Yalnız Mesajı Göster

İlim-Tebliğ Münasebeti

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlim-Tebliğ Münasebeti




İLİM-TEBLİĞ MÜNASEBETİ


"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapacak insanların ilimle mücehhez olmaları esastır
Zira ilim ile tebliğ aynı hakikatin iki yüzü gibidir Onun için tebliğ insanı, müntesibi olduğu dini, o dinin ihtiva ettiği gerçekleri başkalarına anlatmadan önce, kendisini, tebliğ ettiği din adına iyice yetiştirmek zorundadır Aksi hâlde, hem de din uğruna birçok falsolar yaşayabilir ve muhatabı olduğu kimseleri kendinden de, dinden de ürkütüp kaçırabilir Halbuki böyle bir sonuç, bir bakıma hem kendisinin hem de başkalarının dünyevî ve uhrevî hukukuna tecavüzdür
İşte bu bölümde ilk önce, mutlak mânâda ilim anlayışımızı, ardından da tebliğ-ilim-amel münasebetini ele alıp anlatmayı düşünüyoruz
İlim, bütün varlık âlemi içinde bir Âdem mihrabıdır O, Hz Nuh'ta sefineleşir; sefinede de Nuh'laşır İlim, Hz İbrahim'de vadiler hâline gelir Öyle vadiler ki, oralara sağanak sağanak İlâhî vahiy inmeye başlar O, Hz Musa'da bir Tur veya Tur'da Musa olur Öyleyse, kainatta görünen her şey bir kalıptan ibarettir Kainatın özü ise ilimdir
İlim nedir? İlim, nefsini bilme adesesiyle, Rabbini bilme keyfiyetidir İnsanın kendini rasat ederek Rabbini görmesi, duygularında keşfettikleriyle "sıfat" ve "esma"yı müşahede etmesi ve böylece Rabbini anlamaya, bilmeye çalışması işte gerçek ilim budur
Yunus:
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
derken, ilmin ana mihrakını vurgulamak istemiştir
"Nefsini bilen, Rabbini bilir" sözü, hadîs kabul edilecek kadar ârifâne söylenmiş bir sözdür Hadîs değildir; ancak mânâ ve muhteva itibarıyla çok çarpıcı bir düsturdur Kur’ân-ı Kerim de bu muhtevayı desteklemekte ve:
"Onlar gibi olmayın ki, onlar Allah'ı unuttu, Allah da onlara kendilerini unutturdu" (Haşr, 59/19) demektedir Evet, Allah'ı unutursanız, Allah da size nefsinizi, öz benliğinizi unutturur Nefsinizi unutunca da Allah'tan uzaklaşırsınız Allah'tan uzaklaşınca, nefsinize karşı bigâne kalır ve onu da unutursunuz Böylece birbirini besleyen, birbirini tevlid eden bir fasit daire teşekkül etmiş olur Böyle bir fasit daire içine giren de artık çok zor kurtulur; kurtulmak bir yana baş aşağı yuvarlanır gider
Ayrıca, âyetten şöyle bir mânâ daha anlamak mümkündür:
Sakın Allah'ı unutmayın Aksi hâlde Allah size nefsinizi unutturur O zaman siz sadece dışla meşgul olmaya başlarsınız Nazarınız hep âfakta dolaşır Bir türlü tefekkür ve muhasebenizi kendinize çevirmezsiniz İslâm, der; fakat İslâm'ı dışarıda ararsınız Kur’ân der; ancak Kur’ân ahkamını yaşamayı başkalarından beklersiniz Evinizde size en yakın olanlar İslâmî hükümleri alenen çiğnerken, siz onları görmezden gelir, hep tecessüs ve beklentilerinizi ağyar üzerinde teksif edersiniz Sokak sokak dolaşıp, İslâm talebiyle sloganlar atarken şeytan arkasında yürümek ne hazindir! Böyle bir duruma düşmemek için evvela insan, kendi muhasebesini çok iyi yapmalı ve günde birkaç defa Rabbisiyle olan münasebetini mutlaka gözden geçirmelidir O hâlde bizler, zirvelere tırmanan dağcılar gibi, ayağımızı attığımız ve atacağımız yeri çok iyi kontrol etmeliyiz Urganımızın ucundaki kancayı çok sağlam bir zemine tutturmalıyız; zira yapacağımız en küçük bir yanlışlık, hayatımıza mâlolabilir
Evet, mâbedde, mescitte, hatta Kâbe'de ve Ravza'da insanın kendini unutması ne acıdır! Ve üzülerek itiraf etmeliyim ki, buralarda dahi nefsini unutanlar sayılamayacak kadar çoktur Aman Allahım, bu ne büyük bir hasarettir!
İlmin bir gayesi vardır; o da marifet-i İlâhî ve muhabbet-i İlâhî'yi netice vermesidir Gönülde Allah sevgisini tutuşturmayan ve cennet nimetlerinin teminatçısı olan ruhânî zevki alevlendirmeyen bir ilim, gayesine ulaşmış sayılmaz Oysa ki gayesine ulaşmış bir ilim, letâifimizin hayat kaynağı ve duygularımızın da can damarıdır Onsuz olmak, onsuz kalmak bir ma'nevî ölümdür Zaten Kur’ân ve hadîslerin tebcil edip teşvikte bulunduğu ilim de başka değil, işte bu ilimdir Bizim ana konumuz ilim olmamasına rağmen, mevzu o noktaya gelmişken, ilimle ilgili birkaç âyet ve hadîse de temas etmek istiyorum
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"(Zümer, 39/9)
İnsanı elinden tutup Allah (cc)'a götüren ilimle, insanı lâboratuvara hapseden ilim bir olur mu? Teleskobun başındaki insanı, nazar ve niyetiyle yakalayıp, ışıktan merdivenlerle Allah'a ulaştıran ilimle, onun bakışlarını yıldızlara ve sistemlere mıhlayan ilim hiç bir olur mu? Daha doğrusu bu farklı bakış sahipleri hiç birbirine müsavî sayılır mı? Kitaplar içinde mahzen-i esrar faresi gibi dolaşan ve bütün ömrünü kitaplara haşiyeler, şerhler yazmakla geçiren, ama, hakikat ilminden tek satır dahi okumayan sözde ilim adamıyla, daha doğrusu Kur’ân'ın ifadesiyle kitap yüklü binekle, okuduğu tek satırla bile güvercinler gibi semada pervaz eden ve her ân ayrı bir vuslat neşvesi yaşayan kâmil insan hiç bir olur mu? Zannediyorum bunlar arasında "hiçbir şey" ile "her şey" arasındaki fark kadar fark var Allah'a götüren ilim "her şey"; yolda bırakan ilim ise "hiçbir şey" dir
"Allah'a karşı hakkıyla saygılı olanlar âlim kullardır" (Fâtır, 35/28) Bu âyette ilmin ve âlimin tebcil edildiği açıktır Ancak bu tebcil, mevsufu ile beraber oluyor Yani ilmiyle Rabbine karşı saygılı olan bir insanın durumu itibarıyladır Zaten her ilmin kendine göre bir ağırlığı vardır Onun içindir ki, Allah Resulü (sas), gerçek âlimlerin nebilere vâris olduklarını ifade buyurur45 Evet, yeryüzünde mutlak doğruyu hiç firesiz görebilen bir zümre varsa o da nebilerdir Biz ise, hakikatlerin iç yüzüne ancak nebilerin göndereceği ışık hüzmeleri sayesinde nüfuz etme imkânını buluruz Bir peygamberin vesâyâsı altına girmeden, insanın mutlak doğruyu bulması mümkün değildir Belki insan cehd ve gayretiyle doğruya yakın hakikatleri keşfedebilir Ancak mutlak doğru, sadece nebilerin delâletiyle keşfedilebilir Binaenaleyh yeryüzünde Allah'ın gerçek vârisleri nebiler ve onlardan sonra da salih kullardır Zaten yerin varisi olarak da Kur’ân, salih kullara işarette bulunmaktadır ki, yukarıda zikredilen Efendimiz'e ait sözle bu âyetin ifade ettiği mânâ arasında gözle görülür bir irtibat söz konusudur Yani yeryüzüne halife olma liyakatını kazanan salih kullar, nebilere vâris olan âlimlerden başkası değildir Nebi, gerçeğin tercümanıdır; öyleyse herhangi bir insan, gerçeğe tercüman olduğu nisbette nebinin vârisidir
Allah Resulü (sas), âlimin faziletini anlatma sadedinde şöyle bir kıyasta bulunur:
"Âlimin âbide karşı üstünlüğü, benim sizden makamca en aşağıda olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir"

Alıntı Yaparak Cevapla