Prof. Dr. Sinsi
|
Hurâfe-Hurafecilik
Çokça Görülen Hurâfe ve Bâtıl İnanışlar
Dünyanın öküzün boynuzunda durduğunu, hem de din adına iddiâ eden hurâfeciler hâlâ kaldı mı bilinmez ama, yıldıznâmeye (astroloji ve fallara) bakanlar ve baktıranlar, kahve içtikten sonra kapatıp fala bakarak bir şeyler uydurup söyleyenler ve onlara inananlar, baykuşun bir eve tüneyip ötüşünü, köpeğin uzun uzun ulumasını duyanların mahalle veya köyden bir kişinin öleceğini yorumlayıp buna inananlar, yılbaşı gelince noel baba olan, onun heykelini yapan, noeli kutlayan, hindi kesen, çam deviren ve benzeri hıristiyan taklitçiliğini çekinmeden işleyenlere hemen her zaman ve her yerde rastlamaktayız [color="Red"]
1) Ölüler ve Kabirlerle/Türbelerle İlgili Hurâfeler
Bu tehlikeli hurâfelerin içinde en yaygınları, türbe ve tekkelerde, yatır (ölü) ziyaretlerinde, ölü veya diri bazı kişilerin aşırı yüceltilip kutsallaştırılması, tanrılaştırılması, daha doğrusu putlaştırılmasında, bazı mubahların haram kabul edilmesinde, Kur’an’da emredilmediği ve Peygamber döneminde uygulanmadığı halde bazı yeni ibâdet şekillerinin kabulünde görüyoruz Dinden olmadığı halde dinin içine katılan her türlü ilâveler, yama ve sentezler, bâtıl âdet ve sapık yorumlar, hurâfe ve bid’at kavramıyla ilgili cinâyetlerdir
Daha çok kadınlar ve hastaların rağbet ettiği türbeler çevresinde kümelenen hurâfelerin başında, türbelere adak adamak, pencere demirlerine ve yakınındaki bir ağaca çaput bağlamak, türbe içinde veya çevresinde mum yakmak gelmektedir Bunlar üzerinde kısaca duralım[754]:
a) Türbelere Adak:
Adak ya da dinî ifadeyle nezir; Allah rızâsı için, insanın kendi kendini herhangi bir şarta bağlı olarak veya mutlak şekilde mubah olan bir konuda borçlandırmasıdır Adak yerine getirilmediği müddetçe, adayan borçlu kalır Adak, Allah'tan başkası adına adanamaz Adanırsa adak olmaz Adayan da şirk koşmuş olur Ayrıca, iyice bilinmesi gerekli bir husus da adağın hiçbir şeyi değiştiremeyeceği, kaderi zorlayamaycağıdır Kimse yapacağı vaatlerle -hâşâ- Allah Teâlâ'nın ezelî takdirini değiştirebileceğini sanmamalıdır Peygamber Efendimiz konuyu şöyle dile getirmiştir:
"Nezir (adak) hiçbir şeyi (şerri ve zararı) def etmez Ancak nezir sebebiyle cimriden mal çıkarılmış olur "[755]
Başka bir hadis-i şerif de şöyledir:
"Kim, Allah'a itaati gerektiren bir hayır ve ibâdet adarsa, adağını yerine getirsin Kim de Allah'a karşı günah işlemeyi gerektiren şer bir iş nezrederse, Allah'a âsi olmasın, adağını yerine getirmesin "[756]
Allah'a karşı isyan olan bir adağın yerine getirilmesi, adanmasından daha büyük bir vebaldir Allah'tan başkaları için adanan adaklar da yerine getirilmemesi gerekli nezirler cümlesindendir O halde "falan türbeye bir koç adadım" diye söylenip gezenler ne yapmak istediklerini anlamalıdırlar Bu sözden maksatları "adadığımı falan türbe civarında Allah için keseceğim" demek midir? Yoksa, "o türbede yatana adadım" mı demek istemektedirler? İkincisi ise, bu bir şirk koşmadır, terkedilmesi kesinlikle lâzımdır Bir ölü için, yatır için kurban kesilmesi, ona adak adanması şirktir/küfürdür Oralarda kurban adıyla hayvan kesenlerin hemen hepsi böyle bir şirk içine düşmektedir Bunlar, besmeleyle de kesseler, kestikleri murdardır, yenilmez Birincisi ise; câhilleri yanıltmamak ve hurâfeci duruma düşmemek için ve yer kaydı da adakta önemli olmadığından dolayı, türbe çevresinde değil de istediği başka bir yerde Allah için adağını yerine getirmeli, hayvanını hurâfelere karıştırmadan kesmelidir [color="Red"]
b) Ölülere Yalvarıp Duâ Etmek:
Yatırlardan bir şeyler beklemek, hastalığına şifa, derdine devâ, bahtına açıklık, kısırlığına çözüm  için ölüden yardım ve imdat beklemek; tümüyle şirk olan hurâfe ve bâtıl inanıştır Bunları bir müslüman yapamaz [color="Red"]
c) Çaput Bağlamak:
Mezar taşı, türbe ve tekke penceresine veya o civardaki ağaçlara düğümler, çaputlar bağlamak eski Türk câhiliyesinden devralınan hurâfe ve putperest özelliklerindendir Türkler, müslüman olmadan önce sahip oldukları türbelere ve kutlu saydıkları ağaç ve çalılara paçavra bağlamak ve mezarlarda mum yakmak gibi câhiliyye âdetlerini, İslâm'ı kabul etmeleriyle birlikte yeni dinlerine katmışlar, hâlâ da bu hurâfe ve bâtıl inanışları terkedememişlerdir [759]
d) Mum Yakmak:
Türbe, mezar, tekke vb yerlere mum yakma âdeti, eski câhiliyye çağından kalma âdetlerindendir Arkeologların çoğu bu âdetin en ilkel ateş kültü ile ilgili olduğuna kanidirler Yani "ateşe tapınmak"tan kalma bir âdet olduğu söylenilmektedir Eski çağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil; başka ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı "Türbelerde kandil (mum) yakmak âdeti, Fenikelilerden intikal etmiş bir an'anedir Fenikeliler Sur şehrinin koruyucusu ve tanrısı olan Melkâres'in heykeli önünde devamlı kandil (mum) yakarlardı "[760]
Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları üzerinde meş'aleler yaktıkları bilinmektedir Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu âdetlerini bırakmamışlardır Bu Paganizm kalıntısı âdet, daha sonraları hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup mum yakma şeklinde dinî âyinlere sokulmuştur Hıristiyan din adamlarının izahlarına göre güya bu âdet, ilk hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibâdet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meş'alelerin hâtırası imiş [761] İslâm'da câmi duvarına, kabir taşına, mezar taşına, türbelere, yatırlara mum yakılır diye bir davranış kesinlikle yoktur Bunlar Türklere de hıristiyanlar aracılığıyla müşrik ve mecûsilerden geçmiştir
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini bütünleşmiş, ondan bir parça olmuş gibi kabul ediyor ki, bu büyük bir hatadır ve şirktir İslâm'a göre insan, ancak Allah'a ilticâ eder ve O'na sığınır O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak tevhide ters düşen büyük bir yanlıştır Bu itibarla kabirlerde mum yakma âdeti, bâtıl bir inanç ve hurâfedir Ayrıca, halk arasında yaygın olan bir yanlış inanç da, cenâze çıkan odada 40 gün ışık yakılmasıdır Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz, evini ve odasını daha çabuk bulurmuş
Malı israf etmek, başka ümmetlere benzemek gibi iki haramı birden işleten bu tür hurâfelerden kesinlikle uzak bulunmak gerekir Tevhidi gölgeleyici, müslümanları tevhid inancından şirke sevkedici bu çirkin putperest âdetlerinden medet umanlar, putlardan fayda bekleyenler gibi kendilerini aldatmaktan ve etrafa, özellikle yeni yetişenlere kötü örnek olmaktan başka hiçbir iş yapmış olmazlar Bu da vebal olarak onlara yeter de artar bile
Mum yakarak, çaput bağlayarak, ölülere adaklar adayarak, murâdına nâil olacağını, hastalığından veya dertlerinden kurtulacağını, bahtının açılacağını, çocuk doğuracağını sananlar ve yeri geldiğinde de müslümanlığı kimselere bırakmayanlar, inandıklarını iddiâ ettikleri İslâm'a, Kur'an ve sünnete ne kadar ters düşmüşlerdir! "Yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım dileriz " (Fâtiha: 1/5) âyetini kıldığı namazın her rek'atında okuyanların, "gazaba uğramış ve sapıkların yoluna tâbi olmaktan" (Fâtiha: 1/7) Allah'a sığınanların, verdikleri bu söze ve yaptıkları duâya sâdık kalmalarından daha doğal ne olabilir?
Merhum Mehmed Âkif'in;
"Hurâfeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar,
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar!"
mısralarıyla çizdiği yakışıksız görünümden uzaklaşmaya, İslâm'ın sadeliğinde dinî kişiliği ve sadece Hakka kulluk yapan izzeti bulmaya çalışmalıdır Çünkü kurtuluşa giden doğru yolun, böylesi hurâfelere tahammülü yoktur [color="Red"]
e) Cenâzeye Çelenk Götürmek ve Yeşil Düşmanlığı:
İslâm hayat dinidir Her şeyde canlılık ister Bu sebeple de hayat sembolü olan yeşili, yeşilliği korur, geliştirilmesini teşvik eder Rahmete, berekete, sıhhate ve çevre sağlığına yararlı ve yeşilliğin (her çeşit ot, bitki ve ağaçların) Allah'ı kendi halleriyle zikredip ibâdet ettiklerini kabul eder Ne var ki, her güzel ve doğrunun düşmanı olan hurâfe ve bâtıl inanışlar, kör taklitçilik, amacı bilinmeden başka milletlerden devşirilen, kapılardan gümrüksüz geçirilen câhiliyye âdetleri yeşilin ve yeşilliğin de düşmanıdırlar
İslâm ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan "hıdırellezde yeşil çiğnemek gerek" düşüncesi ve uygulaması, yılbaşı kutlamaları dolayısıyla çam kesmeler, vitrin süslemeler, bayramlarda mezarlara yeşil çalı götürmeler, kabirlere çiçek bırakmalar, büyük kentlerde salgın hale gelen cenâzeleri çelenklerle uğurlamalar gibi bir sürü uygulama, bize yabancı, zararlı ve başka milletlere benzeme girişimleri olarak sosyal ve dinî bünyeyi kemirip durmaktadırlar Ölüm ve ölüm ötesi ile ilgili hurâfe ve bâtıl inanışlar, gün geçtikçe artmaktadır Oysa çok dikkatli davranılması gerekli hayat olayı, ölüm ve sonrası ile ilgili muâmelelerdir Ne ses, ne gürültü, ne bando, ne top arabası, hatta ne slogan  Sadece acele fakat telaşsız, üzgün fakat vakur, hayat kadar ölüme de râzı bir havada, duâlarla ve sürekli ölümü düşünerek ölü için duâ makamında kılınacak cenâze namazı ve yapılacak mütevâzi bir merâsim, ölene karşı son görevin yerine getirilmesi için kâfidir Ötesi bir yığın hurâfe ve günahtır, israf ve yorgunluktur, cenâzeyi de rahatsız, huzursuz etmektir
Bilinmelidir ki, cenâzeyi çelenklerle uğurlamak hıristiyan âdetidir Çelenk, aslında hıristiyanların kutsal kabul ettiği haç taşıma aracıdır Haçı çıplak taşımamak için onu çiçeklerle süslemekte ve öylece mezara kadar götürmekteler Peki, bir müslüman, bu çelenk hurâfesiyle mezara ne götürmekte veya göndermektedir? Hıristiyanın haçını mı, yoksa çiçek buketleri arasına sıkışmış, üzüntülerle harmanlanmış hurâfeleri mi? Yapmadığı duâları mı? Çelenk için, cenâze için çiçeği koparmak, onu zikirden/ibâdetten ve insanlara güzellikler veren özelliklerden mahrum etmektir Ayrıca israftır, bu paralarla fakirlere sadakalar verilse daha iyi olmaz mı?
Dinimiz, kabir üzerine yığılmış kurumaya mahkûm çelenk ve çalı değil; büyümeye ve yeşil kalmaya lâyık fidanlar, çiçekler dikilmesinden yanadır Peygamberimiz bizzat buna örnek vermişler, iki kabrin üzerine hurma fidanı dikerek, "bunlar yeşil kaldıkça, içeridekiler için rahmet vesilesi olmaları umulur" buyurmuşlardır O halde ne yapılması gerektiğine dikkat edilmelidir? Allah'ı râzı etmek, cenâzeye rahmet vesilesi olmak veya hıristiyanları körü körüne taklit edip hurâfeyi çağdaşlık sanarak çeşitli zararları seçmek Kararı inançlar belirleyecektir
Bir de kurban olarak horoz adamak veya kesmek var ki, horozdan kurban olsa olsa, böyle sahte tanrılara olur dedirtiyor insana Yine, yatırların yanlarına konulan tuz ve şekerlerden medet ummak, onları şifalı kabul edip almak veya dağıtmak, istismarcıların ekmeğine yağ süren hurâfelerdendir Oraların toprağını kutsal kabul edip beraberinde götürmek, kabirlerin etrafında tavaf etmek  Bütün bunlar şirk unsuru olan hurâfelerdir [color="Red"]
2) Günlerle İlgili Hurâfeler
a) İki Bayram Arası Nikâh Kıyılmaz mı?
Anadolunun birçok yöresinde hâlâ yaşatılmakta olan bir yanlış anlayış da "iki bayram arasında nikâh kıyılmaz" görüşüdür Nereden çıktığı bilinemeyen bu asılsız sözün, toplumda giderek etkisini kaybetmesine rağmen, tamamen unutulmamış olması ve zaman zaman ortaya atılması, hurâfelerin yaygınlığı açısından düşündürücüdür
Bilindiği gibi dinimize göre nikâh, ibâdet ve muâmele sıfatlarına sahip, şaka götürmeyen bir icraattır Dinimizde "ruhbanlık" olmadığı için evlenmek teşvik ve evlenmemekten hayırlı kabul edilmiştir Hatta ibâdet edebilmek için evlenmeme düşüncesine kapılanlar bizzat Peygamber Efendimiz tarafından uyarılmış, "Benim sünnetimi terkeden Benden değildir!" diye çok ciddî şekilde tehdit edilmişlerdir Nikâhın şartları arasında "iki bayram arasında olmaması" gibi bir kayıt bulmak mümkün değildir Dinimizde herhangi bir hüküm koyabilmek için bunun Kitab'dan veya Sünnet'ten bir delilinin olması gerekmektedir Bu kaynaklardan delil bulunmayan bir görüş hakkında söylenecek sözler mesnetsiz, asılsız, uydurma olmaktan öte gidemez ve dinî açıdan en küçük bir değer taşımaz Herhangi bir konunun haram/yasak olduğunu tesbit etmek için bu delillere ihtiyaç vardır Kafadan atmakla bir helâl haram olmaz
"İki bayram arası nikâh kıyılmaz" uydurması; delilsiz bir söz olmanın ötesinde bizzat Hz Peygamber'in hareketiyle reddedilmiş bir görüştür de Çünkü Hz Peygamber'in Hz Âişe ile evlenmesi Ramazan ayını tâkip eden Şevval ayı içinde gerçekleşmiştir Yani iki bayram arasında meydana gelmiştir Hem bir düşünelim: İki bayram arası olmayan gün var mı ki?! Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasında iki ay on günlük bir zaman varsa, Kurban Bayramı ile gelecek yılın Ramazan Bayramı arasında da kamerî yıl 354 gün olduğuna göre yaklaşık dokuz ay on gün vardır Biri 2 ay 10 gün olduğu için "iki bayram arası" kabul edilirken; ötekisi 9 ay 10 gün olduğu için mi "iki bayram arası" kabul edilmez? Tabii bunun anlaşılır ve mantıklı bir tarafı yoktur
Fıkıh kitaplarında nikâhın ibâdet niteliği dolayısıyla mescidlerde ve Cuma günü kıyılmasının güzel görüldüğü yani "müstahap" olduğu kaydedilmiştir Bunun ötesinde zaman açısından herhangi bir kayda rastlamak mümkün değildir O halde insanımız bu tür asılsız söylentilere iltifat etmemeli, nikâhın ne zaman kıyıldığına değil; hangi şartlarla kıyıldığına ve kurulan yeni yuvanın dinî açıdan aranılan şartlara sahip olup olmadığına dikkat etmelidirler Çünkü "Allah'ın emri, Hz Peygamber'in sünneti" üzere sözleriyle başlatılan evlilik hayatına başlama için uygulama ve törenlerin ve devamının da Allah'ın emri, Hz Peygamber'in sünneti üzere olması gereklidir [764]
b) Salı Yola Çıkılmaz, Cuma İş Yapılmaz mı?
Özellikle hanımlar arasında çok yaygın olan iki yanlıştan biri, "Salı günü bir işe başlanmaz, çamaşır yıkanmaz, yola çıkılmaz" anlayışı; ötekisi ise, kadınların Cuma günü iş yapmalarının doğru olmadığı inanışıdır Tabii, her iki yanlışın/hurâfenin de dinî ve ma'kul bir gerekçesi yoktur Bâtılın bâtıl/yanlış olmaktan başka gerekçesi olur mu?
Dinimizde haftanın günleri ile ilgili olarak, "şu yapılmaz, bu yapılır" şeklinde bir ayrım bulunmamaktadır Zaman, sahne olduğu eylemlere göre kıymet kazanır veya tehlike arzeder Salı günü ile ilgili söylentilerin asılsızlığı müslümanlar açısından İstanbul'un 29 Mayıs 1453 Salı günü fethedilmiş olması ile ortaya konmuş bulunmaktadır Bu fetihden fevkalâde üzüntü duyan hıristiyanlar; İstanbul'u kaybettikleri gün olduğu için Salı gününü kendileri açısından uğursuz saymış, yas günü ilan etmiş ve bir süre o gün herhangi bir iş yapmamış olabilirler Zamanla, onların bu -kendileri açısından- bir ölçüde haklı görülebilecek kanaat ve uygulamaları, işin farkında ve bilincinde olmayan hurâfeye düşkün müslüman halk arasına girmiş ve yerleşmiştir Sonra da müslümanlığa ait bir görüş ve esasmış gibi yayılıp gitmiştir
Yine, 13 sayısının hıristiyan Batılı halka göre uğursuzluğu da, fethin 1453 yılında gerçekleşmesi dolayısıyla olduğu şeklinde izah edilir 1453 sayısının rakamları tek tek toplandığı zaman 13 sayısı çıkar; tabii bundan da önemlisi Batılılar açısından da rahmet olduğu halde, kendi sapık yollarının yanlışlığının isbat edildiği dönemin başlangıcı olan Peygamberimiz'in doğum yılı milâdî 571 yılının rakamları da toplandığı zaman 13 sayısı ortaya çıkmaktadır Bu sebeplerle 13 sayısı hıristiyan Batılı halklar tarafından eskiden beri uğursuz sayılmıştır Peki, müslümanlara ne oluyor da bu tür gün ve tarihleri uğursuz sayıyorlar?
Cuma günü kadınların iş yapmamasına gelince, bu da anlaşılması güç bir tutum ve bâtıl inanıştır Zira Cuma günü, iç ezan dediğimiz câmi içinde okunan ezandan, Cuma namazının farzını kılıncaya kadar geçecek süre içinde işi, alış verişi terketmek bir vecîbedir, Kur'an emridir [765] Ama tabii, Cuma namazıyla mükellef olan müslüman erkekler için Kadınların Cuma namazı kılmak gibi bir mükellefiyetleri olmadığından işi bırakmak zorunlulukları da yoktur Zaten erkekler de Cuma namazının farzı bittikten sonra işlerinin başına ve ticarete dönebileceklerdir Konu ile ilgili âyetlerin mealini görelim:
"Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi (işi-gücü) bırakın Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan (nasibinizi) arayın Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz " (Cum'a: 62/9-10)
Evet, tekrar belirtelim ki, bu âyetlerin muhâtabı, genelde mükelleflik çağında bulunan, özelde Cuma namazının edâ şartlarına sahip olan müslüman erkeklerdir, kadınlar değil Öte yandan, Cuma günü kadınların iş yapmayı doğru bulmamaları, Cuma gününün hafta tatili olduğu günlerden kalma mânâ ve mâhiyet değiştirmiş bir uzantısı gibi değerlendirilebilir Şöyle ki:
Kur'an o günü tatil günü kabul etmemesine, namaz saati dışında iş günü olduğunu ilan etmesine rağmen, müslümanlar ibâdetlerini daha rahat icrâ etsin diye, uygulama olarak Cuma günü Osmanlılarda ve günümüzdeki çokça müslümanların yaşadığı hemen her yerde tatil kabul edilmiştir O yüzden evin erkeği genellikle evdedir Cuma namazına gidecektir Onu rahatsız etmemek ve özel hizmetlerinde bulunmak için genel temizlik ve çamaşır gibi işlerin yapılması belki uygun bulunmamıştır Bu yüzden böyle bir gelenek yerleşmiş olmalıdır Hafta tatilinin değiştirilmesinden sonra bu anlayış ve uygulamanın, Cuma gününün, gün olarak kendisine ait bir nitelikten ileri geldiği sanılmış ve böylece de bugünkü yanılgıya ve yanlışa düşülmüş olabilir Ve bu anlayışın, yahûdilerin Cumartesi günü iş yapma yasağının müslümanların mübârek kabul ettiği Cuma gününe aktarılması gibi bir yahûdi taklitçiliğinden kaynaklandığı da düşünülebilir
Kaynağı ne olursa olsun, Salı ve Cuma günleri hakkında hanımlar arasında dolaşıp duran bu ve benzeri sözlerin İslâmî bir ölçüyü ifade etmediği, hurâfe ve bâtıl inanış olduğu ortadadır [766]
3) Gaybdan Haber Vermeye Bağlı Hurâfeler
a) Gaybı Bilmek Mümkün mü?
Yüce Yaratıcı'nın biz insanlara verdiği akıl, duyular ve benzeri öğrenme vâsıtaları ile hakkında kesin veya zannî bilgi edinebildiğimiz şeylerin tümüne "şehâdet âlemi" denir İnsanın, bu kendine ait vâsıtalarla hakkında bilgi edinemeyeceği Allah, cennet, cehennem, yarın başına neyin geleceği, kıyâmetin ne zaman kopacağı gibi konuların hepsine de insan açısından “gayb âlemi” denir
Eskiden beri gayb âlemi, insanoğlunun merakını çekmiştir Bu âlem hakkında bilgi edinmek istemiştir Tabii bu merak ve istek; gaybdan/gâipten haber verdiğini söyleyen kâhinler, arraflar, falcılar, müneccimler, cinciler tarafından istismar edildiği gibi günümüzde de bunlara ek olarak medyumlar, astrloglar, ruh çağıranlar tarafından kötüye kullanılmaktadır Hurâfelerin, bâtıl inanışların toplumda yaygınlaşmasına ve bazı kişilerin asla kendilerinde bulunmayan birtakım üstün niteliklere sahip kabul edilmesine ve böylece menfaat sağlamasına yol açan "gaybı bildiği ve haber verdiği" yalanına ve çeşitli şekillerine dikkat çekmeden önce, meselenin dinimiz açısından nasıl ele alındığını açıklayalım:
İslâm'a göre gayb'ı sadece Allah bilir
"De ki: Göklerde ve yerde gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur " (Neml: 27/65)
Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarını insanlara duyurmak için içlerinden seçtiği peygamberler bile gaybı bilemezler Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber Efendimize hitâben şöyle buyrulmakta ve durum bize açıklanmaktadır:
"De ki: 'Size Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum Gaybı da bilmem; size ben meleğim de demiyorum Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum " (En'âm: 6/50)
"De ki: 'Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır/iyilik yapardım ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı Ben sadece iman eden bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeciyim " (A'râf: 7/188)
"O bütün gaybı bilir Gaybına/sırlarına kimseyi muttalî kılmaz Ancak (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar " (Cin: 72/26-27)
Bu âyetlerde de Allah Teâlâ'nın ancak dilediği peygamberleri gaybdan dilediği bilgiye muttalî kıldığı belirtilmektedir O halde Allah'tan bir bildirme olmadığı sürece gaybı kimsenin bilmesi ve haber vermesi mümkün değildir Allah da bu bilgiyi sadece peygamberlerine bildirdiğine ve Hz Muhammed (s a s )'den sonra da peygamber gelmeyeceğine göre, ortalıkta gaybdan haber verdiğini söyleyip gezenlerin açık birer yalancı oldukları anlaşılmış olmaktadır Her akıllı kişi kabul eder ki, hakikat, yalancıdan öğrenilmez Ve gerçekler hiçbir zaman bu zavallıların hevâ ve heveslerine tâbi olmaz, onlar dedi diye İlâhî takdir değişmez
"Eğer gerçek, onların heveslerine uysaydı gökler, yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi " (Mü'minûn: 23/71)
Hidâyet rehberimiz olan Peygamberimiz, gaybdan haber vermeye kalkışan kişilere inanmanın tehlikesine şöyle işaret buyurmaktadır:
"Gayb habercisine (kâhin, arraf, falcı  ) gidip onun dediğini doğrulayan kişi, Muhammed'e gönderileni (Kur'an'ı) inkâr etmiş olur "[color="Red"]
b) Falcılık ve Fala Baktırmak:
Fal ve falcılık; gaybdan haber verme, gelecek hakkında önceden fikir beyan etme temeline dayanmaktadır Tarihin her devrinde, her toplumda istikbali öğrenme teşebbüslerine, bunun çeşitli şekillerine ve değişik araçlarına rastlanmaktadır Câhiliyye Araplarında "ezlâm" denen fal okları, remiller, günümüzde yıldız, burç, kahve, bakla, iskambil kâğıdı, suya bakma, kitap açma vs falcılığın şekil ve malzemesinin bir kısmıdır Ayrıca çağdaş câhiliyyede falcılık, medya aracılığıyla modern insanın günlük hayatına da girmiş bulunmaktadır Günlük fallar yanında, gazetelerin yıl başlarında, senelik fallar yayınlamaları, faldaki yalanın boyutlarını oldukça genişletmiştir
Hurâfe ve bâtıl inanışların hepsine birden savaş açmış bulunan İslâm, bütün çeşitleriyle falcılığı yasaklamıştır
"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), ezlâm/fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz " (En'âm: 6/90)
Bu âyet, fal oklarının şeytanın pis işlerinden olduğunu, kötülükte şarap içmeye, kumar oynamaya ve putlara tapmaya denk bir cürüm sayıldığını, kurtuluş için bunlardan uzak durulması gerektiğini çok açık bir şekilde bildirmektedir Bir başka âyette de:
"  Ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı " (Mâide: 5/3) buyurulmuştur Öte yandan "  Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını (başına neler geleceğini) bilemez Yine hiçbir kimse nerede öleceğini de bilemez " (Lokman: 31/34) buyurulmakta, gelecekten haber vermeye kalkışmaktan ibâret olan falcılığın İslâm'da yeri olmadığı belirtilmektedir Peygamber Efendimiz de falcılıktan elde edilecek kazançtan mü'minleri nehyetmiştir [768]
O halde fala bakmak, falcılık yapmak, fala inanmak, faldan kazanç temin etmek hiçbir sûrette müslümana yakışmayan hareketlerdir Özellikle hanımların bu konuya daha bir dikkat etmeleri, böyle boş ve haram şeylerle kendilerini aldatmamaları gerekmektedir Falcılar bir şey biliyorlarsa, önce kendilerini kötülüklerden korusunlar Unutmayalım ki, aldatmak hâinlik, aldanmak da ahmaklıktır Bir sürü yalan ve tahmin içinde birkaç tanesinin mevcut duruma, ya da ileride olacaklara uygun düşmesi, falcıların gaybı bilmesi anlamına gelmediği gibi, onlara inanıp İslâm'ın temiz inanç esaslarından vazgeçmeye, âyet ve hadislere ters düşmeye değmez Kim böyle bir değişmeye rızâ gösterirse, dünyanın ve âhiretin büyük zararına uğramış demektir [color="Red"]
c) Ruh Çağırma:
Son zamanlarda özellikle sosyete arasında yaygınlaşmış olan modern kâhinlik veya çağdaş cincilik diyebileceğimiz bir uygulama vardır: Ruh çağırma Ruh çağırma seanslarında, eğer sahtekârlık, teknik hileler yoksa, madde ötesi bir varlıkla ilgi kurulduğu bilinmektedir Ancak bu madde ötesi varlığın ruh olup olmadığı, söylediklerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ciddi şekilde üzerinde durulması gerekli bir konudur
Beden kafesinden ayrılan ruhlar, berzah âleminde toplanırlar Orada dünyadakine benzer birtakım faâliyetlerde bulunma, bazı noksanları telâfi etme imkânları yoktur Artık amel safhası bitmiş, hesaplaşma için bekleme dönemi başlamıştır Peygamberimiz kabir hayatını tarif ederken, onun iki durumda olabileceğini, ölenlerin bu iki durumda bulunacağını belirtimiştir:
"Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur "[770]
Şimdi düşünmek gerekir; cennet hayatı lezzeti içindeki bir ruh, dünya ile, dünyadakilerle o güzel hayatı terkederek niçin meşgul olsun? Yine cehennem azabı içinde kıvranan bir ruh da nasıl dünyadakilerin dâvetlerine icâbet edebilecektir? Ona bu izni kim verecektir?
Dolayısıyla ruhların, insanlarla ve dünyadiklerle haşir-neşir oldukları, ölmemiş gibi birtakım işler yaptıkları iddiâsına dayanan ruh çağırma girişimleri, ruhların durumuyla ilgili bu olaylara ters düşmektedir Ruh çağırma iddiâsında bulunanların iddiâları geçersiz ve tutarsızdır, delilden yoksundur Eğer ruhların dünyaya dönüp dünyadakiler gibi birtakım faâliyetlere katılma imkân ve şansları olsaydı, herhalde ruh çağırma seanslarıyla meşgul olmaktan çok daha önemli işleri olurdu Nitekim bir âyet-i kerimeden bir kısım ruhların ne yapmayı arzu edeceklerine dair bilgi bulmaktayız:
"Onlar (günahkârlar) orada, 'Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımız amelden başkasını (daha iyisini) yapalım' diye bağrışırlar " Bu arzuya verilen cevap da âyette açıklanmakta, şöyle denilmektedir:
"Öğüt alacak insanın öğüt alabileceği kadar bir zaman sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti Öyle ise tadın (o azabı) Zâlimlerin hiçbir yardımcısı yoktur " (Fâtır: 35/37)
Ruhların dünyaya dönüp dünyalılar gibi birtakım faâliyetlerde bulunamayacakları bir başka âyette şu şekilde belirtilmektedir:
"Onlardan birine ölüm gelince; 'Rabbim, beni geri çevir, belki yapmayıp (noksan) bıraktığımı tamamlar, iyi işler işlerim' der Hayır; bu kendi sözüdür Tekrar diriltilecekleri güne kadar aralarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır " (Mü'minûn: 23/99-100)
Medyumlara cevap verdiği söylenen ruhlar, bu engeli aşmayı beceren birtakım gözü açıklar mı dersiniz? İlâhî sınırları, Allah'ın beyanını, beşerî sınırlar ve insanın sözlerine benzetebilen câhiller/kâfirler ancak bunun böyle olabileceğini düşünebilirler ve tabii aldanırlar
Denilebilir ki; "iyi ama, ruh çağırma seanslarına gelen, hatta içecek sigara bile isteyen görünmez varlıklar var Peki bunlar ne? Verdikleri birtakım geçmiş olaylara uygun bilgiler var, bunlara ne diyeceğiz?" Ruh çağırma seanslarına mesajlar getiren madde ötesi varlıkların, gerçekten çağrılan ruhlar olmadığı, olamayacağı kesindir Huddamcılık/cincilik/cin çağırma faâliyetleri ve bu esnâda edinilen bilgiler ve bunların açıkça cinler yoluyla elde edildiği eskiden beri bilinen ve hâlen de devam eden bir uygulamadır Sosyete çevrelerinin buna "ruh çağırma" ismini takması, hiçbir şeyi değiştirmez Bu, sadece modern cinciliktir o kadar
Cinlerin varlığı Kur'an'la sâbittir ve cinler gaybı bilmezler [color="Red"] Bununla beraber cinlerin insanlardan farklı bazı bilgilere sahip olabileceklerini, özellikle de ruh çağırma seanslarında kendisiyle görüşülmek istenen kişinin geçmiş hayatına dair birtakım bilgileri bilmelerinin onlar için mümkün olduğunu söyleyebiliriz Şunun ya da bunun ruhu olarak seanslara gelenlerin, sorulan soruların bir kısmına doğru cevap vermeleri, kendilerinin her söylediklerinin doğru olması için yeter sebep değildir Cinlerin ömürlerinin uzun, niteliklerinin bizden çok farklı olması, kısa zamanda uzun mesafeleri dolaşabilmeleri sebebiyle insanlardan farklı bilgileri bulunmaktadır Onların bizim bilmediğimiz bazı konularda bazı şeyler söylemeleri gaybı bildiklerini göstermez; onların bilgileri de çoğu kez noksan ve kasıtlı olarak yanlışla karıştırılmıştır İnsanları yanıltmaya yöneliktir Müslümanlar maddeye olduğu kadar melek, şeytan, cin gibi madde üstü varlıklara da inanırlar Ancak bu inançların Kitap ve Sünnette yer alan bilgilere uygun olması gereklidir Onların verdiği bilgilere bazı vehimler, zanlar karıştırılmasına müsaade edilmemelidir Çünkü zan ve vehim hiçbir zaman ilim değildir İman da en kesin ilme dayanmak zorundadır O halde asılsız birtakım söylentilerin, aldatmacaların peşinde imanı süründürmenin anlamı yoktur [color="Red"]
d) Taş Yapıştırmak:
Gaybdan haber almak ve gelecek konusunda bilgi sahibi olmak merakının en garip ve akıl almaz tezâhürlerinden biri de daha çok kadınların ilgi gösterdikleri taşa taş yapıtırma hurâfesidir Bu da niceleri gibi türbeler çevresinde uygulanmaktadır Genellikle türbe içinde veya yakınındaki herhangi bir taş veya duvar bu iş için kullanılmaktadır
Taş yapıştırma hurâfesinde dikkat çeken husus; o türbedeki zat aracılığı ile tutulan niyetin Allah katında kabul görüp görmediğinin öğrenileceği zannı, hatta dileklerin bizzat türbede bulunandan dilendiğine inanılmasıdır Bazen de taş yapıştırılan taşta/duvarda bir kutsiyet vehmedilmesinin bu eyleme vesile kılındığı görülür Tabii bütün bunlar, putperestlik, yani kutsiyet izâfe ederek putlara tapınma sapıklığının bir uzantısı olmaktadır İslâm'ın en ciddi mücâdele hedeflerinden birincisi olan putperestlik kalıntılarının, çağdaş müslümanın hayatında uygulama imkânı bulması ne kadar ters bir durumdur Hz Peygamber'in vefâtından sonra İslâm’dan ayrılan mürtedlerle en amansız mücâdeleyi/savaşı Hz Ebu Bekir vermiştir Bu yüzden çağdaş irtidat olaylarına İslâm mütefekkirleri "Ebu Bekir'i olmayan irtidat" demektedirler Hz Ömer de bid'at, hurâfe ve bâtıl inanışlara karşı pek büyük bir hassâsiyet içinde olmuştur Bu yüzden çağdaş hurâfe ve bâtıl inanışlara da "Ömer'i olmayan hurâfeler" denilebilir
Taş yapıştırmakla geleceği hakkında bilgi edindiğini, dileğinin kabul edilip edilmediğini öğrendiğini sanan câhillere Buhârî ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarında, kendisinden nakledilen bir hadiste gördüğümüz Hz Ömer'in şu tavrını hatırlatmakta büyük fayda olabilir: Hz Ömer, bir haccında Haceru'l-Esved'e yaklaşıp öpmüş ve sonra kulaklara küpe şu sözleri söylemiştir: "Çok iyi biliyorum ki sen zararı ve faydası olmayan sade bir taş parçasısın! Eğer Rasûlullah'ın seni öptüğünü görmeseydim asla seni öpmezdim!"
Nerede ve ne şekilde olursa olsun herhangi bir taşa şu ya da bu şekilde taş yapıştırmakla tutulan niyetin gerçekleşeceğine inanmak gibi bir sapıklıktan vazgeçilmesi ve böyle hurâfelerle sevinen veya yerinenlerin ikaz edilmesi, akıl ve İslâm çizgisine gelmelerinin öğütlenmesi Tevhide hizmet noktasından önem arzetmektedir "Allah bize kâfidir ve O, ne güzel vekîldir " [color="Red"](Âl-i İmrân: 3/173)
e) Uğursuzluk Var mıdır?
Hurâfe ve bâtıl inanışların, yanlış kabullerin, doğrudan kaçışların cirit attığı tevhid bilincinden mahrum bir toplumda bazı şeylerin uğuruna, bir çok şeyin de uğursuzluğuna hükmedileceği ve değer kargaşasına düşüleceği gayet doğaldır İçinde yaşadığımız toplulumda ne uğursuzluk vehimleri yok ki?! Evden çıkınca kedi ya da köpek görmek, köpek uluması, baykuş ötmesi, 13 rakamı, elden sabun ve makas almanın ayrılık getireceği gibi nice anlayışlar, uğursuz yerler, zamanlar, kişiler ve eşyalar  Kuş uçurup veya ürkütüp gittikleri yöne göre hüküm çıkarmak, bacanın veya sigaranın dumanının çıkışına ve gidiş yerine göre yorumlara girmek ve daha neler neler  
Hatırladıkça, saydıkça insana bunaltı veren bu tevhide ters yanlış ve uydurmaların günümüzde de hatta tesirini artırarak yaşaması, toplumun çoğu kesimini etkisine alması karşısında, sığınılacak yer Kur'an ve Sünnet olacaktır Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Uğursuzluk diye bir şey yoktur!"[774]
Kadın, ev ve binekte uğursuzluk bulunabileceğine dair bir rivâyeti Hz Âişe vâlidemiz; "Câhiliyye Arapları bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı" demektir, diye katılmadığını kesin bir şekilde ortaya koymuştur "Uğursuzluk vehmiyle hiçbir niyet edilen işten geri dönülmemesi gerektiği" Taberânî'nin rivâyet ettiği bir hadiste yer almaktadır Halk arasında günlük konuşmalarda duyduğumuz "uğurlu geldi", "uğursuz geldi", "aramızda uğursuz biri var" gibi sözler ve hükümler birer zan ve vehimdir O şeyin veya olayın aslında uğurlu veya uğursuz olduğunu göstermez Hiçbir şey doğuştan uğursuz değildir Uğursuzluk varsa, bu, kişilerin yorumunda ve anlayışında aranmalıdır
Uğursuzluk anlayışı, birçokları gibi İslâm'a başka inanç sistemlerinden girmiştir Dolayısıyla müslümanların İslâmî hiçbir esasa dayanmayan ve Peygamberimiz tarafından "yoktur!" diye beyan buyrulan uğursuzluk hurâfesine iltifat etmemeleri, aydınlık ufuklarını karartmamaları, hüsn-i zan ve iyimser özelliklerini yitirmemeleri, zihnî ve imanî sâfiyetlerini bozmamaları gerekir Hurâfeler ve bâtıl inanışlarla sıkıntı ve evhamdan başka bir yere varılamaz [775]
[753] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[754] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[755] Buhârî, Kader: 6
[756] Buhârî, Eymân: 28
[757] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[758] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[759] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[760] Hurâfâttan Hakikate, M Şemsettin Günaltay, s 298
[761] Hurâfeler ve Menşeleri, Abdülkadir İnan, s 43
[762] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[763] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[764] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[765] Cum'a: 62/9
[766] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[767] Tirmizî, Tahâre 122; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[768] Buhârî, Büyû' 25, 113; Müslim, Müsâkât 40
[769] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[770] Tirmizî, Kıyâme 26
[771] Sebe': 34/14
[772] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[773] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
[774] Buhârî, Tıb 19, 25, 43-45; Müslim, Selâm 102
[775] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri
iqra islma ansiklopedisi
|