Prof. Dr. Sinsi
|
Îman-Tebliğ-Amel Münasebeti Açısından
ÎMAN-TEBLİĞ-AMEL MÜNASEBETİ AÇISINDAN
a) Tebliğ ve Hayat
"Yaşadığını anlatmak, anlattığını da mutlaka yaşamak" bir tebliğ adamının en önemli prensiplerinden biri olmalıdır Zira tebliğ insanı hakikî mü'min olma yolundadır Hakikî mü'min ise, iç ve dış bütünlüğüne ermiş insan demektir Böyle birinin hayatında iç ve dış çatışması söz konusu değildir İkili (düal) yaşama, düpedüz bir münâfıklık sıfatıdır Bu mezmum ahlâk ise, gerçek bir tebliğ adamında asla bulunamaz; bulunmamalıdır da Zira mü'min olmak ona, her zaman ve zeminde ancak ve ancak yaşadıklarını söyleme gibi yüce bir ahlâk ufkunu, göstermektedir
Ayrıca tebliğ adamı, yaşanmayan sözlerin, nasihatlerin, ma’şerî vicdanda herhangi bir müspet tesir icrâ etmeyeceğini de bilmelidir Evet, samimî olmayan söz ve davranışlara Allah (c c) yümün, bereket ve tesir lutfetmez Bazen, birtakım yarı samimî ya da gayr-i samimî kimselerin hizmetlerinde tesir ve muvaffakiyet görülse de, bu tamamen alternatifsizlikten kaynaklanan bir durumdur ve geçicidir Bazen böyle bir durumun tahakkuk etmesi, ya o anda daha samimî insanlar mevcut olmadığından veya samimî olanlar henüz bir câzibe merkezi oluşturamadıklarındandır
Bu itibarlarla da, gayr-i samimî olanların kaderi, günü gelince silinip gitmektir Dünden bugüne ilâhî kanun hep böyle cereyan etmiştir Dolayısıyla da bu yarı samimî veya samimiyetsiz insanların geçici muvaffakiyetleri ehl-i îman ve ehl-i firaseti yanıltmamalıdır
Son bir-iki asır hem kapitalist hem de komünist cephelerde birtakım geçici muvaffakiyetler, buna iyi bir misal teşkil edebilir Çünkü her iki sistem de birbirinin alternatifi olarak zuhur etmiştir Bu nifak ve iğfâl düzenleri zuhur ettikleri dönem itibarıyla henüz daha güzel ve daha samimî bir oluşum bulunmadığından boy atıp gelişmişlerdir Ne var ki günümüzde, hâdiseler, samimî ve uyanık kimseler tarafından artık yakın takibe alınmış sayılabilir Evet, bundan sonra artık dünya pazarında ancak, samimî olanlar metâlarını satabilecek ve müşteri bulabileceklerdir Samimî olmayanların ise, bu ilâhî pazardan sürülüp çıkarılma vakti gelmiş demektir Nitekim daha doğduğu ilk günden itibaren bâtıl ve batıp gitmeye mahkûm olduğu bilinen komünizm, hakikat ve samimiyet pazarından çıkarılıp çer çöp gibi bir kenara atıldığı; ehl-i İslâm'ın samimî gayret ve tebliğleri de yegâne alternatif hâline gelmiş olduğu gün gibi ortadadır
* * *
Yaşadığını anlatmak ya da aksi ifadesiyle anlattığını yaşamak, kişinin sık sık kendi kendisiyle hesaplaşması ve benliğini bulmasıyla mümkün olur Oturaklaşmamış ve belli bir olgunluk kazanmamış beden insanlarının düal yaşamaktan kurtuldukları görülmemiştir Evet bu ruhlar, oldukları gibi davranamamalarının yanı sıra, davrandıkları gibi de hiç olamamışlar ve olamazlar da Toplum içinde sergiledikleri saygınlık, olgunluk ve istikrarlılık gibi durumlar, tamamen yapmacık ve sun'î davranışlardan ibaret olduğu için, bunlar hep çevrelerinden istiskal görmüşlerdir Evet bunlar, yalnız kaldıklarında alabildiğine lâubâli ve gayr-i ciddîdirler Bu ise, bir nevi hamlığı yetersizliği tutarsızlığı ifade etmektedir ki, bunların izale edilmesi, hiç kuşkusuz iyi bir itikad, sağlam bir tevekkül ve ciddî bir inkıyada bağlıdır
Evet, tebliğ adamı bu hususa çok dikkat etmelidir Halkın arasında iken nasıl bir davranış sergiliyorsa, bunu yalnız kaldığı zamanlarda da devam ettirmeli ve gizli-açık bütün davranışlarında samimî olmaya gayret göstermelidir Hem öyle göstermelidir ki, içtimaî ve ferdî davranışlarında kat'iyen herhangi bir tenâkuza düşmemelidir Evet, onun gecesi de gündüzleri kadar aydın, gündüzleri ise güneşe fer verecek kadar pırıl pırıl, berrak olmalıdır Dikkatsizlik neticesi işlediği küçük bir hata, samimî bir mübelliği iki büklüm edip inletmelidir O, teheccüt ile nurlandırmadığı gecenin sabahında, namazdan bahsetmekten hayâ etmeli Gözüne takılan bir haramın kirini, gözyaşlarıyla yıkayıncaya kadar da durmadan ağlamalıdır Ağzına girecek bir haram veya şüpheli lokma, ona günlerce karın ağrısı olmalı ve bir inhiraf ruhunda cehennem alevleri gibi kendini hissettirmelidir
Ferdin kendisinde tatbik görmeyen düşünce ve fikirler, ne kadar cazip ve hayat için ne kadar lüzumlu da olsalar, yine de istenen seviyede hüsn-ü kabul görmezler Çünkü söylenen sözler, bizzat söyleyenin vicdanında mâkes bulmuş değildir Ferdin vicdanına oturmayan bir düşüncenin, umumun vicdanında makes bulmasını arzu etmek, imkânsız bir şeyi arzu etmek gibidir
|