Yalnız Mesajı Göster

Tagutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir

Eski 08-02-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tagutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir




3Şüphe

Rasulullah (sas), Allah (cc)’ın hük-mü dışında hüküm vermeyi caiz kılmıştır
Bu şüpheyi ortaya atanlara göre Rasulullah (sas), emir tayin ettiği bir kimseye şöyle demiştir:
“Onların arasındaki meselelerde Allah (cc)’ın hükmünü değil, kendi hükmünü ver İşte Rasulullah (sas) bu sözü söylemekle, Allah (cc)’ın hükmü dışında hüküm vermeyi caiz kılmıştır


Cevabı
Bu şüpheyi ortaya atan kimse, Rasulullah’a büyük bir iftira atan cahil bir kişidir Zira bu şüpheye göre; Rasulullah (sas), Allah (cc)’ın indirdiğiyle hükmetmemeyi, daha açıkçası küfür olan bir amelin işlenmesini caiz görmüştür
Rasulullah (sas) hakkında nasıl olur da böyle bir düşünce ortaya atılabilir? La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah’a gerçek manada iman etmiş bir kimse, asla böyle bir inanç sahibi olamaz ve böyle bir inancı ortaya atmaz Çünkü, la ilahe illallah’ı gerçek manasıyla bilen ve ona gerçek manada iman eden bir kişi Rasulullah (sas)’ın, Allah (cc)’ın hükümlerini uygulamak ve Allah (cc)’ın hükümleri dışındaki hükümleri reddettirmek için gönderildiğini bilir
Bu şüpheyi ortaya atanların delil aldığı rivayet şöyledir:
Büreyde b Hasib şöyle dedi:
“Rasulullah (sas), orduya veya bir seriyeye bir emir tayin ettiğinde ona, Allah (cc)’tan korkmasını ve idaresi altındaki müslümanlara iyi davranmasını vasiyet ederek şöyle derdi:
“Allah (cc)’ın ismiyle ve Allah (cc)’ın kelamını yüceltmek için Allah (cc)’ı inkar edenlerle savaşın! Bir kaleyi kuşattığında, kaledekiler Allah (cc)’ın hükmüyle indirilmelerini isterlerse onları Allah (cc)’ın hükmüyle değil kendi hükmünle indir Zira sen, Allah (cc)’ın onlar hakkında verdiği hüküme isabet edip etmediğini bilemezsin (Müslim)
Zerre kadar ilmi olan bir kimse, bu hadisten Allah (cc)’ın indirdiği hükümler dışında başka hükümlerle hükmetmenin caiz olduğuna dair bir anlam çıkartmaz Zira bu hadis, müctehidin ictihadında isabet veya hata edebileceğini gösteren bir rivayettir Müctehid ictihadında isabet ederse Allah (cc)’ın hükmüne isabet etmiş, isabet etmezse Allah (cc)’ın hükmüne muhalefet etmiş demektir
Rasulullah (sas) bu konuda şöyle demiştir:
“Hakim ictihad ettiğinde isabet ederse iki ecir alır Şayet ictihad ettiğinde isabet etmezse bir ecir alır (Buhari, Müslim)
Rasulullah (sas) bu hadisle komutanlarına şunu emrediyordu:
“Bir meseleyle karşılaştığında, Allah (cc) ve rasulünün o meseledeki hükmünü bilmiyorsan ve o meselede ictihad etmen gerekiyorsa sakın yaptığın ictihadın Allah (cc)’ın hükmü olduğunu söyleme! Çünkü Allah (cc)’ın hükmüne isabet etmeyebilirsin Bunun kendi hükmün olduğunu söyle!”
Rasulullah (sas)’ın hadisin sonunda söylemiş olduğu:
“Zira sen, Allah (cc)’ın onlar hakkında verdiği hüküme isabet edip etmediğini bilemezsin” sözü aslında meseleyi net bir şekilde açıklamaktadır


4Şüphe
Yusuf (as) kafir bir devlette bakanlık görevinde bulunmuştur
Tagutun durum ve kanunlarını bilmeyen veya bildiği halde dinini sevenleri tagut adına, İslam ile kandırarak saf dışı etme gayesindeki kimselerin, kafir devletlerde bakan olma konusunda kendilerine delil alarak ortaya attıkları, eski bir şüphe olan Yusuf (as) ile ilgi meseleyi burada açıklamak istiyorum
Onlar şöyle demektedirler:
“Tagutun kanunlarına göre bakanlık yapmak caizdir Çünkü Yusuf (as) kafirlerin yanında bakanlık yapmıştır


Cevabı
Asrımızın yesağının kanunlarıyla hükmetmek için, bu kanunlara bağlı kalacağına dair yemin ederek teşri meclisi olan parlementoya giren kimselerin, kafir devlette bakan olmaya Yusuf (as) meselesini delil göstermeleri, bu delil geçersiz olmakla birlikte, Allah (cc)’ın rasulü olan Yusuf (as)’a büyük bir iftiradır Çünkü onlar böyle bir delili göstermekle; Allah (cc)’ın rasulü olan Yusuf (as)’un, her müslümanın reddetmesi gereken tagutu reddetmediğini, bu tagutun kanunlarını kabul ettiğini ve o kanunlara bağlandığını söylemiş olurlar Bu ise insanları taguttan sakındırmak için gönderilen Allah (cc)’ın rasulü Yusuf (as)’a en büyük hakarettir
Yusuf (as)’un durumu ile tagutların hükmü altında bakan olmak arasında çok büyük farklar vardır En önemli farklardan bazıları şunlardır:
1 - Yusuf (as), görevi aldığı zaman kralın kanun ve dinine bağlı kalacağına dair yemin etmedi Halbuki zamanımızda bakan veya milletvekili olan bir kişi, kafir anayasaya ve taguta saygılı ve ihlaslı olacağına dair yemin etmektedir
2 - Yusuf (as) görev aldığı zaman, ona herhangi bir şart koşulmadı, sınırlar konulmadı Ondan herhangi bir söz alınmadı ve dininden zerre kadar taviz vermedi Görev almadan önce krala sadece şöyle demişti:
“Beni yerin hazinelerinin bakımına memur et! Zira ben çok iyi bir koruyucu ve bilgili bir idareciyim (Yusuf: 55)
3 - Yusuf (as), devletin kanunlarına bağlı değildi ve o kanunlara uymuyordu Onun görevi özeldi ve böyle bir görev daha önce hiç kimseye verilmemişti Allah (cc) ona yardım etmeseydi böyle bir görev onun için söz konusu olamazdı Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Böylece biz Yusuf’u (emin) bir yere yerleştirdik Orada dilediği gibi davranırdı(Yusuf: 56)
Yusuf (as), yönetimde görev alırken Allah (cc)’ın yardımıyla dilediği gibi davranacak şekilde görev almıştır Allah (cc) ayette:
“Orada dilediği gibi davranırdı” buyurduğu üzere, Yusuf (as) yönetme konusunda dilediği gibi davranmaktaydı Kralın hükümlerine bağlı değildi ve onun hükümleriyle asla hükmetmemişti O, sadece Allah (cc)’ın kanunlarını uygulamıştı ve kral da bu konuda ona herhangi bir itirazda bulunmamıştı Zira kral, ne bakan ne vezir hiç kimseye verilmeyen bir dokunulmazlığı ona vermişti
Bu dokunulmazlık, zamanımızdaki kafir devletlerde bakanlık yapanların sahip olduğu dokunulmazlık gibi değildir Allah (cc) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Hükümdar şöyle demişti: “Onu bana getirin de kendime has (müşavir) yapayım” Onunla konuşunca da demişti ki: “Bugün artık sen, nezdimde güvenilir bir mevki sahibisin (Yusuf: 54)
Yusuf (as), Allah (cc)’ın buyurduğu gibi görevinde dilediği gibi hükmetmekte, dilediği gibi davranmakta, dilediğine vermekte, dilediğine vermemekteydi ve hiç kimseye karşı da sorumlu değildi
Öyleyse asrımızın yesağına ihlasla ve sadakatla bağlı olacağına, saygı göstereceğine dair yemin eden, teşri hakkını ona veren ve onun kanunlarını uygulayan zamanımızdaki kimseler, acaba Yusuf (as) gibi midirler?
4 - Allah (cc), Yusuf (as) hakkında:
“Yusuf’u (emin) bir yere yerleştirdik buyurduğu üzere Yusuf (as)’u Mısır’a yerleştirmiş ve orada onu iktidar sahibi yapmıştır Bu şekilde yeryüzünde yetki sahibi kılınan Yusuf (as), şüphesiz Allah (cc)’ın hükümlerini uygulayacaktır Zira Allah (cc), yeryüzünde yetkili kılınan mü’minlerin nasıl davranmaları gerektiği konusunda şöyle buyurmuştur:
“Onları yeryüzüne yerleştirir ve iktidar sahibi kılarsak, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar Bütün işlerin sonu Allah’a aittir (Hac: 41)
Yusuf (as), ayette zikredilen mümin kimselerin önderidir O, yeryüzünde Allah (cc)’ın hükümleriyle hükmetmeye elbette daha layıktır
En büyük iyilik şüphesiz, Tevhiddir En büyük münker ise şüphesiz, şirktir O halde Yusuf (as) insanları tevhide davet etme, onları şirkten sakındırma görevini en güzel şekilde yapmıştır
Zira Yusuf (as), en sıkıntılı durumu olan hapis anında bile insanları Allah (cc)’a imana, tagutu reddetmeye davet etmiştir
Allah (cc) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
(Yusuf onlara şöyle demişti " Birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?” Sizin Allah’ı bırakıp da taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın verdiği bir takım isimlerden ibarettir (Oysa) Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir Hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti İşte dosdoğru din budur Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler(Yusuf: 39-40)
5 - Yusuf (as) kralın yanında görev aldığı zaman kralın emirlerine itaat ederek görev yapmamış, onun dinine ve kanunlarına asla boyun eğmemiş ve onunla amel de etmemiş, bilakis kraldan tamamiyle bağımsız olarak dilediği hükümleri uygulamıştır Böyle olmamış olsaydı kardeşini yanında alıkoyması asla söz konusu olmazdı
Allah (cc) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“İşte biz, Yusuf için böyle bir plan kullandık Bu planı kullanmasaydı, kralın dinine (kanunlarına) göre kardeşini alıkoyamazdı (Yusuf: 76)
6 - Yusuf (as), Allah (cc)’ın şeriatine muhalif olan bir kanunu hiçbir zaman ve asla uygulamamış, asrımızın yesağında görev almak için teşri meclisi olan parlementoya girerek yesak kanunlarına ihlasla bağlı kalacağına ve sadakat göstereceğine dair yemin eden kimselerin yaptığı gibi küfür ve şirklerinde kafirlere ortak olmamıştır Zira nebi ve rasuller şirk ve haramdan korunmuşturlar Bu sebeble şirk ve haram işlemezler
7 - Asrımızın yesağıyla hükmetmek için parlementoya giren bir kimse, zamanımızın tagutu olan asrımızın yesağının hükümlerine göre teşride bulunur
Acaba Yusuf (as) böyle yapmış mıdır? Biz Yusuf (as)’u bu şirkten tenzih ederiz Zira biz, Yusuf (as)’un dininin İslam olduğuna, asla bir başka dine bağlanmayacağına inanıyoruz
Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kim İslam’dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır(Ali İmran: 85)
Yusuf, zayıf olduğu anda bile şirke ve müşriklere karşı şöyle haykırmıştır:
“Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayan bir topluluğun dinini terkettim Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine uydum Allah’a herhangi bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır Ancak insanların çoğu şükretmez(Yusuf: 37-38)
Yusuf (as), hapishanede zayıf bir durumda iken bile taguttan ve taguta tapanlardan beri olduğunu haykırdığı halde, yönetimde görev almak için nasıl olur da tagutun kanunlarına bağlanır? Nasıl olur da bu tagutun kanunlarına göre hüküm verir? Zerre kadar imanı olan bir kimse asla böyle düşünmez
Allah (cc),Yusuf (as) hakkında şöyle buyurmuştur:
“Andolsun kadın onu arzulamıştı Eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi, o (Yusuf) da onu arzulamıştı Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik) Çünkü o, muhlis kullarımızdandı(Yusuf: 24)
Allah (cc)’ın muhlis kullarından biri olan Yusuf (as), Allah (cc)’ın hükmünden bir başka hükme acaba bağlanır mı veya boyun eğer mi veya ihlasla bağlı kalacağına dair sadakat yemini yapar mı? Veya sadece Allah (cc)’ın hakkı olan teşri yetkisini bir yaratılmışa verir mi? Bu amelleri müslümanların en basiti bile yapsa İslam’dan çıkar, mürted olur Öyle ise nasıl olur da böyle amelleri bir rasul işler?
Allah (cc)’ın halis kulu olan Yusuf hakkında nasıl böyle bir iftira atılabilir? Tagutlara boyun eğerek şirk işlemelerine rağmen, yaptıklarının doğruluğunu ispat için Yusuf (as) meselesini kendilerine delil alanlara yazıklar olsun! Acaba bunlar Allah (cc)’tan hiç mi korkmazlar? Yoksa onların gerçekleri idrak edebilecek akılları mı yoktur?
Asrımızın yesağının İslam’a muhalif kanunlarla dolu olduğunu, bunun, zamanımızın reddedilmesi gereken tagutu olduğunu ve bu tagut reddedilmedikçe müslüman olunamayacağını size delillerle ispatlamıştık Buna göre, asrımızın yesağı ile hükmeden bir kimse, aslında tagutun hükümleriyle hükmetmiş ve tagutun kanunlarına muhakeme olmuştur
Öyle ise, Yusuf (as)’un içinde bulunduğu durum, acaba zamanımızdaki kafirlerin hükmü altında olan belamların durumuna benziyor mu?
Tagutlar, kendi kanunlarını tatbik etmeyen, kendisine boyun eğmeyen bakanları görevlerinde asla tutmazlar Kendileri gibi hareket etmeyecek, kendi pisliklerine, zulümlerine ortak olmayacak, kendi siyasetlerini, ideolojilerini tatbik etmeyecek bir kişiyi bakan olarak asla tayin etmezler Kafir anayasanın kanunlarını kabul etmeyen, bu kanunlara boyun eğmeyen bir milletvekilinin, milletvekili olması mümkün değilken bakan olması nasıl mümkün olabilir? Acaba Yusuf (as)’ un durumu onların durumuna hiç benziyor mu?
Her akıl sahibi bu meseleyi dikkatlice inceleyip düşündüğünde, muhakkak aradaki farkı görecek ve Yusuf (as) meselesini kendi şirk amellerine delil gösterenlerin yanılgı ve sapıklıklarını rahatça anlayabilecektir
Yusuf (as)’u, tagutların hükümlerine bir an bile olsun boyun eğmiş olmasından tenzih ederim Yusuf (as)’un aldığı görevi, zamanımızdaki tagutların bakanlarına benzeten kişide zerre kadar iman yoktur Çünkü böyle yapmakla, Allah (cc)’ın nebisi Yusuf (as)’un kralın dinine girdiğini ve ona kulluk ettiğini iddia ederek ona büyük bir iftira atmıştır Oysa her iman sahibi bilir ki, insanları tevhide çağıran bir nebi, Allah (cc)’ın hükmü dışındaki hükümlere, bir göz kırpması kadar bile olsa, asla boyun eğmez


5Şüphe
Necaşi, Allah (cc)’ın indirdiğiyle hükmetmediği halde müslüman ölmüştür Bu şüpheyi ortaya atanlar şöyle derer:
“Necaşi, müslüman olduktan sonra, ölünceye kadar imanını gizlemiş ve Allah (cc)’ın indirdiğiyle hükmetmemiştir Buna rağmen Rasulullah (sas) onu salih bir kul olarak vasıflandırmış ve öldüğü zaman cenaze namazını kılmalarını sahabelerine emretmiştir Bu sebeble, aynen Necaşi gibi müslüman olduğunu söyleyen, buna rağmen Allah (cc)’ın şeriatini bir kenara atarak beşeri kanunları uygulayan hakimleri tekfir etmemek gerekir


Cevabı
a) - Necaşi’nin, Allah (cc)’ın indirdiğiyle hükmetmediğini söyleyenler, öncelikle bunu sahih bir delille ispat etmelidirler Fakat bu konuda kendileri lehine sahih bir delil bulmaları mümkün değildir Buna rağmen onlara Allah (cc)’ın şu ayetini söylüyoruz: “Eğer (iddialarınızda) doğrulardan iseniz (o halde sağlam ve açık) bir delil getirin!” (Bakara: 111)
Bu kimseler, şayet Necaşi’nin Allah (cc)’ın indirdiğine muhalif bir hükümle hükmettiğine dair bir delil getiremiyorlarsa yalancılardan olacaklardır
Bazı kimseler, İbni Teymiye’nin Necaşi ile ilgili olarak söylemiş olduğu sözleri kendileri için bir delil sanarak, İslam’ı din olarak kabul etmesine rağmen Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenin kafir olmayacağını söylemişlerdir Bu kimselere cevab olmak üzere İbni Teymiye’nin Necaşi ile ilgili sözlerini naklederek bu sözleri açıklamak istiyorum
İbni Teymiye şöyle diyor:
“Allah (cc), kitabının değişik yerlerinde hiç kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemeyeceğini bildirmiştir
Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ki biz hiç kimseye güç yetiremeyeceğinden fazlasını yüklemeyiz, onlar da cennetin ashabıdırlar Orada sonsuza dek kalacaklardır(A’raf: 42)
“Hiç kimse gücünün üstünde birşeyle mükellef tutulamaz (Bakara: 233)
“Allah, hiçbir nefsi, ona verdiğinden başka bir şeyle mükellef kılmaz(Talak: 7)
Yine Allah (cc), insana gücü miktarınca Allah (cc)’tan korkmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkun!” (Tegabun: 16)
Mü’minler de Allah (cc)’a şöyle dua etmişlerdir:
“Rabbimiz! Unutmuş, yahut hata yapmışsak (bu yüzden) bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma!” (Bakara: 286)
Allah (cc) da onların isteğini kabul etmiştir Bu naslar, Cehmiye’nin söylediğinin aksine, insanın gücünün yetmediği yükü, Allah (cc)’ın insana yüklemediğini ve insanı onunla mükellef kılmadığını göstermektedir Cehmiye ise bunun aksini söylemiştir ve onların bu görüşleri yanlıştır
Bu ayetler aynı zamanda, hatayla veya unutarak günah işleyen kimseyi Allah (cc)’ın sorumlu tutmadığını da göstermektedir Kaderiye ve Mutezile taifeleri ise bu görüşte değildirler Kur’an ve sünneti delil alarak ictihad yapan imam, hakim, alim, müftü ve bunlara benzer kimseler, güçleri nispetinde Allah (cc)’tan korkar ve bütün güçlerini kullanarak ictihad yapar ve ictihadlarında isabet eder veya hata yaparlarsa Allah (cc)’ın kendilerine yüklemiş olduğu sorumluluğu yerine getirmiş olurlar Zira bu kimseler, güçleri nispetinde Allah (cc)’a itaat etmişlerdir İşte böyle yaptıkları için Allah (cc) onlara ceza vermez
İbni Teymiye sözlerine şöyle devam ediyor:
aynı şekilde dar’ul küfürde olmasına rağmen Nebi (sas)’nin daveti kendisine ulaşmış, Rasulullah (sas)’ın rasul olduğunu öğrenerek ona ve ona indirilenlere iman etmiş, gücü nispetinde Allah (cc)’a itaat etmiş ve Allah (cc)’tan korkmuş, fakat engellenmesi sebebiyle İslam diyarına hicret etme imkanı bulamamış, darul harpte bulunduğu ve kendisine İslam şeriatini öğreten bir kimse olmadığı için İslam şeriatinin bütün hükümlerini yerine getirememiş Necaşi ve onun gibi kimseler mümindir ve cennet ahalisindendirler
İbni Teymiye, sözlerine şöyle devam etti:
Necaşi İslam şeriatinin çoğu hükümlerini yerine getirmemiştir Hicret etmemiş, cihad yapmamış, beyti haccetmemiştir Hatta beş vakit namazı kılmadığı konusunda rivayetler vardır Çünkü, bunları yapmaktan aciz durumda idi Şayet bunları yapmış olsaydı, kendisini açığa çıkaracak ve böylece kavmi ona karşı gelecekti Necaşi’nin ise onlara karşı koyacak gücü yoktu Onların arasında Kur’an ile hükmetme imkanına sahip olmadığına da kesin olarak inanıyoruz
İbni Teymiye sözlerine şöyle devam etti:
Necaşi, kavmine Kur’an hükümleriyle hükmetme imkanına sahip değildi Çünkü böyle yapsaydı kavmi ona itaat etmezdi(Minhacus Sünne c: 5 s: 110120, Fetvalar c: 19 s: 215220)
İmam İbni Teymiye’nin sözlerinde hem doğru hem de yanlış vardır
Doğru olan şudur: Bütün gücünü kullanmasına rağmen İslam’ı öğrenemeyen, İslam’ın hükümlerini yerine getirme gücüne sahip olmadığı ve aciz olduğu için yerine getiremeyen kimse özür sahibidir ve bu konuda onun için bir günah söz konusu değildir
Sözündeki yanlışa gelince İbni Teymiye Necaşi hakkında şöyle söylüyor:
“Necaşi’nin kavmi kafirdi ve Kur’anla hükmedilmesini asla kabul etmezdi Necaşi’nin ise onlara karşı koyma gücü yoktu” İşte bu söz, İbni Teymiye’nin Necaşi hakkındaki sözlerinin özetidir
Fakat bu söz doğru değildir Zira Necaşi hakkında böyle bir sözü söyleyebilmek için, öncelikle Necaşi’ye şer’i hükümlerin ulaştığını ve buna rağmen onun bu hükümleri uygulamamış olduğunu açık ve net bir şekilde ispat etmek gerekir Oysa Necaşi’ye İslam şeriatinin bütün hükümlerinin ulaştığına ve buna rağmen onun bu hükümleri uygulamadığına dair herhangi bir sahih delil yoktur Bu sebeble, Necaşi hakkında; “şer’i hükümler ona ulaştığı halde, kavminden korktuğu için bunları uygulamamıştır” demek doğru değildir
Bu konuda doğru olan şudur; İslam şeriatinin bütün hükümleri Necaşi’ye ulaşmamış ve ona ulaşmadığı için bu hükümleri uygulamak ona farz olmamıştır
Aynı şekilde Necaşi hakkında: “Necaşi’nin kavmi kafir olduğu için İslam şeriatini uygulamasına engel olmuş ve bu şeriatin hükümlerini uygulamasına imkan vermemişti” demek de doğru değildir Çünkü böyle bir söz, herhangi sahih bir delile dayanmayan, zan ve tahminden ibaret olan bir sözdür Bilakis bu sözün tam tersini ispat eden deliller vardır Bu delilleri ise İbni Teymiye’nin öğrencisi olan İbni Kayyım zikretmiştir
İbni Kayyım, Zad’ul Mead kitabının 3 cildinin 62 sayfasında, Necaşi’nin İslamını açıkladığını ve kavminin ona itaat ettiğini haber veren sahih bir rivayet nakletmiştir
İbni Kayyım’ın getirmiş olduğu delil, İbni Teymiye’ye nispet edilen ve yanlış olan sözlerin İbni Teymiye’ye ait olmadığını göstermektedir
Ayrıca, İslam şeriatiyle hükmetmenin terkedilmesine sebep olan böyle bir korku, sahibi için mazeret sayılmaz Şayet Necaşi, İslam şeriatinin bütün hükümleri kendisine ulaştığı halde kafir halkından korktuğu için İslam şeriatinin hükümlerini uygulamamışsa bu korku kendisi için mazeret değildir ve bu amelinden sorumludur Bu konuda bütün alimler ittifak etmişlerdir Necaşi’nin böyle bir konuda özür sahibi olamayacağına dair alimler şu delilleri zikretmişlerdir:
1 - Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan korkmayın, benden korkun! Ayetlerimi az bir pahaya değiştirmeyin! Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir (Maide: 44)
Allah (cc) bu ayette, Allah (cc)’ın indirdiğiyle hükmetmemek için insanlardan korkmayı mazeret olarak gösterenin mazeretinin geçersiz olduğunu bildirmiştir Çünkü Allah (cc) ayette:
“İnsanlardan korkmayın, benden korkun” buyurmuştur
Allah (cc)’ın şeriatiyle hükmetmeyip, Allah (cc)’ın şeriatine zıt bir şeriatle hükmetmenin küfür olduğunu daha önce açıklamıştık İnsanı İslam milletinden çıkaran ve büyük küfür olan bu ameli işlemek konusunda korku kesinlikle mazeret ve ruhsat değildir Bu konudaki ruhsat, ancak ikrahi mülci (zorlayıcı baskı) durumunda söz konusudur Oysa Necaşi ve diğer yöneticiler ikrahi mülci altında değildirler Zira diledikleri zaman yöneticilikten vazgeçme, bulundukları mevkiyi terketme imkanları vardır
2 - Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Kalplerinde hastalık olanların; “bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz” diyerek onlara koştuklarını görürsün Umulur ki Allah katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar (Maide: 51-52)
Bu ayet; büyük küfür işleme konusunda korkunun ruhsat olmadığını göstermektedir Buna göre, kişinin korktuğu için küfür işlemesi onun kafir olmasına engel değildir
3 - Bu meseleyle tamamen alakalı olan çok açık bir delil de Rumun kralı Hrakl ile kavmi arasındaki kıssadır Rasulullah (sas)’ın onu islama davet eden mektubu Hirakl’e ulaştığı zaman Hrakl müslüman olmak istedi Fakat müslüman olduğunda, kavminin daha önce müslüman olan hristiyan alimlerini öldürdükleri gibi kendisini de öldürmesinden korktu Bu nedenle onları bu konuda denemek ve imtihan etmek istedi Kavmi ise onun müslüman olmak istemesine karşı geldi Bunun üzerine o da onlardan korktu ve müslüman olmaktan vazgeçti Hrakl ile ilgili bu kıssa Buhari ve Müslim’de geçmektedir
Buhari’nin rivayeti şöyledir:
“Hrakl, Rumiye de bulunan ve ilim konusunda kendisiyle aynı seviyede olan bir arkadaşına mektub yazarak ona Rasulullah (sas) hakkında sordu Sonra da Hıms şehrine doğru yola çıktı Hıms’a ulaştığında ona arkadaşından, Rasulullah (sas)’ın nebi olarak çıktığını doğrulayan cevab geldi O da Rasulullah (sas)’ın nebiliğini tasdik etti ve rumların ileri gelenlerini yanına çağırdı Rumların ileri gelenleri yanına geldiğinde sarayın kapılarını kapattırdı ve onlara dedi ki:
“Ey rumlar! Bu yeni çıkan nebiye beyat ederek felaha ve doğruya ulaşmayı ve mülkünüzün sabitleşmesini ister misiniz?” Kavmi bunu duyunca, tıpkı korkmuş bir zebra gibi hemen sarayın kapılarına yöneldi ve çıkmak istediler Fakat kapıların kapalı olduğunu gördüler Hrakl onların bu durumunu görünce, iman etmelerinden ümidini kesti ve şöyle dedi:
“Onları bana geri döndürün” Onlar geri dönünce dedi ki:
“Size az önce sormuş olduğum soruyu, sizi imtihan etmek ve dininize bağlılığınızı öğrenmek için sordum Şimdi artık eminim ki sizler dininize çok bağlısınız” Hrakl bu sözü söyledikten sonra orada bulunanların hepsi ona secde ettiler ve ondan razı oldular İşte Hrakl’ın son durumu böyleydi
İbni Hacer bu hadisin şerhinde, Hrakl hakkında şöyle dedi:
“Hrakl, İslam’a girme konusunda kavminin kendisine itaat etmesini istiyordu Böylece hem kendisi hem de onlar müslüman olacak ve mülkü, krallığı devam edecekti Zira onun düşüncesi, önce kavminin iman etmesini sağlamak, sonra da kendisinin iman etmesiydi Böylece mülkünü muhafaza edebilecekti Oysa o, gerek onları ve gerekse mülkünü terketmeye, Rasulullah (sas)’ın yanına kaçmaya güç yetirebilirdi Şayet o, Allah (cc)’ın sevabını umsaydı böyle yapardı Fakat o, böyle yapmadı Doğruya muvaffak kılan Allah’tır(Fethul Bari c: 1 s: 43)
Bu hadis; Hrakl’ın İslam’a tabi olmamasının sebebinin, kavminden korkması olduğunu göstermektedir Fakat onun bu korkusu kafir olmasına engel olmamıştır Çünkü o, kavminden korkarak iki şehadeti ikrar etmemiştir Üstelik ikrahi mülci altında da değildi ve İbni Hacer’in dediği gibi Rasulullah (sas)’ın yanına kaçma imkanı vardı
İşte bu hadise, korktuğu için Allah (cc)’ın şeriatiyle değil de, ona zıt hükümlerle hükmeden bir hakimin korkusunun onun kafir olmasına ve tekfir edilmesine engel olmadığını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır
b) - Necaşi, İslam şeriati tamamlanmadan ve bir çok hüküm inmeden önce vefat etmiştir Fakat kendisine ulaşan hükümlerle kesinlikle hükmetmiştir
Medine ile Habeşistan arasındaki mesafe uzundu ve zamanımızdaki gibi taşıma ve haberleşme araçları yoktu Bu sebeble haberleşme çok geç yapılıyordu Öyle ki Medine’de inen bazı hükümler Habeşistan’a ancak bir kaç sene sonra ulaşabiliyordu Buhari’de geçen şu rivayet buna açık bir delildir:
Abdullah b Mes’ud (ra) şöyle dedi:
“Biz (Habeşistan’a hicretten önce) Rasulullah (sas) namazda iken ona selam verirdik, o da bize cevap verirdi Necaşi’nin yanından döndüğümüzde Rasulullah (sas) namazda iken ona selam verdik, fakat selamımıza cevab vermedi Namazı bitirince bize şöyle dedi:
“Namaz bir iştir ve namazda konuşulmaz (Buhari)
Necaşi’nin yanındaki sahabeler arapçayı çok iyi bilmelerine ve Rasulullah (sas)’ın haberlerini çok iyi takip etmelerine rağmen namazda konuşmanın neshedildiği haberi, Medine’ye dönünceye kadar onlara ulaşmamıştı Oysa namaz çok zahir olan, günde beş vakit kılınan bir ameldir Buna rağmen bu konudaki haber sahebelere ve Necaşi’ye ulaşmamıştı İşte namaz gibi tekrarlanmayan ve durumu namaz gibi açık olmayan Medine’de inmiş bir çok hükmün gizli kalması ve Necaşi’ye ulaşmamış olması da mümkündür Necaşi, ancak kendisine ulaşan hükümlerle hükmetmekten sorumludur, kendisine ulaşmayan hükümlerden ise sorumlu değildir
c) - Necaşi kafirken, Rasulullah (sas)’a ve İslam’a teslim olmuş, tevhidi ve imanı sağlamış, İsa (as)’nın Allah (cc)’ın rasulü ve kulu olduğuna inanmış ve böylece müslüman olmuştu Müslüman olmasına rağmen hakim olmaya devam etmiş ve İslam’ından taviz vermemişti Zira o, Rasulullah (sas)’a bir mektub göndererek ona şöyle demişti:
“Eğer istersen, ben senin yanına geleyim Çünkü ben, senin söylediğinin hak olduğuna şehadet ederim
Yine Rasulullah (sas)’ın sahabelerini en güzel şekilde korumuş, hatta Rasulullah (sas)’a yardım etsinler diye oğlunu ve beraberinde altmış kişiyi müslüman kimseler olarak Rasulullah (sas)’ın yanına göndermişti
d) - Necaşi hakkı öğrenmek için bütün gücünü kullanmış ve Allah (cc)’ın hükmünden öğrendiğine muhalif olan hiçbir hüküm uygulamamıştır Ayrıca dinini gizlememiş, açıkça ilan etmiştir
İbni Kayyım, Zad’ul Mead’da şöyle bir rivayet zikretmiştir:
“Rasulullah (sas), Oman kralını İslam’a davet etmesi için Amr b As (ra)’ı elçi göndermişti Oman kralının ismi Ciyfer, kardeşinin ismi ise Abid idi Her ikisi de Cülendi’nin çocuklarıydı Cülendi’nin oğlu Abid, Amr b As (ra)’a ne zaman müslüman olduğunu sormuştu Amr b As (ra), bu meseleyi şöyle rivayet etti:
“Abid b Cülendi, bana nerede müslüman olduğumu sordu Ona:
“Ben Necaşi’nin yanında müslüman oldum” dedim ve Necaşi’nin müslüman olduğunu söyledim Abid b Cülendi:
“Kavmi onun mülkünü ne yaptılar?” diye sordu Ona:
“Kavmi onu tasdik etti ve ona bağlandı” dedim Abid:
“Rahibler ve din adamları ona tabi oldular mı?” diye sordu Ben:
“Evet, tabi oldular” dedim Bunun üzerine bana:
“Söylediğin söze dikkat et! Yalan söylemek iyi adamın özelliği değildir” dedi Ben ona:
“Ben yalan söylemedim, zaten dinimizde yalan söylemeyi helal görmüyoruz” dedim Sonra Abid b Cülendi bana şöyle dedi:
“Necaşi’nin müslüman olduğunu herhalde Hrakl duymamıştır” Ben dedim ki:
“Hayır, duydu!” Bana:
“Bunu nasıl bildin?” diye sordu Ben şöyle cevab verdim:
“Necaşi, Hrakl’e vergi veriyordu Müslüman olunca ve Rasulullah (sas)’a bağlanınca şöyle dedi:
“Vallahi! Ona (Hrakl’ı kastederek) benden istese bile bir dirhem göndermeyeceğim” Necaşi’nin sözü; Hrakl’e ulaşınca, Hrakl’in kardeşi Niyak, Hrakl’e şöyle dedi:
“Kulun sana vergi vermiyor Muhammed’in dinine bağlanmış Senin dinini terketmiş Onu böylece bırakacak mısın? Ona hiçbir şey yapmayacak mısın?” Hrakl ona dedi ki:
“Bir adam, bir dini sevmiş ve ona bağlanmış, ben ona ne yapayım ki? Vallahi ben mülkümün gitmesinden korkmasaydım aynen onun yaptığını yapardım”
Abd b Cülendi bu sözleri duyunca bana dedi ki:
“Söylediğin söze dikkat et! Doğru mudur?” Ben:
“Vallahi doğrudur” dedim(Zad’ul Mead: c: 3 s: 62)
Necaşi’nin durumu işte böyledir Zamanımızın tagutlarını müdafa ve olmayan İslamlarını ispat için Necaşi’yi delil alanlara yazıklar olsun! Necaşi nerede onlar nerede? Fakat bu kimseler insanları kandırmak ve tagutları müdafa etmek için her türlü hileye başvururlar Bu konuda ellerine geçen her hükmü insanlara saptırarak sunarlar Zira onların ortaya attıkları şüphelerin hepsi böyledir Bu kimselerin şüphelerine burada verilen cevapların, onların bütün şüphelerine verilen cevaplar olduğunu söylemiyoruz Çünkü bu kimselerin ortaya attıkları ve atacakları şüpheler asla bitmez Fakat biz, Allah (cc)’ın izni ve yardımıyla onların ortaya attıkları her şüpheyi iptal etmeye hazırız
Şunu herkes iyi bilsin! İnsanların hayatlarını düzenleyici hükümler verme hakkı, sadece ve sadece Allah (cc)’a aittir Her kim bu hakkın kendinde olduğunu iddia ederse işte o, kendisinin ilah olduğunu söylemese bile, ilahlık iddiasında bulunmuşur Her kim de ona tabi olur ve iddiasını kabul ederse işte o kimse de, ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, isterse binlerce defa la ilahe illallah’ı söylesin, onu ilah edinmiş ve ibadeti o kimseye yapmıştır
Allah (cc)’a gerçek manada teslim olmuş bir müslüman sadece Allah (cc)’ın kanunlarına boyun eğer, sadece Allah (cc)’ın kanunlarıyla hükmeder ve sadece Allah (cc)’ın kanunlarına muhakeme olur Zira böyle yapmak la ilahe ilallah tevhidinin gereğidir(Tefsiru’ddaiye cüz: 6 Maide 44, 45, 47 ayetlerinin tefsiri)


Alıntı Yaparak Cevapla