Prof. Dr. Sinsi
|
Îman-Tebliğ-Amel Münasebeti Açısından
b) Tebliğ ve Ölçü
İslâmî bir toplumda tebliğ ve irşâd, sadece bir vazife değil; aynı zamanda her şeye miyar olacak ölçü ve mikyas vaz'etmek demektir ki, o toplumda fertler bütün işlerini bu mikyasa uyarlar, günlerini ona göre tanzim eder, gecelerini de bu sorumluluğun ah u vahıyla geçirirler Bir ferdin, ara sıra camiye gidip gelmesi, hac farizasını yerine getirip dönmesi, mevlid merasimlerine iştiraki vs ölçü olmamalıdır İyi bir mübelliğ, tebliğ ve irşâd şuurunu yok edip, dâvâyı alabildiğine şekilcilik ve merâsimciliğe dönüştüren her davranıştan fevkalâde sakınmalıdır Belki bu tür davranışlar, bazıları için bir teselli kaynağı olabilir ama, toplum adına mikyas olmaktan uzaktırlar Esasen, toplumu yozlaştırıp, onun maddî-manevî direncini kısırlaştıran sebeplerin başında, "emr i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker"in şuurlu ve plânlı bir şekilde yapılmaması gelmektedir
Günümüzde bu kutsî vazife teker teker her fert üzerinde fıtrî bir borç kabul edilmelidir Zira fitne girdapları, beşeriyete ait boşluklardan sızarak evvelâ fertleri, sonra da bu fertlerin teşkil ettiği toplumları kıskıvrak sararak helâk uçurumlarına yuvarlamaktadır
Evet, ısrarla üzerinde durma mecburiyetindeyiz ki, bu iş, her şeyden evvel bir îman mevzuudur ve şimdiye kadar bu meseleye sahip çıkanlar da hep îmanı kavi olan insanlar olmuştur Bu dün böyleydi, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır Koca bir cemiyet içinde, birkaç samimî ve îmanı kavi insanın başlattığı bir tebliğ hareketi, kısa zamanda ma’şerî vicdanda mâkes bularak yüzbinlerin derdi-dâvâsı hâline gelmesi başka şekilde izah edilemez Hiç şüphesiz böyle bir hareketin en dikkat çekici ve karakteristik yanı onun şekilcilik ve merasimden uzak olmasıdır Çile ve ızdıraptan uzak olan her hareket, şekil ve merasime esir olmadan kurtulamaz Zaten, merasimle bütünleşmiş hareketlerin hiçbirinin bidâyetinde zindan, gözyaşı, fikir çilesi; neticesinde kalıcılık, samimiyet, sevgi ve kucaklama yoktur
Hulâsa; irşâd adamı, her hareket ve davranışını, irşâd hayatına göre ayarlamalı; bir yere mi gidecek, mutlaka irşâd mülâhazasıyla gitmeli ve irşâd düşüncesiyle oturup kalkmalıdır Zira onun hayatında hususî tenezzühe yer yoktur O, fıtrî ihtiyaçlarını dahi dâvâsı istikametinde kanalize etmeye çalışır Evet o, her alıp-verdiği nefesin bir gün kendisinden sorulacağının şuuruyla yaşar İşte bu yol nebilerin, sıddîklerin, velilerin, şehitlerin yoludur Onlar hep yaşadıklarını anlattılar ve anlattıklarını yaşadılar Münafıklara gelince onlar, yaşamayıp anlattılar, anlattıklarını da kulak ardı ettiler Her gün bir eğri yolun girdabına dalıp, hem kendilerini ve hem de peşlerinden gidenleri idlâl edip helâkete sürüklediler
Allah (c c) bir mürşit olarak insanlara gönderdiği Hz İsa (a s)'ya şöyle buyurur: "Ey Meryemoğlu! Önce kendi nefsine nasihat et, o ibret aldıkdan sonra başkalarına nasihat et Eğer böyle yapmazsan Benden utan!"57
Esasında bu hitap, sadece bir peygamber olarak Hz İsa (a s)'ya değildir Burada Hz İsa (a s), irşâd ve tebliğ makamında Allah (c c)'a muhatap olduğu için "Yâ İsa!" denmiştir O hâlde, ister nebi ister başkası kim olursa olsun, irşâd ve nasihat ederken, evvelâ söylediği ve tavsiye ettiği şeyleri kendi nefsinde duyarak yaşamalı ve tatbik etmelidir ki, başkalarına da tesir etsin Kur’ân-ı Kerim bunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir:
"Siz insanlara iyiliği emredip, kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki kitabı da okuyorsunuz Hiç akletmiyor musunuz?" (Bakara 2/44) Kitap size önce kendi nefsinizi tavsiye etmekte, işe onunla başlamayı önermektedir O hâlde bu âyetleri okuyup durduğunuz hâlde, hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
Evet bu âyet, Benî İsrail'e hitaben doğrudan doğruya bir tehdit, Müslümanlara da dolaylı olarak bir ikazdır ve "Sakın ola ki, böyle yapmayasınız" demektedir Daha önce de söylediğimiz gibi, söylediğini yapmama, bir aldatma ve münafıklık sıfatıdır Bizler bütün bir millet olarak, bilhassa inhitat devrelerinde, böyle davranan insanların hem tesirsizliğine, hem de halkın onlara itimat etmediğine defaatle şahit olmuşuzdur Evet, İslâm'ın fikir cephesini temsil eden, dahası akademik seviyede İslâm'ı anlatan, hatta sürekli bu mevzuda fikir üreten nice insanlar vardır ki, dediklerini yaşamadıkları için iz bırakmadan çekip gitmişlerdir; gitmişlerdir, çünkü davranışları müstakim değil, sözleri de îmanlarından kaynaklanmamaktadır Halbuki bunlar halka, "sırat-ı müstakim"i anlatıyor, insanları irşâd etme iddiasında bulunuyorlardı Derken hafif bir yel esti, küçücük bir sarsıntı meydana geldi; geldi de bunların yerle bir olmasına yetti Dediklerini de, diyeceklerini unutuverdiler Hatta dediklerinin hepsini tekzip edip, karşı fikrin ateşli savunucuları hâline geldiler Neticede de helâk olup, yoklara karıştılar Ama acıdır, beraberlerinde bir medeniyeti de yerle bir ettiler veyl olsun onlara!
|