08-02-2012
|
#2
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Muhatabin Taninmasi Ve Anlayiş
b) Münazaradan Sakınmalı
Zaruretler, muhatapla ikili konuşmayı gerektiriyorsa, bu durumda meselenin münazara zeminine çekilmemesine çok dikkat edilmelidir Zira münazarada konuşan, haktan ziyade enaniyet ve benliklerdir Dolayısıyla öyle bir zemin, hak adına şeytana teslim edilmiş olmaktan farklı değildir Bu sebeple konuştuklarımız ve konuşacaklarımız ne denli ikna edici ve edebî olursa olsun, muhatabımızda zerre kadar tesiri olmayacak ve hüsn-ü kabul de görmeyecektir Meseleye psikolojik açıdan baktığımızda, münazaranın yersiz ve yetersizliği ortaya çıkacaktır Zira, biz münazaraya hazırlanırken nasıl hasmımızı mağlup edecek fikir ve düşüncelerle kendimizi techiz etmeye çalışmışsak, muhatabımız da en az bizim kadar aynı hazırlık içindedir Bizim getireceğimiz delillere muhakkak o da karşı bir delille mukabele edecek ve konuşma öyle bir kısır döngüye girecektir ki, günlerce konuşulsa dahi hiçbir neticeye ulaşılamayacaktır
Gerçi Saadet Asrında Efendimiz (s a s) bir iki defa münazara zeminine çekilmiş, muhatabını iknaya çalışmıştır 53 Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, münazaraya talebin tamamen karşı taraftan gelmiş olmasıdır Böyle bir durumda elbette Efendimiz'in suskunluğu söz konusu olamazdı Çünkü O'nu dinleyenlerin kuvve-i maneviyeleri sarsılabilirdi Bununla beraber Allah Resûlü (s a s)'ne münazara gayesi ile gelen bu insanlardan ekserisi, yine ikna değil ilzam olmuştur İlzam ise, muhatabımızın hidayete ermesi demek değildir
Efendimiz (s a s), senelerce bir kısım Benî İsrâil ulemasıyla karşı karşıya gelmesine rağmen, içlerinden böyle zeminlerde hidayete eren olmamıştır Halbuki O, arşın bütün ilhamları, çağlayanlar hâlinde kalbine akıp akıp gelen ve kainat kendisi için yaratılmış olan bir Peygamberdi Etekleri mucizelerle doluydu Daha doğrusu O, her zaman harikalarla muhât bulunuyordu Ne var ki, şöyle veya böyle başvurulan münazara zeminlerinde bulunanlar, bir türlü hidayet arşına çekilemiyor ve mesele sadece ilzam zeminine takılıp kalıyordu Abdullah b Selâm (r a) da bir Yahudiydi Fakat, hakikati kabul etmek üzere Allah Resûlü (s a s)'nün huzuruna gelmişti İçinden: "Eğer Tevrat'ta şemâili zikredilen zat bu ise, hemen ona îman edeceğim" diye geçiriyordu Durum böyle olunca da, o daha Efendimiz'i görür görmez, O'nun sîmasında yalan olamayacağını anlamış ve îman etmişti 54
Ayrıca, münazara zemininde yapılan tebliğde, Cenâb-ı Hakk'ın rızası da her zaman düşünülemeyebilir Çünkü hem tebliğ eden, hem de kendisine tebliğ edilen zat, böyle bir zeminde daima kendi benlik ve enaniyetleriyle gerilimde olurlar Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunun düşünülmediği bir zeminden de, -orada konuşulanlar ne olursa olsun- Cenâb-ı Hakk razı değildir Hidayet bütün bütün Allah'ın elinde olduğundan, rızasının olmadığı bir yerde hidayetinin de olmayacağı muhakkaktır
|
|
|