Prof. Dr. Sinsi
|
İlahi Armağan -62- Meclis
Sizin Hak'la olan sohbetiniz karışık, çünkü edepten mahrumsunuz, ama biz, değiliz; edebimizi bozmayız Aradan biri kalktı ve sordu: “Yediğimiz karışık olunca, namazımızı ve orucumuzu nasıl sıhhatli kılabiliriz?”
Bunun üzerine Geylânî Hazretleri şöyle devam etti:
Haram meydanda Helâl da açıklanmış Ve işte, İslâm dininin kurduğu esas Sonra durulması ve üzerinde düşünülmesi gereken işler de meydanda Kalbini temizle ve ondan gelen sese kulak ver Sana bir şeyin olmayacağını anlatıyorsa bil ki, o şey haramdır Kabul ettiği şey ise, helâldir Serbest bıraktığı şey de şüphelidir
O zatı böylece cevaplandırdıktan sonra devam etti:
Ülfet ettiğin ve alıştığın şeyleri bir yana atar, nefsini sabra alıştırırsan bunun adı kanaat olur
Düşünürsen, anlarsın Hakk'ın katında nice namaz ve nice oruç var Fakat O, bunların hiçbirine bakmaz O'nun arzusu, her türlü kötülükten ve Zât’ından gayri işlerden temiz olan bir kalptir
Dışını gani gönüllü gösterip kendini zâhidlerden sayan, içi bozuk olan kederle doludur O kendisinin Hakk'a karşı zelil durumunu, iki yanağına akan damlacıkla gösterir Omuzlarını bükmekle işin biteceğini sanır Üzerine giydiği cübbeyi yeter bilir Zühdü yalnız avucundadır Ama cebine koydurur Hâlbuki içi halktan bir şey koparmak için sızlanır Nefsi, “övülsem, medhedilsem” diye, debelenir Gözü halkın elindekine dikilir
Ama irfan sahibi böyle değildir Onun dışı kerametlere bağlıdır Nefsinin kısmetini de kendine göre verir
Hakk'ın bölmüş olduğu öyle kısmetler vardır ki, ona yalnız şahın irfan sahibi kulları sarılır Bizim anlatmak istediğimiz de öyle bir irfan sahibidir Sanki o, evinin ustası ve askerinin önderidir Ama onu, ne aile reisliği yolundan alabilir, ne de askerlerine ettiği önderlik Onun selâmeti içindedir Kalbi saftır Daima hazretini görür İlim dalgaları onu altüst eder Dünya denizi, hiçbir an kalbine girmez Yerde, gökte olanların cümlesi dışında kalan her ne varsa hepsi onun engin kalbine göre hiçtir
Bu anlatılan, bir irfan sahibini tariftir Tam zâhidleri daha önce anlattık Bu vasıflar zâhid için de olabilir Sende bu hâllerden hangisi var?
O hâlde kötü düşünce ile halka neden bir garip zan beslersin? Onlar için beslediğin zannı neden diline alırsın? Dilini öyle şeylerden neden kesmezsin?
Ey dünya sahiplerinden dünyalık kapmaya gayret edenler, bu arada âlet olarak da âhirete dair işleri kullananlar, siz avam halktan daha çok tevbe etmeye çalışmalısınız Siz bir şeye karışmayan zavallı insanlardan önce tevbe yoluna koyulmalısınız Ve derhal hatalarınızı itiraf etmelisiniz
Sizde hayır kalmadı Ne kazancınız, ne rahatınız, ne de bir necat yolunuz var Huzurunuz da, hata yüzünden söndü Dininiz de kalmadı Dünyaya bağlandınız, ama o da kalmayacak
Dünyadan bir şey alırken, iyi duygu beslemezsiniz Tabiî arzularınızı ve hevâî isteklerinizi kullanmaktasınız Dünyadan bir şey alırken dünyayı kazanmak için alırsınız, âhiret için değil
Uğraşmam ve sözlerim sizin için; dinleyiniz Sesinizi kesiniz, bir şeyler öğrenmeye bakınız Sizden başkası konuşsun (Bu sözleri Bağdat'da bulunan zahir âlimleri ve vaizleri işaret ederek söylüyordu ) Bu dilim bende emanettir, kalıbım emanettir Gurbette olmak, iç âleme dalabilmek, Hak yakınlığı için anahtardır
En olgun hâlini bulduktan sonra, bir köşeye çekilip oturan, oradan artık çık, iyilik senin meydana atılmandır
Yavrucuğum, ilk zamanda iç âleme dönmek, sonra dış âleme geçmek gerekir İlk devrede, her şeyi anlayıncaya kadar susmak, sonra konuşmak İlk zamanda şaha dönüş, sonra onun bendelerine
Tam helâl, ruhanîler arasındadır Sen o ruhanî zümresinden olmak dilersen, iyiyi, kötüyü ayırt et, onlara benzemek böyle olur
İç âleminde yanan lamba, irfan duygusundan doğan güneş, Hak yakınlığını bulduğun için benliğinde beliren kamer, seni her tecellisi ile besleyen ve büyüten Rabb’inden gelir
Haram işlerin doğuşu, nefsanî duygunun varlığından hâsıl olur Şüpheli işler, zatî varlığı unutup bir nevi kalbine göre iş tutarsan olur Tam helâlin hâsıl olması için iç âlemin temiz olması gerekir
Bu hâller biraz akılların ötesine gitmekle anlaşılır Çünkü yerleri oradadır Nefsin elinden tutup bir demet yeşilliğe dalaştıkça, haram yemek zorundasın Kalbin etrafında dolaşıp sahibini unutarak onun verdiğine dalarsan, şüpheli işlere girmen mümkün görülür İç âlemine girer, orada olup biten ilâhî tecellileri sezersen tam helâl yolunu bulman kabil olur
Nefsin için emreden niçin, “Daima kötülüğe sevk eder ” demiştir bilir misin?
Hikmeti şu: O nereden gelirse gelsin, aldırmadan alır, yer de ondan O tıpkı bir kötü kadına benzer Kocasına: “Çal ve beni doyur” der O helâl ile haramı ayırmaz Helâli, haramı ayırt etmek için işin aslına akıl erdirmek gerek Buna işareten Peygamber (s a v) Efendimiz şöyle buyurur: “Sana dinin esası gerek ”
Ellerin o yolda iyi yetişir, dinin esasına yapışırsan, her şeyi daha iyi anlarsın ve bu anlayış, âhiret işlerinde sana yardımcı olur Bu da öyle bir anlayıştır ki, helâli, haramı ayırt eden kadına benzer
Tam helâl olan bir şey önünde hazır olursa -isterse kazancın olsun- dur ve hesap et Araştır ve kendi kendine sor: “Bu ekmek nereden geldi ve nasıl pişti?”
Sağlam duyguya sahip ol, kalbine dön Oradan sırrına geç Ve onların yolu ile Rabb’ine dön O, sana işlerin düzeni için bir melek gönderir Şayet helâl ise, şu âyet-i kerime'nin tecellisi seni sarar: “Size nasip ettiğimiz temiz şeylerden yiyiniz ” (Tâhâ, 20/81)
Şayet şüpheli veya haram ise, şu âyet-i kerime'nin manası tecelli eder: “Üzerinde, Allah'ın adı anılmayan şeylerden yemeyiniz ” (el-Enâm, 6/121)
İşte haram budur; ona yanaşma O haram şeyden kaçınırsan yerine Hak Teâlâ daha iyisini verir
Hak Teâlâ'nın kaza ve kaderi önünde dize gel ve teslim ol Ta O'nun fazlı yetişip hazzını, kısmetini bol bol verinceye kadar!
Zâhidlik bir anın işi, şüphelilerden çekinme hâli olan verâ ise iki anda biter Ama marifet âlemi, ebediyetlerin harcanması ile elde edilir Marifete çalış, ebedî hayatı kazan
Durumun geçmişteki büyük zatlarla kıyas edilince sende, onlarda bulunan ahvalden zerre bile bulamayız
Nefsini yedirip, dirilttin, seninle münazaaya tutulmaya koyuldu Onun bütün kirli emellerini yerine getirdin, üstüne abandı Onun kötülük kaynağını kesseydin, kötü âletlerini kırsaydın olmaz mıydı? Sen böyle etmedin Onun bütün temennisini yerine getirdin Ve o şeytanına kapı açtı Şeytan, nefse daima kötü temennileri telkin eder Nefsin kendine has bir şey talep edecek dili yoktur Onu, cinler dile getirir Sonra seni yıkmaya onların da gücü yetmez, insan şeytanlarından faydalanırlar Hepten birleşip seni yıkarlar Bir de haddinden fazla şehevî arzulara bağlanırsan
Nefse, maddî ağır yükler vur Haram, şüpheli ve işini bozan şeylerden kes Bunu yaparsan onun kötü ateşi söner Eğer bazı mubah olan şeyleri de az miktarda verirsen boş yere âdet edindiğin şeylerin birçoğu erir ve ölür Kötü şehvet onun varlığından sökülür Bunun neticesi, korku ve umut ağaçları onun içinde yeşermeye başlar, içindeki karanlık aydınlanmaya başlar Kalbe bağlanır, olgun bir hâl alır ve ona nida gelir: “Ey mutmainne nefis, Rabb’ine dön, O, senden hoşnut, sen de O’ndan hoşnut ” (el-Fecr, 89/27-28)
Kalp gözünü açamadan ölüme giden kimseye, son nefesinde şu hitap gelir: “Sen neredesin, Hak yakınlığı nerede? Hani Hakk'ın yakınlık sofrasından nasibin? Ve ‘Onlar katımızda seçilmiş ve önlenmişlerdir’ (Sâd, 38/47) âyetinde zikredilen zatlara yakınlığın hani? Neden onların aldığı şeylerden sende bir şey yok ”
Nefsini yola getirmedikten sonra kalbine rahat yoktur Nefsi Ashâb-ı Kehf'in Kıtmir’i gibi Hakk'ın yakınlık duygusu eşiğinde bekletmen gerek Onu bu hâle getirmeyince kalbini selâmete erdirmeyi umma
Kalp, daima ilâhî yolculuğa hazırdır Onun yolculuğa dair işlerini bitir ve yola çıkar, çünkü kalp daima Hak yola çıkma anını bekler
İman bakımından zayıf olduğun devrelerde, İslâm dininin çizdiği zahirî yolu takip et Pek güç işlere girmeden devam et İman bakımından kuvvet bulduğun zaman kolay işleri bırak, biraz ağır ibadetleri yapmaya bak En büyük iş, nefsi alt edebilmektedir Onu alt eder üste çıkarsan, kadere ve uyarlık hâline erersin
Hallâc için şöyle bir hikâye anlatırlar: Asılacağı zaman yanına biri yaklaştı ve nasihat istedi Ona şu nasihati etti: “En önemli iş nefsin olmalı Onu bir işe salıp uğraştırmazsan; seni meşgul eder Benim ilk devremde, bir elbisem vardı, yeni idi Birkaç defa pazara satış için çıkardım, müşteri çıkmadı Bir insana gittim; birkaç kuruş aldım; elbisemi rehin bıraktım Bayram geldi O zat da elbisemi getirdi: ‘Bunu al ve giy, aldığın paralar da sana helâl olsun!’ dedi Almak istemedim ‘Almayacak olursan yakarım!’ dedi ve beni alıp giymeye mecbur etti Aldım, giydim Anladım ki, o, benim bir kısmetimdir; kimseye gitmesine imkân yok Onu almaktan çekinip zâhidlik taslamam da lüzumsuz ”
Bazı büyüklerin: “Biz ilmi Allah'ın gayri için öğrendik!” sözündeki mana soruldu Geylânî Hazretleri, bunun bu şekilde anlaşılmamasını isteyerek:
“İlim, ancak Allah için olur ” dedi ve devam etti:
Bu kelâm dış manası ile ele alınacak olursa tehlikelidir İsterse bir velînin ağzından çıksın Çünkü: “Allah Teâlâ'nın gayrı için ilim öğrendik” sözü bir şirktir Ama biz bunu başka şekle hamlediyoruz Şayet bununla, âhiret âlemine dair bir şey murad ediliyorsa, o da noksanlık sayılır, fakat bir parça kurtarır Onlar âhiret işlerine dair işleri öğrenir, ona göre çalışırlar, Hak Teâlâ da onların bu çalışmasını boşa çıkarmaz, yakınlığını verir ve zatına ulaştırır Onlar, bu hâlleri ile zahiri aldılar, sonra iç âleme geçtiler Dala yapıştılar, kökü buldular Önce avam sofrasına oturdular, sonra fazilet sofrasına yerleştiler Onlar bir hâlde iki çeşit taam aldılar Kendilerine verilen nimet işinde avam halkla ortak oldular
Çalış, ötesini düşünme O, senin için bir işi dilerse, sebeplerini hazırlar Her kim işimin aslını anlar, bununla beraber huzurumdan ayrılır, bir köşeye çekilip oturursa, o hakikate karşı hatalıdır
Evvel zamanda öyle büyük zatlar yetişti ki, onların elinden biri keramet görse ve “Elini ver; onda Hakk’ın şahidi var!” deseydi ölünceye kadar onunla konuşmazdı Onlar kerametlerini gizli tutardı Ne görülmesini severdi, ne de göreni isterdi
Bir kimse düşünün, günlerce ibadet eder Bundan maksadı bir keramet görmektir Netice, bir gece görür, gündüz çıkar halka anlatırsa, Allah onu elinden alır
Allah'a yemin olsun ki, insan yaratılışı itibariyle tek basmadır Aynı zamanda, ilim ve keramet denen nesneler de tek mana taşır Bunlara sahip olan herkes, saklamak zorundadır Şayet ilâhî bir hüküm gelirse kader icabı elde olmadan zuhur eder O zaman da kalbin, her türlü meyilden esirgenmesi, Hak Teâlâ ile olan iç münasebetini devam ettirmesi gerekir
Keramet sahibi olabilirsin Bununla maddî bazı şeyler elde etmen kabil olacağı gibi dünyalık şeyler de kazanman kabil olur Kalbine böyle maddî şeyler gelirse hemen oradan kaç
Bu arada bir sual vaki oldu Nefsi arzusundan kesmenin zor olduğu anlatılmak istendi
Geylânî Hazretleri bunu şöyle cevaplandırdı:
Sus, öyle deme; hâline sahip ol Sütten kesilmek, ancak annesinden başkasını bilmeyen yavru için zordur O yavru yalnız annesini bilir ve onunla yetinir Ama aklı başına gelip yemeyi, içmeyi bilen için o sütün ne önemi olur? Oradan çıkan iğne ucu kadar bir şeydir
Allah'a koş O'nu ara O'nun kapısını arzulayarak yola revan ol Belki, bir velî, temiz, saf kullardan olursun O saf ve temiz kullardan olduğun zaman nefsin şerrini senden alır ve bir yana atar, bununla kalbini temizler Onun varlığını aklına bile getirmez Ve sen, ona hasret çekmeyi kaybettiğin için yerine şahın sevgisini yerleştir
Bu durum öyle bir şekil alır ki, kalp varlığın O'nun sevgisi ile dolar Ünsiyetin O'nunla olur Âletlerin hükmü kesilir Ve nefis sana hizmetçi olarak gelir O, sana geldiği zaman zırhlı olursun Aslında o da zehirden beri edilmiştir Ayrıca sen bu hâllerde muhafızlarla çevrili olursun
Bundan sonra nefis oldukça ıslah olur, sevimli bir lisanla sana hitap eder Çünkü ıslah olmuştur Kısmetin nerede ise yerini tarif eder Senin kısmetin falan adamdadır ve o da falan yerdedir Ve falanın kızıdır O, her an sana hizmetini arttırır İç âlemin böylece dolar, zengin olur
|