Konu: Ferdî Yeis
Yalnız Mesajı Göster

Ferdî Yeis

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ferdî Yeis




Ferdî Yeis

Tarifi, Belirtileri, Zararları, Hükmü

Mü’min fertlerin uhrevî istikbali/saadeti cihetiyle ümitsizliğidir ki, Allah’ın rahmetinden umudunu kesmektir ve bu yeis doğrudan ahirete bakar 1921-1923 yıllarında kaleme aldığı Mesnevi-yi Nuriye’sinde Bediüzzaman Hazretleri, özellikle daha zararlı gördüğü “dört manevi hastalığı” ön plana çekmiş ve tedavi çarelerini göstermiştir ki bunlar: Ye’s, Ucb, Gurur ve Suizan’dır İlk olarak ele aldığı yeis bahsinde “İbadetleri ve salih amelleri yerine getiremediğinden dolayı ahiretteki azaptan korkup rahmet-i ilahiyeden ye’se düşerek küfre girme” hususu üzerinde durmuştur

Üstadın ele aldığı dört hastalığın birbirleri ile sıkı münasabetleri vardır; hatta denebilir ki onların her biri hem birbirinin sebepleri hem de neticeleri olabilir Örneğin bazen yeis, sû-i zannın sebebi veya neticesi olabilir iken, bazen de su-i zan ye’sin sebebi veya neticesi olabilir Yine yeis bazen ucbun da sebebi olabilirken, ucb da gururun sebebi olabilir Kısaca: Yeisten ucba, ucbtan gurura, gururdan da sû-i zanna doğru aşama aşama bir talihsiz süreçin var olduğu görülüyor

Esasen ye’sin zararları, başlıca iki ana sahada gerçekleşmektedir: 1 Hizmet, 2 Ubûdiyet “Maddî-küllî yeis”in zararı evvelen ve bizzat hizmetle, yani İslam’ın dirilişi ve hâkimiyeti ile alakalıdır; saniyen ve bi’l-araz ubûdiyete yöneliktir “Uhrevî-ferdî yeis”in zararları ise evvelen ve bizzat ubûdiyetle, yani Allah’a kulluk ve ibadetlerle alakalıdır; saniyen ve bi’l-araz da hizmete yöneliktir Bu bakımdan diyebiliriz ki:

Uhrevî-ferdî yeis, öncelikle sahibini kulluğundan eder, kulluk şuurundan eder; Allah-kul irtibatını zayıflatır, Hâlık-mahluk münasebetini bozar Me’yus mü’min, kulluğunda ihsan şuurundan uzaklaşır, kendisini bir boşverciliğe salar; evvela şüpheli şeyler, sonra mekruhlar mevzuunda, ardından da haramlar konusunda dikkatsiz ve hatta cesurca davranmaya başlar Allah’tan utanmama ve hatta –haşa- korkmama gibi bir yırtıklığa ve duyarsızlığa sürüklenir Beş vakit namaz, ondan hakkını tamamiyle alamaz; sünnetler, layıkıyla hürmet göremez Öyle olur ki, bazen azıcık darda kalsa, hemen namazı kazaya bırakıverir; unutkanlık ve uyku sebebiyle namazlarını kaçırmada artış gözlenir, ondan daha kötüsü, yerine getiremediği farzlar için ürpermeyen bir kalbin atışlarına emanet bir hayatı soluklamaya başlar Ahiretten ümitsiz mü’min, kendisini tembelliğe salar, amelde lâübalileşir; neticede bazen nifak sınırlarını zorlar, bazen dalalet vadilerine kayar, bazen de şirk ve küfür çöllerinde kaybolur gider hale gelir

Ubûdiyet-i şahsiyesinde bu hal-i pürmelâle duçar olan me’yus kişi, hizmet-i umumiyesinde de pekçok vahim durumlara ma’ruz kalır, hezimetlere dâyelik yapabilir Günahların ellerini-kollarını bağladığı, ayaklarını zincirlediği hizmet erleri, maalesef şahs-ı manevînin keramet, hürmet, kutsiyet ve muvaffakiyetine darbeler vurmakta ve geriye sayıma sebebiyet vermektedir Günahlardan kaynaklanan ümitsizlik sebebiyle ehl-i hizmet Mü’minler, kendilerini kendilerine küsmek şeklinde bir hastalık içinde bulmaktadırlar Cürümlerinin utancı, kalplerinde kaldırılmaz bir hacalet meydana getirmektedir Her ne zaman bir âyet veya hadisi gönüllerinden gele gele anlatmak isteseler, hemen karşılarına o günahları dikilivermekte ve dillerini bağlamaktadır Muhasebe ve murakabenin ölüm isteyen mahkemelerinde beraat etmedikçe ve o beraatin hıffet ve safvetini ruhlarında duymadıkça, normal hizmet hayatına adapte olup söz ve fiilleriyle aksiyona geçememektedirler Dolayısıyla fertlerin şahsî ümitsizlikleri hizmetin inkişaf ve inbisatına zarar vermiş olmaktadır

Me’yûs hizmet erbabı, ne marifet, ne velayet, ne de hizmet sahasında atılımcı ve aktif olabiliyor Potansiyel kabiliyetler, mahiyetlerinde çürümeye terkediliyor Durgun kala kala kokuşmalar başlıyor Bu bakımdan ümitsizlik tam bir kabiliyet israfı doğuruyor; nefs-i emmarelerin derece derece nefs-i sâfiye/kâmile/zekiyye makamına ulaşmasına engel oluyor, daha doğrusu bu süreci yaşamaları için ihtiyaç duydukları irade ve ihtiyar gücünü ellerinden alıp yok ediyor Dünyayı kurtarmaya niyetli nesillerin kendilerini bile kurtarmalarına mani olan bu yeis hastalığı, hem sahiplerini hem de dünya insanlığını büyük kayıplara sokmuş oluyor

Ümitsizde aşk olmaz, şevk olmaz, azim ü gayret olmaz Her karar ve faaliyet, ondan şahsî irade ve sa’yini bulamaz; adeta işler kendiliğinden giderse gider, hizmetler inayet-i ilahi ile, otonom sistem yapısında çoğunluğun meydana getirdiği umumi cereyanda akarsa akar, ve ihtiyar-ı cüz’îsinden yoksun olarak gerçekliğe kavuşursa kavuşur Ümitsizde gaye soluklaşır, hedef matlaşır, maksat renk atar, mefkure silikleşir, dava ölgünleşir; tadı-tuzu kalmaz imana hizmetin, manası uçar fedakarlığın, kıymeti düşer kardeşliğin Hizmet bütün sahalarıyla ve şahıslarıyla adeta değerden düşer ve biricik varlık sebebi olmaktan çıkar; uğruna dua dua gözyaşı dökülen bir mihrab ve bir minber olma hüviyet ve kutsiyetinden uzaklaştıkça uzaklaşır

Yeis, insanda güven, itimat, itmi’nan, huzur ve sükûneti ortadan kaldırırır; bunların yerine acı, keder, şüphecilik, tedirginlik, boşluk, yalnızlık, kimsesizlik ve gayesizliği bırakır; ve bir dayanak arayışı başlatır Yeis, hayata bakış açısını değiştirir; insan kalbini tereddüt, su-i zan, ucub ile mayalar

Yeis, ucb hastalığının da kaynağı olur, şöyle ki: Ye'se düşen adam, azaptan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemâlâtı var Hemen o kemâlâtına bel bağlar Güvenerek der ki: "Bu kemâlât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder Halbuki, a'mâle güvenmek ucubdur, insanı dalâlete atar [Mesnevî-i Nuriye - Katre - s1302]

Evet ümitsizlik, fertlerin hem kişisel hayatlarında hem de toplumsal hayatlarında bir sürü negatif neticelerin doğmasına sebep olur Başarının ve saadetin lokomotifi sayılan pozitif arzular ve istekler, ye’sin kollarına can verir Kemal peşinde koşmak şöyle dursun, sıradan/normal bir seviyede kalabilme iştiyakı ve kararlılığı bile kalmaz me’yus gönüllerde Mükemmellik yerini alaledeliğe terkeder, bayağılığa bırakır Alınteri ve gözyaşının olmadığı yerde de muvaffakiyet olmaz, mükemmellik olmaz Yeis, gönüllerden iştiyakı, gözlerden yaşı, alınlardan da teri alır, kurutur Ruhsuz bir kadavraya döner eşya Anlamsız bir tabloya dönüşür olaylar, insanlar, varlıklar

Yeis, insanda şüpheci bir yapı teşekkülüne zemin hazırlar; ferdi hayata septik bir açıdan bakmaya onu icbar eder, çevresine hep su-i zan ve tecessüsle yaklaştırır Dost, arkadaş ve ahbabının en masum hallerini bile suizanla bulandırır, ayıplarını tecessüs eder, araştırır, güya kendisini haklı çıkarmaya ve bununla da kendi ye’sini doğuran günahlarına mazeret bulmaya çalışır “Falan da şöyle yapıyor ya” gibilerinden teselli kuruntularına bel bağlar Tabii bu arada kalbindeki dostlar sarayının kubbeleri bir bir yıkılmaya ve yerine kümbetler yapılmaya başlar Bir dostlar mezarlığına dönüşür kalbindeki dostluk sarayları Vâ esefâ ki o dostlar mezarlığına kim uğrar, mezar taşlarındaki kitabeleri (ağıtları) kim okur, kim el kaldırıp dualar eder!?

Me’yûs kişi zamanla yakın dostlarını da negatif etkileyerek etrafından uzaklaştırmaya, kendisinden soğutmaya başlar; ve gün gelir, yalnız, tek başına, metruk bir insan haline gelir Metruk insan Ne bayramlarda arayanı olur, ne seyranlarda soranı Ne selam gelir birilerinden, ne selam gönderir birilerine Dünkü can-ciğer dostların sesi-soluğu kesilir, görünmez oluverirler birer birer Dünya çölünde yapayalnız bir insan

Evet bizlerin de dünyevi bir takım işleri gerçekleştirme noktasında artık umudumuz kalmamış olabilir Böyle bir durumda en fazla, o şeylerin verecekleri lezzetlerden mahrum kalırız Oysa ki en büyük ümitsizlik, ahirette cennetten ümitsizliktir, dahası Allah’ın rahmetinden ümitsizliktir Onu yitiren, hiçbir şeyi bulamaz Onu bulan, hiçbir şeyi yitirmez “Mâzâ fakade men vecedehû / ve mâzâ vecede men fakadehû” Mahşer günü cemaliyle tecelli ettiği zaman şeytanın bile istifade edebilir miyim niyetiyle başını kaldıracağı o Sonsuz Rahmet’ten nevmîd olmak, onu istifhahtır, istihkardır, istisğardır, ithamdır; ve bu açıdan küfürdür

Peygamber Efendimiz (sas): “Şu üç şey felâkettir: 1 Kibre düşmek, 2 Allahın varlığından şüphe etmek, 3 Allahın rahmetinden ümit kesmek” buyurmuşlardır Merhameti Engin, Cenab-ı Mevlamız da diyor ki: “ Ben kulumun benim hakkımdaki zannı üzereyim” Bu ifadeyle adeta şöyle sesleniyor kullarına: “Benim hakkımda nasıl düşünürseniz, size öyle muamele ederim Beni hep öfkeli, bol bol ceza kesen olarak düşünür, öyle inanırsanız, o şekilde muameleyi hak edersiniz Yok beni bol bol bağışlayan, hilm ü silm sahibi bilirseniz, size de öyle davranırım Sizlerin hakkımdaki hüsnüzanlarınız veya suizanlarınızı önemserim; ve ona göre icraatta bulunurum

Hak ve hakikate hizmette bir araya gelmiş ve birlik ruhuyla harekete eden topluluklar içindeki fertler de ister dâhilde birbirleriyle veya hâriçte başkalarıyla imtihan olabilirler; ve bazen şahıslar, bazen de hadiseler üst üste şoklar meydana getirip onları katmerli hüzünlere, kederlere, streslere ve nihayet ümitsizliğa mecbur edebilir “Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete düşenlere ve bilhassa Nur şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve me’yusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır” [Şuâlar / On Dördüncü Şuâ - s1081] Evet ehl-i hizmetin muhtelif me’yûsiyetlere/ümitsizliklere karşı kullanmaları gereken en etkili çareler: birbirine teselli ve ferah vermek, kuvve-i mâneviyeyi takviye etmek, fedakar hakiki kardeş gibi birbirinin gam, hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır

Ye’sin küfür oluşu, ümitin emrolunuşu muhakkak olmakla beraber; burada katiyetle dikkat edilmesi gereken çok mühim hayati bir nokta vardır, şöyle ki:

Ümit, hakiki olmalıdır Hakiki ümit demek, bir hakikati olan ümit demektir Yani iman ve salih ameller bağlamında realitede ayaklarının bastığı zemin bulunan, bir veya bazı müspet sebeplere bağlı olarak kalpte oluşan ümit demektir Bir hakikati olmayan ümite, kuruntu denilir Nitekim hadis-i şerifte: “Akıllı kimse, ölümden sonrası için hazırlık yapandır Aciz/ahmak ise, nefsini hevasına tabi kılan ve Allah’tan kurtuluş temenni edendir” buyrulmuştur Günümüzde nice mü’minler var ki heva ve şehvetin peşinde binbir çeşit günahlar içinde yüzerken, şeytan onları kuru bir umut ile avutmaktadır Tıpkı “Şeytan sizi Allah’ın rahmetiyle aldatmasın” âyetindeki vartaya onları düşürmektedir Allah’ın rahmetinin büyüklüğü, Rasulullah’ın şefaatinin genişliği ile şeytan tarafından aldatılıp, işlediği günahlara büsbütün inhimak eden, onları gözünde küçülten, ve muhakkak affolunacakmış gibi bir emniyet ve rahatlık duygusuna kapılmış olarak günahtan küfre doğru cahilâne yol alan, dinde lâübali milyonlarca insan vardır Ümitsizlik de küfürdür, ama hakikatsiz ümit ise büsbütün kuruntudur; hele kişiyi isyanlarını küçük görmeye, oradan da vicdanın sesini keserek tevbe ve istiğfardan uzaklaşmaya ve neticede fısk u fücûra rızaya götürüyor ise, böyle bir umut kuruntusu, tam bir felakettir, musibettir, perişaniyettir, hasarettir, nedamettir, haybettir

Konuya bir düğüm atacak olursak: Yeise düşmemek için onu intaç eden olumsuz sebeplerden uzak kalmak gerekir ki bu da insandan irade-i cüz’iyesinin hakkını vermesini ister; kısaca kişi, tâat çizgisinde kalmaya sabretmeli, ma’siyete girmemeye dayanmalıdır Evet insana bakan yönüyle ümit mutlak değildir; mukayyettir, yani insan iradesinin ortaya koyacağı güzel amellere vabestedir "Olma ye's ü ümmid ile hemdem / Âlem-i inkılabdır âlem" demişlerdir “Beş dakika sonrası bize ait değildir İnsan için hiçbir şey mutlak olmamak lazımdır Beyne'l-havf ve'r-reca (korku ve ümit ortasında) Müzmin her zaman böyle olmalıdır Alem mütemadiyen değişmektedir Bu değişen alem içinde, hiç bir zaman mutlak bir ümit veya yeis sõz konusu olamaz Ümit lazım, fakat mutlak değil

Evet her çeşitiyle ümitsizlik bir hastalıktır Fiziki hastalıklarımız karşısında o hastalığın türüne göre sahasında uzman doktorlara gittiğimiz gibi, gidip de verdikleri reçetelerdeki ilaçları ölçülerine göre kullandığımız misillü, metafizik hastalıklarımız için de, o manevi hastalığın çeşitine göre işin erbabı bir büyüğe, bir hocaya, bir alime, bir şeyhe, bir mürşide veya bir veliye müracaat etmeliyiz ve derdimizin devası için reçete vermesi ricasında bulunmalıyız Öyle manevi hastalıklar vardır ki, ahtapot gibi insanın dört bir yanından sarmalar ve vampir gibi kanını emer, ur gibi yapışır, sülük gibi damarlarını sömürür İşlenen herbir günah da, nevine göre, ruhun çeşitli organlarını, bazı hisleri, duyguları, latifeleri, kalbi, vicdanı hasta eder, yaralar, dumura uğratır, köreltir, kısırlaştırır, sesini keser, hatta öldürür

Gönül doktorlarından Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Müslümanların sözkonusu ümitsizlik hastalığına dair teşhis ve tedavi adına yazdığı reçetete ve onun mingayrihaddin açılımı ile mevzumuza önümüzdeki sayıda devam etmeye çalışalım inşallah


Musa Hub

Alıntı Yaparak Cevapla