Prof. Dr. Sinsi
|
Hulefâ-İ Râşidîn'den Sonra Dîn
HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN'DEN SONRA DÎN
İnsanların hak ve hürriyetlerinin Hukuka uygun olarak kesinlikle korunduğu; onların renklerine, soylarına, milliyetlerine veya görüşüne bakılmaksızın eşit muamele gördükleri; iyiliğin ve adaletin yegane sistemi, sonraki devirlerde, temeldeki karakterini kaybederek monarşi şekline dönüştü Bu değişim sırasında, bazgn bozulmanın önüne geçilmesi İmkânları da belirmesine rağmen, ne yazık ki özel olarak islâm Ümmeti ve genelde bütün insanlık için bu değişmenin, tesirlerini izaleye ve ıslaha yer vermeyecek kadar güçlü olduğu vâkidir Mevcut İmkânlardan gereği gibi faydalanılamadı Netice itibariyle idare tarzının mahiyeti, Hilafet sisteminden monarşiye dönüşerek yapısı ve karakteri itibariyle bütünüyle değişti
1-Bu süreçte ilk köklü değişiklik Ümmet'in liderinin seçiminde oldu Hilafet için genel geçerli kural, kimsenin bu göreve kendisini teklif etmediği ve elde etmek için her hangi bir çaba sarfetmediğidir İnsanlar karşılıklı görüş alış verişi ile uygun birini seçer, iş başına getirir, ümmetin hayatını tanzim vazifesini ona tevdi ederlerdi Aslında bîat fiili, iktidarın neticesi değil, fakat sebebidir Bunun manası, iktidarda olan kişiye biat edilmez, belki kendisine biat edilmek suretiyle bir kimse iktidara getirilir Halktan bîat almak maksadıyla herhangi bir şekilde çalışılmaz, el altından iş görülmez, nüfuz kullanılmaz Ne şekilde olursa olsun, bu hususta hiçbir teşebbüste bulunulmaz İnsanlar, bîat edip etmemekte tamamen serbesttir Bir insan, kendisine isteyerek ve hür iradeyle bîat edilmediği sürece bu makamı kabul etmemelidir Hulefa-i Raşi-dîn'in hepsi de bu yolla göreve gelmiştir Hiçbiri, hilafet makamım elde etmek için özel gayret göstermemiştir Hatta tam tersine, onlar kendilerine teklif edildiğinde kabul etmekle karşı karşıya kalmışlardır Bu hususta, Hz Ali için 'bu makamın kendi hakkı olduğu' şeklinde ortaya sürülen iddia da mesnetsiz kalmaktadır Zira, onun bu konuda en küçük, dolaylı bir yolla dahi bir çaba gösterdiği, Halifeliği kendisi veya bir akrabası için elde etmeye çalıştığı yolunda her hangi bir sahih tarihî delil gösterilemez Hatta, onun kendisini halifelik makamında hak sahibi görmesi de bu kaideyi ihlal etmez Gerçekte dört halife de Hilafet'in kendilerine teklifi ve herhangi bir şart altında zorla bîat alınmadığı hususunda eşittirler
Melikliğin (mulukiye) ortaya çıkması bu kaidedeki değişiklik sonucu olmuştur Muavi-ye'nin hilafeti, yukarıda açıklanan şekilde, yani müslümanların toplanarak, müşavere ederek, karar vermek suretiyle halifeliği onun eline tevdi etmesi şeklinde olmamıştır Tam tersine, o halife olmak istemiş, savaşarak ve dövüşerek bu makamı elde etmiştir Bu sebeple onun hilafeti, müslümanların rızasına bağlı bir hilafet şekli değildir O bu makama seçilmemiş, kendi kendini halife ilân etmiştir Kuvveti ele geçirdikten sonra insanların ona bîat etmekten başka tercihleri yoktu Eğer biat edilmeseydi, elde ettiği makamdan geri çekilmeyecekti Çünkü iktidarı zorla, gücü ve kuvvetiyle elde etmişti Aksi takdirde, kan dökülecek, düzensizlikler, karışıklıklar ve anarşi halleri birbirini kovalayacaktı Bu yüzden insanlar, kan dökülmesine ve karışıklığa karşı sükûnu ve düzeni seçerek ona bîat ettiler Hicrî 41 yılının Rebiulevvel'inde, Hz Hasan'ın Halife adaylığından geri çekilmesinden sonra, bütün sahabiler, tabiîn ve ümmetin ileri gelenleri Muaviye'ye bîatta hemen hemen ittifak ettiler Bu durum dahilî savaşın önünü almış, akan kanlan durdurmuştur
Aslında bizzat Muaviye de bu durumu iyi biliyordu Bu, hilafetinin ilk yıllarında Medine'de yaptığı konuşmadan da bellidir: "Allah'a yemin ederim ki, emareti elime aldığım zaman, iktidara geçmiş olmamdan hiç hoşlanmadınız Bunu bilmiyor değilim Hatta bu hususta kalplerinizdeki kuruntuları da biliyorum Fakat ben bu makamı kılıcımın kuvveti ile elde ettim Devlet işlerini belki istediğiniz gibi yürütemem Fakat siz de yapabildiğim kadarıyla iktifa ediniz " (İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c VIII, sh 132)
Bu şekilde başlayan değişiklik Yezid'in bu makama veliaht olmasından sonra o kadar kabul gördü ki bundan sonra hiçbir zaman sarsılmadı, hatta tehdit bile görmedi Daha sonra makamın kuvvet ve soya dayalı mülkiyet esası ile kazanılması âdeti tesis edildi ve müslümanlar seçimli hükümet sistemine dönecek fırsatı hiçbir zaman elde edemediler Onların otoriteleri gönüllü biat ile değil, iktidarlarının gücü İle zoraki olarak sağlanıyordu Daha doğrusu müslümanlar biat etmediler, ettirildiler Böylece biat müessesesi iktidarda olmak ve kuvvet sahibi bulunmakla birlikte yürütüldü İnsanların, gücü eline geçirmiş kişiye biat etmemesi, bu suretle onu makamından uzaklaştırmasına da imkân yoktu Zaten onlar biat etmeseler dahi hilafet makamını zorla ele geçiren kimseyi oradan uzaklaştırmaları mümkün değildi Hatta bu hâl, zorbalığı daha da artıracaktı
Müslümanların serbest muvafakatim almadan, kuvvete dayalı olarak meydana çıkmış bir hilafet veya otoritenin şer'î açıdan statüsünü tartışmak yerine burada esas dikkat edilmesi gereken husus şudur: Onlar İslâm'ın gerçek usulleriyle mi halife olmuşlardır? Yoksa tam ve eksiksiz usûl Hilafetin Hulefa-i Raşidîn'in yolu ile mi tesis edilmesi gerektiğidir? Veya Muavİye ve takipçilerinin usûlü mü takip edilmelidir? Hulefa-i Raşidîn'in usûlü bize, tutacağımız yolu açıkça göstermiştir Diğer usûle gelince, ancak şu kadarı-kabul edilebilir: Bu şekil reddedildiği takdirde daha kötü bir durumun meydana gelmesi ihtimali, buna ruhsatın verildiği hâlidir Fakat bunun sebebi, sadece kan dökülmesinin ve kargaşanın önlenmesi içindir Her kim bu iki usûlün doğruluk bakımından birbirinin aynı olduğunu iddia ederse, hakka ve hakikate karşı büyük bir zulüm etmiş olur Çünkü, as-lolan ve arzu edilen (maîîub) İlkidir Diğerine izin verilmişse de bunun sebebi kan dökülmesini ve karışıklıkları uzak tutabilmek ölçüsündedir Yoksa arzu edilen veya hoşa giden bir şey olduğundan değil {Khüafat-o-Muiukiyai)
|