Prof. Dr. Sinsi
|
Risale-İ Nur'da Tevazu, Ucb Bahsi
RİSALE-İ NUR'DA TEVAZU, UCB BAHSİ
Kardeşlerim, belki ben öleceğim Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatım güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır Risale-i Nur'un Kur'andan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur Ta ihlas-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin Cenab-ı Hakk'a şükür, o a'zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes'ele-i imaniyeye feda eden çoktur Hatta Nur'un bîçare bir şakirdinin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek çoğaldığı için, rahmet-i îlahiye cihetinde sesi kesilmiş Hem de ona takdirle bakanlar, isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor Hatta musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veriyor "Senin bu vaziyetin nedir?" diye soruldu, "Madem milyonlar kadar arkadaşların var, neden bunların hatırlarını muhafaza etmiyorsun?" Cevaben dedi:
Madem mesleğimiz a'zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, baki bir mes'ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a'zamî ihlasın iktizasıdır (Emirdağ 2 246)
Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: îçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir Sizlerde mühim ehl-i ilim de var Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir Çabuk enaniyetini bırakmaz Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan risalelere karşı muaraza ister Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder ta ki kendi mahsulat-ı fıkriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
"Bu dürüs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allame ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulüm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulüm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklidçilik hükmüne geçer Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur'an’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, herbirimız bir vazife deruhde edip, o ab-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz! " (Mektubat 426)
İ'lem Eyyühel-Aziz! Enaniyetten neş'et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder Bu dahi devam ederse, ta'tile yani halıksızlığa incirar eder El'iyazü billah! (Mesnevi 185)
İkinci Esas: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz Onu ihsas eden hâlattan şiddetle ictinab ediyoruz Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darılıyorum Yalnız, Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle ona karşı tasdikkarane teslimi ve irtibatı, şakirane kabul ediyorum îşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ü şeref namı altındaki riyakarlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükümetin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar manasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar (Kastamonu 146)
Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği içın, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanları kendime almıyorum Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum Hem kardeşlerimin bu bîçare kardeşlerine verdiği makam-ı uhrevî, hakikî, dinî makam ise; Mektubat'ta îkinci Mektub'un ahirindeki kaideye göre,"Şahsıma verdikleri manevî hediye olan kemalatı, eğer haşa ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir; kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lazım geliyor " Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir (Emirdağ 1 227)
Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil Zaman, cemaat zamanıdır Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir Yoksa o buz parçası erir, zayi' olur; o havuzdan da istifade edilmez (Kastamonu 143)
Ve keza mümkinatın da iki vechi vardır:
Birisi: Enaniyet ile vücuddur Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur
îkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir Bu ise Vacib-ül Vücud'a bakar bir vücud kazanır Binaenaleyh vücud istersen, mün'adim ol ki vücudu bulasın! (Mesnevi 70)
Bu fıravuncukların enaniyetini kabartan mahviyetkarane söz söylemek caiz olmadığından, bilmecburiye o mütekebbirlere karşı izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için, söylenmeyecek ve izharı münasib olmayan uhrevî hizmetlerimi Cenab-ı Hakk'ın afvına güvenerek izhar ettim (Barla 229)
Cemaat itibariyle görüyoruz ki: Bir şahs-ı muhteris, bir intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş ki: "Îslam parçalanacak" veyahut "Hilafet mahvolacak " Sırf o meş'um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için, îslamın perişaniyetini, (el'iyazü billah) uhuvvet-i îslamiyenin boğulmasını arzu eder Hasmın zulm-ü kafiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister (Sunuhat 24)
Bir insanın müteaddid şahsiyeti olabilir O şahsiyetler ayrı ayrı ahlakı gösteriyorlar Mesela: Büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki; vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor Mesela: Her ziyaretçi için tevazu' göstermek tezellüldür, makamı tenzildir Fakat kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlakı istiyor ki, ne kadar tevazu' etse iyidir Az bir vakar gösterse, tekebbür olur Ve hakeza  Demek bir insanın, vazifesi itibariyle bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyeti ile çok noktalarda muhalif düşer Eğer o vazife sahibi, o vazifeye hakikî layıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur Eğer müstaid değilse, mesela bir nefer, bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyet birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, adî, küçük hasletleri; makamın iktiza ettiği alî, yüksek ahlak ile kabil-i te'lif olamıyor (Mektubat 369)
Dördüncü Sebeb: Bazan tevazu', küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur Bazan da tahdis-i nimet, iftihar olur îkisi de zarardır
|