Yalnız Mesajı Göster

İlahi Armağan -62- Meclis

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlahi Armağan -62- Meclis




İLAHİ ARMAĞAN
( Fethu'r-Rabbani )
Abdülkadir Geylani

Çeviren: Abdulkadir Akçiçek
62 MECLİS


Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı
Konuşma tarihi: Hicri 546 Recep ayının sonu, Milâdi 1151


Aziz ve Celil olan Hakk'ı tevhid et; her şeyde, her varlıkta O'nun nurunu gör Şöyle ki, kalbinde ne dâr kalsın, ne diyar Hatta iç âle­minde, fâni eşyadan zerrenin dahi yeri olmasın
Tevhid, her şeyi yok eder Bütün şifa tevhiddedir Ve bütün şifa tevhide sarılıp dünya ejderinden kaçmaktadır
Havva ana gelinceye kadar dünya yılanından kaç O gelsin, diş­lerini söksün, zehrini akıtsın, zararsız hâle getirsin, sana yaklaştırsın Ve bu işin yolunu, bu işteki hünerini de sana belletsin Sonra o dün­yanın zehirli yaratığını sana teslim etsin
Artık bundan sonra onun sana gücü yetmez, eziyet edemez On­da istediğin ameliyeyi yaparsın; dokunmaya güç bulamaz
Hak Teâlâ'yı seversen, O da seni sever Bu sevgi dolayısıyla dün­ya, şehvet, yersiz lezzet, nefis, hevâ ve şeytanların şerrinden seni ko­rur O'nun bu koruması, sana yeter Hâl böyle olunca, kısmetlerini zararsız ve kedersiz alırsın
Ey şahitsiz davacı, kalbinde Hakk'a şirk beslediğin hâlde daha ne kadar tevhid iddiasında bulunacaksın?
Güçlü isen gel Sen eline bir silâh al, ben de silâhsız olayım; en korkunç yerlere gidelim Bu gidiş geceleyin olsun, bakalım orada kim feryadı basacak? Sen mi, ben mi? Bakalım, kim kimin cübbesine sı­ğınacak? için nasıl dışa çıkacak! Sen nifakla terbiye oldun, ben imanla

* * *


Ey cemaat! Size dünya bir şey versin diye onun ardından koşar­sınız Hâlbuki o veli kullara bir şey kabul ettirebilmek için peşlerin­de gezer Onların önüne gelir, başını eğer, onlara bir şey verebilmek için sızlanır
Nefsine tevhid kılıcı ile vur Onun ıslahı için başarı zırhını giy O nefsi mücahede okuyla yere sermeye bak Hele takva korkusunu ondan uzak etme Yakin -tam iman- kılıcı elinden hiç düşmesin Nefse, gâh mızrağınla dürt, gâh onu sopanla döv Sözünü dinler hâle gelinceye kadar bu hâlin devam etsin Onun üstüne çıkıp ağzına gem geçirinceye ve yularını ele alıncaya kadar tarif ettiğimiz işleri yap Nefsi, bu hâle getirdikten sonra, onun sırtında denizi, deryayı, kara­yı dolaşman kabil olur Nefsi bu hâle getiren kimse ile Rabb’i iftihar eder; sonra onu nefsin belini kıran, halâsı bu yolda bilen, başka yol tanımayan kimselere katar
Nefsini anlayan, ona göç yükünü taşıtır Ona her ağırlığını vur­duğu hâlde karşı gelmez ve emrini dinler; yanlış hareket etmez
Sende hayır yok Nefsi, kötü arzulardan beri alıp onu iyi anladıktan sonra hakkını verirsen, hayrını bulursun İşte bundan sonradır ki, o nefis, kalbin himayesine girer Kalp nefsin elinden tutar, sırra gider Sır da onlarla birlikte Hak Teâlâ'yâ varır
Cihad asasını nefsin üstünden kaldırmayınız; onun yalancı iyiliklerine aldanmayasınız Onun yalandan uyuklaması sizi kandırmasın Nefsin uyuklaması, yırtıcı hayvanın uyuklamasına benzer; daldınız mı biner O kendini uyur göstermeyi sever
Şu nefis var yâ, uyarlık gösterebilir; yumuşak başlı, engin hail olduğunu ve hayrı takip ettiğini belirtebilir; ama biliniz ki, içinde bunların aksini saklar Nefse karşı daima dikkatli ol İşlerin hayırlı bitmesi için, onu başıboş bırakma
Allah yolcularının, halktan ırak bir başka meşguliyetleri vardır Bununla beraber, halka bakmak için onlara vazife verilmiştir Bu yüzden onlarla oturur, kalkar, emir verir ve yasakları bildirirler
Halkla Hak yolcularının durumuna şu hikâye bir misaldir Şöyle ki: “Birtakım yolcular, deniz aşırı yerlere gitmek istediler İçlerin­de yoldan anlayanlar geçti ve şaha vardı Öbürleri, önce gidenlerin geçtiği yolu bilmedikleri için tuhaf oldular ve boğulmaya ramak kal­dı Bu durumu iyi bilen şah önce gelenlerden dilediğini yol göster­mek üzere geri saldı Onlar da gelip yol üzerinde durdular ve yolda kalan kulları doğru yola davet ettiler ‘İşte yol burada; kurtuluş şurada’ dediler
Bunu duyup gelen elini verdi ve kurtuldu
Bu hikâyenin aslı Hak Teâlâ'nın şu kelâmına dayanır: “O kimse ki, imanlı idi, gitti ve ey cemaat bana uyunuz, sizi doğra yola götüreceğim, dedi (el-Mu’min, 40/38)
Sizden aklı başında olan, dünya ile ferahlık duyamaz Çocukları­na güvenemez Mal, mülk, akraba onun için bir dayanak olamaz Ye­mek, içmek, nikâh gibi işler, ona bir sevinç duygusu getiremez Çün­kü bunların hepsi birer hevesten ibarettir İman sahibi bunu bilir Dolayısıyla iman sahibinin ferah duygusu, yalnız iman kuvvetinden, kalbin, Yaratan'a vasıl olmasından hâsıl olur
Ayık olunuz ve dinleyiniz: Dünyanın ve öbür âlemin sultanları, Hakk'a arif olup O'nun emirleriyle amel edenlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla