Yalnız Mesajı Göster

İman Ve İslam

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İman Ve İslam







Mutezile'nin görüşünü çürüten yukarıdaki âyetler ve sahih hadis, Mürcie'nin de görüşünü çürütüyorlar Çünkü, "ALLAH Teâlâ’nın dilediği kimselerin günahlarını affetmesi", dilemediği kimselerin günahlarını affetmediğini gösterir

"Kalbinde zerre kadar iman olanın cehennemden çıkması" da, imanı olanlardan bir kısmının cehenneme atıldığı anlamını taşır Çünkü, cehenneme girmeden oradan çıkmak olmaz

Ayetlerden mâna ve hüküm çıkarmaya kalkarken, onların nüzul sebeplerini bilmek de lâzımdır Meselâ, Mutezilemin kendi görüşlerine delil olarak ileri sürdükleri "Kim bir mümini bile bile öldürürse, onun cezası cehennemdir; orada ebedî kalır; ALLAH buna gazap ve lanet etmiş ve kendisine elemli bir azap hazırlamıştır" (Nisa, 93) âyetiyle Mürcie’nin dayandıkları "Ateşe ancak yalanlayan ve yüz çeviren en şakî olan girer" (Leyl, 15,16) âyeti, o dönemdeki belli kâfirler hakkında indirilmiştir Nüzul sebebinin lâfzın ifade ettiği mânanın umumiliğini etkilemediği bir usûl kuralı ise de, umumî mananın dinin sabit olan genel prensipleriyle çatışmaması da şarttır Onun için bu çatışmanın olduğu yerde, sözü edilen kural geçerli değildir

Bazı Selef âlimlerinin imanı, kalb tasdiki ve amel toplamı şeklinde tarif etmeleri şu sebeplerden dolayıdır:

1- Bunlar ya hakikî imanın, sahibini amel etmeye sevk ettiği gerçeğini göz önünde tutmuşlardır Çünkü, örneğin, ateşin yakıcı olduğuna gerçekten inanan bir kimse, kendisini onun içine atmaz ve ondan kaçar Bunun gibi, nefsinin istediği günahları işlemesinin kendisini cehennem ateşine atacağına iman eden bir kimse de günah işlemez ve emredilen farzları ihmal etmez İman ile amel arasındaki bu şiddetli iltizam ve bağlılıktan dolayı, Seleften bazıları, ameli de imandan saymışlardır Bunların, imanı aynı zamanda hadis olarak da rivayet edilen "O, kalbe yerleşip ağırlığını koyan ve amel tarafından tasdik edilen şeydir" sözüyle tarif etmeleri de, onların ameli imanın bir parçası değil, onun delili olarak gördüklerini gösterir Çünkü, delil medlûl'dan (kendisine delil olduğu şeyden) ayrıdır

2- Bunlar, ameli imandan sayarken, kalpteki tasdik olan imanı değil, ameli de içine açan İslâm anlamındaki imanı kasdetmişlerdir İman ve İslâm terimlerinin birbirinin yerinde kullanılabildiği de bilinmektedir

3- Ya da bunlar, dünya hükümleri için de geçerli olan imanı kasdetmişlerdir Çünkü, amel tarafından teyid edilmeyen bir iman, kalpte gizli kaldığı için, dünya hükümleri için geçersizdir Bu sebeple, gizli imana sahip olan bir kimse, İslâm toplumu ve devleti nazarında kâfirdir ve kâfir muamelesine tâbidir Şeriatın yürürlükte olduğu ilk dönemlerde iman ve amelin bir bütün olarak düşünülmesi tatbikattaki zorunluluktan doğmuştur Nitekim Hz Ömer (ra), bir hutbesinde şöyle demiştir: "ALLAH Rasûlü (sa) hayatta iken vahiy iner ve bizi gizli hallerinizden haberdar ederdi Fakat şimdi artık vahiy yoktur Bu sebeple, biz zahirinize (dışınıza, ameline) bakarız Kim zahirini bize iyi gösterirse, biz onu iyi biliriz ve kim zahirini bize kötü gösterirse onu da kötü biliriz Sizin iç yüzlerinizi (kalbinizdeki imanı) ise ALLAH'a havale ederiz"

Selefin "İman amelle artar, günahlarla da azalır" demeleri de bu zikrettiğimiz üç sebeplerden dolayıdır Ayrıca, bunların sözünü ettikleri artma ve azalma kemiyyet ve hacim itibarıyla değil, keyfiyet ve kuvvet itibarıyladır Bu o demektir ki, beraberinde amel bulunan iman kuvvetlenir, nurlanır; onun kalb, dimağ, duygular ve beden üzerindeki etkisi artar Günahlar yüzünden de bunun tersi olan sonuçlar doğar İmanın bu anlamda artıp eksilmesi ise, anlaşılmayan bir şey değildir Çünkü, iman etmiş iki kimseden birisi, dünya verilse veya başı kesilse, imanından taviz (ödün) vermediği halde, diğeri beş paralık bir heves veya asılsız bir korku yüzünden din ve imanını bırakabilir Hiç şüphe yoktur ki, bunların tutumları arasındaki baş döndürücü fark, imanın birinci kişide fazla, yani kuvvetli, ikinci kişide az, yani zayıf olmasından dolayıdır İmanın ilmel-yakîn, aynel-yakîn ve hakkal-yakîn mertebeleri de onun kuvvet dereceleridir

İmanın artıp azalmasının diğer bir anlamı da şudur: Nasıl ki, ilim malûmat sayısının artmasıyla artarsa, iman da tasdik edilen meselelerin çoğalmasıyla artar Vahiy döneminde, dinin hükümleri ve meseleleri aralıklarla indirilirdi Bu sebeple, yeni bir hüküm indirilince, kâfirler onu inkâr ettikleri için küfürleri, münafıklar onu şüphe ile karşıladıkları için nifakları, müminler de ona iman ettikleri için imanları artardı Böylece, kâfirin küfrüne yeni bir küfür, münafığın nifakına yeni bir nifak, müminin imanına da yeni bir iman ve tasdik eklenirdi Gerçek müminlerin imanları bu şekilde artıp çoğalırdı Bu mânayı şu âyetlerden de çıkarmak mümkündür: "Bir sûre indirildiği zaman, münafıklar birbirlerine, "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" derler Doğrusu, bu, iman edenlerin imanını arttırır ve onları sevindirir Kalplerinde (küfür veya nifak) hastalığı olanların da murdarlıklarını arttırır ve bunlar artan murdarlıklarıyla kâfir olarak ölürler" (Tevbe, 124,125)

İslâmiyeti yeni öğrenen bir delikanlı veya mühtedi, ilk başta üstü kapalı olarak imanın esaslarını ve İslâm’ın rükünlerini öğrenir ve bunlara iman eder Daha sonra giderek bunların içeriklerini tafsilatlı bir şekilde öğrenir ve meselâ, önce Kur’ân'ın ALLAH kelâmı olduğuna iman etmişken, daha sonra onun altı yüz atmış altı âyetinin ihtiva ettiği şer'î ve ilâhî hükümleri birer birer öğrenir ve her öğrendiğine tekrar iman eder ve hepsinin hak olduğunu tasdik eder Hiç şüphe yoktur ki, bu tafsili ve açıklamalı iman icmali ve özet halinde olan ilk imandan daha fazladır

İman, kuvvet itibarıyla artar ve azalır; sevap itibarıyla artar ve azalır ve hatta mahiyet itibarıyla da artar ve azalır Çünkü iman ilim ve duygudan oluşan bir terkiptir Onun ilim yönü, diğer ilim çeşitleri gibi, konularının artmasıyla artarken, duygu yönü de diğer duygular gibi, amel ve uygulamalarla güçlenir Duyguların ruhu ve hayatı ameldir Bu sebeple, amel olmadığı zaman duygular zayıflar, amel olunca da kuvvetlenirler Bu sebeple, amel ve ibadeti olmayan bir kimse, ilim ve aklın zorlamasıyla iman etse de, o kimsede ALLAH korkusu, O'nun sevgisi, İslâm taraftarlığı, iyilikten hoşlanmak, kötülükten nefret etmek gibi his ve duygular gelişmez Bu hal, iman ile amel, diğer bir ifade ile kalpla vücut ve organlar arasında şiddetli bağlılık, iletişim ve etkileşim bulunmasından dolayıdır Hz Ali (ra) şöyle demiştir: "İman, parlayan bir nokta halinde kalbe yerleşir Kul, sâlih amel işledikçe bu nokta hem daha çok aydınlanır, hem de büyüyüp etrafına yayılır Böylece giderek bütün kalb aydınlanır ve yanan bir avize haline gelir Münafıklık (dinin hak olduğunda tereddüt ve şüphe etmek) ise, siyah bir leke gibi kalbe yapışır Kul, günah işledikçe bu nokta hem daha kararır, hem de etrafına yayılır Sonunda bütün kalb kapkaranlık bir kömür vaziyetini alır"

Kısacası; iman kelimesi bazen yalnız kalpteki tasdik karşılığında, bazen de tasdik ve amel bütünlüğü için kullanılır İdeal olan iman da bu ikinci imandır Çünkü, bu iman dünyada ve âhirette çeşitli hayırlara vesile olurken, amelsiz iman yalnızca cehennemde ebedî kalmanın önüne geçebilir

Alıntı Yaparak Cevapla