet, böyle olunabildiği takdirde ufkî Allah’a ulaşılır; vilayet ve -maddî-manevî vâridata mazhar olma adına- devletler üstü devlet olmaya erilir
Bugün, dünyanın yedi bucağına hak ve hakikati götürmeyi düşleyenler, feyz-i akdesin memeleri hükmünde olan bu evlerin füyuzatından beslenmek zorundadırlar Onca zaman bu kudsî mekânlarda kalıp da Allah’a uyanamamış, O’nun aşkına, şevkine erememiş olanlar, bir ölçüde bedbaht ve talihsizlerdir Bu halleriyle onlar, anne kucağında meme tutmayan bahtsız çocuklara benzerler Esasında böylelerinin, ne kendilerine ne de insanlığa kazandıracakları birşey de yoktur
Yeri gelmişken burada bir hissimi ifade etmek istiyorum Namazda iken gözlerini sağa-sola gezdiren insanların -tabir caizse- sanki Rabbimin izzetine dokunmuş olduklarını hissediyor gibi oluyor ve “keşke bana hakaretlerin en büyüğünü yapsalardı da böylesine münasebetsiz davranmasalardı” diyorum O münasebetsiz yatıp-kalkmalar yanında bu söylediğim ağır sözün, hafif kalacağı kanaatindeyim Evet, Rabbin huzurunda durmuş olmanın şuurundan mahrum insanların bu hareketini şahsen ben, O’na karşı yapılan bir hakaret kabul ediyorum Hem öyle bir hakaret ki, eğer bu insanlar, o esnada bir hançer çıkarıp sîneme saplasalardı, belki katil olacaklardı ama ben, elimi açıp “Allahım bu insanları affetmeden -elimde ise- senin huzuruna gelmek istemem” diye yalvaracaktım: Görüldüğü gibi, ben şahsen namazında herhangi bir insanın gösterdiği laubalilikten fevkalâde müteessir oluyorum
|