Yalnız Mesajı Göster

Îman-Tebliğ-Amel Münasebeti Açısından

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Îman-Tebliğ-Amel Münasebeti Açısından




f) Tebliğ ve Duâ


Bütün bunları zikrettikten sonra, Efendimiz'in bir de duâ yönü vardı ki, ona da değinmeden geçemeyeceğim O, ashabına ve bütün ümmetine duâ ile bütünleşmelerini söylüyor ve:
"Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var" (Furkan, 25/77) mealindeki âyetlerle onları ikaz ediyordu Yatarken, kalkarken, birşey yiyip içerken, elbiselerini giyerken, helaya girip-çıkarken, abdest alırken o kadar çok duâ okurdu ki, dünyada duâ ile bu kadar bütünleşen ikinci bir şahıs göstermek mümkün değildir evet attığı her adımında Allah (cc)'ı hatırlayan, O'na iltica eden, her şeyde O'nun rızasını gören bir başka insan yoktur
Bu nadide ve ibret dolu hayattır ki, ondört asır âlem-i İslâm'da hemen her seviyeden insanın dikkatini çekmiş ve O, hep ilgi ve alâkayla takip edilmiştir Ve bu alâka, yeryüzünde başka hiçbir insana da nasip olmamıştır Yemesinden içmesine, giyinmesinden oturmasına, konuşma tarzından üslûbuna, içtimâî ve siyasî tavırlarından devletler arası protokol ameliyelerine kadar bütün hayatı filme alınıyor gibi, içtimâî şuur ve ma'şer-i hafızada kaydedilmiş ve bu muhteşem hayat, mü'min toplumların varlığının sigortası olmuştur
Allah Resûlü (sas)'nün hayat-ı seniyyelerinde emniyet şeridinin her karesi Cenâb-ı Hak'la irtibatlıdır O'nun bu irtibatında kopuk tek bir kare, tek bir boşluk yoktur Çünkü O'nun her davranışı ibadet ü taatten, yiyip içmeye, ondan yatıp kalkmaya kadar Allah ile irtibat içinde geçmiştir Böyle olduğu içindir ki, bütün söyledikleri ve bütün davranışları Sahabe arasında makes bulmuştur
Evet, sahabede dinî hayatı yaşama mevzuunda gördüğümüz hassasiyet, asıl itibarıyla Allah Resûlü (sas)'nün gösterdiği hassasiyetten kaynaklanıyordu Çünkü onlar mübelliğ ve mürşitlerini öyle görmüşlerdi:
"Ey îman edenler! Allah'tan hakkıyla ittika edin ve korkun" mealindeki âyet nazil olunca, sahabe yemeden içmeden kesildi Azametine uygun olarak Allah'tan korkma nasıl mümkün olabilirdi ki! Ve hemen âyetin devamında:
"Siz ancak Müslüman olarak ölün" (Âl-i İmran, 3/102) deniyordu ki, bu da Allah'tan böyle korkulmazsa Müslüman olarak ölmenin çok zor olacağına işaret ediyordu
Bu itibarla da hiç kimse çarşı pazara çıkmıyor, sadece namaz vakitleri mescide geliyor ve sonra da evlerine kapanıp ibadet ediyorlar; ediyor ve bütün günlerini kullukla geçiriyorlardı Beş on gün sonra hepsi de incelmiş, süzülmüş, ölecek hâle gelmişlerdi, gelmişlerdi ve Allah Resulü (sas) de bu durumun farkındaydı Fakat onlardaki bu ani değişmenin sebebini bilmiyordu Onlar da dertlerini söylemiyorlardı Emre muhalefet etmiş olmaktan korkuyorlardı Daha sonra bir âyet daha nazil oldu Âyette:
"Allah'tan gücünüz yettiği nispette korkun" (Teğâbun, 64/16) deniyordu Bu âyetin nüzulünden sonra sahabe biraz nefes almış ve rahatlamıştı67 İşte Sahabe, Allah (cc)'ın âyetleri karşısında bu kadar hassas ve onlarla böyle iç içe yaşıyordu Çünkü zimamdarları böyle idi Aslında bu hâl daha sonraları da iki-üç asır hep bu derinlikte devam etmiştir
Şurası da kat'iyen bilinmelidir ki, en küçük teferruatına kadar yaşanmış ve hayata mal olmuş İslâm'ı anlama ve yaşama tarzı, sahabe hassasiyeti içinde ele alınmadıkça, tebliğ vazifesi hakkıyla yerine getirilmiş sayılmaz
Diğer sorumluluklar gibi, "tebliğ" vazifesi de ayrı bir konu olarak ele alınıp işlenebilir Ancak diğer mevzulardan farklı olarak "tebliğ" meselesi yine de hususiyet arzeder O, hayatın içinde ve hayatla beraber olmalı, yaşanmalı, öyle anlatılmalı; farazî ve muhayyel tasavvurlar üzerine bina edilmemelidir Kaldı ki, bu ve bunun gibi nice konularda bizlere ondört asırdan bu yana yaşadıkları hayatları ile ışık tutan ışık şahsiyetler, hep böyle davranmışlardır Allah da onları, gösterdikleri samimiyet ve ihlâslarından dolayı muvaffak kılmıştır Dolayısıyla bizler de tıpkı onlar gibi başarılı olmak istiyorsak, yapacağımız birşey varsa, o da onların izinden gitmek olsa gerektir İşte Hz Ömer (ra) O, şehadeti esnasında sinesinden yediği hançerle koma hâlinde uzanmış yatarken tabiî ne bir şey yiyor, ne de bir şey içiyor O'na hizmet eden sahabi: "Ya Ömer! Bir şey yemek içmek ister misin?" diye sorunca Hz Ömer (ra) gözüyle "hayır" işareti yapıyordu Yani ağzını açacak kadar dahi dermanı yoktu Ancak aynı sahabi, onun kulağına ağzını verip: "Ömer! Namaz vaktidir" diye fısıldayınca, o komadaki insan birden doğruluyor ve: "Namazım" diyordu Çünkü O, Allah Resûlü (sas)'nden böyle görmüştü Evet o büyük insan, namazda hançerlenmiş ve namaz diye diye de vefat etmişti68
Bu konuda bir diğer misal mü'minlerin annesi Hz Âişe (ranha)'den Bir gün, o ağlıyor Allah Resûlü (sas) niçin ağladığını sorunca: "Cehennemi hatırladım, onun için ağladım"69 cevabını veriyor Neden? Çünkü o, her gece Allah Resûlü (sas)'nü böyle görmüş ve böyle tanımıştı Evet, Allah Resûlü (sas) onu böyle amel-i tebliğle yoğurmuş ve terbiye etmişti
Mevzu, sadece namazı tebliğ etmek değildir Onlar namaza gösterdikleri hassasiyeti, sair erkan-ı diniye ve îmaniye için de gösteriyorlardı Çünkü onlar da Allah Resûlü (sas) gibi birer tebliğ insanıydılar Öyle ise, dini hayat O'nun gibi ve onlar gibi hassas yaşanmalıdır ki tebliğ de tesirli olabilsin
Ayrıca, irşâd ve tebliğde bulunma meşgale ve külfeti, hiçbir zaman bizi diğer amellerde gevşekliğe sevketmemeli; aksine şevkimizi kamçılamalı ve söylediklerimizi muhataplarımızdan daha derin bir iştiyakla yerine getirmeliyiz ki, inandırıcı olabilelim Evet, değişik durum ve davranışlar, sözü amelini doğrulamayan tavırlar, bir aldanmışlık ifadesi ve insanın kendi itibarının tahribi demektir Bakınız enbiyâlar serveri Hz Muhammed (sas)'e O, bir sürü meşgalesi arasında, dini yaşamada en küçük bir ihmal göstermiyordu Yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda koskocaman bir devlet kurmasından ümmetinin bütün fertleriyle yakından alâkadar olmasına, ondan da kendi aile fertlerine ait bütün problemlerle bizzat ilgilenmesine kadar, dünya kadar işle meşgul olmasına rağmen, amelinde zerrece eksilme veya aksama olmuyordu Hatta, fetih ve muzafferiyetlere karşı Cenâb-ı Hakk O'nun daha çok istiğfar ve duâ etmesini istiyor, O da hep Rabbinin emri mucebince hareket ediyordu70
Hz Ebu Bekir (ra), irtidat hâdiselerine karşı en amansız kavgasını verirken ve gece gündüz ızdıraptan şakakları zonklarken, asla gece namazından taviz vermiyor, gözyaşları içinde Kur’ân tilâvetini aksatmıyordu71
Hz Ömer (ra), koskocaman Bizans ve Sasani İmparatorluklarını dize getirmişti ama, nefsini dize getirmekten de hiçbir zaman geri durmamıştı72
Hz Osman (ra), onca fitne ile uğraşırken, yine nafile orucunu tutuyor, doyma bilmeden Kur’ân'ını okuyordu Zaten son nefesini de bu hâl üzere vermiş ve şehit olmuştu Hatta o gün aynı zamanda oruçluydu Şakaklarından akan kan, okumakta olduğu mushafın varaklarına ebediyet mührü gibi damlıyordu Zaten kanın, üzerine isabet ettiği âyet de oldukça manidardı Âyet sanki ona: "Allah sana yeter" diyordu73
Hz Ali (ra) harp meydanlarının Haydar-ı Kerrar'ı idi Bu döne döne savaşan arslan demekti Ama onun geceleri de hep secdede kıvranmakla geçiyordu O, ezan okunduğunda sararır, solar ve sıtmalı gibi titrerdi Ve bütün bu insanlar aksatmadan irşâd vazifesi yaparlardı74
Evet, irşâd ve tebliğ vazifesinde bulunan kimse, hangi yaşta olursa olsun ve hangi mesleği icra ederse etsin, dediğini yapma mevzuunda ciddî ve samimi olmalıdır Bu insan tekkede bir şeyh, camide bir imam veya vaiz, mektepte bir öğretmen, üniversitede bir öğretim görevlisi olabileceği gibi, bir fabrikada işçi veya bir okulda öğrenci de olabilir Herkes içtimaî, ilmî ve fonksiyonel durumuna göre bu sorumluluğu yerine getirmeli ve bu vazifeyi kusursuz eda etmelidir
İrşat ve tebliğ vazifesi ifa edilirken mevzu ne kadar önemli ise, mürşit ve mübelliğin samimi ve hâlis olması da o kadar önemlidir Mürşidin samimiyetini gösteren en önemli işaret de, söylediklerini vicdanının derinliklerinde duyması ve onları en kâmil mânâda yaşamasıdır İhlâs ve amele mukârin olmayan tebliğ, ne denli başarılı olursa olsun sığdır ve tutarsızdır; tesiri de ya hiç yoktur veya kısa vadelidir
Ayrıca bu işin âhireti alâkadar eden bir yönü de vardır ki, o da Cenâb-ı Hakk'ın azap etmesidir Allah Resûlü (sas) bu durumla ilgili olarak âhirete ait bir tabloyu bizlere şöyle anlatır: "Miraç gecesi bir cemaate rastladım Onların dudakları ateşten makaslarla kesildiğini gördüm Onlara kim olduklarını sordum Bana şu cevabı verdiler: Biz dünyada iken marufu emreder fakat yapmazdık; münkeri de nehyeder ama yapardık"75 Evet, tablo ortada irşâd ediyorum derken, kendini unutan ve âleme söylediklerini kendi tatbik etmeyen insanların durumu işte budur Bugün, diyalektik yapan değil; bildiğini ve söylediğini yaşayan insanlara ihtiyaç vardır Evet, kurtuluş ufkumuzda düğümlenmiş ukdeleri ancak bunlar çözebilir Kitap yüklü bineklerin veya gece gündüz konuşan laf ebelerinin, milletin kurtuluşu hesabına verecekleri hiçbir şey yoktur Osmanlı yıkılırken kütüphanelerde yüzbinlerce cilt kitap vardı Ama bu kitaplar koca bir devletin yıkılmasına mani olamadı O kütüphanelerdeki kitaplarla, bir insanın hafızasına istif edilmiş malumatlar yükü arasında keyfiyet açısından hiçbir fark yoktur Esas olan, bir insanın bildiklerini tatbik edip etmediğidir
Bir hadîste bu hususa işarette bulunulmaktadır İki Cihan Serveri (sas) şöyle buyururlar: "Ümmetim için en çok korktuğum, âlimlerin nifakı (sürçmesi), münafıkların da cidalidir"76 Evet, alim ikiyüzlülük yapar, münafık da cerbeze ve diyalektikle etrafındakilerini aldatırsa, işte o zaman bu ümmetin sonu gelmiş demektir
Mürşit ve mübelliğ durumunda olan herkesin bu noktaya çok dikkat etmesi lazımdır Maalesef irşâd vazifesinde, gerek fert ve gerekse müesseseler olarak çok defa gözden kaçırdığımız en önemli açığımız da işte budur Allah (cc)'ın bizlerle olan muamelesini düşünürken, bunu hatırlamada da yarar olacak

Alıntı Yaparak Cevapla