Yalnız Mesajı Göster

Ömer (R.A.)'İn Halka İslâm'ın Âdabını Öğretmesi:

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ömer (R.A.)'İn Halka İslâm'ın Âdabını Öğretmesi:




Ömer (ra)'in halkla iç içe yaşaması ve bu vesileyle halka İslâm'ın âdabını öğretmesi:




Bazı örnekler aşağıdadır:


a- Hayvanlara karşı olan merhameti: Ömer (ra)'in bir adamı azarlayarak dövdüğünü gördüler Çünkü o devesine taşıyamayacağı yükü yüklemişti Ömer (ra) yaralı devenin sırtına elini koyarak ilaçlıyor ve şöyle konuşuyordu:


“Sana olanlardan dolayı hesaba çekilmekten korkarım!”


b- Yolda gidenlerin yollarının kapanması: Ömer, bir gün Medine pazarından geçerken İyas b Seleme'nin dar yolu kapattığını görmüştü Âsâyla kendisine vurarak şöyle dedi:


“Yolu aç, ya İbn Seleme!”


c- Yürürken erkekçe yürümeye zorunlu olma: Ömer (ra), bir adamın kollarını sarkıttığını, ayaklarını sallayarak düşercesine yürüdüğünü gördüğünde kendisine şöyle demişti:


“Böyle yürümeyi terk et!” Adam "yapmam" deyince Ömer (ra) hafifçe kendisini dövdü Adam ondan sonra sallanarak yürümekten vazgeçti Ömer (ra):


“Bunun gibisini dövmeyip de kimi döveceğim?” Adam kendisine gelerek Ömer (ra)'e dedi ki:


“Allah senden razı olsun!” Allah seninle bu huyu benden giderdi


Bunun aksine olan başka bir durumda ise Ömer (ra), dindarlık görünümüyle ölü gibi yürüyen bir adama asasını vurarak dedi ki:


“Allah canını alsın Kendi dinimizi bize öldürtme” (Bu halinle dindar görünerek halka bu şekilde örnek olup dinimizi yok etme)


d- Şüphelerden kaçınma: Ömer b Hattab, yoldan geçerken bir adamın bir kadınla konuştuğunu gördü Asasını adamın yüzüne doğru kaldırdığında adam:


“Ey mü'minlerin emiri! Bu kadın benim eşimdir,” dedi Ömer (ra) dedi ki:


“Eşinle yolun ortasında durup konuşarak neden Müslümanların hakkınızda suizanna kapılmalarına sebep oluyorsunuz” [60]


Bu sebeple Ömer (ra), cariyelerin hür kadınlara benzemelerini yasaklamıştı Hür kadınların elbisesini giyen bir cariyeye vurarak şöyle söylemişti:


“Ya Lek'a! Kendini hür kadınlara mı benzetiyorsun?”


Çünkü hür kadınlardan kabul edilmeyen, cariyelerden kabul ediliyor ve onlara mubah görülüyordu


e- Hayat şartları karşısında Müslümanları itidale davet eder, yemekte israftan kaçınmaları konusunda tavsiyede bulunurdu: Bu konudaki rivayetlere göre, elinde âsâsı olduğu halde Bakîdeki (Medine'de bir yer) Medine mezbahanesine gelirdi İki gün peş peşe et alan birini görürse âsasıyla vurur ve şöyle derdi:


“Yürü (acele ederek) Karnın iyi hazmetti (bayram etti) İki gün de komşuna ve amcanın oğluna olsun!”


f- Halkın arasına karışıyor, kendisine doğrudan doğruya bir talep gelmeden onların ihtiyaçlarını karşılıyordu: Bir defasında bir kadının şöyle söylediğini duymuştu:


“Bazıları (kadınlar) sade (berrak) sudan içerler Sizleri uzaklaştırdığını kabul (ikrar) ettim Kimileriyle (kadınlar) (değişik tat ve renkte) tuzlu su içerler, Allah'ın korkusundan olmasaydı kaçardım


Ömer (ra), kadının şikâyetini anlamış, kocasını huzuruna çağırdığında ağzının koktuğunu anlamış, kendisinden hanımını boşamakla beş yüz dirhem alma arasında seçim yapmasını istemişti Adam beş yüz dirhemi seçerek karısını boşadı


Bazen halkın içine karışıp durumlarını yakından görmeyi, hissettiklerini hissetmesi için yeterli görmüyordu Bu sebeple mutlaka onlar gibi yaşamayı, aynı şartları kendi hayatına tatbik etmeyi gerekli görüyordu


Er-Rimade yılındaki takındığı tavrıyla bu gerçeği görebiliriz Hicretin 18 yılında bütün Arap yarımadasına tam dokuz ay süreyle hiç yağmur yağmadı Topraktaki volkanik tabakalar harekete geçerek üzerindeki bütün bitkileri yakıp kavurmuştu Toprak toz haline gelmiş, siyah ve verimsiz bir hale bürünmüştü Rüzgâr estiğinde sanki kül savuruyordu Bundan dolayı o sene "Er-Rimade" yılı olarak isimlendirildi [61]


O sene açlık o kadar şiddetlendi ki, vahşi hayvanlar bile insanlara saldırmaya başlamıştı Kişi koyununu kestiği zaman etinden hiç tad alamıyordu Durum o kadar vahimdi ki, insanlar ip parçalarını bile yiyorlardı Farelerin deliklerini kazıp içindekileri çıkarıyorlardı Medine halkı başlangıçta başkalarına göre, ellerinde birikmiş gıda maddeleri olduğundan daha iyiydi Şam'dan, Irak'tan ve Mısır'dan getirttiği gıda maddeleriyle taşradaki Araplara yardım etmek için bütün imkânlarını kullanmıştı Yardım olarak gelen bu gıda maddeleri ona rahatlıkla yetiyordu Lâkin facia ile karşı karşıya kalan bölgelerdeki halkın yaşadığı şartlar altında hayatını sürdürmekte ısrar ediyordu Kıtlık son haddine vardığı bir sırada Ömer (ra)'e yağlı bir ekmek parçası getirmişlerdi Ömer (ra), bir bedeviyi çağırmış, ekmeği beraberce yemişlerdi Bedevi ekmeği yerken hep ekmeğin yağlı tarafına bakıyordu Ömer (ra), kendisine dedi ki:


“Sanki sen yağlı lokmadan bir tad almıyorsun?” Adam şu cevabı verir:


“Şu (veya bu) zamandan beri ne tereyağı ne de nebati yağ yedim Birinin yediğini de görmedim


Ömer (ra), herkesin rahata kavuşup istediğini yemeye gücü yetinceye kadar herhangi bir et parçasını tatmayacağına, yağı ağzına almayacağına dair yemin etmişti Allah, yağmurun yağmasına izin verinceye, halk kuraklıktan ve kıtlıktan kurtuluncaya kadar sözünden çıkmadı Bu süre içinde çocuklarından herhangi birinin evinde veya eşlerinin birinin hanesinde yemek yemedi Yemeklerini hep halkla birlikte yiyordu


İyaz b Halife (ra) rivayet etmektedir:


Ömer (ra)'in, "Er-Rimade" yılında teninin siyahlanmış olduğunu gördüm [62] Kendisine:


"Seni bu hale getiren nedir?" diye sorulduğunda şu cevabı verdi:


“Süt içen ve tereyağı yiyen bir Arap erkeğiydim Bunları, halk yemeye başlayıncaya, halk kendisine gelinceye (rahata kavuşuncaya) kadar (bu feci olay ortadan kalkıncaya kadar) kendi nefsime haram kıldım Nebati yağ yerine rengim değişti Açlık ise rengimin daha fazla değişmesine sebep oldu


Kötü beslenmenin bir sonucu olarak, karnı guruldarken karnına vuruyor ve şunları söylüyordu:


“Gurulda, halk kendine gelinceye kadar sana verecek yanımızda bir şeyimiz yoktur


Ömer (ra) bununla yetinmiyordu; bizzat açlara, fakirlere yemek taşıyor, kendilerine yediriyordu Yiyecek almaya gelemeyenlerin ise evlerine un, hurma ve katık gönderiyor, hastalara bakıyor, onların tedavisiyle uğraşıyor, ölenlerin kefenleriyle ilgileniyordu Bütün bunlardan sonra camiye gidiyor; şöyle yalvarıyordu:


“Yâ Rabbi! Muhammed'in ümmetini benim elimle helak etme! Yâ Rabbi! Bizleri yiyecekle helak etme ve bu belâyı bizlerden uzaklaştır!”


Zor şartlar biraz hafiflemeye başlayınca çarşıya yağ ve süt gelmişti Hizmetçisi pazara gidip kırk dirhem karşılığında yağ satın almış, sonra kendisine gelip şöyle söylemişti:


“Ey mü'minlerin emiri! Allah, yeminini hoş gördü, sevabın yüceldi” Pazara süt ve yağ gelmişti Gidip kırk dirheme bunlardan satın aldım Ömer (ra) şöyle konuştu:


“Böyle yapmakla aşırı gittin, israf ölçüsünde yemekten nefret ederim Onları sadaka olarak ver” Raiyeme olan (kötülük, zor işler) bana da olmuyorsa raiyenin işi beni nasıl ilgilendirir?


Ömer (ra) fizikî ve bedenî bakımdan ne kadar güçlü olursa olsun, Medine'nin dışındaki raiyesinin bütün işleriyle ilgilenmesi imkânsızdı


Bu sebeple o, iki kere Şam'a gitmek zorunda kalmıştı Birincisi, Kudüs'ü teslim almak için Kudüs hâkiminin isteği üzerine, ikincisi ise binlerce Müslümanın canına mal olan Şam ve Irak'taki vebanın etkisi ortadan kalktıktan sonra Ebu Ubeyde b El-Cerrah, Yezid b Ebi Süfyan, Muaz b Cebel, Haris b Hi-şam, Süheyl b Amr ve Utbe b Süheyl gibi büyük kumandanlar bunların başında bulunuyordu Salgın hastalığa kurban giden Müslümanlarının sayısının yirmi beş bin kadar olduğu söylenir


Ömer (ra), işlerin tekrar düzene sokulması için Şam'a gitmeyi zaruri görüyordu Medine'ye Ali b Ebi Talib'i vekil olarak bırakmış ve adı geçen şehre gitmişti Şam'a vardığında büyük bir havuzun başında konakladı İşleri idare etmek için burasını merkez edindi Daha sonra Suriye şehirlerinin hepsini ziyaret etti Her yerde Müslümanların işlerini takip etti, çaba harcadı Şam'daki, Humus'taki ve vebanın etkili olduğu diğer şehirlerdeki Müslümanların evlerini düzene soktu Daha sonra Şam'ın sınırlarını ve sınırları koruyan (sınırları düşmana karşı muhafaza eden ve muhtemel tehlikeyi önceden haber veren) askerleri düzene soktu Silâhlı kuvvetleri, yüz elli bin- iki yüz binden oluşan tümenler halinde düzenleyerek başlarına komutanlarını tayin etti Bu işlemler bittikten sonra miras taksimini yaptı Mirası hayatta kalan varislere dağıtım işini düzenledi ve böylece bütün işler yoluna girmiş oldu Halk uzun süren korkudan sonra güven duygusuna kavuştu Medine'ye dönmek istediği zaman halka şu şekilde hitabetti:


- Ben sizleri idare etmeyi üstlendim Sizin işleriniz için Allah'ın bana yüklediğini inşallah yerine getirdim Aranızda fey'inizi, evlerinizi ve fazladan aldıklarınızı (ganimetleri) paylaştırdık Elinizde olanları beyan ettik Güvenliğiniz için ordular, rahatınız için imkânlar hazırladık Sizlere gelen fey'leri adil bir şekilde dağıttık[63] Sizlere arzu ettiklerinizi isimlendirdik Sizlere düşen hisselerin verilmesi için emir verdik Kim bir şey biliyorsa onu uygulaması gerekir


Ömer (ra) Şam'a yapmış olduğu bu ziyaretin Müslümanlara ne büyük hayırlar getirdiğini hissetmişti Bu tecrübeyi daha geniş bir kapsamla raiyesinin haklarının yerine getirilmesi için ülkenin her tarafını kapsayacak bir şekilde denemeyi arzu ediyordu Bu konuda şu şekilde konuştuğu kendisinden rivayet edilir:


“Allah izin verir de yaşarsam, raiyye arasında bir yıl gezeceğim Gerçekten biliyorum ki halkın ihtiyaçları ben olmaksızın karşılanmaz Ya görevliler bu ihtiyaçları bana iletmiyorlar veya raiye bana kavuşamıyor (İhtiyacı olan halk mesafenin uzun olması sebebiyle dertlerini bana iletmekten acizdirler) Şam'a gidip iki ay kalacağım Daha sonra El-Cezire'ye gidip orada da iki ay kalacağım Ondan sonra Mısır'a gidip iki ay kalacağım Daha sonra Bahreyn'e gidip iki ay kalacağım Sonra Kûfe'ye gidip iki ay kalacağım Ve Basra'ya gidip iki ay kalacağım Vallahi bu yıl, nimet ve bereket dolu bir yıldır!”


Ancak ecel bütün bu emellerini gerçekleştirmesine engel oldu Bu emel o kadar yüce bir mana ifade ediyordu ki, raiyenin kendisine ulaşamaması, herhangi bir sebeple isteklerini kendine takdim edememesi demekti


Ömer (ra), şayet uzaktaki raiyesinin işleriyle direkt olarak ilgilenmekten maddeten aciz kalmışsa da onun ilmî metodlara başvurarak, kendisinden uzakta bulunan raiyesinin işlerinden haberdar olması ideal idare kavramlarına yakın olup amme idaresi bilim uzmanlarının bunu sağlam idarenin başlıca dayanakları olarak kabul etmemeleridir O, hiçbir baskıya ve tehdide boyun eğmeden Müslümanların işlerini yürütmeleri için en iyi valileri tayin ederdi Valilerin hesaba çekilmeleri için metodlar tanzim eder, görev yerlerinde sanki onlarla birlikte bulunurdu O günün ilkel ulaşım şartlarıyla günümüzün vasıtalarını göz önüne getiren insan, Ömer b Hattab'ın büyüklüğü karşısında bir kere daha hayrette kalır Devletin en ücra köşelerinde valilerin verdiği emirlere karşılık birkaç gün geçmeden Ömer (ra)'in bu husustaki emri gelirdi


Ömer (ra)'in abkariyesi iki hususta parlak, açık ve seçik bir şekilde büyük etki sağlamıştır Şimdi bunları görelim:


1- Valiler için açık kapı (Open - Door Polici):


Ömer b Hattab, halka kapısını kapatan valiyi affetmez, cezası görevden azletme olan büyük suçlardan sayardı Bu duruma karşı olan gazabı öyle bir dereceye varırdı ki, bu suçla itham edilen valinin evinin kapısının yakılmasını emrederdi Bu konudaki rivayetlerden bazıları aşağıdadır:


Sa'd b Ebî Vakkas (ra), Kûfe'ye yerleşince kendisine bir ev inşa etmişti Evin kapısının üstünde, pazardaki insan kalabalığının gürültüsü kendisini konuşmaktan men etmesi sebebiyle gölgelik (çadır) yaptırmıştı Bazılarının iddiasına göre, mimarına "gürültüyü kesecek şekilde yap" demişti Halkın bu eve "Sa'd'ın kasrı" ismini verdiği Ömer (ra)'in kulağına gelince Ömer (ra), Muhammed b Mesleme (ra)'yi genel müfettişlik göreviyle Kûfe'ye göndermişti Kendisine de şöyle emir vermişti:


- O kasrın kapısını yak ve gittiğin gibi geri dön!


İbn Mesleme Kûfe'ye vardığında Sa'd geliş haberini alır Yanma çağırır, fakat o, kasra girmeyi kabul etmez Bunun üzerine Sa'd, Medine'ye dönmesi için gerekli nafakayı vermeyi teklif eder Fakat Muhammed b Mesleme nafaka almayı reddederek Ömer (ra)'in mektubunu kendisine verir Mektupta şunlar yazılıydı:


"Duyduğuma göre "Sa'd'ın Kasrı" diye bilinen bir kasır inşa edip kendine kale edinmişsin Kendinle halk arasına bir kapı koymuşsun O senin kasrın değil, fesat ve dalâlet kasrıdır Onu kapat ve beytülmale ver Halkın içeri girmesini engelleyen kasır kapısı yapma Senin meclisini ve dışarı çıkışını kabul etmeleri için onların haklarını ellerinden alma"


Ömer (ra)'e Humus valisi Abdullah b Kurt'un Humus'ta bir saray yaptırıp içine kapandığı haberi gelmişti Ömer kendisine gönderdiği elçiye odun toplayıp evinin kapısını yakma emri vermişti Halk valiye giderek kendisine haberi ilettiklerinde o şöyle konuşmuştu:


- Bırakın, o mü'minlerinin emirinin habercisidir


Daha sonra Ömer (ra) onu Medine'ye çağırdı Medine'ye vardığı zaman nasıl hesaba çekildiğini daha önce görmüştük


Devrimizdeki çağdaş dünya idarelerinin çoğunun şikâyet ettiği büyük hastalığı zikrettiğimiz zaman Ömer (ra)'in yüce kişiliği idare sahasındaki büyük kabiliyeti açık bir şekilde ortaya çıkar Bununla kastettiğimiz bürokrasidir Devlet dairelerine mahsus formaliteler demek olan bürokrasinin tek kelimeyle anlamı, "resmî dairelerin otoritesi "dir Devletin başta gelen görevlerinin dağıtımı çağdaş devletin koordinesi zaruretlerinden olup eğitim, ziraat, sanayi, güvenlik, savunma vs gibi vazifelerin ihtisaslı çalışma prensipleri gereği bu vakfelerin genel müesseseler ve heyetlerce bakanlıklar nezdinde idare edilmesidir Bunun sonucu olarak bu heyetler ve müesseseler vatandaşlara hizmet için daha aktif bir çalışmayı gerçekleştirmelidir


Ancak belli bir müddet sonra, bu müesseseler vesile olmaktan çıkıp hedef haline geldiler Hizmet organları olacaklarına hüküm cihazları oldular Hakimler halkın hizmetkârı olmaktan çıktılar Korku ve tamahkârlıkları yüzünden halk onlara tapmaya başladı


Burada şu soru akla gelebilir:


Hz Ömer’in kanunlaştırdığı açık kapı politikası o devirde büyük fayda olabilir Aynı politikayı bugün için uygulamak mümkün müdür? Hiç diyebiliriz ki, açık kapı prensibi verilen hükümlerin ıslâhı için her zaman ve mekânda geçerlidir Hükümle ilgili problemlerin çoğu hâkimlerin halktan gizlenip halkın kendilerine ulaşmalarına engel olmalarından doğmaktadır Bu sebeple çağdaş amblemler kaldırılarak bir kere daha otoritenin halka verilmesi gerekliliği dile getirilmiştir Halktan oluşan muhtelif konseyler kurulup hâkimlerin çeşitli düzeylerde idare ve hükmetme metodlarını hesaba çekmeyi ifade etmişlerdir O kadar ki, siyasî otorite sahibi olan devletin yok edilerek bütün yetkinin halka verilmesini isteyen aşırı doktrinler (mezhepler) inşa edilmiştir Şayet hâkimlerin, kararların alınması, etüd ve araştırmaların yapılması için belli bir zamana ihtiyaçları varsa bütün bu işlemlerle açık kapı politikası arasında bir uyum sağlamaları mümkündür Bu uyum da ancak, belirli zamanlarda açık kapı politikasını uygulamakla, halkın arasına karışmakla, onların yaşadığı şartları yakından görmekle mümkün olabilir Hüküm organlarını, gerçek hizmet cihazlarına dönüştürmeyi, hakimlerle halkın birbirinden kopmamasını ancak bu gerçekleştirebilir


2- Hac mevsiminin valiler için genel konferans olması:


Ömer (ra), işte burada bize göre idare ve hükmetme sanatının zirvesine çıkmaktadır


Hac, İslâm dininin rükünlerinden biridir Allah tarafından farz kılınmıştır Belirli günlerde Allah'ın ismim zikretmek ve kendilerine doğacak menfaatleri görmeleri için gücü yeten Müslümanların bu farizeyi yerine getirmeleri kendilerine farz kılınmıştır Hac mevsiminde yeryüzünün her tarafındaki Müslümanlar bir araya gelirler


Ömer (ra) Müslümanların dertlerini dinlemek, onların mes'eleleriyle ilgilenmek, Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik şuurunun yerleşmesi için hac mevsiminin büyük bir fırsat kabul etmiş, ona göre tedbirler almış, plânlar yapmıştı Çeşitli zorluklar ve buna ek olarak kişilerin işlerinin aksaması göz önünde bulundurulursa o, raiyesinden Medine'ye gelmelerini istemezdi Ama onlar gelirlerse, onun onlara gitmesi, işleriyle ilgilenmesi kendisi için yerine getirilmesi gerekli bir vazifeydi Halifeliği boyunca hep böyle hacca gider, diğer bölgelerdeki valileri Mekke'ye çağırırdı İşte o zaman idare edenlerle idare edilenler bir araya gelirler, karşılıklı olarak mes'elelerini söylerlerdi Böylece Ömer b Hattab, hükmetme emanetinin gereğini yerine getirmiş olurdu Amme idaresi uzmanlarının bu gibi konferansların faydalarını itiraf ettikleri bir gerçektir Şu da bir gerçektir ki, dünya tarihi bu zamana kadar böyle geniş, anlam bakımından oldukça şümullü bir konferans kaydetmemektedir Hacca giden kişinin nefsi dünya zevklerinden uzaklaşır, arınıp temizlenir Kişi ortaya bir fikir attığı zaman genellikle bu fikrinde isabet etmiştir Bu konferans, her birinin derdi başkasının ayıplarını meydana çıkarıp cesedinin kırılmış ve geriye kalmış olan parçalarına basarak hüküm statüsüne yükselmek olduğu çağdaş idarî ve siyasî konferansların tamamen aksidir


Ömer (ra)'in aktivitesini isbat eden büründüğü örnek kişiliğinin kendisinden sonra uygulanmasının nasip olmaması oldukça gariptir Bu bölümün başında da belirttiğimiz gibi, işte burada şuurlu ve basiretli liderliğin değeri kendini gösterir Şayet hacdaki bir araya gelme, mazlumların büyük idareciyle bir araya gelmelerini kolaylaştırıp büyük hâkimin (idarecinin) bölgelerdeki yardımcılarını hesaba çekmesini sağlıyorsa, bu şekilde bir araya gelme aynı zamanda hüküm esaslarını aynı tarzda, tek olarak yerleşmesini, büyük idarecinin tasavvur ettiği gibi, hüküm felsefesini yardımcılarına takdim etmesine, devletin hüküm ve idare sahasında uyumlu bir metodla idare edilmesine yardımcı olmuştur [64] Ömer (ra)'in bölge valilerine uyguladığı, her zaman ve mekân için geçerli olan bu göz kamaştırıcı talimatlar (yönlendirmeler) karşısında insan gururla onu seyretmekten kendini alıkoyamaz O kadar ki günümüzün idare ve politika uzmanları, bunu hükmetme sanatının en büyük örneği olarak görmektedirler Bu da Ömer b Hattab'ın bu sahada asil bir sanatçı olduğunu te'kid eder Bu türlü münasebetlerde valilerine yönelttiği birçok hutbelerinden birini burada zikretmekle yetineceğiz


İlham sahibi halife diyor ki:


"Güvenilir kimselerin azaldığı, okuyanların çoğaldığı, fakihlerin (hukuk ilmi uzmanlarının) azaldığı, emellerin, isteklerin ve arzuların arttığı, kavimlerin ahiret için (hayırlı işler) yapıp dünyadan çok (bekledikleri) istedikleri, ateşin odunu yediği gibi dinin de sahibini yediği zaman sizlere yaklaşıyor! Sizlerden kim ki bütün bunları idrak ediyorsa Allah'tan korkup sabreylesin!


Ey insanlar! Allah, kendi hakkını yarattıklarının haklarından daha yüce kılmıştır Bu hakkının yüceliği konusunda şöyle buyurur:


"Ve size melekleri ve peygamberleri tanrılar edinin diye de emretmez Siz Müslüman olduktan sonra size inkârı emreder mi?” [65]


Ben sizleri emirler ve cebbarlar (diktatörler, baskıcılar, zorbalar) olarak değil, hidayet imamları olarak tayin edip gönderdim ki halk sizlerle hidayete ersin Müslümanlara haklarını verin Onları döverek zelil duruma sokmayın Onlara teşekkür ederek de kendilerini celbetmeyin Kapılarınızı onların yüzlerine kapatmayın (Şayet kapatırsanız) kuvvetlileri zayıflarını yerler (bilhassa iktisadî açıdan zengin fakiri sömürmek suretiyle yer) Kendisine mal edip (onları mahrum etmeyin, şayet ederseniz) onlara zulmetmiş olursunuz Onları bilmemezlik ve görmemezlikten gelmeyin Onlarla güçlerinin yettiği kadar kâfirlerle savaşın Şayet savaşçı(nın babası ve çocukları yoksa) onu bırakın Bu, düşmanla savaşmaktan daha büyük bir cihattır Ey insanlar, ben sizleri memleketlerin emirlerine şahit gösteriyorum Ben onları ancak insanlara dinlerini öğretmeleri, rey'lerini aralarında paylaşmaları (bir anlaşmazlık çıktığında) aralarında hükmetmeleri için gönderdim Şayet onlara karşı bir engel (bu icraatların uygulanmasında) çıkarsa bana iletsinler"











[60] Diğer rivayetlere göre adamın halifeye şöyle söylediği zikredilir:


“Ey mü'minlerin emiri! Medine'ye şimdi geldik Nerede konaklayacağımızı istişare ediyorduk” Ömer (ra) asasını adama verir ve kendisine der ki:


“Ya Abdullah! (Ey Allah'ın kulu), benden kısasını al (Ben sana nasıl vurduysam sen de bana öyle vur)” Adam der ki:


“Senin olsun, ey mü'minlerin emiri!”


[61] Muhammed Hüseyin Heykel "El-Faruk Ömer" isimli eserinde der ki: Bu isimlendirmenin sebebi, toprağın renginin siyahlanarak kül gibi olmasıdır "Er-Rimad" Arapçada felâket anlamına geldiğinden, bu sebeple bu yıla "Rimade yılı" denilmiştir


[62] Ömer b Hattab'ın teni oldukça beyazdı O kadar ki alçı beyazlığına benziyordu (El-Mearif / İbn Kuteybe)


[63] Kanaatimize göre adalet mutlak eşitlikanlamına gelmaz Mutlak eşitlik kişinin devlete karşı, devletin de kişiye karşı ifa etmesi gereken hak ve ödevlerde ancak mümkün olur Devlet tüm vatandaşlarının malını, canını, ırzını korumakla yükümlü olupkişiye kamu hizmetinde görev verme, din ve vicdan hürriyetini sağlama, kişisel haklarını güvence altına alma gibi her vatandaşa eşit haklar vermekle yükümlüdür Buna karşılık kişi vergi ödeme, askerlik görvini yerine getirme ve bir vatandaş olarak siyasi haklarını kullanmak zorundadır Yani mutlak eşitlik hak ve görevler de var diyebiliriz Bu, konunun hakim olduğu ülkelerde bulunması gereken genel bir kaidedir Ancak her zaman bütün herkesi -Ömer'in siresinde de görüldüğü gibi- adalet değil, adaletsizliktir Medain'in fethinde gördüğümüz gibi, savaşarak büyük ganimetler elde eden askere herhangi bir askeri dağıtım zamanında eşit tutmak, ikisine de aynı hisseyi vermek adaletsizliktir


[64] Bu anlamda Abbas Mahmud el-Akkad şöyle demektedir:


"Devkün en uzak köşesinden diğer en uzak köşesine kadar hac mevsiminde her şeyin gözden geçirildiği, hesaplaşmaların yapıldığı, görüşlerin ortaya atıldığı, valilerin ve görevlilerin hesaplarını, bölgelerdeki haberleri takdim ettiği, şikâyet sahiplerinin gelerek şikâyet konularını arzettiği, valileri ve görevlileri kontrol eden ve onlardan haberler gönderen casusların geldiği bir haberleşme günüydü bu


Bu kongre asırların en vefalı kongresiydi Ömer (ra) bunların hepsiyle müşavere yapar, onlara görüşlerini söyler, onların görüşlerini alır, onları başkalarına dinletir ve bütün bunlardan kastedilen görüş tecrübesini (testini) yapmak, zimmeti ifa etmek, kötü sonuçlardan arınmış sağlam ve sağlıklı sonuçlara varmaktı"


[65] Ali İmran: 3/80

Alıntı Yaparak Cevapla