Prof. Dr. Sinsi
|
Hurâfe-Hurafecilik
Hurâfe; Anlam ve Mâhiyeti
Uydurulmuş hikâye ve rivayet Bu hikâye ve rivayetleri aktarına ve benimseme tutumu Bunlar genellikle dinin bir parçası veya gereği olarak aktarıla geldiği gibi, benimseyenlerce de dindenmiş gibi benimsenmiş olan, gerçekteyse dinle ilgisi bulunmayan, sonradan katılmış hikâye ve rivayetlerdir 
Hurafenin bu durumuna açıklık getirebilmek için, dine sonradan katılan diğer unsurları anlatan kelimelere, kavramlara da kısaca değinmek gerekecektir Bunları şöylece sıralayabiliriz:
1) Bid'atler:
Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet'te bulunmayan ve Ashabca da bilinmeyen, özellikle din esaslarına ilişkin sonradan çıkma kimi ibadet ve davranış biçimleri ve inanca yönelik yorumlar Mevlit okutmak, Kur'ân-ı Kerîm'in "mahlûk" olup olmadığını tartışmak gibi  
2) İsrailiyyat:
Kur'ân-ı Kerîm'deki kıssaların yorumu ve benzeri durumlarda ayrıntıya ilişkin bilgi vermiş olmak adına Kitab-ı Mukaddes, özellikle Tevrat ve Tevrat yorumlarından aktarılan bilgiler Ehli kitap rivayetleri  
3) Batıl İnançlar:
Dinde kesinlikle yeri olmayan, fakat günlük hayatta dinin bir parçasıymış gibi gösterilen ve gerçekte dindışı olan, hatta dinin özüne ters düşen kimi inanç ve davranış biçimleri Nazar boncuğu takmak gibi
4) Esâtîr:
Eski batıl dinlerin inanç ve yorumlarından olup da, halkın arasında sürüp giderken, müslümanlaşma sırasında "Müslümanlaştırılarak" dine katılan mitolojik hikâyeler, efsaneler
5) Hurafeler:
İsrailiyyat ve esâtîrden olmadığı halde bütünüyle sonradan uydurulan ve genellikle İslâm'ın gerçeğiyle bağdaşmaz batıl inançları veya çarpık davranış biçimlerini telkin eden hikâyeler
Nitekim, "hurafe" kelimesinin kökeni de, bu tür bir olayın adlandırılmasıyla ilişkilidir Hurafe, gerçekle, Arap kabilelerinden Uzle'ye mensup bir şahsın adı olup, anlattığı inanılmayacak şeylere de (onun adına izafetle) 'hadis-i Hurafe' denilmiştir [737]
İbarede geçen "hadis-i Hurafe"nin anlamı, "Hurafe'nin çıkardıkları, uydurdukları, ortaya attıkları, söyledikleri bütünüyle temelsiz hikâyeler"dir Yukarıda sıralanan dine sonradan katılmış şeylerden "hikâye" türündeki İsrailiyyat'tan bir bölümü Tevrat'ta vardır Bir bölümü ise Tevrat tefsirlerinde olup, bunlar ya esatîrden alınma ya da bütünüyle uydurmadır Tevrat'ta bulunanların bir bölümünün de
Tevrat'ın yeniden yazılması sırasında katılmış olması mümkündür Bu itibarla, İsrailiyyat'ın büyükçe bir bölümünün gerçek Tevrat'la ilgisi olmadığı cihetle hurafe olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır Semavî kökenli olmayan batıl dinlerin mitolojisinden kaynaklanma esatîr'in ise, apaçık bir hurafe olarak değerlendirilmesi gerekir Çünkü, bu dinlerdeki her şey insanların uydurmasıdır Bunlara ek olarak, sonraki yıllarda yeni yeni uydurulan hikâyeler de, hep, hurafe sınıfına dahildir
Hurafecilik'e gelince: Bu deyim, ilk bakışta hurafeleri benimsemek gibi görünüyor olsa da, boyutları bu kadar değildir Tabiin -hatta Ashabın son dönemi- devrinden itibaren, camilerde halka öğüt verenlerden kimileri daha çok dinleyici bulup, çıkar sağlamak için anlattıklarını hikâyelerle süslemeğe başlamışlar ve bu arada İsrailiyata başvurmakla yetinmeyip, kendileri de kimi hikâyeler uydurur olmuşlardır Gerek hadis ve gerekse tefsir tarihlerinde kendilerinden "kıssacılar" olarak söz edilen bu kişiler, halkın dinin özünü unutarak hikâyelerle oyalanmasına yol açtıkları için dine büyük zarar vermişlerdir Hurafecilik, işte o günden bu yana sürüp gelmiştir [color="Red"]
Dinde olmadığı halde dindenmiş gibi uydurulup anlatılan hikâye ve rivâyetlere verilen ad Bu çeşit rivâyetler ve hikâyeler tümüyle uydurma, hatta bir kısmı saçma sapan olduğu halde, tarih boyunca dine mal edilmiş, dinî bir kılıfla sunulmuşlardır
Hurâfe, aslında bir insanın adıdır Aslı astarı olmayan hikâyeler anlatırmış Dolayısıyla, Hurâfe’nin anlattıkları, Hurâfe’nin uydurdukları, Hurâfe’nin çıkardığı söylentiler zamanla, bu tür bütün uydurma rivâyetlerin ortak adı olmuştur
Hurâfeler, dilden dile veya kitaplar aracılığıyla anlatılan rivâyetlerdir Bunların sağlam bir asılları yoktur, yani uydurma şeylerdir Ancak dinî bir motifle, dine mal edilerek anlatılır İşin önemli olan yanı da burasıdır Hurâfeler yalnızca hikâye olsa, üzerinde durulmaz Hikâye ve masal, her yerde her zaman anlatılabilir, yazılabilir Ancak, uydurma ve yanlış oldukları halde bunlara dinî bir maske takılır, İslâmî bir kılıf giydirilirse, o zaman iş değişir Çünkü bu tür rivâyetler müslümanların saf inancına zarar vermektedir
Müslümanlar arasında dolaşan yanlış unsurların bir kısmı, yahûdi ve hıristiyan kaynaklarından aktarılmışlardır Bunlara ‘İsrâiliyyât’ denilir Bir kısmı, dinden olmadığı halde dine sonradan sokulan bid’atlerdir Ki bunlar, uydurma oldukları halde, çok önemli dinî ibâdetler gibi algılanır ve yapılır Bir kısmı, halk arasına yerleşmiş bâtıl, yani yanlış, İslâm dışı inançlardır Hurâfeler, İslâm gerçekleriyle bağdaşmayan bâtıl inanışlar, uydurma hikâyeler ve çarpık davranışlardır
Hurâfeler, bir taraftan müslümanların inançlarına zarar verirken bir taraftan da başkalarının, yeni yetişen nesillerin İslâm hakkında yanlış fikre sahip olmalarına sebep olur Hurâfelerle örülmüş bir din, günümüzün gerçeklerinin çoğuyla bağdaşmaz Halbuki İslâm, kâinattaki kevnî gerçeklerle uyuştuğu gibi, her çağın ve her ülkenin insanına hitap etmektedir
Günümüzde birçok felsefî, siyasî ve iktisadî düşünce, birçok tavır ve anlayış da birer bilimsel gerçek, birer değişmez inanç ilkeleri gibi sunulmaktadır Halbuki bunların çoğu, gerçekliği kesinleşmemiş teori, zan ve kuruntudan ibârettir veya kişilerin kendi görüşleri, ya da zamanla modası geçecek hususlardır Bunların pek çoğu müslümanların saf inancını bozacak özelliktedir Bunlara ‘modern hurâfeler’ dememiz mümkündür Müslümanlar, hangi adla ve hangi kılıfla sunulursa sunulsun, her türlü hurâfeye karşı dikkat etmek zorundadırlar [739]
Dinimize göre, İslâm imanı dışında kalmış kişi dalâlettedir/sapıktır Müslümanı doğru yoldan, yani sırât-ı müstakîmden uzaklaştırıcı, sapıklığa çağırıcı üç ana sebep vardır: Şeytan, ehl-i kitap (yahûdi ve hıristiyanlar), bid’at ve hurâfeler Bid’at ve hurâfeler, farkına vardırmadan doğru yoldan uzaklaştırıcılıkları dolayısıyla, en az önceki iki sebep kadar, hatta onlardan daha etkili yanıltıcı ve saptırıcılardır Bunların müslümanlar için arzettikleri tehlikeye ve sünnetin yaşanması gereğine Peygamber Efendimiz birçok hadis-i şeriflerinde dikkat çekmiştir
Sağlıklı bir İslâmî yaşayış için, önce sağlam inanç esaslarına ve bunlara bağlı bir ibâdet hayatına sahip olmanın, sonra da ciddî, bilinçli ve sürekli bir denetimle, yozlaşmaya yardımcı olacak hurâfe ve bâtıl inanışlara kapılmamanın, körü körüne taklitçiliği terketmenin, çevre, toplum ve ecdattan devralınan anlayışı Kur’an ve sünnet ölçüsüne vurmadan doğru kabul etmemenin önemi inkâr edilemez
Bilindiği gibi hakikatin zıddı olan hurâfe, aslı esası olmayan, uydurulmuş, saf ve doğru inançlar arasına katılmış, bazı zaman ve mekânların uğuru veya daha çok uğursuzluğu ile ilgili olarak dillerde dolaşan abartılmış hikâyelerden, efsâne ve kerâmet adı altında uydurmalardan ibârettir Bâtıl inanışlar da bu asılsız söylentilere inanmak ve gereğine göre hareket etmek demektir Her devirde, her toplumda az-çok, ama mutlaka görülen hurâfe ve bâtıl inanışlar, toplumların ortak derdi olarak daima gündemde kalmış önemli bir konudur Hurâfe ve bâtıl inanışların bu derece insanlığın başına dert olmasında genellikle câhillik, alışkanlık, gelenek-görenek, propaganda, çıkar hesapları/istismarlar ve kişisel zaaflar etkili olmuşlardır
Öte yandan hurâfeler ve bâtıl inanışlar daha çok sağlık, ihtiyaç ve gelecek hakkında önceden bilgi sahibi olmak gibi belli bazı konularda ve özellikle kadınlar arasında yaygındırlar Kadınlardan nice kültürlüler bile, bâtıl itikatlara ve inanılmayacak şeylere inanmaya meyillidirler Geçim şartlarının düzeltilmesi, sağlık hizmetlerinin yeterince yerine getirilmesi gibi sosyo-ekonomik tedbirlerle hurâfe ve bâtıl inanışların ortadan kaldırılabileceği görüş ve iddiâsı, modern ve ileri kabul edilen toplumlarda da (ülkemizdeki batılı kültürle yetişmiş ve ekonomik yönden halk ortalamasının üzerinde yaşayan sosyete çevrelerinde de) çeşit çeşit hurâfe ve bâtıl inanışlara rastlanması gerçeği karşısında büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir Bu durum hurâfe ve bâtıl inanışların ekonomik olmaktan çok kültürel, daha doğrusu sahih iman/inançla ilgili itikadî bir mesele olduğunu açıkça ortaya koymaktadır Nitekim, dinler tarihi bize göstermektedir ki, insanlar tarihin çeşitli dönemlerinde doğrudan uzaklaşmışlar, birtakım yaratıkları kutsallaştırıp ilâhlaştırmışlar, hurâfe ve bâtıl inanışların tutsağı olmuşlardır Bütün bu dönemlerde Allah, rahmetiyle muâmele etmiş, peygamber ve kitap göndererek, insanlığı boş ve asılsız, zararlı inanç ve tapınmalardan kurtarmaya, dünya ve âhirette huzurlu kılmaya çağırmıştır Hak dinin peygamberler aracılığı ile verdiği bu ciddî savaşa tevhid mücâdelesi denilir
Tevhid mücâdelesi, putperestlerle mücâdele demek olduğu kadar, asılsız kabuller, yanlış uygulamalar, yani hurâfe ve bâtıl inanışlarla da mücâdele demektir Kur’an ve Rasûlullah da aynı şartlar içinde zuhur etmiş ve aynı mücâdeleyi naklî olduğu kadar, en aklî ve mantıkî metodlarla da en başarılı şekilde yürütmüştür Bunun tarihî kanıtı, “câhiliyye devri” diye bilinen İslâm öncesi dönemin kokuşmuş ortadoğu toplumlarının, Kur’an ve Sünnete uydukları süre içinde dünya toplumlarınca özlem ve gıpta ile izlenen İslâm medeniyetini gerçekleştirmiş olmalarıdır
Ne var ki, bu kültürel hastalık (hurâfe ve bâtıl inanışlar), Kur’an ve Sünnet çizgisini unutan, o anlayış ve yaşayışı yozlaştıran değişen düzen ve toplum şartları içinde yeniden kendini göstermiş, giderek gelişen boyutlarla günümüze kadar gelmiştir
Hurâfe ve bâtıl inanışların hemen hepsinin temelinde ecdâda/atalara bağlılık, ateş, su, orman ve ağacı kutsal kabul etmenin derin izlerinin bulunduğu bir vâkıadır Bazı yaratıklarda (özellikle ölmüş kişilerde, onların yatırlarında) üstün güç ve nitelikler görerek, onların yakınlığını elde etmek için onlara belli zamanlarda kurbanlar sunmak gibi sapıklıklar, insanlığın tarih içinde sıkça görülen büyük yanılgısı olmuştur Kendilerini bu fecî yanlıştan kurtarmaya çalışan peygamberleri ve onların izindeki mü’minleri “uğursuzluk sebebi” olarak suçlayan toplumlar bile görülmüştür Hatta İslâmiyetin getirdiği en muazzam gerçekleri “öncekilerin uydurmaları, masalları” diye, hurâfeler ve bâtıl inanışlar adına mahkûm etmek isteyenler çıkmıştır Günümüzde de saplandıkları hurâfe ve bâtıl inanışları ölesiye savunanlar görülmekte, kendilerini uyarıp karşı çıkanlara, kendi vasıfları olan “yobaz” ve “sapık” gibi ithamlarla saldıranlara rastlanmaktadır Hiç kuşkusuz, bu davranışın temelinde bütün karanlığı ve korkunçluğu ile derin bir cehâlet/câhiliyye bulunmaktadır Dinimizin, insan fıtratına/özüne ve gerçeğine en uygun inanç esasları, ibâdet ve ahlâk ilekleri ve bunlara dayalı en olgun ve medenî uygulamaları konusunda yeterli bilgiye sahip olan, İslâm’ı aslına uygun şekilde tanıyan kişilerin, böylesi olumsuz davranışları sergilemesi düşünülemez Çünkü bilgi güçtür, aydınlıktır, gerçeği tanımaktır; bilgi gerçek anlamıyla vahiydir, haktır, hakkı/İslâm’ı kabul edip teslimiyettir
Toplumun hangi kesimine mensup olursa olsun, yeterli ve sağlıklı dinî bilgisi olmayan ve inanç boşluğu içinde bulunan kişilerin, hurâfe ve bâtıl inançlara kapılmaları daha kolay olacaktır Çaresi ise, bütünüyle toplumu, yeterli ve sağlıklı bir din bilgisine sahip kılmaktır Hurâfe ve bâtıl inanışların en büyük zararı, önce onlara kapılanlara dokunur Çünkü hurâfe ve bâtıl inanışlar, kişileri farkına vardırmadan doğru yoldan ayırır Onlar, iyi bir şey yapıyoruz diye avunurlarken bir de bakarlar ki, gerek inanç olarak gerek davranış olarak, inandıklarını söyledikleri dinin gerçeklerinden uzaklaşıvermişler Çünkü Sevgili Peygamberimiz'in bir hadis-i şeriflerinde buyurdukları gibi, her bid’at ve hurâfe dalâlet/sapıklık sebebidir:
“Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı; yolların en doğrusu Muhammed’in yoludur İşlerin en kötü ve zararlısı, dinden olmadığı halde sonradan uydurulup dine sokuşturulanlardır Böyle uydurulmuş her şey bid’attır, hurâfedir Her bid’at da dalâlettir/sapıklık sebebidir ”[740]
Öte yandan, hurâfe ve bâtıl inanışlar; inanma, kulluk, takdir ve vefâ duygularının kötüye kullanılması demek olduğundan toplumda kavram ve değer kargaşasına yol açarlar Hak ile bâtıl (doğru ile eğri) birbirine karışır Özellikle, toplumda yaygınlaşmaları halinde bu asılsız inanç ve uygulamalar “kurunun yanında yaşın da yanması” gibi, yeterli dinî bilgisi olmayan kişiler tarafından, dine ait bazı esasların da hurâfe ya da bâtıl inanış olarak görülmesine ve tenkit edilmesine sebep olurlar Böylece “dindarlık” yaptıklarını sananlar, gerçek dinî esasların tenkidine yol açmış olmanın sorumluluğunu da yüklenmiş olurlar Unutulmamalıdır ki herhangi bir kötülüğe sebep olmak, o kötülüğü işlemek gibi sorumluluk doğurur
Hurâfe ve bâtıl inanışlara kapılmış kişilerin büyük bir kısmı, bu durumlarına “dindarlık”, bunlara karşı çıkılmasına da “itikatsızlık, inançsızlık, sapıklık” damgasını vururlar Oysa, iyi bilinmesi gerekli olan bir gerçek vardır: Dinin kabul etmediği anlayış ve uygulamalarla dindarlık olmaz Dindarlık, ancak dinî olanı, dinden olanı dince kabul ve emredileni, emredildiği şekil ve şartlarda yerine getirmekle mümkündür Bu yüzden dindarlık sanarak hurâfe ve bâtıl inanışlara kapılmak, cennet sanarak cehenneme yönelmektir
Hurâfe ve bâtıl inanışlara kapılmış kişiler, ikaz edildikleri, uyarılmak istendikleri zaman, genellikle, kendileri gibi düşünen ve yaşayanların çokluğunu, atalarından böyle gördüklerini öne sürerek, yanlışlarını savunmaya kalkarlar Çoğunluğu veya atalarının yolunu yanlışın doğru, hurâfenin hakikat sanılmasına gerekçe yapmaya çalışırlar Değil çoğunluğun, bütün bir toplumun ve mezarlarındaki ölülerin tümünün bile yanlış ve hurâfe üzerinde birleşmesi, onun niteliğini değiştiremez, hurâfeyi hakikat yapamaz Gerçeğin ölçüsü, sadece gerçektir/haktır Gerçek, Kur’an’da belirtildiği gibi Allah’tan gelendir/vahiydir:
“Hak ve gerçek olan, Rabbinden gelendir Sakın kuşkulananlardan olma ” (Bakara: 2/147)[741]
Tüm belâların anası olan cehâletin sosyal bir belirişi olan hurâfe, dinde yozlaşmanın besleyici zeminini oluşturan sinsi ve zehirli bir musîbettir Halk kitlelerini perişan eden bulaşıcı bir hastalık olmasına rağmen asırlardır hiç kimse onu tümüyle etkisiz kılma başarısını gösterememiştir Ocakları batıran, ama yine de peşinden gidilen rezil bir yosmaya benzer hurâfe Yıkıcı ama câzibeli, zehirleyici ama tatlı  
Hurâfenin ana ocağı İsrâiliyattır; öncelikle ve özellikle yahûdiliktir Onu hıristiyanlık izler Ehl-i kitap geleneği, bir anlamda hurâfeler geleneği gibidir Bu gelenek nazar boncuğundan muskacılığa, falcılıktan cinciliğe, melek kanadı saymaktan şeytan/cin çıkarmaya kadar akla gelebilecek tüm hurâfe çeşitleriyle doludur
İsrâiliyât tahribi, hurâfe yığınının omurgasını oluşturmaktadır İsrâiliyyât denilen ehl-i kitap hurâfeciliğini, özellikle yahûdilik yoluyla bünyesine aktaran müslümanların yanlış kültürü, daha sonra buna hıristiyan, Sasani, Hint, Eski Yunan ve nihayet Türk-Şaman kabullerini de ekleyerek iyice hurâfe okyanusuna dönüşmüştür Şamanizm gibi yarı pagan, yarı mistik bir dinin oluşturduğu kollektif bir şuuraltına sahip bulunan Türk insanı, İslâm’ı kabul ettiğinde, bu sayılan hurâfelerin ilk dördünü, girdiği yeni dinle birlikte sîneye çekmekle kalmadı, ona kendi Şaman kaynaklı hurâfelerini de, ufak kılık değiştirmelerle ekledi Ve bir zaman geldi ki, Türk insanı için din hayatı, bir tür hurâfeler hayatı oluverdi
Hurâfe, bunamak anlamındaki haref kökünden türemiş bir kelimedir Kitleleri bunamaya iten bir hastalık olduğu için bu toplumsal illete hurâfe denmiştir İbn Manzûr hurâfeyi, “yalan sözün tatlı geleni” diye tanıtır [742] Demek oluyor ki hurâfede, tüm tutarsızlığa rağmen, dinleyene tatlı ve çekici gelen bir yan bulunmaktadır Belki de hurâfeyi yaşatan, insanoğlundaki tatlı söze aldanma şeklinde tecellî eden akıl almaz ahmaklıktır
Batı dillerinde, Latince bir kök olan superstitio’dan türeyen superstition kelimesiyle karşılanan hurâfe, bu dillerdeki ortak kabule göre de mantık dışı, temelsiz, boş, aldatmaca, büyü türünden inanç ve kabul demektir Bu sözcük, aynı zamanda ataların kabullerinden gelen akıl dışı anlayışları da ifade eder Larousse’a göre, hurâfede “mesnetsiz, saçma yükümlülük”, belirgin niteliklerden biridir [color="Red"]
[737] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Hurafe Kelimesi
[738] Zübeyr Yetik, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/25
[739] Hüseyin K Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 279
[740] Müslim, Cum'a 43; Ebû Dâvud, Sünnet 5; Nesâî, Iydeyn 22; İbn Mâce, Mukaddime 7
[741] İsmail Lütfi Çakan, Hurâfeler ve Bâtıl İnanışlar, Marifet Y s 11-18
[742] Lisânü’l-Arab, Hı-rı-fe maddesi
[743] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
iqra islam ansiklopedisi
|